SON POSTA , OK Tarihten Sahneler — | © Eki milyon altın liralıiz hediye Peçevili İbrahim efendinin başından geçen bir gülbeşeker hikâyesi (“Son Posta ,, nın tarihi bahisler muharriri yazıyor ) Vak'a zamanımızdan tam 319 yıl evvel, hicretin 1099 senesinde geçmiştir. Dör- düncü Muradın gözde vezirlerinden bir defterdar Mustafa Paşa vardı, O zaman- Jar maliye kaleminin en büyük memur- Yarından müverrih Peçevili İbrahim efen- diyi hiç sevmezdi. İbrahim efendiyi ye- rinden atacak bir vesile bulamayınca, o- nun haysiyet ve şerefini incitecek hare- ketlerle kendisini kaçırmak isterdi. Şimdi garib bir gülbe şeker hikâyesi- ni Peçevili İbrahim efendinin kalemin- den dinliyelim: «Bir gün tersane emini Defterdarzade İbrahim efendi ile beraber defterdarın huzuruna girdik. Ben fakirin sakalı ak di, her ne kadar liyakatimiz yok ise de nemuriyet cihetinden de üstün idim, İb- rahim efendi benim ardımdan girmişti.! Âdet üzere elini alıp öpmek için elimi u- zatmıştım, Mustafa Paşa soğuk ve iste- miyerek elini verdi ve «safa geldiniz» dedi. Arkamdan gelen Defterdarzade İb- rahim efendi ise etek öpmek Üzere eği- lirken: «Hay çelebi, geç geldin, gülbe şe- ker faslına yetişmedin!» dedi. O da; «Ya sultanım! Gülbe şeker nedir, devletinizde sözü mü olur, bizim için dahi getirsinler» dedi, Gülbe şeker geldi. Fakat Mustafa Paşa tatlı kabını alarak zırık kesici kendi uğursuz eline aldı ve dağıtmağa baş'adı. Ben sağında oturuyordum, ilkönce ben- den başlaması lâzımdı. Mustafa Paşa ba- na gözucu ile bile bakmadı, evvelâ solu: da olanların cümlesine taksim etti, geri kalanını da orada bulunan hademelere dağıttı. Bana vermedi. Bu hareketi bu fakire pek ağır geldi. Kalbim o kadar kı- rıldı ki anlatamam, Sonra insaf edip ken- di nefsime levmettim: «Şimdi mi bildin ki seni adam sırasından saymazları de- dim. Bu kırgınlık ile kalktım gittim» Bu gülbe şeker hâdisesinin üstünden on beş gün kadar geçmişti ki İstanhu'da, | sipahilerle yeniçeriler büyük bir imtlâl çıkardılar, Başta sadrazam Hafız Ahmed Paşa ile defterdar Mustafa Paşa gelmek üzere saray ve devlet ricalinden on yedi kişinin idamım istediler. Hafız Paşayı padişahın gözü önünde paraladılar. Azle- dilen Mustafa Paşa Vefa civarında bit dostunun evinde gizlendi. Yerine de Pe- çevili İbrahim efendi defterdar oldu ve selefinin devlet namına zaptedilmesize karar verilen mal ve mülklerinin 1e0115- müne memur edildi. Burada gene Peçe- viliyi dinliyelim: «Allah bilir aradan bi on beş Aktörlükle itham ediliyorum. Küina- ın hangi aktörü sahneye çıkarak hafta: larla ağlıyabilmiştir?. Müddeiumumiden hiçbir şey İstemiyorum; sadece göz yaş larıma hürmet beklerim. O göz yaşları ki bir yığın ölü aza arasında, sır ağlıyahik mek için, diri kalmış iki uzvun, ölü ru bum namına, maddeleşmiş matemidirler. Evet; vaziyetin tamamile aleyhimde olduğunu görüyorum. Sahne şudur; Yerde bir genç kız yatıyor. kati", kı. gın göğsüne sapladığı bençeri geri çeki yor. bu vaziyette yakalanan mel'unun başı kan içindedir. Bir şahid, hâdi. öşahididir; diğer şahid de katili|bir ziruh yoktur. iye indi işaretler yaparak vak'a | konuşuyor, Şi