Hilâl -ve- Zambakifi Büyük Tariht Roman Muharriri: A. R. No:4 Kızıl Elbiseli Adam .. a O; Can Acısile Feryat Ederken, Herkes Başını Çevirmiş, Kulaklarını Tıkamıştı .. Annem, çılgın gibi benim üs- tüme atıldı. Kollarının arasına aldı, hıçkıra hıçkira ağladı. O gece sabaha kadar uyumadı... Ertesi günü, annem beni kapalı | bir arabaya bindirdi. Büyük bir meydana götürdü. Burası, mahşer gibi kalabalıktı. Yalnız ortada | bir boşluk bırakılmış, buraya da yüksek bir kerevet yapılmıştı... Birdenbire her taraftan: — Geliyor.. geliyor... Sesleri işitildi. Annem, araba- nin meşin perdesini aralıyarak bana parmağile bir araba gös- terdi: — Bak.. dikkatli bak evlâdım. Dedi... Baktım. Araba, yavaş yavaş o kerevete doğru ilerliyordu. Her tarafı açık olan arabanın üs- tünde, zincirlerle bağlı bir adam yatıyordu. Araba kerevetin ya- nına kadar getirildi. Kıpkırmızı elbiseler giymiş adamlar tara- findan o zincirli adam arabadan ndirildi. Kerevetin Üzerine çıkarıldı. Ortadaki direğe bağ- landı.. Kızıl elbiseli adamlardan biri oradaki ocaktan kıpkırmızı olmuş bir demir aldı. O adamın vücudunda dolaştırmaya başladı. | O kızgın demir dolaştıkça adamın | vücudundan hafif dumanlar çıkı- | yor, arkasında izler kalıyordu. | Adam inliyor, kıvranıyor, çektiği | ızlırabın acısına dayanamıyordu., O kırmızı elbiseli adam - ki, son- radan bunun cellât olduğunu öğrendim - elindeki bu kızgın demiri fırlattı, attı. Sonra ocak- tan yine kıpkırmızı kesilmiş bir kelpeten aldı. Bu kelpetenle, o ye başladı. Can acısında gözleri dışarı fırlayan adam, boğuk bo- guk feryat ederken herkes başını çevirdi. Kulaklarını tıkadı. Cek lât, bu işi da bitirdikten sonra elindeki — kelpeteni sefer de ocaktan yine kızgın bir kıskaç — ald... Buü — kıskaçla © adamın sağ kolunun dirseğini yakaladı.. yavaş yavaş bükmeye başladı. Dayanılmaz bir feryat arasında bir kemik — çatırdadı. O adamın başı, baygın bir halde göğsüne sarktı. Cellât, büyük bir sükünetle kıskaçı önüne bıraktı; yanında ;duran topuzu eline aldı, Havada —üç defa salladı. O adamın, göğsünün Üüstüne düşen başına fırlattı. O anda bu talih- siz baş — parçalandı. — Dağılan kemik parçaları etrafa - sıçradı. Bunlardan bir parçası, — geldi; benim — alnıma.. ta, — şuraya çarptı... Ben artık, iş bitti zanne- diyordum. Ve hattâ, meşin per- deyi kapayarak geri çekiliyordum. Fakat cellât bu defa da belindeki uzun ve enli yüzlü kılıcı çıkardı. Her tarafında yanık - izleri ve geniş kan lekeleri görünen cesedi, dört parçaya ayırdı. Ondan sonra halka dönerek: — Paydos!... Diye bağırdı. Birinci Fransuva, dirseklerini koltuğun — kenarlarına — dayamış olduğu halde gözlerini Şövalyenin gözlerinden ayırmıyor; büyük bir dikkatle onu — dinliyordu. Söz buraya gelince, dayanamıyarak sordu: — Bu adam kimdi, Şövalye?. bıraktı. " Buü | —0 — Şövalye, eline aldığı şarap bardağını son damlasına kadar içtikten sonra cevap verdi: — Acele etmeyiniz şevketme- ap. Bu adamın kim olduğunu, ben de pek geç öğrenmiştim... Bu feci gahne biter bitmez, annem