Dü nkü teşyi mera UĞURLAMA MERASİMİNDEN NOTLAR TA 25-9 -986 simi heyecanlı oldu Gözbebeklerinde sonsuz bir sevginin ifadesini taşıyan analar teşyie gelmiş küçük çocuklar ve ihtiyar babalar Şimdiden sonra böyle sorulacak: “Nerede okudunuz, istanbuldaki harbiyede mi, Ankarada mı? Harbiye Mektebinin bü - yük bahçesinde bu sabah son defa olarak toplanıyor - lar. Birazdan hareket edecek - der. Bahçenin demir parmak - lıklarının dışmda, kaldırı mın üstünde duruyorum. Onları seyrediyorum. Bura- da kaldırımın üstünde du- ran ve parmaklıkların ara- sından içerisini seyreden yal nız ben değilim yanımda da- ha başka insanlarda var.. Başlarını parmaklıklara da- yamış ve gözbebeklerinde sonsuz bir sevginin ifadesi - ni taşıyan analar,. Bütün ge- ceyi uykusuz ve ağlıyarak geçirdikleri kızarmış gözle - rinden belli nişanlılar ve en temiz esvabını giyerek ağa - beyini teşyie gelmiş küçük çocuklar ve ihtiyar babalar.. Halkın arasında bir fısıltı var: — Ne zaman hareket edecekler? — Tam dokuzda. — Şimdi ne olüyor? — Alay kumandanı teftiş yapıyor. Sabah daha erken amma, Harbi- ye mektebi karşısındaki apartımanla- rın pencereleri hep açık... Omuzları- na kimonalarmı atmış genç kadm - lar, başlarını örtmüş ihtiyar nineler, pencerelerden #ürkıyörlar..! Dükkün- cılar şimdiden dükkün-keprlarmın 8 Büne çıkmış veskarşı kaldırımda di- zilmiş duranlar ve bekleyenler pek çok. — Saat kaç oluyor. Neden hâlâ ha- Teket etmediler?.. Yaşlıca bir bayan sabirszlikle genç bir kıza soruyor: — Aman teyze, bu kadar erken mi gittiklerini istiyorsun? Ne oldun, İş- te saat dokuza iç var.. v — Ayol, kim ister erken gittikleri- ni... Daha minlelğimle ilk ayrılışım, bu... — Amma da minicik. Koskoca aslan gibi delikanlı maşallah... — Sen onu gel, bir de bana sor.. Hâlâ gözüme kundaktaki haliyle gö- rünür, Harbiye alayı görünüyor Evvelâ kapıdan Harbiye müzikasi, arkadan Harbiye alay sancağı, daha sonra da muntazam ve çevik adınılar- la ilerliyen genç Harbiyeliler çıkıyor- lar. Ve Taksime doğru ilerliyorlar. — Ah gidiyorlar, artık.. — Allah hayırlı yolculuklar ver- sin! * Taksim meydanındaki merasim bit- ti. Alay yoluna devam edecek. O- tomobile gitmek için aralarından geç- tiğim halkın içinde bir kadın hıçkırı- yor ve yanmdakine: — İşte kardeş! İşte şu en önden giden iri, yarı tosun, benim çocuğum, diyor. Tophane rıhtımında Tophane rıhtımındayız. Burası kem Harbiyeden, hem de Taksimden daha kalabalık. İhtiyar, genç bir bty- rama gider gibi süslenmiş bir halk ortasındayız. Bu kalabalığın en bü- Taksim âbidesinde nutkunu söyliyen Harbiyeli yük kısmmı kadınlar teşkil ediyor... Uç çocuğuyla birlikte bir köşede du- ran bayana: — Çocuğunuz mu gidiyor, diye sor- dum. — Evet, diyor, oğlum gidiyor. — Bu küçükler de sizin değil mi?. — Evet. — Bunları da asker yapacak misr- nız? — Tabii... Onların babaları da as- kerdir... Bir en duruyor, sonra: — Askerlik şerefli, şanlı mes - lektir, diyor, fakat asker karılarının, asker analarının göğüslerindeki kalb, | taştan olmalı. Bu ayrılıklar çok güc... Lâcivert mantolu, orta yaşlı bir bayan yanımızdan: — Ah, bizim çocuklara şu paketle- | ri veermezsek, pek yanarım, diye te- lâsla geçiyor. Elinde ufak bir paket var, Her hâl- de bir hediye olacak. Arkadaşı soruyor: —— Hediyeyi neden geceden verme- din, Ben öyle yaptm. — Yola çıkarken vereyim dedim. Daha hoşuna gider zannettim de. Çiçek tarhının