EUGÜN 1 ozlu yollar, tepede ka: bir güneş, nihayet köyler! Birincisinde durduk. Bayan Ve sim: “— Hangi evi görmek İstersin? di Köyün ağzındaki küçük kulübe- Yİ gösterdim Kulübe sahibi kapının örtinde duruyordu. Bayan, onunla kendi illerinde konuşurken ben köylü Yü tetkik ettim. Şurasın söy Yim ki, bu köylüler hep Hin Zemindarlar ekseriyetle Mandır. Bu köylü bakımsız Hindu köyle- Tihin, fıkara Hindistanın tem bir Örneği... Orta yaşlı, yar çplak, bü- tün esvabı belinden dizlerine ka- dar vücudünü örten bir bez. Göz- fırlıyan, gırtlağı, konuşürken Mska boynunda aşağı yukarı bir a- tansör gibi İnip çıkıyor. Kaburga- hı birer birer say Sakları, içi boş lâstik boru gibi dur duğu yerde sallanıyor. Gözleri en Unutulmıyan yeri. Gerçi ışıksız, do Muk. Fakat onlarda pek iyi tanı- ezilmiş ve ; o zulme Mahküm Şarklı tihniyetinin bi - Mr aynası: Ka- “ ve kadere ta Mamen kendini etmişlerin Fata - amin © birer symbol İşte bu şın ifade ettiği şey Şarklı fer. di yerli ve ecnebi, daimi bir esare- *€ mahküm eden en büyük âmildir. e bu zihniyet, ferdin iradesinin *$bir surette mukadderatına mü- *sir. olamıyacağına inananların #niyeti « Öyle bir zihniyet ki, ertte parmağını kıpırdatmıya me- “al bırakmıyor. Sesi kısıktı, halsiz halsiz konu- Yeyordu, hiçbir zaman kâfi gıda al ğı müzmin ve yarım bir kıtlık Muhit, aş yavaş tükenerek Ypeceği hissedilen zavallı bir mah Mike, ve Müslü. ünde y Vin içine girdik. El kadar kü- çük, toprak bir avluya açı- karanlık oda yahut kovuk. Yluda paçavraya sarılı bir kadın, Yan çıplak iki erkek çocuk, önle- bir bakır tepsi ovüyorlar. Bel ünun içinde birşey yemişler.. tipi diyorum, çünkü yemek İle budört iskeleti o ayni kranda tahayyül etmek çok müş- aç Adeta acıkmak kabiliyetini 8 kaybetmiş, kafaları dönmüş Ter heyulâya benziyorlar. Yanları gezdik. Penceresiz. alt- toprak. Bir köşesinde yatak ol- diye ot serilmiş, öteki köşesin- hayvan bağlanacak bir yer. Bu *de eşya olarak gördüğüm avlu- ya tek bakır tepsi ile bellerine ğladıkları paçavralar. R. lübeden çıktık. Düşündüm: again hiçbir nasibi olmıyan bu Ylünün bizimle konuşmak için Na sarfetmesinin sebebini an- Aısdım. Neden karnı tok, sirt Pek herhangi bir insan bu'adamda #n uyandırmiyor? Neden yer bir avuç taş alıp kafamıza at- AYOr ve “benimle eğlenmiye mi Bela; ina, ümiyetle iki insan örneği kı mlığını, fantiyetini, emellerini Ybediyor; İiri fazla tok, karnı şiş, çene çe- tünde, sefahetten sefahete sü lenen, her iştihası patlayıncıya dar tatmin edildiği için emelden, mn mahrum, sırf dünyalığını Be pahaya olursa olsun muhafa ac istiyen adam; öteki Yeşi, çiğ mahküm, hayvan sevi raşıyarak kaniyle, lan öç ki bı örneği m olan adam! Sünden sonra Hindistanda ne İr ziyafete davet edilsem © eki insa; beslemiye * Yah, tün Hindistan se- Eye *mmasında iklimin fena tesi- tan Bai sebze ile yoğurt” t8 oluy. $Y yediğim zaman has- Münevy, lum. Ve o gün bazı Hindu Yİp gı, Tsrinin, yabancıya aca- Yüzer ye» İhtiyari fıkaralık ve ri- akağı, SYatını tabif ve insani bir İ olarak telâkki ettim. hızının bitlerini ayıklıyor