Huzurunuzda bir ölü üstü, genin heyecan içindi mahalline giderk Ölen kızı kati seviyordu. Fa kı W Hi. İk sarhoşluğundan, kısmen ayılan genç kız, önüne açılmış - Yolunun müntehasındaki yoksulluk uçu Tumunu, basit hayat cehennemini gör müştür, Bu yoldan dönmek, aşkını men tığının topraklarına gömerek her mein mutmak istiyor. Fakat katil buna razı le Bildir. O, aşkını ve aşkile beraber serve ümidini elinden Yalvarıyor, fakat dinletemiyor. ww ve o ümidsizliğin tazvikine kaptırırak kuduruyor ve. Hayır muhterem hâkim'er. en görmüştür. Ii seviyor. Kiz da katil olsun, kat aralarında müthiş bir|kim ardır. Babasının telkinle- izdivaç kaçırmak (istemiyor. akarıyor. ağhyor, sızlıyor; O zaman kendisini çıldırtıe! | ruha aid ellerin ılık parsfine daldırıldığı. Jgün geçmemişti ki, fitne çıktı, Mustafa Paşa kaçıp gizlenmişti. Ben defterdar ol- dum. Mustafa Paşanın malını ve mülkü. nü zaptedip devlet hesabına satmağı me- mur oldum. Eşyası arasında yalnız otuz kırk kavanoz çeşid çeşid içkiler, miskli gülbe şekerler, Hind murabbaları çıktı, cümlesini müsadere ettim. İki kavanoz jgülbe şekeri de abu bize kalb kırgınlı mızın mükâfatıdır. diye kendime alıkoy- dum. Aradan on yil gecti, o gülbe şeke- rin bir kısmını hâlâ saklarım ve her ye- dikçe ve Mustafa Paşanım bana olan mu- amelesi hatıra ge'dikce Cenabıhakka şü- İkür ve hamdederim. Bin yıl ömrüm olsa, basımı secdeden kaldırmasam gene de şükran borcumu ödeyemem.» Buraya şunu da ilâve etmelidir: Def- terdar Mustafa Paşa, ibtilâlciler tarafın- dan gizlendiği evde tutulmus. Atmeyda- Jnna getirilmiş, orada, padişahtan ferma- ni *lındıktan sonra boynu vurulmuş, ce- sedi de ana doğması çırıl çıplak soyu'a- rak bir çmar ağacının dalına baş asağı a- sılmıstı. Peçevili İbrahim efendinin de u- nutmadığı gibi: «Allah rahmet eylesin.» İ * 2 milyon altınlık hediye Kanuninin damad makbul İbrahim İPaşası gibi, torunu üçüncü Muradın da bir damad İbrahim Paşası vardı; Kanun! İbrahim Paşasını Mısıra gönderip Mısır eyaletinin idare işlerini tanzime memur etmiş idi; üçüncü Murad da İbrahim Pa- vazife ile Mısıra yollamıştı; İbrahim Paşa da Mısırdan dö- nerken padişehlarına kıymetli hediyeler getirmişlerdi. Müverrih Selânikli Mustafa efendi, bu damad İbrahim Paşalardan ikincisinin ü- çüncü Murada sunduğu hediyelerin lis- tesini şöyle kaydediyor: 1 — Bir tane zümrüdlü taht: Bu taht 80,000 miskal altından yapıl mıştı. Gayet kıymetli cevahir ile müzey- yen idi. Zeberced ve pirüzelerin en kö- İçükteri güvercin yumurtasından bü tü. Zümrüdlerin de en âlâları yerleştiril- misti. Tahtı yapan ve tezyin eden Mısırlı $an'atkârlar nakkaş ve ressam Derviş bey ile kuyumcu İbrahim bey idi, İbrahım Paşa onları da beraber getirmişti. ? — Gayet nefis bir hat ile murassa İ 5 — İran tarzında murassa ve mücev- her 3 tane bıçak. 6 — Altı tane murassa siper. 7 — Üç tane halis altından ibriği ile beraber murassâ ve mücevher el leğeni. 8 — Üç tane murassa maraba. 9 — Halis altından üç tane murassa tepsi, 10 — 3 murassa gülâbdan, ll — 3 murassa tepsi. 