yanındaki taşlara ©- turmuş, solgun yeldirmeli, siyah baş- örtü, ihtiyar bir kadım hıçkırıyor. O- pa yaklaşıyorum: — Ne hıçkırıyorsur, nine? rum. — Torunum Ankaraya gidiyör. — Allah selâmet versin... Bu, bu kadar ağlıyacak bir şey değil, diyo- rum, hayırlı bir sayahat.. Bu kadar kendini üzecek ne var? Mektebe gide- cek, — Beh askerlerin gidişine dayana- main, diyor, rahmetli babasını ben, böyle gene düğün gibi şenlikle Çanak- kaleye gönderdim. Allah ona bir sey- leri benzetmesin ya!.. Bir daha geri dönmedi. Anası lohusa yatağımda kahrından öldü. Ben onu ne zahmetle diyo- yetiştirdim. Varım, canım, hayatım | © On. — Uzağa, gitmiyor nine, Seneye döner, gelir, seni görür inşallah. — Çok yaşlıyım, kızım... Seneye ya kalırım, ya kalmam, ya kavuşu- rum ya kavuşmam gnâ.. “Geliyorlar. Müzika sesi duyuluyol birine karışıyor: — Geliyorlar... Geliyorlar ve muntazam adımlarla vapura giriyorlar. Yanımızdaki bayanlarm içiniden, onlar geçtikçe, kendi çocuklarmı ta- ” Halk birl- — Fethi... Muhtar... Cemil 'Tur- gut ve ilâh ve ilâh... Diye bağrışan- lar, selâm verenler, ağlaşanlar, işaret edenler pek çok. Şimdi Harbiyeliler güvertede veya vapurun yanında, halk rıhtımın ke- Tatanbl Kumandanı gençlerin elini sıkıyor | ağziyle güller gibi bir şeyler yapıyor. narında: — Aman, oraları serindir, kendi - ni İyi koru İlhamim, diye bir anne bağıriyor. — Ablana mektup yazmayı unut- — Resim gönder bana!... — Aman çocuğum, iyi ye, kendine iyi bak... — Bizi unutmak yok ha!.. Sık mek- tup isteriz. Vapurlar hareket etti. Vapurla ay- rılış ne fena... Tren bir anda uçar gi- der, halbuki vapur gidip, geliyor ve zorla kopar gibi rıhtımdan ayrılmak istemiyor. — Allaha ısmarladık. — Güle... güle.. Allah selâmet ver- sin! Beyaz tayyörlü, biraz fazla tom - bulca, esmer bir bayan, mavi bir men dil veya boyun atkısını öyle büyük bir heyecanla sallıyor ki nerede ise denize dlişeerk., Solgun yeldirmeli ih- tiyar nine; ağladığını göstermemek İ- in öyle cebrinefs ediyor ki.. | — ğunda Ulama yemeye BU, gü” iyi iç| le. — Hani ağlamak yoktu, baba an - ne! Beyaz mendilini: sallıyor ve dişsiz — Gülüyorum yavrucuğum, ağla- mıyorum ki.. diye bağırıyor. “Yol keşke uzun sürsi Vapurda talebeler yorgun, oturmuşlar, bir tanesi soruyor: — İstanbulun en çok nesini arıya- caksm? — Istanbulun en çok denizini arı- yacağım.. İçlerinde şakalaşmasını seven bir genç, arkadaşlarını güldüryor: — Aman, diyor, bu çanta belimi çökertti. Belim ağrıyor. Esasen bu- gün kaç acı birden içime çöktü. Hem sanki ben de Ankaralıyım.. Orada ev- Zirime gidiyorum amma, gene İçi- nizde İstanbuldan en güç ayrılanı ben olacağım... Bakım, uzaktan mendirek gözüktü. Ne olurdu, bizi Haliç vapu- riyle geçirseydiler karşıya... Hiç ol- mazsa, sekiz saat sürerdi. Çıkalım kaptana dil dökelim, yol uzun sürsün. Bir arkadaşı önü şakadan teselli ediyor: | — Canım, dönmemize ne kaldı. Bu- | günün yarısı geçti sayılır. Tam on bir ay, dört gün sonra istersen gene Istanbuldayız. Birisi atılıyor: — Amma, acaba o zaman onda, Ankaradan dönüp İstanbula gelmek arzusu kalacak mı, Ankaradan ayri- labilecek mi?,, Haydarpaşaya iniliyor Asıl Harbiyelileri bekliyen büyük | kalabalık, Haydarpaşada.. Binlerce | insan hep orada toplanmışlar ve bun- rgun Haydarpaşada vedalaşmalar ların çoğu beklemekten yorgun ve pek harap bir halde! İçlerinde kaldırımların üstüne otu- Tüp dinlenenler