Da Fransızlar: «Biribirine benziyenler bir- eşirler» derler; bunlar da, temayülleri #ibarile yekdiğerine pek benzedikleri için Cemiyet aleyhinde birleşmişler, ve hünkâr nezdinde muhalif fırka hesabina , tesipat icrasında da buluşmuşlardı. Her ikisi de Hürriyet ve İtilâfın başına ge- çerek ne kadar Cemiyete hasım unsur varsa yanlarına almışlardı. Damad Feridi yalnız uzaktan görür- düm, ti mahud sulh muahedesinden sön- ra makhur bir halde memlekete avdet etmek üzere Lozandan geçerken kendisi- Je orada vukua gelen mü'âkata kadar bir temasa da girmemiştim. Bu zat bahriye nezaretinde bir kâtib mevkiinden eb münasib fırsatlarla atlaya atlaya nihuw yet Abdülhamidin de kız kardeşlerinden biri olan Mediha sultanın zevei olmuş, vezaret rütbesile beraber önünde haris emellere müsaid bir ufkun parlıyacağına inanmış idi. Kendisi için kim bilir neler umardı, fakat Abdülhamid zamanında bu umduklarının hiç birine vüsul mü- yesser olmudı. İşte damad olmuştu, içte vezir olmuştu, işte Baltalimanı sarâyci- ğında bir sultanın firaşını paylaşıyordu; bu, zamanın padişahına kâfi bir nimet görünüyor ve böylece damad Ferid umu- lan mansblardan hiç birine vâsıl olamı- yordu. Bir aralık âyanlığa da tayin edi-! ince onun için daha büyük bir kapının açılmasına ümid kalmıyordu. Vakta ki hal'den sonra hükümet idaresi tamami'e İttihad ve Terakki Cemiyetinin eline geçmiş oldu, cemiyete yanaşımakla daha başka ümidlerin de tahakkukuna yol â- çılabfteceğine zahib oldu, fakat her ne- dene Cemiyet ona yanaşmamak istedi. “Belki bunun için ciddi sesebler de vardi; ancak bu adam, kendisine pek fazla iti- madından doğan öyle bir nahvet ve aza- met iptilâsile malül idi; ve bu sebeble yürüyüşünde, duruşunda, konuşuşunda karşısındakf'ere adeta eza veren öyle bir eda alırdı ki arkasına takılmaktan menfaat umanlardan başka kimse tara- $ından sevilemezdi; Cemiyetin onu uzak bulundurmuş olmasının başlıca (sebebi de bu noktada tesbit edilebilir. İşte yeni hükümete, ve owun mesnedi olan fırkaya husumeti de, ümidlerinin tahakkuku imkânı münselib olunca, baş- lamış oldu. Bu noktada, en başta Vah- deddin olarak, birçok şahsiyetlerle bir- leşmiş oldular; etrafta toplananlar ken. dilerini severler miydi, bu cihet pek zi- yade şüphe ile telâkki olunur; fakat bi- ri padişahın biraderi, diğeri damadı o- Jan bu iki mühim şahsiyeti başlarına ge- oçirmekle Hürriyet ve İSİLAf, ergeç İttihad “ve Terakki Cemiyetini ve onun hüküme- tini yere çarpmak ümidine kapıldı; ve işte bir gün damad Feridin riyaseti al- Kıskanmak aklıma gelmiyordu. T: rığa karşı en ufak bir his kalmamıştı içimde. yeni hislere bir ad takmak i- cab ederse, buna tiksinmek diyebili . «rim, 3 Temmuz Bugün göz yaşlarımla Maçkadaki aparuranı terekttim. Terketmiye mec- burdum. Çünkü kovdular. evet. kovul- dum.. zahiri vaziyete göre kovulmam icab ederdi. Öyle oldu. Han:mefendinin baş zamparasi. şoförü benim odamda bulundu. Beyefendi. hanmefendiden. haksız vere kendisinden şüphelendiği için af diledi. Bana da hakaretle kapıyı gösterdi. Hiç bir şey söylemeden evi terkettim. Hıç bir şey de iy dim. Hizmetçiler isyan ettiler. — Bir hakikei kejelendiye söyliye- ceğiz; dediler. b — Onları teskin ettim. — Bir yuvs yıkmıya halkınız yok! Hanımefendi birinei delasında âynİ şeyi söylemişti. İkincide de bu tedekâr- ah benden istedi. Buna o makabil de para teklif etti. Teklife yanaştım. fakatİuyandım. Şoför de balkon Kapısının aç). bahçe sarayına geldi. Ben haber almamıştım, odamda meş guldüm, yalnız neticesini öğrendim. İ Belliydi ki bu ziyaretin mukaddemesi Vahdeddin tarafından Ihlamur köşkünde yapılmış olacaktı. Bu kabilden ziyaretle» ri kabul etmek ve onlara vasıta olmak | başmabeynciye taallâk eden bir vazife idi. Onları, cephede büyük sulonda gö- rünce, hele başlarında damad Feridin bulunduğuna vâkıf olunca Lütfi Beyde hemen Iblamur vak'asile bir efkâr telâ- huku, ve onun neticesile bir hiddet tuğ- yanı hâsıl olmuş olacak. Lütfi Bey pek dürüst, pek metin ah- lâk İle muttasıf ve her şeyin usule mu- tabık cereyan etmesine şiddetle münhe. mik olduğundan doğru olmıyan İşlere yet edilen, doğruyu söylemekten nefsi. 'olan Rifat Paşa; «Hemen gitmeli, demiş.| — Ne yazık ki, diye ilâve etti, bunları! hi a'ıkoyamaz bir davasının mahkeme. de kadıya: Kör kadı! diye hitab etmesi neticesile davasını kaybetiğine dair bir hikâye... Lâtfi Bey bu hikâyeyi tekrar *E isi için «işte ben de öyle- Heyetin Hürriyet ve İtilâf fırkası na- mına padisaha maruzatta bulunmak üze re geldiğinden bahseden Ferid paşaya nasıl bir lisan kullandı, tamamile bilmi- yorum amma herhalde: «Evvelce hükü- meti haberdar etmek lâzım gelirdiz tar. zında bir mazeret beyan etmiş olacak. Mazeretin tarzı he olursa olsun bu sade ce bir istiskal idi. Kibrini, gururunu, he- le kendisine güvenenlerin yanında inci- tebilecek bir şeye tahammül edemiyen damad Ferid hiç mübahaseye lüzum gör- meden, yalnız: manasını ifade eden bir eda ile arkasın dakileri de sürükleyerek çıkıp gitmiş. Lütfi Bey ilkönce gelip vak'ayı bana anlattı, sonra hünkâr arzetti. Sultan Reşad her vak'ada gülünecek tarafı ara mak itibarile gür kahkahalarından biri- ni savurarak; «İsabet olmuş, beni kur. tardınız. Ben o (burada galiba fena bir sıfat izafe ederek, ki böyle fena bir keli- me onun tarafından birinci defa işitilmiş oluyordu) herifi hiç sevmem!.., demiş Lütfi Bey hünkârın bu mukabelesile, ya pılan istiskal muamelesinden kendisinde nasıl olsa hâsıl olan üzüntüyü bastırmış oldu. Bana bunu anlattıktan sonra: «Şim- di Talâta telefon edeceğim!» diye odasi. na çekildi. , Bir müddet sonra tekrar gelerek, biraz | getiren gene İtikad ve Terakki Cemiye. | boştur. Düzcesi, Yahya Kemal, eski im- canı sıkılmış, anlattı: eTalâtla konuştum. O da memnun oldu amma keşki huzura mad Ferid ve Vahdeddin - Damadın riyasetinde Padişahı ziyaret etmek istiyen muhalifler saraydan nasıl geri döndüler ? - Padişahın mamnuniyeti - Damad intikam alıyor Damad Ferid Vahdeddinin öz kaynı!tında on kadar muhaliften mürekkeb bir kadar müahaze edebilirdi, herhalde Lât- idi ve birbirine pek kaynaşmış idiler. heyet huzura kabul edilmek için Dolma. | fi Beyin hareketini tamamile tasvib et- miş olmuyordu. Damad Ferid kinlerine sadık bir a. damdı. Lütfi Beyden öç çıkarmak için yıllarca bekledi, fakat en sonunda fırsat bulmuş oldu. Lâtfi Bey Büyük Harbin son zaman- Yarında Berlinde idi, kendisile orada bu- luşmuştuk. Sultan Reşad vefat etmiş, 'daha evvel veliahd Yusuf İzzettin mün- jtehiren ölmüş, saltanat nöbeti Vahdeddi. jne gelmiş idi. Bir gün sabahleyin Lütfi Bey büyük bir telâş ve heyecan ile ikametgâhma geldi, «sizden bir nasihat almağa (gel dim!.