12 — 79 top âlâ seraser, 13 — 39 top sade kadife ve renkli Ve- nedik kadifesi, M — 29 top renkli frenk atlası, 15 — 119 top muhtelif kumaşlar, 16 — 1000 aded destar, 17 — Bir yükü 5000 okkadan iki yik âlâ ham ipek. 18 — 100 aded peripeyker oğlan. 19 — 17 si Habeş, 10 tanesi de beyaz hadım edilmiş oğlan. 20 — Örtüleri murassa ve mücevher- Wi, zincirleri altın gayet kiymetli cins atlar. 21 — Daha bir nice kiymetli nadide muhtelif eşya. İbrahim Paşanın üçüncü Murada sun- duğu hediyelerin kıymetini, Mustafa efendi en azdan yirmi kere yüz bin altın, yani 2,000,000 altın tahmin et- misti, Üçüncü Murad da, karşılık olarak, Ka- nuninin İbrahim Paşasının Atmeydanın- daki sarayını hediye etmişti. Bu saray iki büyük kısımdan mürekkebdi. «acemi oğlanlar» ın yetiştirilmesine tah- sis edilmişti. Murad, İbrahim Paşaya bu meşhur sarayın diğer kısmını vermişti. İstanbulun en eski ve meşhur yapıların. dan ve Mimar Sinanın eserlerinden olan bu İbrahim Paşa sarayı, son zamanlarda hapishane olmuş ve geçen yıl da, uzun münakaşalara ve san'at ve tarih sohbet- lerine sebeb ve mevzu olduktan sonra, yıktırılmıştır. Reşad Ekrem Bir amelenin başına kereste istifleri düştü Unkapanında Zeyrek caddesinde 30 sayılı Ziyaya ald kereste fabrikasından amele Kemal, dün kereste naklederken üzerine yığılı kereste istifleri düşmüş, başından tehlikeli surette yaralanmış- cildi Iki mushafı şerif. 3 — Mücevher kabzalı üç kılıç. 4 — Kabzaları yakut ve elmaslı 3 ta- ne murâssa hançer, «Son Posta» nm tefrikası: 52 gidi Ti Sai /i Karşınızda sizin kanunlarınızdan, ha pislerinizden, idamlarınızdan korkacak korkutacak bir, sadece #ilâh vardır ki, çok şü- asrın medeniyeti seye kullandırmıyor, a Ağlıyamıyayım diye ramazsınız!.. (Heyecan 6 kadar w ii salonda bilâistima hemen | el yordu. Reis celseyi on dakika tatil etti, Haşmet Güneş bu on dakikayı da müte. madiyen önüne bakarak ağ'amakla ge- çirdi.) — Devam ediniz Haşmet Güneşi, — Ne yazık ki ispirtizma hâlâ, lâbo- ratuarlara intikal etmiş müsbet bir ilim haline gelemedi. Tecessüd ettirilmiş bir ve Yalnız bir tek i kür, yirminci gözlerimi oydu. t nı mecmualarda okuyoruz. Üç ayaklı ma- salar vasıtasi'e ervahin könüşturuldüğü- tır. Yaralı amele tedavi edilmpk üzere hastaneye kaldırılmış, kaza etrafında tahkikata başlanmıştır. BEN : ÖLDÜR nu propaganda kitablarında görüyoruz. Hattâ tecessüd etmiş ruhların fotografi- lerini seyrediyoruz. Bunlar doğru mu?, Masa başında bu- Junanların yüzde yüzü de ruhun her şe- yi mükemmelen ya Mors tiktaklarile ve- ya masaya yazılmış hurufata fincan koş- turarak anlattığını bildiriyorlar. İçlerin- de ervâha kalemle yazı yazdıranlar bile bulunduğunu iddia edenler çoktur. Bu «medyum. lar niçin adaletin emrinde çalışmıyorlar, neden cinayet davalarının sydınlatılmasına koşmuyorlar? Neclânın ruhu muhakkak ki burada- dır; o beni yalnız bırakamaz. İçinizde medyum yok mu?. Benim yaziyetime ba- karak kan ağladığına emin olduğum Nec- lânın ruhunu çağırsın. İstemem; ona ka #i'ini de sormasın. Adelet mabuduna ben kurban edileyim; bunun zerre kadar & hemmiyeti yoktur, Fakat şunu sorarak desin ki Biri! «Son Posta» nın zabıta romanı: 43 ZEHİRLİ GÖLGE Cevabsız Bu cevab serkomisere de makul gelmiş olacak