var. İskarpinlerini a- yaklarmdan çıkarmış olanlar Hani ben de sıkılmasam yere oturup iskarpinlerimi ayaklarımdan çıkara- cağım, Sabahın dokuzundanberi, a - İ yaktayız, saat iki oldu. Takatim kal- madı, Işte müzika sesi: — Geliyorlar. Sıralarda bir heyecan. — Aman artık kalbim düracak. — Ölüyorum, harap oldum... Ah, acaba vedalaşmaya bırakacaklar mı? Bizi?... — Elbet te bırakırlar. » Vedalaşmak pek Kolay olmu Halk, bir peronda, Harbiyeliler kinde.. Biz gazeteciler bile onları gör- meye beyhude çalışıyoruz... Polisler intizamı muhafaza etmek, sivil halkı, yani kızkardeşleri, erkek kardeşleri, ana, baba, dede ve nineleri zaptetmek 8 öz Alay sancağı Taksimde için çok gayret ediyorlar. Analar perondan perona bağıra- rak konuşuyorlar: — Faik, terlisin, biriciğim. kenara çekil. — Al gu paketi. Sana biraz ötebe- ti aldım. — Anne, bizim yiyeceğimiz var.. Üzme kendini. Bir kız arkadaşma: — Kendi elimle dün pasta yaptım, diyor, şimdi annesinin yanında eline vermeye utanıyorum. — Aypl, deli misin! O senin yaban- cın mı? Nişanlın... Bir başka kadın yanmdakine: — Neye ağlıyorsun kardeş, diyor. — Aman sen bana bakma... Sen ağ- lama, Bilirsin ben acıklıyım, ağla- rım. Bu benim yedi aslanımdan ka- lan sonuncusu. Hepsini bu üniforma içinde kaybettim ben.. Saat iki buçuğa kadar devam eden intizam, son dakikalarda şiddetini kaybetti. Siviller askerlerle birbirine karıştılar, Yavruları kucaklıyan an neler, oğullarınm omuzlarını oksiyan anneler, yüzlerinden öpen babalar, Şöyle var.| Şanlı Harbiyeyi dün heyecanla uğurladık Kahramanlar yuvası Harbiye, bu gün Ankaranın kucağında (Başı 1 incide) göz yaşları içinde uğurlamışlardır. Vapurlar, döğrüca Kadıköyüne naşmışlardır. Alay, burudan Haydar. paşaya geçmiştir. Haydarpaşada uğurlama merasimi Sâat 15 e doğru, Harbiyeliler, Hay- darpaşaya geçmişlerdir. Gençler, bur radâ merasim kıtaları tarafından sö- lâmlanmıştır. Garda kisa bir tevakkuftan sonra Harbiyeliler vagonlarma geçmişler - dir. Teşyi' merasiminde şehir namma , ma Harbiye alayı Harbiyeden çıkarken İstanbul valisi İle şehir meclisi âza- larından müteşekkil bir heyetle İstan bul kumandanı General Halis, harp âkâdemisi kumandanı General Fuat, 33 üncü tali komutanı General Osman 'Tufan ve daha birçok askeri erkân ha gir bulunmuşlardır. Harbiyeliler, bursda da muazzam bir kalabalık tarafından ve büyük bir "İ tezahliratla uğurlanmışlardır. İzmitten geçerken | İzmit, 24 (Hususi muhabirimiz. den) — Harbiyeliler, buradan geçer- lerken binlerce halkın coşkun teza- hüratiyle karşılandılar. Vali Hamit, General Mürsel ve İzmitin büyükleri kendilerine halkm sevgilerini bildir- diler. Genç Harbiyeliler, cöşkün bir çiçek yağmuru içinde uğurlandılar. ellerine sarılan küçük kardeşler: — Sana lâyık değil amma. — Ne zahmet ettin... — Belki bizi orada hatırlarsm de- dim de... Yeni bir devre açılıyor Trene doldular.. Bir müddet tren- de kaldılar. Sonra birden tren hare- ket etti.Harbiyeliler pencerelerde, ka pılarda, vagonların üstünde, halk s€- Tâmetliyor, mendiller uçuşuyor. — Güle, güle... Güle, güle. — Allaha ısmarladık... — Yaz, Allah aşkına, Ve Harbiyeliler marşlarmı ok'ıya- rak gidiyorlar: “Yıldırımlar yaratan bir ırken ahfadıyız » “Tufanları gösteren tarihlerin yâdıyız., “Kanla, irfanla, kurduk biz bu mevcudiyeti, Sesler uzaklaşıyor. Şimdi annele- rin hıçkırıklarını duyuyorum: — Selâmetle gidiniz