25 Mart 1936 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9

25 Mart 1936 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

25- 3- 036 Son Postanın Tefrikası ! 19 Kadın Casusların İçinde Takma Türk İsmi Kullanan!ar da Vardı kstihbarat servisi, faaliyetini arttırdık - ça, şebekesini de genişletiyordu. Artık ya- vaş yavaş, kadın casuslar da türemiye baş- hyordu. İlk bakışta sahnede, (Sarıyerli Büdiye) isminde bir kadın görünüyordu. Genç, to- parlak çebreli bir esmer güzeli olan (Bü- diye), cesur, pervasız, küstah, milli — ve dini hislere karşı yabancı, serbest ve lâü- Bali meşrep bir kadın olduğu için İtti - hatçılar devrinde bir çok defalar zabıta - nmn takibatına uğramış; bundan dolayı İt- Hibatçılara karşı kalbinde derin bir kin kal- mişti. Onun için mütarekeyi müteakip, bir çok müntekimler gibi bu kadın da sahneye a- tılmış; İttihatçıların aleyhinde açılan cere- yanda mühim bir rol almıştı. — * Önüne gelen yerde: — Kahrolsun, İttihatçılar.. — Hortlasın, maaş bağlamıştı. Polis müdürü umumisi Tahsin de zabıta hizmetine alınmıştı. Fakat bu kadın, bunlara kanaatle kalma- mış; Yunan Salibiahmer heyetinde de biz- mete başlamış; göğsünü, bu hizmetine mü- kâfaten aldığı Yunan madalyalarile do - natmıştı. Vatan hainlerinin bri alet gibi kullan - mak istedikleri bu kadım, bu ihanetkâr kuvvetler tarafından alkışlandıkça, şımar- miş; artık pek cüretkâr bir vaziyet al - mıştı. Ve 337 senesi kânunuevvelinde, ye- ni baştan bir maceraya atılmıştı. laştıktan sonra, Zonguldak tarikile gizlice Anadoluya geçmişti. İfa edeceği — vazife; Zonguldak, Ereğli, İneboludaki saf ka - yılıçı ve gemicileri kandırıp o havalide mil- N mücadele aleyhinde bir teşkilât vücuda getirmekti. Fakat bu menfur emel, tahakkuk ede « memişti. Zonguldak zabıtasının dikkat ve basireti sayesinde, (Bâdiye) Anadolu top- rağına ayak basar basmaz tevkif edilmiş; Kastamonu İstiklâl mahkemesine gönde - tilmişti. Orada cürmünü itişafa — mecbur kalan bu kadın; (amali milliyenin tahak- kukuna kadar, zabıta nezareti altında ika- met etmek) cezasile mahküm edilmişli, İlk kadın casuslarından biri de (Zebi - kor) isminde bir Ermeni karısı idi. Aslan Merzifonlu olan bu karı, Merzifan kolle- “jinde tahsilini bitirmiş ve tehcir esnasın- da umuüm meyanında Halep — taraflarına hefyedilmişti. Fakat bu tehcir kafilesi, Adanaya gel - diği zaman Zebika hastalanmımış, oradaki haslaneye yatırılarak Türk doktorları ta - rafından bhayatı kurtarılmış; ve bir Türk doktorunun himayesi altında Adanada kalmıştı. Mütarekeyi mütcakip — İstanbula gelen bu kadın derhal (müntekim) ler partisine iltihak etmiş ve nibayet istihbarat servisi- ne iltihak eylemişti. Oldukça iyi — türkçe söylediği için (mühtediye, Dilber Cavi - de) adını takınarak casusluğa girişmişti. Bu kurnaz karı, bu mel'unane fikrini | tatbik edebilmek için evvelâ temiz ahlâkh, | dindar, oldukça iyi aileden - fakat biraz | fazlaca safderun - olan bir Türkü iğfal et. miş; bu adamı kendine maske — ittihaz etmişti. Ve bu vasıta ile de bir çok Türk ailelerinin sâf harimine kadar girerek