ki tekrar kadına döndü; — Sizi dinliyorum, madam, dedi. Madam Veafidisin cevabı gayet oldu: — Kocamın söylediklerine ilâve ede- cek hiçbir şeyim yok efendim. Serkomiser bu cevabla yılmadı. Neti- geden emin olanların mağrur tebessümü ile: — Pekâlâ! dedi. Tekrar Vafidise döndü. Cebinden bir paket çıkardı, açtı. Paketin içinde Por- tekizli mühendisin sigara ağızlığı vardı. Ağızlığı eline alarak Vafidise gösterdi ve sordu: kısa Bu ağızlığı tanıyor musunuz? Hepimiz baştan aşağı dikkat kesilmiş- tik, Serkomiser, elindeki en mühim kozu oynuyordu. Bütün gözler Rum komüs- yorncunun çehresine dikilmişti. Adam dikkatle bakt: sa bir müddet düşündü, sonra tekrar gözlerini ağızlığa dikti ve geldiğimizdenberi ilk defn olarak hayre- te düşmüş göründü. Ayağa kalktı. Serko- misere doğru yürüdü. Eğer kanaatimiz doğru da herif hakikaten mücrimse o an- daki hayreti, şaşkınlığı, hafızasını zorla- dığını bel'i eden hareketler en kudreth sahne san'atkârları tarafından dahi tak- lid edilemiyecek kadar tabii ve mükem- meldiler. Serkomiserin önünde durunca: — Senelerce evvel kaybettiğim bir a- Selânikli | dzliğa çok benziyor, dedi. Müsande eder misiniz, bir de yakından göreyim. Ağızlığı alarak uzun boylu gözden ge çirdi. Sonra serkomisere fade etti ve: — Hayır, yanılmışım, bu benim ağızlı ım değil, dedi. Zannederim siz bunun bana Raif tarafından hediye edilen ağız- kk olup olmadığını anlamak istiyordu- nuz. Ona çok benziyor, İskat değil. Markanın yapılışı başka... Senelerce ev- vel kaybetmiş olmama rağmen gayet İyi hatırlıyorum; (V. G.) harfleri bu şekilde yapılmamıştı. Serkomiser alaycı bir eda ile: — Bu ağızlığı senelerce evvel değil de dün gece kaybetmiş olmuıyasınız? diye sordu. — Dün gece mi? Ben mi? Nerede kay- betmişim. — Raif beyin evinde... — Siz deli misiniz, ben dün gece Rai- fin evinde mi idim? — Ya nerede idiniz? Bize başka yerde olduğunuzu isbat ediniz! Vafidis tekrar yerine döndü. Koltuğa oturdu. Derin bir düşünceye dalmış gö- rünüyordu. Sağ elile koltuğun kenarına muttarid darbeler indiriyordu. Birdenbi- re kendini topladı. Çehresinin ifadesini ve hareketlerini değiştirmede harikulâde Yazan: Zeynel Besim Sun — Haşmet Güneşi nasıl tanırsın?, Alacağı cevabı gizlemesin. Açıkça bü- tün kâinata haykırsin!.. Hayır muhterem hikimler!. Benim ya- kamı birakıp birakmamanızın bence ma- alesef zerre kadar ehemmiyeti kalmadı. Yalnız kendinizi muhafaza ediniz; yer- yüzünde eşine çok az tesadüf edilen adli bir hatadan sakınınız. Sustu; reis sordu: — Söyliyeceğiniz başka bir şey kalma- dı mı? — Kaldı bay reis; son sözümü söyliye- ceğim. — Sizi dinliyoruz!. — Ben öl dür me dim!... * Haşmet Güneşin içli ve ateşli müdafa- asından doğan heyecan, mahkeme salo- mundan taşmış, adliye binasını aşmış, bir saat zarfında her tarafa yayılarak şehri kalan sual bir kudret sahibi olduğu anlaşılıyordu Geniş bir tebessümle siritti. — Vay canına, az kalsın kapana yaka" Wanıyordum, dedi. Hayır serkomiser bey nerede bulunduğumu söylemiyeceğim. Gezmekte idim. Bu ağızlığa gelince lüt- fen onu karıma da gösteriniz. Size ayni şeyi söyliyecek. Elinizdeki ağızlık benim vaktile