arabanın meşin örtüsünü çekmiş, arabacıya: — Haydi.. Stiratle dön. Demişti... Başindan sonuna kadar gözümlü kırpmadan seyret- tiğim bu kanlı vak'a, dimağımda büyük bir tesir husule getirmiş.. Bütün his ve sinirlerim, adeta taş kesilmişti. Meydanın gürültüsünden uzak- laştığımız zaman, annemin sapsarı çehresi bana çevrildi. Aramızda şu kısa muhavere geçti: — Gördün mü?. — Evet.. — Bunu, sakın unutma. — Hayır. Ertesi günü tekrar arabaya bindik. Romayı terkettik. Yine uzun bir yolculuktan sonra şato- muza avdet etmiştik... Aradan birkaç sene geçti. Annem birden- bire elbisesini değişti. Matem el- bisesi giydi. Zaten yüzü hiç gül- miyen kadın, o günden sonra artık büsbütün canlı bir cenaze hâline gelmişti... Ben, her gün şövalyeler arasında, at sırtında, yabani domuz avında vücudüm gibi kalbim de nasırlaşa nasırlaşa büyümüş, tam on dokuz yaşıma gelmiştim. Annem, aylardanberi yattığı hasta döşeğinde solgun evimize | bir gül gibi her gün biraz daha bağlı adamın tırnaklarını sökme- | kuruyor; dokunulduğu anda dagğı- hverecek gibi bir hâl alıyordu.. Bir gün, yine bir domuz avından döndüğüm zaman dadım Jorjet şatonun merdivenlerinde önlüme geçti. Nemli ve mustarip gözlerile yüzüme bakarak: — Koş.. annen seni görmek istiyor. Dedi... Koştum. Onun daire- sinin kapısından girerken orada bekliyen papaza o kadar şiddetle çarptım ki, bu zavallı Allah ada- mını az kalsın annemden daha evvel Aahirete gönderiyordum... Yatağının dibina diz çöktüm. Ka- dit haline gelmiş olan sap sarı ellerini alarak yüzüme gözüme sürdüm. Ve ona ilk defa olarak şu suali sordum: —Anmnel... Benim babam kim? Onun eli, yavaş yavaş yastı- ğinın altına uzandı. Oradan çı- kardığı bir kâğıt paketini bana uzattı. Yorgun ve solgun dudak- ları kıpırdadı : — Al evlâdım.. oku.. babanın intikamını al . Diye mırıldandı. Şövalye, elini alnına dayadı. Kalbi, en derin noktasından tit- reye titreye uzun bir nefes aldı. Kıral birinci Fransuva başını kal- dırdı; — Heyyy, Basinyak.. Bir şişe | şarap daha... Diye bağırdı. Şövalye, bir dolu bardak şarabı, bir. hamlede — içtikten sonra Bözüne devama başladı: (ÇArkası var ) Hüsnüniyet V Sahibi Kadın — Ben piyanoya otur« duğum zaman neden öyle müs- tehzi gülüyoram?. — Başının ucundaki vazonun düşmesi — ihtimalini Düşünüyo- Düngya İktısat Haberleri Yunan Ihracat Ofisi Atinadan bildiriliyor: Yuna- Veni var nistan — bütçesine konulan para ile iş gören ihracat ofisinin — işleri iktısadi leketle olan anlaşma ve kontejan işleri gibi yeni — meydana gelen meselelerle ayrı ayrı uğraşmak zarureti — yanında mahdut olan tahsisat dış pazarlarda yapılmakta olan ve arttırılması — düşünülen propaganda — işlerine — istenilen vüs'ati vermiye imkân bırakma- maktadır. Bunu nazarı dikkate alan ve ihracat ofisinin faaliyete her za- | mandan fazla lüzum olduğu ka- | baatinde bulunan hükümet ihracat ofisine yeni bir varidat membaı bulmağı düşünmüş ve ithalât ve ihracat işlerile uğraşanlardan alı- | nacak ufak bir resim ile bu işi halletmeği muvafık bulmuştur. Maliye ve İktısat Nazırlarının | müştereken mevkil tatbike koy- dukları bir kararla bundan sonra Yunanistan gümrüklerinde bütün ithalât ve ihracat beyannamelerine | birer dırahmi (100 para) kıyme- tinde ihracat ofisi — menfaatine olmak üzere birer pul yapıştırıla- | caktır. Bu suretle ibracat ofisine oldukça mühim bir varidat temin edileceği tahmin edilmektedir. * 1934 senesi ilk Üç ayına ait harici ticaret bi- lânçosuna nazaran Amerika birleşik devletlerinin ihra- catı 1.018.367.000 — ve 829.903.000 dolara baliğ olmuş- tur. Amerikanın — avrupaya 475,000,000 ve Avrupanın Ame- rikaya itkalâtı 240,000,000 dolardır. Buhran devrinde Amerikanın Amerikanın ticaret muvazenesi harici ticareti, ilk defa olarak iki | milyarı geçmektedirr. P TZ LN N E BN AKBA K itapevi ve işleri, ağıtçılık ANKALAR cnddesi Samaa Pazarı. - ü ANKARATeLSSTİ buhran | yüzünden çok artınıştır. Her mem- | meşgulmüşüm | nim ithalâtı | | HİK ÂYE Bu Sütunda İtalyancadan nakleden: W. Rauf OĞLUMLA ÇALIŞIRKEN “Eğer dokuz soba on iki ! | metre mek'abı. gürken odununu | beş buçuk günde yakarsa, ayni odundan dokuz metre mik'abı odun iki sobada kaç günde sarf- edilir?,, “Eğer dokuz soba... ,, Masamin başına oturmuş ya- zıyorum. Boş yere fikrimi bu mesele etrafında toplamıya çalı- | şıyorum. Çünkü yanımdaki oda- dan — kulağıma — mütemadiyen “Eğer dokuz sobada...,, cümle- leri geliyor. İyi amma bu mü- barek sobalarda yanan odundan bana 1067 Bir kere — oğ- | lumun yanına gideyim bakalım o ne yapıyor?... Oğlum Gabi ma- sasına oturmuş, kurşun kaleminin tepesini — kemirmekle — meşgul... Odasına tamamile başka — bir maksatla girdiğimi — göstermek istiyerek — doğru — kütüphaneye gidiyorum. Gabi gözünün ucile bana — bakıyor. — Sanki — pek | büyük düşünceler zihnimi meşgul ediyormuş gibi alnımı buruşturu- yorum ve onun hareketlerini gör- memezlikten geliyorum. — Fakat onun, bütün harekâtımı tarassut ettiğini farkediyorum. Ben kendi kendime zihnen: “12 gün, 9 metre mikâbı.. Kaç sobada...,, Allah Allah... Bu mesele nasıl olacak acaba ?.. Gabinin önünden pek gibi geçiyorum. Sonra sanki onun mevcudiyetini ©o anda farketmişim gibi önünde durüyorum: — Söyle bakalım. Derslerin ne âlemde ?. Gabi hem esniyor — Babaaa !... — Ne var ? — Meseleyi anlıyamadım. — Nasıl ? Anlayamadın mı ? Böyle birşey söylemeğe nasıl ce- saret ediyorsun ? Mektepte mu- allimin izah etmedi mi ? — Evet.. etti amma ! Ben biraz öksürüyorum sonra kısa ve ciddi bir halle: — Söyle bakayım neyi anla- miyorsun ? Gabi çabuk çabuk #onlatmaya başlıyor. Kalbinden ağır bir yükün kaldırıldığı ve zayıf- ladığı belli, — Bak baba: Eğer 9 sobada 12 metre mikâbı gürgen odunu beş buçuk günde sarfedilirse... Hiddetle sözünü kesiyorum: — Ta, ta, ta, biraz açık konuş! Hepsini yavaş yavaş bir defa daha tekrar et.! O zaman belki anlarımn. Biraz öteye git bakayım... Gabi biraz çekiliyor. Ben de yanına oturuyorum. O, bütün işleri bana yüklettiğini, be- anlamadığımı — zannediyor. Tabil o, yirmi sene evvel benim de kendi vaziyetinde