bu Ne güzel oyuncak, kutu açılınca Oyuncak fare ortaya çıkacak. — Çocuk nasıl da korktu, “ip Ekmek sandığından biraz ekmek Yiyeyim, karnım da ne kadar a - LU Sonra gene başkalarını kor- .. Tezer aceleci, aceleci olduğu ka - Ukag, dikkatsiz bir insandı, bir gün bir tasty, Şile lokantaya gitmişti. Bastonunu kluğa biraktı ekin, yüzmek ve suya Öğrenmişti, Yüzme havuzunun olduğu yere gitti, atlama tahtasının — Bu oyuncağı alır, bununla her- kesi korkuturum, ben de gülerim. — Şimdi başkasını korkutayım, — Ekmek sandığını açınca bir fare çıktı, kendi avaz avaz bağırdı: — “Aman aman burada fare Yemekierini yediler, tam çıkarlarken Bay Tezer şapkasını alıp giydi, tastonu- nu da bastonluktan alıyor zannile, ucuna kadar yürüdü. Kendini tahtadan aşağı bi- raktı, herkes ona bakıyordu. MONOLOĞ: Eşyanın canları saizılıaz Şimdi karşınız« geçtim, ellerimi cebi- me koydum, durdum. Farzedin ki, hiç ha- reket etmiyorum, hiç konuş dece duruyorum. Siz bana bakıyorsunuz, ben size bakıyoru Beş dakika geçi - yor, on dakika geçiyor, beş gün geçiyor, on gün geçiyor, Ne o, daha Iâfından sıkılmıya baş'adı- nız. Sunki günlerce o koltuklarda otur - müş, sanki ben de günlerce karşınızda durmuşum gibi bir hal aldınız. Tuham - mül edilir şey değil, değil mi? Hakkımız var. Ben de sizin karşınızda, eller cebde günlerce durmuşum gibi, içime bir sıkın- tı bastı, Bunu anlatmaktan maksadım: Biz in- san'ar kendimiz! düşündüğümüz gibi eş- yayı da düşünmeliyiz. Meselâ bir odadaki bir kanape odanın bir köşesine bırakılır, piyano şöyle şu ta-| rafa konulur. Duvardaki tablo hep eyni! yerdedir. Bunların canları sıkılmaz mı, kendimizi düşünen bizler, hiç bir zaman! onları düşünmeyiz, onlarla alâkadar ol - mayız, canları ra sıkılıyor, yer değiştir - mek mi istiyorlar, bacakları mı yoruldu, biraz arkaüstü uzanmaları mı lâzım; böy- Te şeyler'e alâkadar olduğumuz vaki de- ğildir. Haksızlık efendim, hata efendim, ol - maz efendim, olamaz efendim Ben bunları şimdi hatırlamış değilim hal Geçen Pazar hava yağmurlu idi, bir yere gidemedim, evde kaldım. O zaman aklıma geldi. Annemle babam kendi 9 - dalarmda oturuyorlardı. Babam gazete okuyordu; Annem yün örüyordu. Onları bıraktım, Bizim misafir odasına geçtim. Misafir odası da odalar arasında en ih - mal edilenidir. Demek istediğimi biraz çapraşık söyledim. İhmalden maksadım; toz toprak içinde boş, örümcekler tutmuş olması değil, bizim evde misafir odası hiç bir zaman toz toprak içinde kalmaz, örüm cek tutmaz. İhmalden maksadım, eşyası- rın yeri hiç değişmez demekti, Misafir dasında her şey yerli yerinde durur, Ve misafirler kazaen sehpayı biraz bir tara- fa çekseler, koltuklardan birini bir ımıldatsal: Bastonluğun yânında oturan ma“ sada zayıf ksa boylu adamı bur - nundan yakalayıp çekip almıştı, A» dam: » Aman! gitmez annem derhal gene yerli yerine yeşleştirir. Misafir odasına girdim. Evvelâ sehpa- lardan başladım. Tepesi aşağı gelseler hiç fena olmuıyacaktı. Ayakları birer minare gibi yükselecekti. Hemen sehpaları ter- sine çevirdim. Zavallı koltukların ayakları senelerden beri ne kadar yorulmuşlardır. Koltuğuna Bırlığını çekerler, üzesine oturanların a- gırlığını çekerler. Onları bir müddet için yere yatırmak ve istirahat sttirmek çok hayırlı bir iş olurdu. Koltukların birin- den başladım. Bu iş hiç de kolay olmu - yordu. Koltuk hafif değil, sonra yere ya- tırırken gürültü edersem de iyi olmazdı. Annem, bsbam gürültüyü duyar duymaz ge'irlerdi. Halbuki ben onlara ımisafir o- dasının eşyasını tamamile değiştirdikten | sonra gösterecektim. Her ne ise uğraşa uğraşa koltukları ye- re yatırdım. Kanspeyi yatırmak, koltuk- ları yatırmaktan daha güç oldu. Hettâ bacağım altında kaldı da acıdı. maz”? P E) Bütün bunlar olup bittikten sonra an- nemle babamın oturdukları odaya girtim: — Anne, baba, dedim, misafir odasma gelip bakın, ne güzel oldu. Annem, babam misafir odasına bak - madan birbirlerinin yüzlerine baktılar, sonra bana döndüler: — Demindenberi ortalarda yoktun, sa- kın münasebetsiz bir şey yapmış olmıya- sın! Anneme babama da hiç yaranamam, ne yapsam, daha görmeden münasebet - siz bir şey yaptığıma hükmederler. — Gelin, görün; çok beğeneceksiniz, dedim. Ge'diler, gördüler, işte o zaman be - nim başıma geleni siz görseydiniz, ba - bam, kulağımdan yakaladı: — Seni gidi seni, bu ne hal, Bir şey söylememe vakit kalmadan ku- lağımdan çeke çeke odama götürdü. Ka- Pıyı üzerime kapadı. Ve tam bir haftada beni ne gezmiye götürdü, ne de bir İste - diğimi aldı. **k Bu adam ellerini bu vaziyette tut » tuğuna, ve epey de zahmetle yürüdü ğü belli olduğuna göre bir iş görüyor. İşi nedir; bu işi görenlere ne derler Bunları bilirseniz resmi gazeteden ke- siniz ve altına adamın ne iş gördüğü - nü, bu işi görenlere ne denildiğini ya - zıp bize gönderiniz. Doğru bilenlerden bir kişiye bir futbol topu, iki kişiye, el işi altı kişilik peçetelik, iki kişiye bi- rer Şirley albümü, diğer elli kişiye de ayr: ayrı güzel ve kıymetli hediyeler vereceğiz. Hediyeler Son Posta hatra- lıdır. Hem sizde birer hatıra olarak ka. lacak, hem de işinize yarayacak - tır. Bunların arasında dolma kalem, kurşun kalemi, hok - ka, sâbun, dünya ka- lemtraş, albüm, muh tıra defteri, diş fır - çası, diş macunu, ay- na gibi eşya Bilmeceye cevab ver we müddeti on beş gündür. Bilmece ce - “bım bize gönder - diğiniz zarfın üzeri - yardır. e a Diye bağırınca, işin farkına vardı. ne «Bilmece» kelimesini ve bilmecenin garetede Havada iki taklak sonra baş aşağı havuza indi. ettıktan bavuz tamir edileceği için Fakat havuza düşer düşmez çenesi kırılmıştı. Çünkü o gün, ıktığı tarihi yazınız, yu boşaltmışlardı. Bay Tekin de taşın üzerine düşmüştü. Sü-