Hint Köyündeki Korkunç Sefalet Manzaraları geremesaaaseseseesesseseee, YAZAN: Halide Edip? lin. Wei Vak 5 mü bekliyen sabur, mütevekkil ba kışı ile göke bakiyor. İşte bu ha- yatın eşiğini henüz atlamış olan bir yavru. Köyün içine daldık. Evler biriri- ci.kulübeden biraz daha iyi. Ya- takları yar, bakırları var, bâzıları: nın sandığ halde ko- derece atlamışlar. Bu evlerin bir tanesi hayli” büyüklü Ve avlusu taşiıktı Arkada önü açık bir ödü gördüm, duvarlarında hayale sığ- mıyacak kadar korkunç ve çirkin bir resim vardı. Ona doğru gider- ken ev sahibi kadın. aci bir çığlık © kopardı, kollarını açtı önüme dur- n Köylerde hastalara bakan K übeden biraz birkaç sıska ineğin su içtiği sup'i bir havuz kenarına geldik. Pirafına çamaşır. asıldığını gür- düm, içim biraz rahat etti. Demek kylülerin bazılarının sırtına giye- ceği, ve değişeceği esvabı var, Su etrafında çocuklar oynuyor- du, Karınları şiş, gözleri hasta- uzaklaşınca du. Bayan Vesim kolumdan tuttu beni çekti: “— O resimvonların ilâhları... Ona Hindu olmıyan bakamaz. Sen Müslümansın, yani onler için kâfirsin.,, dedi Evet, küfür, iman, iyi, kötü te- lâkkiye göre değişebiliyor, Bu köy gördüklerimin en faki- ridir. Bundan sonrakiler arasında büyükleri ve dâha refah içlşde 0- lanları da vardı B 4 ziyaretten sonra Hindista- nın bütün güzelliği, ihtişa- mı bana bu köyün hayalini unut- turamadı. Ekseriyeti bu seviyede olan bir memlekette eemastçilik, millicilik, hulâsa her nevi “cilik,, biraz manasız kalıyor. Ve ne gârip- tir ki Hindistanın en dı ve çir- kin yarasını Lâknav gibi güzel, şi- rin bir şehirde yakından gördüm. Ve ekseriyeti bu kadar sefil olan kerhangi memleketin akibeti ba- Da karanlık göründü. Kafamda v- mumiyetle hir nakarat gibi kendi kendini tekrar eden bir mülâhaza yine baş gösterdi. İngilizler Garp medeniyetinin nimetlerini orta $i- nıfa, yani bir ekalliyete getirecek» lerine, bütün vasıtalarile ekseri- yetin seviyesini yükseltmiye çalış- salar acaba bugünkü Hindistan ne şekilde olurdu? Çünkü İngiliz isti- lâsı neticesinde en çok maddi 22. rara düşen hiç şüphe yok ki Hint köylüsü olmuştur. Ve bugünkü Hindistanı biraz anliyabilmek kısaca bile olsa köylü vaziyetini biraz anlatmak lâzımdır. lıklı, çıplak, rasitik bacaklı mah- — Jüklar. Oyunları bile oyuna ben- zemiyor. Konuşmuyor, bağırmı- yor, dövüşmüyor, alamıyor... Yer de iki yaşlarında çıplak bir yav- ru. Tozların ortasına bırakmışlar, bıraktıkları yerde kalmış. Karnı vücüdünün iki misli, gözleri gök- te. Günleri sayılı bir ayağı çukur- da yüzlük bir ihtiyar adamın ÇANKIRIDA : Kurbağa Yağmış Çankırı, (TAN) — Filyos ve Çay- cuma istasyonları mevkiine yağmur İla beraber siyah kurbağa yağdığı ve © tarafların “kurbağa ile dolduğu i- İsöylenilmektedir. yalayıp iye Peri Baskınına | Selâniğinlok İlometre uğuzınd ki İkiya kaç sene evveli Megala Besi yü, bir sine gelinceye kr dar yalnız Türk z lerle meskün bulunuyordu. Türkler, göç ettikten sonra bu köyde, perile- rin, cinlerin ve şeytanların belirdiği saylası meydana çıkmış.. Bunun için bu köy şimdi