bir müddet bu suretle vakit geçirmişti. Lâkin biraz sonra, istihbarat servisi bu kadına vazife vermişti. (Dilber Cavidan) takma ismila Anadoluya geçecek, — milli mücadele aleyhinde casusluk edecekti. Bunu haber alan Dahiliye Vekâleti 6-7 tarih ve 637 numaralı şifresile bu kadının Anadolu toprağına ayak bastığı anda tev - | kifini - bütün sahillerdeki - zabıta teşkilâ - Una emretmişti. Ya, hakkında böyle bir &mrin verildiğini duyan ve yahut ta böyle | bir maceraya atılacak kadar kendinde ce- Saret bulamıyan bu Türk düşmanı kadin, | Asadol Ka Diğer casus kadınlara gelince; — evvelâ #ünu İyi bilmek lâzım gelir ki Ermeni ve Rum ihtilâl komitelerine mensup olanla- Tn karıları ve kızları, kâmilen birer fahri Casastan ibaretti. Bunlar, girip — çıktıkları Muhitlerde, Ermeniler ve Rumlar aleyhin- de bir tek söz ve yahut o zamanki taşkın- hklara kargı nefreti ima eden en küçük bir hareket görseler, derhal bunu müba - lâğah bir şekilde İtilâf devletleri — zabıta memurlarına ve istihbarat servislerine ba- ber verirler; ve hattü bu sözleri ve hare - ketleri, İtilâf devletleri aleyhinde suikastı ima eden manalarla tefsir ederek bühtan ve Bunların üzerinde daha fazla — durarak mevzuumuzu kabartmak — istemediğimiz - memurlarına geçiyoruz; ihtiras ve menfaat başlı bir kaç menfur çehreye süratle göz gerdiriyorur: WNuh—Huiıy'!ııilim larında, beyaz ve yuvarlak çebhreli, kara İ İ E t f F | İ F LERE ŞF z F f örmüştü î ! £ O devrin giyinişine na - Beyoğlunda ; t İ İ f & ? Kızını da dolgun- î , istihbarat servisine müddet büro işlerinde ! LE ! : g j ş â tevkif emri verilmişti. Dört hasta bakıcı — 337 senesi mayıs ayı içinde islihbarat servisi, yeni bir te - şebbüse girişmişti... O sırada İstanbuldan rilmek üzere de bunu haber alan servis, bu fırsatı ganimet bilmiş; İngiliz amaline hiz- met eden bir iki doktorla, caşusluk etmek için dört hasta bakıcıyı bu bheyet arasına sokmak istemişti... Bu kadınlar, memur e- dilecekleri hastanelerde yaralı zabit ve ef- rat ile daima temas halinde bulunmacakla - rından, alacakları malümatı hususi vasıta- larla istihbarat servisine bildireceklerdi. Bereket versin ki, Hilâliahmer merkezi umumisi, bu maksadı derhal hissetmiş; bu hainane maksadın husulüne meydan ver - Müzeyyen Hanım — Gene bu mayıs ayı içinde, istihbarat servisine mensup Müzey- yen isminde bir kadın, Anadoluya gönde - rilmek istenilmişti. Bu hanım Rumelihisa - rında ikamet eden veznedar Abdullah Be- yin kerimesi idi, İstanbul teşkilâtı tarafından zamanında haber alındığı için, istihbarat servisinin teşebbüsü de akametle neticelenmişli. (Arkası var) — rarr a aann d ai nn eee Saçları dökülenlere KOMOJEN KANZUK Saç eksiri Saçların dökülmesinc ve kopeklen- mesine mani olur. Saçların kökle rini kuvvetlendirir ve besler. Tabil renklerini bozmaz, lâtif bir rayihası vandır. İngiliz Kanzuk Eczanesi Beyoğlu - İstanbul SON POSTA Umumi parklarda ve hattâ bunları ken- di hususi apartımanları gibi kullanan ser- serilerin arasında bile bir nevi aristokrasi vardır. Valans bunu bilmiyor, ancak his- sediyordu. Fakat