> dedi. İ İstanbuldan sefarete bir telgraf gel miş, Lütfi Beyin yeni padişah nezdinde İbaşmabeyncilik için intihab edildiği ve İsBen de o fikirdeyim! deyince Lütfi Bey geniş bir nefes aldi ve ilk fırsatta İstanbul yolunu tuttu. Lütfi Bey benden ne için nasihat istemişti? Belki kendisi davet edildiği halde senelerce oberabe- rinde çalışan başkâtibin de ayni vazife ile davet edilmemiş olmasının bir iğbi- rar tevlid edebileceğine zahib olmuştu, yahud sadece tereddüdünü izale edecek bir kuvvet bulmak arzusile bana kadar gelmiş ve ayni zamanda veda etmiş olu- yordu. O gittikten sonra iyice düşün düm: Vahdeddinin de bizlere mütemayil olmadığında şüphe yoktu. Olsaydı bile daima biribirinin hissiyatına iştirak e jiden bu kayınla eniştenin Lütfi Bey me- !selesinde de buluşacakları ve damad Fe. ridin bedihi olan kinine yeni başmabeyn- «Ben sana gösteririm!ş | cinin hedef olacağı aşikâr idi. Bunda hiç İtereddüd etmedim, fakat bu mütaleâ İLâtfi Bey henüz beni terketmeden hatı ra varid olsaydı onu böylece söylemek muvafık olur muydu, bunda tereddüde kapıldım ve «Nihayet ne olabilir? Söyle- mek doğru olamazdı. Kim bilir bu nasl; bir hisse hamlolunabilirdi. Netice itiba- rile bugün boşta kalan Lâtfi Bey, ne olsa bir büyük ziyana uğramıyacak, dedim. Damad Feridin kini kendisini göster- mekte gecikmedi. Lütfi Bey İstanbula vardı, saraya gitti, başmabeyncilik ma- kamına oturdu, orada pek az kaldı, ve damad Ferid kaynının sadrazamı olur olmaz en evvel yapılan işlerinden biri LAtfi Beyi çıkarmak olmuştu. Bu da ga yet tabii idi, onu Vahdeddinin yanına t olduğunda şüphe edilemezdi. Lütfi Be- ye karşı şahsi bir kini olmasaydı bile kabul ettirseydiniz! Ne diyeceklerini ar- | yalnız bu sebeb kâfi değil miydi? lamış olurduk...» dedi. Talât ancak bu «Sen Posta» nın tefrikası 54 parasına tenezzül etmedim. Hanımefen- |mış içeri girmişti. Surtıma sabahlığımı |ğım.. artık üzerlerinde öküz resimleri Hatid Ziya Uşaklıgil NUSRET SAFA. C “ii gece odasına şoförü almıştı. oTarıklalmıya çalışarak fırladım. hâdisesinder ders almamış olacaktı, ki böyle bir cesarette daha bulunmuştu. Beyefendi. gene gece yarısı birden g8- Vivermiş.. artık korku yok. şoför efen- di, Filanı partısını toplayınca benim balkona atlayıvermiş... Beyefendi bu defa çok şüphelenmiş olmalıki, etrafı aramıya başlamış, bazı emareler elde edinee, hanımı efendiye fona halde hakaret etmiye kalkmıştı. Aralarındu cereyan eden kavga ile Hanımefendi ağbyarak bağırıyordu: — Benden şüphelenmiye ohakkıniniyor. evde genç bir mürebbiye oldu- yokt. “Bevefendi tepiniyordu: EDE İYAT — Yahya Kemalin son Şi Yazan: irleri Halid Fahri Ozansoy Geçenlerde Beyoğlunda bir cildei, ba) böyle bozuk imısralarla çok şeyler kaybe- va, uzun tezgühının altında bir ine sığın-| diyor! Bu manzumeyi dün bu anda ise neşredildiği gazeteyi kaybettim. Kim