bomboşmuş, orada kim se yaşamıyormuş. Bu şayialar Üzeri” ne bu köye bir gazeteci gitmiş ve 15- sız kalan köyde sürülerle kertenkele lan türediğini görmüştür. * Hâkimler, zehirli çayı kendileri tecrübe etmişler >.) Belçikada Ma tiya Beker is- minde bir kadın birkaç kişiyi ze- hirlemek suçun dan yakalanmış bır. Bu davaya bakan hâkimi üçü, kadının suç lu olup olmadığına iyice kanaat getir- mek için başkalarına içirdiği zehirli çaydan bir mikdar da kendileri iç- mişlerdir. Şimdi doktorlar, zehrin te sirini ölçmek için hâkimleri sıhhi kontrol altında bulunduruyö aş Japonya ile Çin arasında daha harp baslamamıs! Uzak Şarkta N harp kopmadan İevwel bir Japon nakliye firmas İngilizlerden bü ik bir çilep sa. almış münasebetle imzalanan mukavelede şayet harp koparsa, satışın feshedile soği de çar koyulmuş. ığı İ- çin İngiliz firması mukaveleyi der « hal bozmuş. Şimdi Japon firması, Ja- ponya ile Çin arasında harp olmadı- ğını ileri sürerek gemiyi satan kum- panya aleyhine dava açmış ve muka vele hükümlerinin yerine gehirilme ni istemiş Müzelerdeki Şaheserler Bir müddet sonra harp patla (21) Türk ve İslâm Eserleri Müzesinin birinci salonunda teşhir edilen bu Kur'an Mahfazası Türk kakmacılık ve tezyin sanatının en yüksek bir ör- İ neğidir. Mahfazanın Ehrami kubbesi İle kaidesi fildişi kakmahdır. Üze- İrine birçok manzum parçalar yazıl. mıştır. Müzeler İdaresi, teşhir için sonra- dan altına bir ayak yaptırmıştır. Uğrıyan Köy İ | | İstanbulun İçinden: Çubukluya gidenler için iyi bir mesire yeri olan Hidiv köşkü Halk, Pazarları Çubukluda Nasıl Eğleniyor ? ÇTTEİE EE İİ AŞ , : Yazan: REŞAT FEYZİ / * Nr İİ V apurda kalabalıktan buzalı: yorduk. Uğradığımız her Is- keleden mütemadiyen yolcu aldık. Ben, Köprüde bindiğim halde, yer bulup'zor oturmuştum. Meğer, bü- tün bu yolculâr Çubukluya gidi- yorlarmış.. İskeleye yanaşınca, bir kaynaş- ma oldu. Bir akın halinde, herkes kıyor. Vapur, Adeta erkekli büyük bir © o kadar kalabalıktı ki, iyice bir yer bulup oturmak k, Karaköyden akşam tram cum eder gibi, koşu Kırk'yülik Boğazici ve Çubuklu | belki, şimdiye kadar bu rağbeti gör memiştir. Bahçede yerimize oturmuştuk. Yanımızdaki masada oturanların konuşmalarına kulak kabarttım. Herkes biribirine ayni suali soru- yor: — Ne zaman gelecek? — Geliyor mu? B eklenen kimdir, biliyor mü- sunuz? Safiye . Şimdi, va- purun bütün kalabalığı, Çubuklu- ya rağbeti, hulâsa, her şeyin mâ- nasını daha iyi kavrıyorsunuz. Bab- çede oturanlar, yerinde rahatsızlık duyan insanlar gibi, başları iskele tarafına dönmüş, bacı bekler gibi, Safiyeyi bekliyorlar. Nihayet: — Geliyor. Geliyor. diye fısıl- tılar oldu. Herkes yerinden kalkı- yor. boynunu uzatıyor Safiye, bahçenin merdivenlerini iniyor.. Bir alkıştır koptu. Onu, bir an evvel sahnede gör- mek, sesini duymak için sabırsızla- nıyoruz. Saz coştu, buna mukabil demindenberi bizi eğlendirmiye ças hışan sahnedeki diğer bayanlar, sesleri kısılmış gibi, isteksiz istek- siz okumıya başladılar. Yahut ta bize öyle geliyor, I şte Safiye. Çubuklunun gü- zel bahçesinde, Safiyeyi