yavrum. Güle, cille dönersiniz ingallab.. * Bir general bazi Zabitlerle komisu- yor: — işte bir devir bitti, bir devir a- çalıyor. Şimdiden sonra onlar biribir- lerine böyle soracaklar: “Nerede oku- dunuz, İstanbuldaki OHarbiyede mi? Ankaradaki Harhiyode mi?... İstan- bül eski, Ankara yeni. Yeni ekol. Bs- ki ekol... diyecekler. Büyük bir kalabalıkla beraber ger- dan çıkıyoruz. Buat Derviş Harbiye giderken Mukaddes yolculuk Yazan: Sezai ATİLLA Harbiyenin © Ankara yürüyüşü, Türk yurduna hayat ve saadet ve- ren İstiklâl güneşinin doğuşundan, bir yıl sonra başladı. Bir yıl sonra, 1920 ilkbaharı için - de, başlayan bu yürüyüş, tam 16 a- zun yılın ardımdan, Harbiyenin bü - yük kısmiyle Ankaraya doğru yola çıkmasiyle bitti. Her biri bir vasıta ile kaçan, Anadolu kıyılarına ayak * basınca, yüzlerini Ankarada yanan çıraya dönerek yürüyen, Kuleli tale - beleri bu yürüyüş kolunun “Ue,, uy- du. Bu Uc, çetelerin arasma girerek kanını toprağa akıtmağa hazırlanır- ken, üstüme anasınm kanadı gerildi. Ordu henüz tamamiyle doğmamış olduğundan Abidin Paşa köşkünde ilk İstiklâl Harbiyesi açıldı. Talebe, kartal yuvası gibi Ankaraya bakan bu binada çalışmağa başladı. 1/Temmuz/920 de açılan bu mektebin adi, Talimgâh olmakla be « raber kendisi bir Harbiyeydi. Bura « dan orduya yarsübay yetişecektil., Ankara talimgâhundan ilim ve feya alanlar erdikleri en büyük saadet, Mustafa Kemalin yanlarında, yakın« larmda, yer almış olması, kendileriyle birlikte ayni'havayı koklaması idi. | | | inizi ME imi İlerle "Hsuyük tozlu yoldan kanter içinde geçerler- | ken, çırasına koştukları büyüğün balkonda görünerek kendilerini se « lâmlaması, Ankaranın ilk harbiyeli « leri için, bütün yorgunlukları unut « turan sihirli bir iltifat olurdu. İçtikleri and uğruna, apuletlerini güneş ısıtmadan şehit olan gençlerin, uzun ve aziz hatıralarım koynunda saklayan Ankara, Harbiyenin hasre- tine daha fazla dayanamazdı. Derme çatma silâhlarla, zorlukla tedarik © dilebilmiş techizatla metin yürümüş” olan İstiklâl Harbiyelilerinin yerine istikdâlin, inkalâbın, bir sözle Cümlu- riyetin harbiyesi gidiyor. Kanter içinde manevralardan dö- nerlerken, yorgunluklarını unuttura« cak tılsıma kavuşmağa, ayni havayı koklamağa, gidiyorlar. Bir bando, bir sancak, bölükler vs bölükler halinde, Haydarpaşanım as- falt şösesmi, muntazam rap! rapi larla döven bu aslanlar kafilesinin yolu Ankaradır. Çehrelerindeki kahramanlık ışığı, omuzlarındaki son sistem selâhlarla bir iman seli dehşe- tiyle çağlıyan Harbiye, onu selâmlar mak için çelik bir duvar gibi dura Mehmetçiğin önünden geçerek Anka” raya gidiyor. “Gitmel,, diyeni yok! “Gidemez sin!, diye buyuranı yok!! Hür Har « biye, başı, milletinin şuuru kadar dik, gözleri, yurdunun istikbali kadar berrak ve parlak Harbiye! Bu gidi * şinle, 16 yıl önce yola saldıklarınmı gidişi arasındaki fark: Esaretle hür» riyettir!, Fakat, bu gidişin o gidiş kadar mânalı, o gidiş kadar mukaddes bir yolculuktur! » Yurd için can verirken gözlü ya * şarmıyan Mehmetçiğin, büyüklerin. 'Türk analarının, Türk kızlarınm, be“ yecandan yaşarmış gözleri önünde yola çıkan tren, bugün Ankaraya © laşıyor « Cümhuriyetin Harbiyelileri, kah © ramanisr kaynağı Ankatoyı, Harbiyelilerin manevi varlığından t0* lim alırken, Ankarada, kendi bağrı dan yetişerek kendisi için can vermi$ olanlar kadar kahraman bir gençliğ? kavuşmakla mes'ut olacaktır.