| o za a EĞE A GEAR 8 Sayı. “SON POSTA Tıb uğrunda oğlunu kurban veren doktor Namlarına jübile yapılan doktorlarımız “ Son Posta ,, ya hatıralarını anlatıyorlar Şeyhületibba General Hazım Bellisan, Mümkün olsn günün 24 saatini de ayakta geçirecek. Sayın doktorun kerimesi: «— Babam, ssbahin yedisinde evden çıkar, gecenin dokuzunda, onunda dö « ner!» dedi. Bu yüzden General Hazım Bellisanı günlerce aradıktan. vakitli vakitsiz ka - pıyı çaldıktan sonra ele geçirebildim, Generalin ilk sözü: «— İhtiyar değilim amma, yaşım fazla.. Onun için dolaşmak, hamlamamak mec - buriyetirseyim.» Oldu. Sonra, güle güle ilâve etti: — Bu yaştan sonra, bâsübedelmevt $ırrına ermiş gibi, kendimi bebek farzedi- yorum. Onun için de «Bzbeks te oturu - yorum, dedi. Generali Hazım, gazeteci- lerden biraz mühteriz. Bazı arkadaşlarım, kendisi ile görüşüren, tabi istemiyerek o- Yacak, ufak tefek zühuller yapmışlar, Ge. neralin bu ilk tecrübelefinden gözü yi- mış. Not almak için kaleme, kâğıda dav - ranınca, sayın muhatabım; w Aman... Aman... Gene kâğıd, kalem çıktı, diye telâşlandı. Generalin sözlerini, işitmemezliğe gel dim ve tababet hakkındaki fikrini sor » dum, Şeyhületibba: — Tababet, şüphesiz ki ulvi bir ilim - dir, mukabelesinde bulundu. Fakat, pek çok ta acıları vardır. Doktor, daima har- beden, daima silâh karşısında kalan bir bir asker gibidir. Düşman, malüm: Mik - rob. — Size acı bir hatıramı anlatayım. Paristen henüz gelmiştik. Üç arkadaş idik, Bir ben, bir Cemi, Topuzlu, bir de Cemal merhum. Kur'a çektiler: Cemil Topüzlu, Hay - darpaşa hastanesi cerrahlığına, ben Gü - müşsuyu hastanesi cerrahlığına, Cemal #erhum da mektebi Tıbbiyei askeriye 2- Mmeliyei cerrahiya muallim musvinliğine tevin edildik, Hastaneye yakın olsun diye, Kabataş» ta Abdülezel Paşanın evini tuttum. Karım —— ————— — Geçti, oğlum, artık! Bundan sonra biç bir kadın senin yüzüne bakıp ta, kalbinin heyecanlarını senin karlı marzaranla dondurmaz. Bu ana değin Basil yaşadınsa, gene öyle yaşamıya de- vam edeceksin. Mânasız hodgümlığın- İs, içine bir etek karıştırmadan herca- dığın ömrün şimdiden matemini tut - Muya alış! En son hükmü bu olmuştu. Ve merdümgirizliği bir kat daha art- muştı. Hafizeder bile kaçıyor, onun lâ- kırdılarını cevabsız bırakıyordu. Boşa giden gençliğinin mes'ulü kendi değil de sair insanlarmış gibi, beşeriyete a- detâ için için kin bağlamakta idi. Ve bu kin ile beraber, gönlünde, Sapanlı köyünün, yavaş yavaş darissılasını düy- mıya başlıyordu. Orada, kendi varlığı kadar çorak, ve- rimsiz ve ıssız tabiat ile ne güzel imti- zac etmişti! —3.— Bahçede dalgın dalgın geziniyordu. Zihni o dakikada köye kadar Uzanmış; mektebin bomboş dershanelerine dal- mış; çocukların ter ve toprak kokan kalabalığını arıyordu. Tepesindeki #ğaçların yaprakları a- rasında birkaç tahe Ağustos böceği çatlayasıva ötmekte, bu pârlak ve sı- cak günün sanki, kendi dillerin ce methiyesini vapmakta idi. Çamlardan; ikide birde; çatır çatır sesler geliyor; kızgm güneşin patlattı- ğı kozalaklar dallarından kopup bir bir; kuru toprağın üzerine düşüyordu. Ortalıkta ağır bir hava vardı. Yer su- samış, nebatlar susamış, tablat; kaç günlük