bulunduğu- mu, babama yer açarak, şimdi benim takınmış olduğum asabt tavır ve asık suratla yanıma hem de: | oturttuğumu bilmiyor ve bilmez de.. Tuhaf olan şu ki: Yirmi sene evvel zorla halledebildiğim mesele nah, şimdi de halline mecbur olduğum meselenin ayni olması... Evet yanılmıyorum! Gürgen odunları, 9 soba hatırası zihnim- de bir şimşek gibi yanıp sönü- yor. Lâhavle! Bari o zaman biraz — anlıyabilmiştim.. Şimdi... Ne ise.. uzun yirmi — seneler bir dakikaya kalboldu. — Bak, Gabi, dedim. İnsan ağzı ile düşünmez, zihni ile düşü- Babalar için bir hikâye: neresini — anlamıyorsun ? H aşikâr. Değil senin sınıfınd$ birinci sınıfta bulunan bir çoj bile biraz dikkatle düşünürse # hyacağına hiç şüphe yok. B& çocuğum, burada — deniyor değil mi, dokuz sobada beş b çuk günde şu kadar odun sarli diyor. Peki söyle bakalım n anlamıyorsun? — Bunu pek güzel anlıyo Anlıyamadığım birşey varsa o acaba birinci tenasüp mebsut yoksa ikinci tenasüp maküs Yahut birincisi mi maküs yok! ikincisi mi mepsut, yahut ta bi ikisi birden mepsut mu, yok! maküs mü? * Tüylerimin Üürperdiğini histf diyorum... Vay canına! Bu çocuk ! neler söylüyor... Bu mebsut vej! maktis tenasüpler de ne imişi” Bunları ben ne bileyim?.. Ken mi yalandan kızmış gibi göst yorum ve bağırıyorum: — Bak şunun yediği h yine zihnini karıştırıyorsun şu mübarek kitabı bana! ene bir sesle yavaş yavaş okuyorul ha!... Dikkat et Gabi. Aptall etme! güneş gibi aşikâr bir ş Bak ne kadar basit. Burada d? niyor ki, öyle değil mi? 9 sobi da şukadar günde şukadar od sarfediliyor, o halde: — Şukad! odun beş buçuk günde ' lirse, belli ki, anlıyor musu On ikiEgunde tabii... — Evet baba.. Buraya kad pek güzel anlıyorum fakat te sübü.. Ben hırsımdan küplere bit yorum : J — Mütemadiyen sözümü kef mel! Böyle yaparsan bir şey yamazsın. İyi dikkat et; eğer günde şu kadar odun sarfolurf 121 günde, diyelim ki, şu kad fazla yansın. Fakat bu kabil de 9 soba değil 12 soba yanı: Yok, yok senin sebebine zib karıştı, yine fazla yanacak.. tenasüp burada.. Ani bir — ışık zihnimde hatıralarını aydınlatıyor. Babat benim aramda, yirmi sene © ayni yerde geçen bir vak'ayı tırlıyorum, o esnada, Gabiyl zetliyorum; bir tarih kitabı a iki barbarı süngüliyen bir Ro askerini gösteren bir resme V kıyor, odayı çınlatan bir — to aşkediyorum: — Tabiatile - diyorum - sen ni dinlemek zahmetine katlanı san, niçin ben de sana izahat mek külfetine katlanayım? zırlamıya başlıyor... Tabit Romalının iki b süngüliyerek zırlatmasından d fazla, hafiflediğimi hissediyo! Babamın yirmi sene evvel di ayni suretle bitirdiğini hayal yal hatırlıyorum. Va ta uzaklaf bir sis gibi gölgesini görür oluyorum. Bana başı ile işti ederek sanki : “ Miselemi saft çocuğuna tatbik et. Ben artık zilemi ifa ettim.,, Demek ist? ve yavaş yavaş, elleri cebi mezarına doğru yürüdüğünü rüyorum. l nür. Böyle basit bir meseleni! |- |— Sanayici! » ı 29/ Birinci teştinde Ankaff ak sanayi — sergisine İt lüracaat müddeti — 1/BEyİ bitiyor. Mülit İktısat ve Tasarrul Ce7 | İ