bilir o da nereye git mişşşşş! Maamalfih, şiirde, daha bunun gibi hatalı, hatlâ vezni bozuk denebile- cek başka taraflar da var. Bir tanesi de «gâib» kelimesinin, münasız yere uzatı- Jışı miğ uyuklayan, irili ufaklı acsyib mah- lüklar gibi zararsız bir takım cildleri gösterdi: — Bakın şunlara! Dedi. — Kimin bunlar? Diye sordum. — Ne bileyim! Sahiblerinin yüzlerini bile unuttum. Sonra, içini çekerek derdini şöyle an- lattı — Bunların bir kısmı beş senedir bu delikte duruyorlar, Şu köşedekiler, yakın zamanda cildlenmeğe verilenler. onlar da iki senelik! Bayretle: — Niçin, dedim, gelip almamışlar? — Onu da bilmem. Gelirler, uzun w- zun pazarlık ederler, ekseriya bir kaparo vermeden cildletmeğe kitab bırakırlar. Ben onların tarif ettikleri, yahud nümu- ineye göre beğendikleri şekilde bu cild- l i ent sakat mısralar moda “lacak: okudumdu, bile İmalenin bu kadar kötüsünü En- Vasıf bile yapmamıştı? Acayibi Leylâ şairine ne oldu? Çöllere mi gitti? Yoksa bu Geve şiirini imzalıyan başka bir Yahya Kemal mi? k bundan sonra, üs- ye, aruzda da bu biçim Gitmişşsş, kaybolmuşuz uzakta! Hele şu «Gittik, bahis açmadan dönüş- ten: mısramın «diik, imalesine ne kulp uydurmalı? : Her ne ise, bu şiir bana şu fıkrayı ha tırlattı: Vaktile yeniçeri ağalarından biri, ses- İleri hazırlarım. Tabif bir sürü masraf! Nihayet, işte böyle, gelip almazlar. Gildel, bu sözleri söylerken, teessörün- | karşı hemen püsküren bir isyan hamle- İhemen yola çıkması lâzım geldiği bildi. den adeta ağlıyacak gibi idi. Bense şaşı- ini zaptedemezdi. Hattâ kendisinin sik-'riliyormuş. «Ne dersiniz?» diye sorunca yordum. İçimden, bari bunları satsa idi! ca tekrar ettiği bir kör kadı hikâyesi ben de ondan: «Rifat Paşa ne düşünü. diyordum. Fakat o, sanki düşüncemi ben vardı, Davası bir kör kadı tarafından rü. yor?» diye sordum. Bizler için pek dest söylemeden hissetmiş gibi: isiz bir saatte ulucamilerden birine gir- miş. Duvarlardaki Allah, Muhammed levhalarına bakaricen, bir aralık, çifte yaylardan birine gözleri ilişmiş. Merak etmiş, bu nedir diye?,. Nasi okunur?. Hemen boş camide bir adam araştırmış. bakmış ki, tâ ötede, bir sütunun dibinde bir hoca dua ediyor. hemen seslenmişi CENNETLİK satamam da... — Niçin, dedim,mademki sisi ziyana - Hoca, buraya gel! Ağanın gürleyen sesini işiten hoca, sokmuşlar. Üstelik kitabları senelerdir | xorkarak gelmiş: vi gelip te almamışlar!... çe Buyur, ağam! - İ — Öyle amma, bilinmez, bakarsınız) Ağ& lie levhayı göstermiş: gürün birinde içlerinden biri çıkagelir.) — Bu m9? Başım belâya mu girsin!?.. — Çifte vay. i Cildcinin dükkânından çıkarken, içim, © iyi bakalım! laci bir hüzünle burkuluyordu, Ve düşü. nüyordum: | — Demek ki, bu asırda, cilde verilen | bir kitaba; dar gelen bir ceket, yahud a- yağı sıkan bir kundura kadar değer ver- jmiyenler de varmış. Terziye, yahud kün- duracıya bıraktıkları mallârını unutma. yanlar, kitablarını pekâlâ unutabiliyor- Tarmış. Hem de senelerce arayıp sorma- Idan... Vah zavallı kitablar değil mi?.. Ve za- vallı cildei!. Çifte vav okur gibi... İninar mısınız? Yahya Kemal «sekfi. melih» le konuşmağı başladı. Misali, son İyazdığı Gece şiiri... On