din lemek zevkine erlişenler, hayatın bütün üzüntülerinden bir an için uzak kalıyorlar. Boğazın suları gi- bi, berrak, tertemiz bir ses gönlü- müzü yıkıyor. Uzak bir âlemde ya- şıyan insanların neşeli, kaygusuz hayatına karışıyorsunuz. Ses, per- de perde yükseliyor. Bahçede çıt yok. Sanki kimse nefes almıyor. Safiyenin büyük bir sanat kıy- meti taşıyan şarkılarını dinledik- ten sonra, uzun zaman susuz kal- iniş bir çöl yolcusu gibi, içinizde bir doymamazlık hissediyorsunuz. Artık, onun sesi, bahçede, de - rin akisler halinde, bir süküt yağ- muru olmuştur. Safiye sahneden i- nince, bir uğultudur başlıyor. Her kes, ilk kalkacak vapura yetişmek | için hazırlanıyor. Çubuklu, kuşunu kaçırmış bir kafes gibi, bir anda tenhalaşıyor, mahzunlaşıyor. Ak- şam, biraz evvel dinlediği şarkı- dan mest olmuş gibi, gelmiş, kı- yılara upuzun yaslanmıştır. (Hikâyeden Mabaat) Akıllı Fare (Başı 6 ncıda) dı.. Bu komik vakayı gören insan lar kahkaha ile güldüler. İşte, kurbağa fare ile yaptığı bu mânasız dostluk yüzünden mahvo lup gitti. Ben sana bu vakayı, iki- miz arasında herhangi bir do olamıyacağına bir rslez! olr. zere anlattım. Kedi — Çok iyi, dedi, Fakat madem- ki benimle do: apmak niye- tinde değildin, ne diye bana &okul İ dün, o kadar tatlı diller döktün”. — Fakat azizim kedi arkadaş, sen dostluğun Iki çeşit olduğunu u nutuyorsun!.. Bir kısım dostluklar vardır ki her türlü menfastten v- zaktırlar.. Karşılıklı sevgi üzerine kurulurlar.. Fakat diğer bir kısım dostluklar da vardır ki hayatın icabatından doğmadırlar.. Bunlar, biraz evvel de söylediğim gibi müs terek tehlikelerin tehdidi altında bulunan kimseler arasında mu- vakkaten yapılan dostluklardır. Makul kimseler, bu ikinci nevl dostluğun muvakkat ve geçici bir dostluk olduğunu hiçbir vakit u. nutmazlar.. İşte bizim aramızdaki dostluk ta bu neviden bir dastluk- tu. Düşmanlarımıza karşı korun- ma zaruretleri bizi biribirimize, muvakkaten, yaklaştırmıştı. Hal buki bu tehlike artık kalmadı. Su dakikada sen beni pek âlâ yakala. Yıp yiyebilirsin! Kedi farenin sözünü keserek: — Aman fare kardeş, dedi. Sen şaka mı ediyorsun?. Ben, sana se nin iyiliklerine nasıl hiyanet ede bilirim?. Fare ciddi ciddi ceap verdi; — Hayır, dedi, ben hiç te saka etmiyorum. “Bilâkis gayet açık bir hakikati söylüyorum. Ben, kuv- vetli kedinin zayıf fareye asla dost olamıyacağını çok İyi bilirim, Al lahaısmarladık. İşte, kedi ile fare, bu suretle, bi. ribirlerinden ay uk slar, Burdurda Güreş Müsabakaları Burdur, (TAN) — İlbay Savaşın himayelerinde Tefennide C. H. P. ve halkevi menfaatine yapılan büyük yağlı phelivan güreşine Dinarlı Meh. met ve Eskişehirli Cemal. Ethem pehlivanlarla Afyonlu yarım dünya denilen Süleyman Bulgar Kiro gibi tanınmış pehlivanlar gelmiştir. Ya. pılan güreşlerde yman Bulgarı yenerek başı kazanmıştır. Dinarlı ve Cemal serbest güreş yapmak İstedik lerinden yağlı güreşe çıkmamışlar. dir. Halk partisi başkanı Mehmet San. hnin ve halkevi başkanı Abdullah E. kineinin teşebbüslerile basar-lar bu iste İyi bir hasılat temin edilmistir