" 100 Eylâl Festivale Dair — Festevale.. Yestivlilli.. Fes- 'tivâlen.. Sülâsisi.. — Ne 07 Ne oluyorsun, Ha- san Bey? Arapcaya mi çalışıyor- sun 7 — Hayır. Anlamadığım bir kelime de, kamusa bakacağım; manasını araşlıracağım.. onun İçia Sülâsisini bulmıya çalışıyorum. — Bu hangi kelime, böyle? — Feslival! — Ayol o arapça değil, firenk- ge. Şenlik demek. — Yal, Peki, ne diye, Türk- çesi durürken — firenkçesini kuk- lanmışlar, böyle? — Yabancılarda bu şenlikle- re gelecekler de onun İçla; on- lara peşkeş olsun diye. — Bir tek kelime ile peşkeş olur mu? Bari, elimiz değmiş ikoen, misafirlerimizin burada en çok temas edecekleri şeylerin de adını ona göre firenkleştirse Idik. — O, olmaz! — Ya, bu oluyor ya? — Evet amma, bunu ukalânın birli bulmuş, yenmiş, bir iştir olmuş.. Artık sen de bunun Üze- rinde ısrar etme, — Haydi, etmeyim. Lâkin bu şenliklerin faydası nedir? Onu bana söyler misin? — Yurdumuzu yabancılara ta- nıttıracak, beyendirecek, sevdire- ceğiz, Balkan dostlarımızla bura- da, güzel —Istanbulda buluşup, gülüşüp eğlenecek, hoşca vakit geçireceğiz. Senin kısaca anla- yacağın, bu bir dost toplantısı olacak. — Öyle ise, hoşuma gittil Doğrusu bu çok Iyi şeyl Lâkin, aklıma şöyle bir sual geliyor. — Söyle; içinde durmasın. — Şunu biraz evvel, daha er- kence yapsa idik ne olurdu? — Daha evvel yapacaktık da ne olacaktı? — Bol bol Avrupada, Mısırda, Saryede, hatta Amerikada reklâ- J SA Hasan Bey — Hizmetçinizi yine değiştirmişsiniz.. Ev sahibi — Evet. Neden anladınız Hasan Bey — Parmak> İzleri mını yapardık. Euraya birkaç yüz gezgin çekerdik.. Memleketa beş on para girer, azıcık da kendimi- zi tanıtmamıza bu fesile olurdu. Halbuki bu şeklile yestival, konu komşu arasında bir helva sohbe- tinden farksaız bir. İş oluyor değil mi? — Öyle, Hasan beyciğim! Inşallah bu yıl muvaffak - olurda, bundan sonra propagandamıza birar daha önem verir'z. Zira, propagandasız buraya gezgin çek- mek ham bir hayal olur. Halbuki, bu şehre gerzgin girmedikçe de, Istanbulluların yüzü gülmez. Doğ- ru mu? — Pek doğru söyledin Hasan beyciğim. Aferin sana. Aklınla yaşal başka da ondan! — Lâkin bu bir başlangıçtır. | Hasan Bey — E;vah... Bu sefer de cılk çıktıl.. (O00 A Garson Olacakmış Destan Acunun haline ibretle bakıp, Kaleme sarıldım, yazdım bir destan.. Burnunun ucuna gözlüğü takıp, Dikkatle, sevk'ile okusun ihvanı * Kavuşurken âlem biraz barışa, Uluslar kalkıştı tekrar yarışa, Korkarım ortalık bir gez karışa, Debelleş olunca Habeş, Italyan. * Ticarette her gey çıktı pabaya Ermedi bir türlü beşer rehaya, Böylece sürerse İlâ nihaye, Damarlarda kanı kurutur. buhran, N Hiçbir millet artık olamaz esir, Andlaşma, filân da etmiyor lesir; Versayı kendince eyleyip tefsir, Bu işte önayak oldu Alaman ! » Bugünkü durumun gelmemiş eşi, İnsanlar anladı, geş ile beşi, Kafese koydular ayla güneşi, Yendi tabiatı ilimle irfan | * Köhne kurulları atıp kaaara, Yol verdi endüstri. makinalara, İtiraz, mitiraz etmiyor para, Kupkuru lâllara kalınıyor meydau ! » Cümlenin barıştır gerçi tavası, İçinden bozuktur fakat esası, ( Pazar Ola |) budur lâfın kısası; Hepimize akıl, ua vere Yezdan ! Fırtına Hasan Bey, bir gün, yağmurlu bir havada karısını dinlemeyip yeni e!lbisesini giymiş, ıslatmıştı. Gök gürlüyor, şimşek çakıyor, bir yandan da yağmur bardak- lardan boşanırcasına yağıyorken, © da, kendi evinin kapısına sığın- mış, bir türlü İçeriye girmeye cesaret edemlyordu. O aralık, onu —pençereden gören komşusu, seslendi: — Na o, Hasan Bey? Fırtına- dan mı korkuyorsun? Hasan Bey, başını salladı: — Hayır, komşul Bu fırtına birşey değil. Bana vız gelir.. Birazdan İçeride kopacak olan fırtınadan korkuyorum! dedi, | Hasan Beyin küçük oğlu he« sapta dalma yanılıyor, hele ye- künları mutlaka fazla çıkarıyordu. Bu yüzden babası birgün onu paylıyordu: — Ne olacak senin halin böy- le?. Hesapta daima yanılırsan, sonra ne yaparsın? Büyüyünce ne iş görürsün? Çocuk pervasızca cevap verdi: — Plâjda garson clurum, babal Doktor Tabelası Pazarola Hasan Bey, Babiâli caddesinden geçerken, bir kapının öSnünde şu İevhayı ürdl:"l)olıtu N.. Kulak, boğaz, burun ve nefes borusu hastalıkları..,, — Allah Allah! dedi. Bu kadar çok hastalığa müptelâ bir adam ne yüzle doktor olur? Pazarola Hasan Bey, bir dostu ile bir dağ gezintisi yapıyordu. Yalçın bir kayanın tepesine ulaştılar. Oradan aşağıya derin bir uçurum iniyordu. — Dostu, Hasan Beye: » — Nasil? diye sordu. Boşluk insanı çekiyor, değil mi? Hasan Bey: — Tabiü, dedi. Ben bunu çoktan denedim. Kesemde ne zaman — boşalsa, — alacaklılarımı çeker! Hasan Bey Avda Hasan Bey tavşan avına git- mişti. Beraberine bir de kaplum« bağa almıştı. Dağda, bir bildiğe rastgeldi. Bu; — Nereye böyle, Hasan Bey? diye sordu. — Tavşan avına çıktım. — Eh, bu kaplumbağa neci? — Bizim oğlan, kaplumbağa- nin yarışta — tavşanı — geçtiğini kitapta okumuş.. Ben de onun için, köpek yerine — bunu alıp getirdim! Hasan Beyin Keramet! Pazarola Hasan Bey, sokakta bayan —Aytene rastgeldi. — Elin: tuttu, baktı, sıktı. — Oo, maşallah! dedi; yakıt - da evleniyorsunurz.. Tebrik ederl.n, — Ne biliyorsunuz? j — Elinizden.. Hem de, bizlır mahallede oturan bay Bahbir'c! evleniyorsunuz! — Evet. Bunu da çizgilerde mi okudunuz? — Hayır; parmağınızdaki nişan yüzüğünü tanıdım.. Bay Babir ' onu sizden evvel — başkasına vermi elimde!ci aa — Amanl Kocum denize düştü.. Çabuk, elindeki oltayı atıver. Hasan Bey — Durunuz, Bayan: Ucuna yem takayım!