şimdiye kadar yaşamış olduğu mürelfeh hayattan birdenbire su- kut edip te, koca şehrin kalabalığı arasın- da tek başına kalınca, bacakları, onu gay- ri ihtiyari, Madison parkına sürüklemişti. Tıpkı genç bir mektepli kız gibi ham ve sert olan mayısın soğuk rüzgârları, ağaç - ların dalları arasında soğuk soğuk esiyor - du. Valans paltommu düğmeledi, son si - garasını tellendirdi ve oradaki tabta sıra - lardan birinin üzerine çöktü. Üç dakika kadar, son yüz dolarını delicesine sarfet- tiğine acındı. Ondan sonra da bütün cep- lerini birer birer aradı. Fakat tek bir nikel para bile bulamadı. O sabah apartımanını terketmişti. Bütün eşyası, bazı borçlarının ödenmesi için satılmıştı. Üzerindeki kos - tümden maada, diğer bütün — elbiselerini, aylık borçlarına mukabil uşağına vermişti. Koca şehirde onun için artık yatacak bir yatak, yiyecek bir istakoz yoktu. Tramvaya binecek ve yahut yakasına takmak üzere bir karanfil çiçeği alabilecek — parası bile kalmamıştı. Gerçi yalan söyleyip arkadaş- larından borç para alabilirdi... Fakat bu- nu yapmağa tenezzül etmemiş ve parkı ter- fransızcayı sühuletle / <ib etmişti. Bütün bup Ffelâketin sebebi, amcasının, pek serbest |yok yere kızıp onu mirasından mahrum bı- 'ederi, İngiliz muhipler ce- | Yakması, aylığını kesmesi ve kapı dışarı et- gti |mesiydi. Amcasının bu öfkesinin eaiki de, l yerleş- İyeğenine almak istediği bir kızı Valansın kul -|beğenmemiş olması idi... Saçma bir se - bep değil mi?.. Her ne ise, ihtiyar am - canın, ailenin başka bir kulundan bir ye - üeni vardı... Bir zamanlar varis o idi. Fa- kat uslu durmamış, bir çok senelerdenberi Nevyorkun çirkeli içinde kaybolup git - mişti. Şimdi amcası dört koldan adam sal- dırmış, eski mevki iade etmek için bu kayıp yeğenini aratıyordu. İşte bu yüzden Valans cehennemin en karanlık kuyusuna atılmış ve küçücük par- kın, sefil, perişan, serseri sakinleri urası - ha düşmüştü. Bir aralık arkasına yaslandı ve sigara dumanlarını gülerek ağaçlara doğru sa - vurdu. Hayattaki rabıtalarının böyle bir - denbire kesilmesi onda garip bir hafiflik, bir serbestlik hissi uyandırmıştı. Kendisi- ni, tıpkı paraşütünü atıp balonunu kendi başına salvermiş bir baloncu gibi hissedi - yordu. Saat ona yakındı. Parktaki sıralarda he- nüz o kadar kalabalık yaktu. Park sakin - leri, her ne kadar sanbahar — soğuklarına karşı muannidane bir mukavemet göste - rirlerse de, ilkbaharın soğuk — rüzgürlarile birdenbire karşılaşmaktan çekinirler. Bir müddet sonra, hskiyeli havuzun ya- nındaki sıralardan herifin biri kalkıp geldi ve Valansın yanına oturdu. Genç mi idi, ih- tiyar mı idi, belli değildi. Adi yatakhane - lerde yata kalka üzerine küflü, ekşi bir ko- ku sinmişti... Çoktanberi yüzü ustura gör- memiş, saçına tarak dokunmamıştı Bir kib- vit istedi ve bunu vesile ederek konuşma - ka başladı: — Sen her halde buranın gedikli mü- davimlerinden değilsin... Ben de az çok elbiseden anlarım... Galiba parktan geçer- ken, şöyle bir kaç dakika dinlenmek iste - din de buraya oluruverdin... Biraz ko - Birisile konuşmağa, birisinin yanında — bulunmağa öyle muhtacım ki!... Korkuyorum.., Fe - nuşmama müsaade eder misin?.. nasile, su katılmamış bir cebennem... Bir gün hâlis çini tabaklarından yemek yer- sin, ferdası gün de Çin mahallelerinde, pis bir Çinli lokantasında kokmuş et yersin... Ben de oldukça talihsizlik çektim. Beş se- nedenberi sürünüyorum. Dilencilikle geçi- niyorum... Halbuki hiç bir iş yapmadan, rahat, kibar bir hayat sürmek üzcre yetiş- tirilmiştim... Seni bu sözlerimle — rahatsız etmiyorum ya?.. Ne yapayım? Birisile ko- nuşmak mecburiyetindeyim... Korkuyo - ram.., Fena halde korkuyorum... 4 Ayddır... Riversayd Drayvda oturan mil- yönerlerden ihtiyar Poldingin amcam ol - duğunu söylesem inanmazsın değil mi?.. Fakat hakikaten amcamdır... Bir zamanlar onun konağında otururdum... — İstediğim kadar param vardı... Yanında bir içki pa- rası yok değil mi mister... Valans, hiç tereddüt etmeden: — Benim ismim Dovson... Hayır azi - zim... Manlesef bir tek nikelim bile yok, dedi. Ayd sözüne devamla: — Bir haftadanberi Morris isminde bir hırsızla beraber Divijin sokağında bir kö- mürlükte yatıyordum... Başka yerim yok- tu. Bugün biraz dışarıya çıkmıştım. Bak - tım ki cepleri kâğıt dolu birisi beni soruş- turuyor. Sivil bir polis zannettiğim için bü- tün gün o semte uğramadım. Akşam ka - ranlığından sonra gittim... Bir de baktım ki bana bir mektup bırakmışlar... Hem de kim yazıyor bilir misin?.. Meşhur avukat Mid... Amcam Polding, maziyi — unutup tekrar evine avdet etmekliğimi istiyormuş.. Beni gene milyonlarına varis yapacak ve cep harçlığı olarak ta senede on bin do- lar tahsis edecekmiş... Bunun için de ya- rin sabah saat onda avukat Midin yazıha- nesinde bulunmaklığım lâzım... — Halbuki ben korkuyorum... Fena halde korkuyo - ram, dedi. Birdenbire ayağa kalktı ve titriyen el » lerini havaya kaldırarak boğuk bir ses çı - kardı. Valans onu kolundan tutarak zorla $- Taya oturttu. Yüzünden hafif bir istikrah alâimi belirmişti. Sert bir sesle: — Kendine gel... Seni gören yeni bir servete kavuşmak üzere olduğunu — değil, henüz bir servet kâybetmiş olduğunu zan- neder, Neden korkuyorsun? dedi. Ayd, sıranın üzerine büzülmüş, zangır zangır titriyordu. İki elile Valansın koluna sarılmıştı. Hava soğuk olduğu halde al - nından buram buram ter akıyordu. Minl - dana mınldana söyleniyordu: — Sabah olmadan, başıma bir felâket, beni bu paraya kavuşmaktan menedecek bir felâket geleceğinden korkuyorum. Ayd sözünü kesti ve acı bir sayha ata- yak yerinden sıçradı. Etraftaki sıralarda 0- turanlarda bir hareket görüldü. O tarafa bakmağa başladılar, Valans herifin kolun- dan tuttu ve onu teskin etmeğe çalışarak : — Gel seninle biraz dolaşalım... Sakin olmağa gayret et... Korkacak, heyecana gelecek bir şey yok... Sana bir şeycikler olmaz... Korkma... Bu gece de öteki ge - celer gibi geçer. gider, dedi. Ayd hâlâ titriyordu. — Teşekkür ederim... Amma beni sa- Dovson? kın yalmız birakma, olmaz mi Benimle şöyle biraz dolaş... Evvelce sinir buhranı nedir bilmezdim. Hiç başıma gel- İmemişti... Hem de bin türki cehennem a- zabı, bin türlü