mısralık şiirde tam öç tane peltek peltek uzun okuyuş! İ Doğrusu, üstadın bu ihmaline akıl erme- di gitti, İşte nümünelik bir mısra; Gitmiş, kaybolmuşusuz uzakta Amma diyebilirsiniz ki, buradaki «git- miş» in uzatılması, ihtimal, şair tarafın dan mahsus, istenerek yapılmış bir san'at!., Öyle ya, gidişin devamını keli- meyi uzatmakla veriyor. Hayale verdiği sonsuzluk gibi... Ben de derim ki, bütün bu iddialar sakinin zıddına Son zamanda üstüstüne şiir yazmağa heves etmekle belki mazi-| nin esersiz geçen yıllatını kazanıyor, #n- cak buna mukabil san'at ve şöhretinden OŞKUN çizili mektublar almaktan usandım. — Bu şüphen yalnız bende mi topla- ğun unutuyorsun! Heyecandan nelesim tıkanıyordu. — Ne taraftan okudun?. Hoca anlamamış, sarığını hayretle al. nına bastırarak: — Nasıl demiş? — Nasil olacak? Sağdan mı, “soldan mı? Bunun üzerine, hoca ne diyeceğini büsbütün şaşırmış. Daha doğrusu âdam. cağızda şafak atmış. Öyle ya, karşısında» ki okuma bilmiyor, biri sağdan © diğeri soldan birbirine girift olmuş «vs harfle- rini başka türlü okunur sanıyor. O halde ne yapsın?.. Yapacağı şey; sesini değiştirir, kalınlaştırır, bir de öyle okur! biraz Ve okumuş: — Vavv! Derken, ağa, en müthiş, en yıldırımlı sesi ile gürlemiş; — Ne?. Benimle alay mı ediyorsun?. Şimdi hoca tir tir titriyor; — Hâşâ, ağam.. okudum işte! — Hayır. bunların sağdaki de, solda- ki bir mi okunurmuş?.. Oku doğrusunu. yoksa?... Ağanın yatağana sarılan eli karşısın. da hocanın dili nasıl olmuş ta tutulma muş, bilinmez! Bilâkis, korkunun verdi. ği bir heyecenla, ağız dolusu haykırmışı — Vavvvwwt Bu sesin arkasından da; gırtlağından «<Zizzz» diye boğuk bir inilti, yahud u- (Devamı 9 uncu sayfada) — Nereye kaçayım? Yer yok! Diye oradan oradan koşuyordu. Kapı vurulmuştu; beyefendi sesleniyordu: — Güner hanım, açın kapıyı lütfen.. Bütün ev halkının ayakta ve salonda olduğunu tahmin ediyordum. Mahvok muştum. Kapıyı açtım. Lâmbay' vakar İyakmaz beyefendi şoförü balkon kapı- sında. karşısında buldu. Evvelâ yüzünde hayret çizgileri be- Jirdi. Sonra memnun bir tebessüm do- laştı. Öyle ya. şüphesi tahakkuk etme- mişti. — Yaat Diye mırıldandı. Çenesini kaşıdı: — Evimde böyle rezâlet istemem. S izim | Hanımefendi şimdi bu ahı bana) Çocuğumun terbiyesini eline teslim sgk immün sal yüklemek niyetinde riza beye. |©!tiğim insanm evvelâ namuslu olmas eve yabancı bir erkek girmiş! — Evde kadin yalnız ben değilim. benim gibi namuslu bir kadın bu is- natta bulunmak cinayettir. Şüphelerin tahakkuk etmezse karım diye nasıl be- nim yüzüme bakacaksn?. © Beyefendi burnundan soluyordu: — Bulacağım. meydana çıkaraca - fendi odamı ararsa, Şoför benim odam-|* da bulunacaktı. Nasıl inandırabilirdim. Korktuğum başımd geldi. Beyefendi: rttır. Sabahleyin çıkıp gidiniz. Bir kelime söylemiye muktedir de- gildim. Ne söyliyebilirdim. kaçına İnan- dırabilirdi? Sabahleyin o hanımefendi; — Orasını da, onun odasını da arı- böyle yapmıya mecbur olduğundan yacağım, diye bağırarak. salona çıktı. İbahsederek. ikinci defa yuvasını yikil. Şoföre yalvardım: maktan kurtardığım için bana şükran» — Burayı geliyor. rica ederim kaçiİlatını sundu. (Arkasi var)