yağmur hasretile bezgin; bit « kin bir hal almıştı Ölmek üze- re bulunan çiçekler (o boyunları - nı mütevekkilâne bükmüş; kibar ve nazlı birer müşteri tavrile ağır ağır ge- Jip. de konan arıların ziyaretlerini men- fi bir tovırla Kabul ediyorlardı. Ahmed Ercan yoruldu.. bunsimıştı. Geldi; havuzun yanı başında durdu; serinlemek ihtiyacını duyan nazarlarını General Hazım Bellisan ve 9 yaşında bulunan oğlum ile buraya yerleştim. Mabeyinci Hacı Ali Bey, komşumuz idi. Bir gece yarın Ali Beyin ağası Bilâl ağa bize geldi: «— Beyefendinin iki mahdumu da çok hastadırlar, Aman koşun!» Dedi, Gittim. Çocukları müâyene eder etmez difteri. ye tutulduklarını anladım. Lâzım gelen ilâçları verdim. Sonra hastaneye koştum, kendimi dezenfekte ettirdim. Eve dön » düğüm zaman, oğlum karşıma çıktı, Baba diye boynuma sarıldı. Geri çekilmek iste- dim amma iş işten geçmişi bir kere... 24 saat sonra oğlum da hastalandı. Bak tım, difteriye tutulmuş. Bu yüzden duy- duğum ıztırab o kadar büyüktür ki şim- di bile, bakınız ağlıyacak gibi oluyorum. “Tam bir bafta uğraştım. Fakat çare bulmanın imkânı yoktu. O vakit, henüz serom keşfedilmemişti. Yavruma, Ölece- yosunlu suya dikti. Tam bu esnada, / başının üzerinde ko i pan gevrek bir kah- kaha, gayri ihtiyari kafasını kaldırıp yu- karı bakmasına se « beb oldu. Kendi o bahçesini kamşununkinden a « yıran alçak duva « tın öte tarafındaki kiraz ağacının üs - tünde, on yedi, on sekiz yaşlarmda bir genç kız, yerde gö « Tünmiyen (o birisile şakalaşarak, meyva topluyordu. v Halif giyinmiş - © ti. kollarını omuz - larına kadar çıplak bırakan bluzunun #itmda taze ve çevik vücudünün tenasübü seziliyordu. Kızın yalnız başı bir şiirdi. Olgun başakları hatırlatan delişmen kâküllerinin çer - çevelediği simada idea) kadın tipinin bütün güzellikleri, incelikleri vardı. Kulaklarına kirazdan küpeler takmıştı. Dişlerinin arasına alıp da gülerek ez- mekte olduğu kırmızı meyva düdakla- rile bir kül teşkil etmekte idi. Ahmed Ercan, yâlruzlığını rahatsız eden, düşüncelerini dağıtan bu küstah, bu münasebetsiz ve saygısız kıza öfkeli İbir nazar fırlattı. Kendini zorlamasa, çıkışacak, tekdir edecekti. O böylece huşunetle oraya bakarken, kızın da nazarları bu tarafa döndü, Za- ğine yakın bir trizmüz geldi Nefes ala- bilmesi için parmağımı âğzına Cildimi dişlediği için ben de hastalığa a - Şılandım. Evden, zavalı oğlumun ce - Bâzesi çıkarken ben de yatıyordum. Bir lenfatit ki sormayın... Bütün kolum, göğsüm kadar şişmişti. Başkalarının çocuğunu kurtermış, fa - kat kendi evlâdımı ölüme mahküm et - miştim. Bereket versin ki buğün tedavi çok te» rakki etmiştir. Bu gibi Arızalardan, insan, Bem kendini, hem de hastalarını koru » General Hâzım Bellisan: — Vâkâ bana hatıralarım: soruyor - sunuz amma, böyle teessür (vericilerini söylemek te nereden hatırıma geldi, dedi. Bakın, size Paristen bahsedeyim de biraz neş'eleniniz... Pariste, dersine en çok devam ettiğim gat, profesör Tiyyo idi. Fakat bir sabah erkenden arkadaşlar ile birlikte bir eğlen. tiye gidecek oldum. Profesör Tiyyo'ya tâzimkâr bir mektub yazdım. Evine gittim, Kartımın ucunu kırdım, mektubla beraber profesörün w- şağına