meşakkatler çektiğim hal - |de... Şöyle hafif tertip bir yemek tedarik edebilsek. Benim sinirlerim bozuk,.. Di - na halde korkuyorum. Derdimi, ötede o - |lenmeğe bile takatim kalmadı, dedi. turanlardan bir kaçına açayım, dedim; be- ni çıldırmış zannettiler. Doğrusunu ister « seniz bugün topu topu bir tek yavan hal - ka ile bir elmadan başka bir şey yemedim. Buna rağmen yarın üç milyonluk bir ser- vetin varisi makarmna geçeceğim — ve şu karşıda gördüğün, etrafı otomobillerle çev- rili olan lokantayı belki de çok hakir, çok yabancı bularak orada yemek yemeğe te - nezzül hile etmiyeceğim... değil mi? dedi. Valans güldü: İnanmıyorsun — Tamamile inamıyorum azizim... Dün öğle yemeğini ben o lokantada yemiştim. Halbuki bt akşam bir fincan kahve içe - cek param bile yok, dedi. Serseri: — Sen her halde bizden değilsin... Man. mafih dünyada olmadık olmaz... Bir kaç sene evvel benim de yüksek bir mevkiim vardı.., Sen niçin hayatın çarkından frlı- yarak buraya düştün? diye sordu. Valans omuzlarını silkti: — Ben mi? Hiç... İşimden çıkardılar da... dedi. Ötekisi sözüne devam ederek: Valans onu Broadway caddesine doğru götürdü. Kuytu bir yerde bıraktı ve bek - lemesini söyliyerek, orada, kendisini ga - yet iyi tanıdıkları bir otele girdi ve her za- manki lâkayt tavrile bara yakalaşarak gar- sonu çağırdı: N — Diışarıda pek zavallı bir adamcağız yar Cimmi... Aç olduğunu söylüvor... Ha- kikaten de aça benziyor... Para verzem, gidip meyhanede içecek... Şuradan bir iki sandeviç yapıver de bari herifir karnını daoyurayım... Kaorkma, sandoviçlerini so- kağa attırmam, dedi. Cimmi: — Başüstüne Mister Valans... Bu zaval hların hepsi de yalan söylemez ya... Her ne de olursa olsun... Bir insanıa aç kal - masına hiç dayanamam, dedi. Bir havlünun içine bol bol jambonla, so- Buk et sardı. Valans bumnu alarak sokağa çıktı. Ayd hemen yemeğin Üzerine sal dürdt ve bir müddet tıka basa — yedikten sonra elinin tersile ağzımı sil. — Bu sene daha bu kadar mek yememiştim. Sen Dovson? dedi. izel bir ye- — Bu şehir yok mu? Vallabi, tam ma-/ — Valans: ü -|ki münasebat tıpkı eski — Hayır, teşekkür ederim... Karmnım aç değil, dedi. Ayd: — Öyle ise, haydi parka dönelim. Ka « lan yemeği sakhyalım; yarın kahvaltı. & deriz. Fazla yiyemiyeceğim... Kusacağıme hüstalanacağım diye korkuyorum... — Ya gece sancılanır da sabaha çıkamazsam?... Avukatla görüşme zamanına daha on bir saat var... Beni yalnız bırakıp gitmiyecek- sin değil mi Dovson? Başıma bir şey gee İsmim |lecek diye ödüm patlıyor. Sahiden gide « cek bir yerin yok değil mi? dedi. Valans gülerek: — Hayır... Bu gecelik gidecek hiç bit yerim yok, Seninle beraber burada, bir sis Tanın üstünde sabahlıyacağım, dedi. Aydı — Eğer bana doğruyu söylüyorsan, bağ şna gelenleri hakikaten harikulâde bir «& gunkanlılıkla karşılıyorsun. İşini kaybedı bir adamın, hiç olmazsa ilk günleri, otur saçını, başını yolacağını tahmin ediyordumğ dedi. / Valans omuzlarını silkti: — Demin de söyledim ya... Ben de feri dası gün koca bir servete konacak bir a « damın içinin rahat olacağını tahmin edi « yyordum, dedi. j Ayd başını salladı: — Ne tuhaf dünya... Felâket te, se « winç te insanlara başka başka tesir ediyor.