kullandığım ağızlık değil... Serkomiser ne yapılması lâzım gi ğini sormak ister gibi Ridvan Sadu'laha baktı. Dostum bulunduğu köşede sarki | konuşulanları dinlemiyor, yanındaki si- gara iskemlesi üze: en aldığı k bir tablayı derin derin tetkik eder küyordu. Mükâleme kesilince başını kal Jdırdı. Serkomiserin kendisine baktığını gördü. Vafidise dönerek: — Demin lâboratuarınızda bazı ilmi ve fenni tecrübelerle meşgul olduğunuzu söylemiştiniz, dedi. Bu tecrübeler ne gi- bi şeylerdir? Wafidiş bir müddet cevab verip ver- memekte tereddüd etti. Sonra: — Muhtelif şeyler, dedi, muayyen bir program ve hedefim yok. Dedim ya be- nimki sirf merak! Rıdvan Sadullah israr etti; — Meselâ son tecrübenizin mahiyetini bize izah eder misiniz? — Bana güleceksiniz, diye korkuyo- rum. Söyliyeyim. Presiptin (Preciptin) tecrübesinin esaslarında ıslahat yapmağa çalışıyorum. — O, mükemmel, bu zabıtayı da alâ- kadar eden bir iş... Osman bey dikkatle dinle... Düşündüğünüz ıslahat ne gibi bir gaye takib ediyor. — Wasserman, Von Ralgler, Whe'en- huthun yürüdükleri yolda daha ileriye gitmeye çalışıyorum. Onlar bir kan dam- lasının insana mı, yoksa hayvana mı aid bulunduğunu, hayvan kanı ise hangi hsy- vanın kanı olduğunu tayin eden tecrübele rin esaslarını kurdular. Fakat biliyor musunuz bu tecrübe ne kadar dolaşıktır. Bir kan damlasını tecrübeye tâbi tut- mak istiyorsunuz. Evvelâ bu insan kanı- dır, yahud at, kaz, köpek, koyun kanıdır diye hüküm vermiye, ondan sonra verdiği niz hükmü kontrola mecbursunuz. Yani şüphe ettiğiniz mahlük cinsinden bir mahlükun fibrini çıkarılmış kanını tav- şana zerkedecek, ondan elde edeceğinif antiseramu muayene elmek ( İslediğiniz kanla muameleye tâbi tutacaksınız. BU İantiserum hangi hayvanın kanından has zırlanmışsa ancak o cins mahlök karını muayenesinde netice verir, Siz kanın kö“ pek kani olduğunda şüphelerdiniz. Baş* ka bir köpeğin kanından antiserum hazır“ andı, (Arkası var) — baştanbaşa dolaşmıştı. Müdafaaya kadaf aleyhinde olan efkârı umumiye şimdi Haşmet Güneşi tutuyordu. Hattâ matbu” atta bile benim taarruzlarıma iki kum” paslık bir yer verilmiş, Haşmetin mide İaasına 48 puntoluk başlıklarla sayfa'âf tahsis ödilmişti. Vaziyet bir anda sağda sola geçmişti. Günün mevzuu bu idi; hef tarafta ancak ve münhasıran Neclâ D#* niş - Haşmet Güneş meselesi konuşulu” yor. düne kadar katile küfreden ağızlaf bugün onu adeta bir kahraman halindö methe çalışıyorlardı. İnsanlar hakikaten his'erine mantık” larından fazla ehemmiyet verirler, BİK hassa fevkalâdeden hâdiseler karşısındf bütün muhakeme kabiliyetlerinin elbif” liğile durduklarını görürsünüz. Beş ki bir aradi çarşıda durup göke bakss eti raflarında derhal bir merak'ı kalabalığ peyda olur. Onirı alâkalandırmak ve gö rüşlerini aldatmak için: — İşte, işte. sağdaki beyaz bulutüf üstünde. j Gibi manasız bir yalan uydurmak kğ” fidir. Artık herkes kuyruklu yıldı şeklini, gidiş istikametini anlatmağı bsf” lar. İçlerinden hiç kimse hâdiseyi mani” ğın terazisine koymaz. Herkes sad hissile ve sadece ters gör'şile mütehâf” riktir. Haşmet Güneş hâdisesi de böyle old” (Arkası var) i