verdim. Ertesi gün, vaktaki dersten çıktık. Pro İfesör Tiyyo hepimizi topladı, Damdan dü- şer gibi: «— Türkleri, nasıl biliriz? Barbar!» de. d Yanımda doktor Nazım Şerafeddin mer bum vardı. O bana baktı, ben ona baktım, apışıp kaldık. Profesör Tiyyo devam ediyordu: «— Evet, Türkler, barbar, nezaketten Ari bir millet, değil mi? Biz, Fransızlar ise, centilmenliği kimseye vermeyiz! Fakat, Mhtiyarlara, hocalara hürmet elzemdir. Bu, insanlığın vazifesidir. Dün, Hazım. evime kadar gelerek kar- tile beraber bu mektubu bırakmış. Hal- buki, bir Fransız talebem de, geçen haf. ta, bir kokota randevu ve.ir gibi posta ile şu kartı yollamıştı! (Devamı 11 inci sayfada) Yeni Edebi Romanımız: 6 KARLI DAĞA GÜNEŞ VURDU Yazan: Ercümend Ekrem Kiraz ağacının üstünde on yedi, on sekiz yaşlarında bir genç kız vallıcık utancından kıpkırmızı oldu. Atmağa hazırlandığı ikinci bir kahkaha dudaklarında dondu hiç bir şey söyle - meden, bir ceylân çevikliği ile yere at- ladı ve duvarın öbür tarafında birden kayboldu. Ahmed Ercanın keyfi kaçmıştı. Ar - tık bahçesine serbest serbest çıkamıya- caktı. Bu mel'un ağacı getirip oracığa dikmek te kimin aklına gelmişti? Böyle komşunun harimini *ecessüş #etmiye müsald bir yere kiraz #ğacı dikilir mi idi? Sonra bu genç kız, kimin nesi ise, ne kadar da terbiyesiz, saygısızdı! Bu tarafta bir bekâr adamın oturmakta ol- duğunu herhalde bilmesi lâzımdı. Bu- nu bildikten sonra da, onun bahçesine soktum. | Kırkpınar Güreşlerin başhakemliğini i yapan Kırklareli meb'usu Şev- ket Ödülü Kırkpınar dönüşü İstanbulda | Suyoleu Mehmed pehlivanla eski gü- reşler hakkında bir görüşme yaptığı es « nada buldum. Yağlı güreşler hakkında kendisinin neler düşündüğünü öğrenmek Jistedim. Beni çok nazik karşılıyan bu eski pehlivan idarecisi suallerime cevab ver- Jmeğe başladı: — Korkpmar güreşleri hakkında neler düşünüyorsunuz? | — Yağlı güreş Türkün ar'anevt bir Tardanberi rağbet görmüş, burada Türk pehlivanları boy ölçüşmüş ve birçok kıy. metli pehlivanlar burada seçilmiştir. Böy- lece Kırkpınar güreşleri seneden seneye İhalk arasında bir spor destanı olarak ya- yılır ve söylenirdi. Eski ihtiyar pehlivan Ilardan dinledik ve Suyolcudan da işiti * yoruz ki Kırkpınarda 27 kat davul, zur - ne kadar geniş olduğunu göstermeğe kâ - fidir, Ben bile Kırkpınar güreşlerinde küçük ve büyük ortalarda kırkar çiftin çarpıştığı günlere yetiştim, Biliyorsunuz ki Kırkpınar güreşleri yeniden ihya e - diliyor. Ve her sene biraz daha eskiye yaklaştırılıyor.» Şevket Ödülün burada sözünü kes - | tim. Ve: — Yeni güreşçilerie eski güreşçiler a - rasında bir muksyese yapar mısınız? de- dim. Sualimle Suyoleu Mehmed pehlivan da Ifazla alâkadar oldu, Şevket Ödül Suyol- İ cuya bakarken sözlerine şöyle deyam et- # — Kırkpmar güreşleri bize yeni isti - dadlar tanıtıyor. Bu gençlerden çok ü - midvarz. Şimdiki güreşçiler arasmda Ko- ca Yusuflar, Adalılar ve Kürddereliler â- yarına çıkacaklar bulunmamakla bera « ber Avrupada dünya şampiyonluğu ka - zanmış Ka Ahmedler derecelerine kabiliyette ge: 7 LULU bakan bir ağaca tır- manmaması ve he - Je arsız arsız kahkat ha atmaması icab ederdi. Bu hâdise zihnin » de yer etmişti. Dü- şündükce öfkeleri - yordu. O buraya ra- Yat etmek, şunun bunun gözünden u - zak, asude bir ha - yat yaşamak için gelmişti. e Koskoca, at kadar - bu tabiri âynen kullanıyor - du- bir kızın bu ra- hetı ihlâl etmiye ne hakkı vardı? — Değil mi, Hafi- Ze hanım? Sen söy- le, Allahını sever - seni İhtiyar hizmetçi efendisine karşı, bilmediği, tanımadığı suçluyu, mah - za onu yatıştırmak için, mazur gösler- miye çalışıyordu: — Cahillik, beyim! Kusura bakma - yın! — Nasıl bakmam? Ne hâkkı var, e - fendim, beni gözetlemiye? — Niçin gözetlesin? Kiraz toplamıya çıkmış oraya. — Bahçıvana topl$tsın. Kart karının, ağaçların tepesinde ne işi var? Bal gibi beni gözetliyordu.. alay bile etti, be -| nimle! — Ne haddine? sporudur, Bu güreşler Kırkpınarda ar) jna buluurmuş, Bu, güreş meydanınm! namzed ve bügün dahi o kadar kudret l 18 m güreşleri o - mazideki kadar inkişaf edebilecek mi? yapan Kırklareli meb “| Şevket Ödülü ile bir mülâkat Kırkpmmar yağlı güreşlerinin başha -| ” e RR Şevket Ödülü , — Bugünkü ptofesyonel güreşi miz.nasıl yetişmekte ve namı kazaf (tadır? z İ — Bugünkü birinci ve ikinci sınıf # pehlivanlarımız muhiti tenha ve > larak birdenbire serpilmiş gençle? © dir. Destedeh başlıyarak başa kadi güreşçi akranlarile boğuşarak bir mücadeleden sonra bugünkü küni alabilmiştir. Güreşçilerimizin hakiki herkes tarafından bilinememesi sızbk yüzündendir, Halen bir gl doğru gidildiğine göre birkaç sene İl de yağlı güreşlerde büyük bir ü göze çarpacak, halk pehlivanların * i kıymetlerini görecek ve takdir ederi tir. Za Bilhassa yağlı güreşler iki sne Partiden yakın alâka görmektedir çen sene ve bu sene Kırkpınarda güreşlerde derece alan pehlivanjarâ (Devamı 11 inci sayi oluyorlar. Ah” görsen! tardfına, havuzun başına gi pi Ayni nazarlarla karşılaşmakta, gir bir işitmekten çekiniyordu. Maamaf.h öfkesi biraz geçmişti #| — Canım! Nihayet kendi babi İğil mi? Ne isterse yapar. Ağaca “eg Basi oluyor? Diye, muhakemesini salim vee Bir akşam, nasıl oldu, bilmen kak kapısının önüne çıktı. Bu #5 üş yol hemen daima : ve buradan ancak civarda evleri vermiş köhn hit 'duvarın içine 8 terek küme halinde fişkırmış > bir-levhayı andıran manzâra si na gitmişti. Ver yer yosun tut katen güzeldi; ve Ahmedin * Çi sanatkâr ruhunu okşuyordu. 0 den birdenbire bir eteğin geçtiği” setti. Kendine geldi, baktı. Ağ30İ de bir tenis raketi ile ve çevik #” 4 1 geçiyordü. Muallinle göz eği med de bu selâma insiyaki bi ketle mukabelede ulan Kız, bitişik kün açık maklıkl: kapısını iti, içeriye Hi medin bakışları gi shtiye ai — Gürel kızcağız! diye m icanl: da. Allah bağışlasın! — Bizim burası istediğim Köp İha değil... kılığımıza, kıyafetim — Bu şehir çocukları böyledir. Sı - Birkaç gün, bu yüzden bahçe iç g y “ e, tehzi zannettiği kahkahayı di kendine: kar, kiraz da toplar, güler de. tıki bir mecraya ulaştırmıştı. tımsız, tozlu ve kenarlarını 1588 lar gelip reçiyordu, Sol taraf salkım demetini seyre daldr BU şuni taşların ortasında bu morlü O, bu temeşa ile meşgülkeb: © tünde görmüş olduğu o ayni e İince mütebessimane selim ver gf peşine takılmış, onu takib etm v Bu sefer öfkelenmemişti. LA itina etmemiz lâzım... (|