ş İşte sana boş bir sıra Dovson. Tam da be « nim sıramın yanında... Burada — sokağın ısığı da gözüne gelmez... Baksana Dov « son.., Ben yarın bizim ihtiyar amcaya söye lerim... Sana, mühim mücsseselerden bi « rine bir tavsiye mektubu versin. Bana but akşam o kadar yardım ettin ki!.., Eğer sağ na rastgelmeseydim, bu geceyi bir türlü gea çiremezdim... dedi. Valans: — Teşekkür ederim... Kuzum Ayd..d Bu sıtaların üzerinde nasıl uyursunuz? Üe Tanır yatar misiniz, yoksa oturduğunuz yete de mi uyursunuz? dedi. Valans saatlerce gökteki yıldızları sey, e retti; sokaktan geçen hayvanların asfalt e zerindeki ayak seslerini dinledi. Zihni bi tün faaliyetini muhafaza ediyordu. Fakatf — hissiyatı uyuşmuştu. His namına hiç bir şey kalmamıştı. Şu dakikada ne esef, ne kore ku, ne acı ve ne de rahatsızlık... Hiç bir şey hissetmiyordu. Sevgilisini bile düşü « nürken, onu şu baktığı yıldızlar kadar u « zak bir diyarda imiş gibi, gayet âfüki bit surette düşünüyordu... Yanı basında yatalış — herifin müvazenesiz harekâtım düşünü « yor ve kendi kendine - gülüyordu... müddet sonra sütçü arabaları şehri istilğ etmeğe başladı. Valans ta kendinden ge « gerek derin bir uykuya daldı. Ferdası gün, sabah saat onda, her ikisi de avukat Midin yazıhanesinin önünde bu- Tunuyorlardı. Randevu saati — yaklaştıkça Aydın asabı büsbütün bozuluyordu. Ne « rede ise düşüp bayılacaktı. Valanı, — onu yalnız bırakmak istemediği için yazıhanes ye kadar onunla beraber gelmişti. İçeri girdikleri vakit Mid onlara hay « retle bakıyordu. Avukat ötedenberi Va « Tansın dostu idi. Selâmlaştıktan sonra, çeh- resi bembeyaz kesilmiş, her tarafı zangıt zangu Ütremekte olan Ayda baktı: — Sizin adresinize dün akşam bir mek« tap daha göndermiştim Mister Vayd. Fa« kat sizin orada bulunmadığınızi ve mek « tubu alamadığınızı - bu sabah Çok müteecasifim, fakat amcanız öğrendim. Mister Biz — Polding sizi tekrar evine alıp kendine va- — rTis yapmaktan vaz geçti... Elyevmi mevcut vaziyetin değişmiyeceğini #ize söylememi tenbih etti.. dedi. Aydın ütremesi birdenbire durdu. yü- züne biraz kan geldi. Olduğu yerde dim « dik doğruldu. Çenesi ileri fırladı ve ygözle- rinde bir parıltı belirdi. Bir eski püskü şapkasını arkaya itti. Ötekini de avukata doğru uzattı. Derin bir nefes aldı ve biz kahkaha savurduktan sonra: — Moruğa benim tarafımdan — söylet. Cehennemin dibine kadar yolu var, diye bağırdı ve arkamnı dönerek seri edınlarle yazıhaneden çıkıp gitti. Avukat Mid. arkada döndü ve gülerek: kaları — Valansa — İyi ettiniz de geldiniz. Amcanız dere bal eve dönmenizi istiyor... Dün acele ka- rar verdiğini, bilâhare meseleyi uzun uza- dıya düsündükten sonra pişman olduğunu ve fikrini değistirdiğini söyledi. Aranizda» cektir... Yani hem varis olacak, hem de aylığınıza. .. R Avukat birdenbire sözünü keati ve kâ < yemiyecek misin | ibine dönerek: 4 — Adomel Çabuk bir barda: su getif — er V aa gibi devam ede « — € S

Bu sayıdan diğer sayfalar: