| | a İstanbul o Belediyesinin börle! Nİ nüsbet meselelerle doğrudan doğruya mescul © olmıyacağını, © lerinde bile, eğer lüks yoksa, dühu- İİ meleri için - uğrasmakta devem « Belediyemizin Yapamadığı Bir vazife Yazan: Muhittin Birgen MD iel vak az şehir vardır ki İstanbul kadar denizle alâkadar olsun. Şehrin hududu için de birkaç isimde deniz ve türlü tür- İü sahil kıvrımları vasdır. Demek, İstanbul Bir deniz şehridir; böyle olan bir şehir, denizin kendisine te- min edebileceği her nevi faydalar- dan hisse almak İizim gelmez mi? Bununla beraber - denizin buldan istifade edip etmediğini meyiz - İstanbulun denizden i desi çok şüphelidir. Yesâne istifa- deyi belediye yapar: Çöpleri mavna- lara doldurur ve denize döker... Şu halde, deniz İstanbulun çöp te- pekesidir! İstanbulun denizleri de güzeldir: Üstünde türlü türlü zenkler uçuşur, altında türlü törlü derinlikler ve bu derinliklerde güzel balıklar vardır. Suyu çok tuzlu olmadığı için, bik hassa banyo bakimından, İstanbul dünyanın en güzel sahillerine sahib- dir. Acaba, biz İstanbullular bu de-| mizden banyo itibarile istifade edir! yor muyuz? Bu sunle tereddüdeüzee «hayırı cevabını verebiliriz. Sahili bu ka- dar bol olan bir şehirde, her sene de- nize girip banyo yapan nüfusa dair bir istatistik yapılsa, elimize geçe- cek niabetlerin çok hayret verici de- recede düşkün olacağı muhakkak- br. Halbuki deniz banyosunun sıh- hat bakımından ne kadar büyük bir kıymeti olduğunu dünyada öğren- miyen kalmadı. an bil- * Acaba, İstanbul halkı bu güzel denizden niçin hakkile istilade ede miyor? Bu sualin cevabı şuradadrr: Şehrin bütün hayatında göze çar- pan teşkilâtsızlık bu işte de hükim- dir. Filhakika, İstanbul Belediyesinin telâkkisine göre, denizle bir kahve- hanenin veya bir sinemanın hiçbir farkı 'yoktur: Deniz hamamlarının veya bir zamandanberi plâj namını taşıyan yerlerin tarifelerini U tetkik ve tasdik etmek, sıhhi şerait diye tesbit edilen bazı şartların » sözüm ona - kontrolü ile meşgul olmak, kahvelerde ve sinemalarda Beledi- yenin yaptığı şey bundan ibarettir. Hayır, Belediyenin vozifesi bu de- ğildir ve eğer Avrupadaki emsali- ne bakacak olursak şunlar olmalı- dır: 1 — İstanbul halkına mümkün olan her yerde denizden istifade kolaylıklarını temin etmek, 2 — Denizden sade zengin veya varlıklı İnsanların değil, kabil ek duğu kadar geniş bir nüfus kütlesi- nin bol bol istifade “edebilmesini; mümkün kolacak bir teşkilât vücur de getirmek. Bu işleri temin için de evvelâ, denizin herkesin malı olduğu pren- sipini koymak ve münasib yerlerde halk için banyo yerleri, plâjlar ve-| #nire (tesisini doğrüdan doğru kendi eline alarak mütefavit bir ta- rife tesip etmek Belediyenin en bü-| yük vazifesidir. O zaman, bir ta- rafta zenginler için lüks plâjlar vü- cude g bunlardan iyi varidat almak mukabilinde öte tarafta fa- kirlere ucuz banyo kolaylıkları ver- mek kabil olur, * Uzun “tahsilât ve teferrünta git- Mmiyeceğim. “Yalnız bir takım. esaeh noktalara; işaretle iktifa ediyorum. Yalnız şunları ilâve edeyim: Buda- şehri, bugünkü Avrupanın Bia su şehirlerinden biri olmuş- sn bunun sebebi Tuna şehri değil, Budapeşte şehridir. Tuna, büyük, fnkat bulanık ve çamurlu bir-sudur. Buna Teğmen, Budapeştenin her ta- safında sıcak veya soğuk besabsız banyo tesisatı vardır. Bunların için- de tabii scak su banyoları bulun- duğu kadar bütün o Budapeşterin! banyo etmesini temine kifayet ede-i cek kadar dâ açık banyo tesisatı) bulunur. Bötün bu işler, orüda ya| doğrudan doğruya belediyenin eli- e idare edilir, yahud da iktsadi ve işletme kontrolü altında bulu- nur. O memlekette Allahın yaratı ğı denizde değil, tasfiye edilmiş billâr gibi sujile dolmus banyo yer- İiye bizdekilerin bir kısmından w- çuzdur. onun yalnız ekmeğe mark koyup pi- yasa yartlarına şeytanın bile akıl erdiremiyeceği meyva ve sebze iş İerile - sırf dostların alışverişte gör- değilim. Ancak, Meceiini bilmez olur, yazmakta ta elbet bir fayda diye düşünüyorum. : "Tanınmış Fransız meb uslarından sonra hülâsaten şu gâtırları z — «Muharebenin önüne geçmök mümkündü. İçimizden bâzilar Me çalıştılar. Kendilerini dinliyen, olmadı, Muharebenin ilâ daha iyi şekilde sevk ve idaresini istiyenler görüldü, müraca lak tıkandı, yazıp çizmek istedik, mâri olundu.» Fransız meb'usu bu sabırlarile hakikatı ifade etmiş olabilir, fakat 30 tayı dakıknda yapılan “teşebbüsün Baklava ve Uzakşark meselesi Ajansların verdikleri o malümata göre, Japonyanın yeni aizam muınta- kasına © Fransız Hindiçinisi, Fe- lemek Hindis tanı da dahil Yy bulunuyormuş . Hattâ Filipin a- i dalarının da za manı gelince de- ve yi cağını ayni haberler a- ıaunda © okuyo-// ruz. Almanyanın / / kunur bir mem faati olmadı. İ- talya derseniz o da daha kârını, Za-| rarını hesablıyacak vaziyette değil. Şu halde, Avrupadaki gürültüde kaybolan yorganlar Japonyanın «- linde... Bana bu vaziyeti anlatacağım fıkraya benzetebiliriz gibi geliyor: Ermeni, Yahudi, İranlı bir seya- hate çıkmışlar, Gece konakladıkla- rı köyde Tanrı misafiri olarak lanan. üç ahbab * :çavsşlâr, köyün muhtarı tarafından gönderilen bir tepsi baklavayı, daha evvel çeşidi tatlılara parmak ( salladıkları için yiyememişler. Yahudi bir (teklifte bulunmuş: lim uykuya, Sa- anlatsın, kimin rüyası güzelse, baklava onun olsun, iyi mi?.. Teklif kabul edilmiş, hepsi ya- taklarına çekilmişler. Fakat İranlı nın gözü baklavada.. Sağa dönmüş, sola dönmüş, bir türlü gözünü uyku tutmuyor. Daya- hamamış, usulca kalkarak bir tepsi baklavanım hakkından gelmiş, Sabahleyin ilk“ rüysyı o Yahudi anlatıyor: — Allah sizi inandirmn, - tam gözlerimi kapamışım. Birisi “omu- zuma vürdu. Kalk. dedi, seni haz- zeti Musa çağırıyor. Ak sakallı bir adamdı bu. Peşi sıra yürüdüm, be- ni Turisinada Musanm yanına çi- kardı. Mübarek ellerini öptüm. Na- sıl baklava benim mi?.. Sıra Ermenide: — Efendim, bendenize © uyku- mun arasında bir ses geldiyse, he- gözlerimi açmışım. Havariyun ei ilerimizden üç tanesi karşım- da: — Haydi Artin Zangoçyan seni semavnta götürüyoruz, İsa efendi- miz seni istiyor, dediler, Hemen ya- tağımdan fırlamisım.. Beş dakika sonra semavatta İsa efendimizin tâ kârşısında idim. Ermeninin de rüyası bittikten sonra İranlı sakalını wvazlıvarak: — Baktım ki, demiş Salamen (Devamı 4 üncü sayfada) İSTE Fransız gazetelerinden birinde şu MA eee & Harb mes'uliyetleri asrın harbi bir ri olmaz. Ha bili Pransanın uğradığı İrl#ke'n 20 ini asmin € ye hi . zrlık devre larına ku. (o başina bu içtadir k dakikada fe &aima "akim. kalır, dinlenme un tak unut . da vermiyeceği omoktasını ie müddetin ve geniş Harb içinde Darülfünun Memleketin her sahasında görü- len şu harb yıllarına id garabet - lerden birine de Darülfünun sahne olmuştu. Vatanın en yüksek irfan merkezi sayılan bu mücasese bir a- ralık şurada burada dağınık bir hal- de sürüklenip durdu, anl merkezi addedilen Zeyneb Kâmil konağı as- keri hastane ittihaz edilmişti. Daha sonra bu ihtiyacın başka suretle tesviye çaresi bulunp, irçok ekle el pi gene bieAKİ yapt, ne bizler düşündük. Elbet tai En fazla talebeye senlik olaş Alman müderrisler yapmış ola - ve teşkilâtı bütün diğer şubelerden | caklardır amma onların ses çıkar * Zaha vâsi bulunan Tıb Haydar |dıklarını İşitmedik. Sesleri çıkerdis da iken Felsefe, Tarih, Edebiyat ve| Yalnız metalibat için... Kuna o zamanın tabirlerince, İçtimaiyat, | birer mesai odası Mandi, ve Lishhiyat beli” Beğ” bü" teşk bunlar tamir ve telvin olurdu. Eş konağa sığınmış bulumsyordu. “İva istediler, alındı: kitab dahabilarile, Konak bu kadar şubeleri olay hi; eti koltuklanile, yazı masalaril, müesseseyi istisba kâfi miydi? ta) erlere e Da odaları tiyacı temin edebilecek derahanele-| 9!du. Türk müderrisler Konağın şi İri var miydı? Bu sünllerin cevabım (129t9d4 burasında, kitabet odamın - © harb yıllarında vermeğe imkün (Ja. yahud dalma misafirperver olan yoktu. Darülfünun bu hama istihkak matlirina idin edebilecek bir hülde bulüür- saydı her sualden evvel talebesi var mıydı diye sorulmak icab ederdi. Harb yıllarının asker ihtiyacı te" - labeniili hiç olmazsa yüzde doksanım tahsilden daha mühim olan vatan müdafaanna sevkettiği için büyük konak, sessiz» hareketsiz dehlizle - : YAZAN Halid Ziya! i, Uşaklıgil | İlardan bir Alman müderrisine ni - hayet iki genç isabet eder miydi? mum hesabini ne maarif nezareti müdürün yanında ders intizar ederek sığihmakta iken bu yabanci müdet r her türlü isti - mt esbubile nücehhez mesai oda- nda uzun saatler (o geçirirlerdi. Nasıl geçirirlerdi? Eğer talebe ol » saydı onlarla meşgul oluyorlar de - nebilirdi. Nasıl snesgul olacaklardı? Usanlarım bilmedikleri bu genç » kıka içim ın gazete, ki habe şeklinde belki aylarca, hattâ senelerce sür» vn emrini veren adam da idare çıkan dalganın sevki de gelmiştir önüne geçmek için yapılan Leşebbüs | rahat edebiliriz; keyifienebiliriz! bu itibarin feliketir mes'uliyet hududu tek güne #ığmaz, tek adama. yük- &, boş | denebilecek bir halde idi. Buna mukabil müdetrisler, mu » İ nilimlar, muavinler, o kâtibler öyle kabarık bir yekâünu (buluyordu ki maasif nezareti için Darülfünun" a sıl hikmeti vücudünü teşkil eden leb noksanına mukabil teşkilât barile pek mühimi bir masrafın al lere nasıl hitab edeceklerdi? Ta - lebe ile hoca arasında nasıl ameli, mantıki ve hususile bir zar isi fına imkân bırakmıyan bir kale vamtasını aramadılar ki bunun çaresi bulunmuş olsun. Zaten aran- saydı da bu çâre bulunabilir mi di? Bunu bilmiyorum. O zamanın Darülfünunundu geçirilen elim tes Aa İ Sözün kısası Piyazçılar | Kalkıyormuş! | E. Ekrem Tal Foirbal gehri artık, maşallahı | Btertemiz oldu. Esnaf | yiyecek İmaddeleri, zabitai belediye talimat | namesine tememile uygun ola” taze, temiz, kapalı kaplar içerisind sakız gibi beyaz örtüler altında #8“ tıyorlar... Mahlüt yağlar, eşek etleri, kok * muş balıklar, çürümüş meyvalaf engin ekmekler ortadan kalktı. Belediye müfettişleri şehri fel * lenk fellenk dolaştıkları halde cez# yazacak bir tek esaf bulamıyorlaf” Lokantalar, gazinolar, en nadiğt yemekleri, nezaketle karşıladıklari İ müşterilere yok pahasına ikram edi yorlar.: Abdülhamid, devlet mekanizm#” sıhı islah için Tunustan © sadrazadi getirtti idi. modern belediyemiz d8 bizde gazinoculuğu lah için Ro * manyadan garson getirtiyor, Ar kararlaştırılmaz ve *ek: b, radyo neşriya$ı, nde makine harekete gelmiştir, durmaz, Halkın da, gitgide refahı artı,“ yor. Yukarıda dediğim gibi, lokaf talar fiatları ucuzlattıktan sonra pF İyazcıya, köfteciye lüzum mu kaht? İ Ayda kırk lira aylığı olan bir ufak memur, günde yarım"papel doğ İtan bir müvezzi, üç lira haftalık # İlan bir dükkâncı çırağı ne diye git” İsin de fasulye piyazı ile, biberli de" mates salatasile, iki şiş köfte ile esini bozsun? Ona biftek, istako salatan, şeftali kompostosu yarasi” LAâf değil: Sabahtan akşama kacdaf kafa yoruyor, taban tepiyor, tezgü başında ayakta duruyorlar. her # günün de yorgunluğunu, piyaz de nilen adi nesne hiç telâfi edebilir mi? Hem, monşer, Avrupanın hiç bif sehrinde bu piyazcı ve köfteci de” nilen ignoble dükkânlar yoktur; biz” de veden olsun? Bu pis dükkânlar, şehrimizin 7129 zarasını da bozuyor, türistik kıy “ metini de aşağılatıyot. Bunlar ol * masa, köstebek yuvam gibi soka$” lsrımızın, kocakarı ağızındaki di” leri andıran yamn yumru, irili © faklı evlerimizin, kübik apartıma” İlarımızın, otabüslerimizin, meyda” İ larımızın manzarası nekadar da ©“ zib olacak? Onun için bu piyazcıları ortada kaldırmalıyız! Kaldıralım. iyi amma. piyazc) “ lığı da beraber kaldırabilecek mi * yiz? Mesele oradal Gi Elik alis bir cemiyetin eseridir. yi lara uğrıyan bir müessesede mecli- | sin müzakerelerine zemin olabile - cek neler bulunurdu, bugün bunu tahattür etmiyorum. Tahattür ede- bildiğim bir cihet varsın o da mes - İs azasının saatlerce türlü nazari yat zemininde uzun omübahaselers fırsat buldukları idi. Gene gözle - rimin önüne geliyor! Alman mü - derrisler, büşka yapılacak bir işleri olmadığından meclis müzakerele - rinde daima kemali sadak hazır bulunurlardı, Riyaset mevkiinin sağ tarafında bir yanım halka teşkil e - derler va süsarlardı; Dinlerlerdi el- bette, eğer aralarında söylenenleri merak edenler bulunursa bunlar ya yakınlarda lisan bilen bir Türk refikin İütfüne, yahud veisin tercü- İmanlığına müracant ederlet; ve eğer söz söylemeğe lüzum görürlerse ge- ne reis vasıtasile mütalealarını taf- sil ederlerdi. Bu da epeyce bir za- man sürdü. «Eğer bu zevatın der - lerini de böyle tercüme oluğundan geçirerek katre katre akıtmaları icab | ederse ne kadar zaman israf edile cek'..n diye düşünmekten hali de - gildim, bunu elbette bütün mecli - sin Türk azası benimle beraber dü- şünürlerdi. Düşünmiyen maarif ne- zareti idi, N Reisin sol tarafında © tâ kapıya yakın bir yerde gözleri meçhul bir noktaya dikilmiş, dinlemiyor zanne- len, fakat hakikatte mahzı dikkat olan Ziya Gökalp, onun yanık İsinda zeki gözlerinin kaynasen cı - İvılnlarile Fund Köprülü, dudakla - irinda bir istihza tebessimile Nec » meddin Sadık vardı. Daha sonra? Sabahtan Sabaha Ruh hastaları Beden zafiyeti tehlikelidir. Vü- tında ezilmiş bulunuyordu. rübeden sonra bugün Üniversitede | İ Bu tabiri kullandıktan sonra me-|de ber şubede birçok yabancı mü - İ damiet ettim, hiç'de ezilmise benze-| derrisler var, elbette bunlar için ih- | miyordu. Her müşkülü büyük bir) tiyar.edilen azim. külfet ve masraf öesüretle, her ağir masrafı. hasret | mukabilinde kendilerinden, meselâ edilecek bir mizaz hiffetile karş -| Türk müderrislerinden beklenebi - İıyan'ö zamanın maarif nezareti bey. lecek kadar bir faydanın pek çok hüde yere para dükmek vesilelerini fevkinde feyiz imkânı temin edilmek hiç bir tasarrıf endişesine bağlan - | esbabı ihzar olunmuş olmalıdır. Bu Kimler yoktu? Cenab Şehabüddin, Ah Ekrem, Hüseyin Daniş, Ali Mu-| zalfer... Belki otuzla kırk arasında temevvüç - “eden azaya malik. bir mecliste söylenecek 857 mü bulun müz? Fakat netice? Netice bir hiç- | ten ibaretti, Bir gün müderiislerden biri AL man müderrislerini müşkül bir va- ziyete sokâcak “bir mesele çıkatdı. maksızın kabul ediyordu. Bu meyanda takim takım getiri- len Alman mühendislerini zikret - melidir: Haydarpaşada, şurada bu- rada mevcud şubelerde o bunlardan kaç kisi vardı, bunu tayin edemem, İnu salâhivet eshabı: düşünmüştürler elbette. Burada .mevzuubahs edile- cak bir mesele değil, Bu yazılardan Darülfünunun haşb yıllarına aid ha- yatını tasvirden başka bir maksad beklenemez. tensibile — Dün Vişide zarif giyinmiş yash bir adam bütün gün eşe dosla baş vurarak 10 Mire benzin aramakla vakit geçirdi. Bu adamın ismi Gülbenkian'dır, kendisine bâzan petrol Naopiyonu da İ petrol arıyordu. Amma bulamadı. İSTER INAN, |1STER. züuhtelif şubeleri toplamış olan Zey-| OO tarihte refiklerimin meb Kâmil konağında sekizden az| müderrisin meclisinin riyaset wazi- değildi. Görülüyor ki memileketin | fesi bana verilmişti, Şerh-i mütün İbirçok idarelerinde o Alman unsu- | müderrisi Ali Ekreme muavin olan runa genis Yerler tahsin olunduğu! İbrahim Necmi de meclisin kitabe- İgibi Darülfönünda da baska tülü! tini üzerine almistı, Birçok vazife - İ yapılmamıstı. Her biri Birkaç Türk |lerile berabör bi işide görmek için İmüderrisinin maasları yekün kadar | btri faaliyeti ve pek zengin kabi - İ tahsisat ile celbe bu efendilerin |liyeti fazlasile kâfi olan bu güzide yalnız yüzlerini görmekle Darülfü- İgenç -o zaman henüz gençti- mec- mun bir irfan çağlıyanı halini alacak isin her içtime'na zengin hir müze- olsaydı maarif nezaretinin bu feda- kere raznamesile, dolgun bir zabıt- kürsne semahatine bir mana verile- İname ile gelirdi. Talebesi yek de - bilirdi. Her şeyden evvel düsünme- necek derecede fakir, dereleri he- liydi ki talebe yoktü, mevcud olan-'men metruk sayılacak kadar ârıza- R-'INAN. İSTER fıkrayı gördük: INANMA! derler. Filhakika Musul petrol kuyuların Wimdiye kadar çakardığı yüz milyon ton petrolden $ milyon tonu onundur. Fakat dün iki teneke iİNANMAL Bu zevatın derslerini nasıl bir esas ve wsul dairesinde vermek tasav- vurlarım lâtfederek | söylemelerini istedi. Bu taleb hususile Türkiyat müdetrisime hitab “ediliyof gibiydi. Türkiyat müderrisi bir Alman idil. Türk müderrisinin galiba Al - manları sıkıştırmak © için icad ettiği İbu meseleye meclis de muvafakat gösterince Alman müderrislerinde bir isyan hareketi belirdi. Türkiyat müderrisi, istiklâliyeti tedrisiye esa- İsna muhalif olan bu talebe muva- fakat edemiyeceğine dair söz söy-| ledi ve bu mukabele kabule şayan | addedilmeyince hışım ile ayağa kal karak meclisten dışarıya cıktı ve 0- nu takib ederek bütün diğer Alman müderisler de meclisi terkettiler. (Devamı 4 üncü sayfada) Bunlar ruhlarındakt bu zâf# Âlemlerind. ve onun tabli neticesi olan fik“ ri dalâlele o cemiyete müei olmya kalkarlarsa © zama” yalnız şuur ve müvazene sahibi akli selim erbahı değit bır illetin mülehassıslarına varife düse" Böylelerine karşı cemiyeti ker- mak veten vasifesidir.