ETSTANBULDAN H!NDIJTA NA Serdar “Alın Bunu İtten Ötürün,, Derse O Adamın İşi Fenadır. YAZAN: M. KÂZIM İngilizlerle mücadele eden Rusların kullandıkları zırklı vagonlardan biri — 35 — Fakat gelmişken — herşeyi görmek istiyordum. Biraz da- ha ilerledim; karşımıza tefes- Süh halinde iki üç ceset daha çıktı. İsrar etmekte fayda yoktu, döndüm ve — hemen Berdarın — kâtibini — çağırttım. Gördüklerimi anlatlım: - — Kuzum bu cesetlerin — Bergüzeşti nedir? Dedim. Ser- — darın kâtibi bana şu cevabı l / verdi: 0 — Hepsi ini — görmemişsiniz. Bu ı.'ıvırdı takriben bin tane | (637) kilometredir. ceset yatmaktadır. Vakıa bun- ların meydanda bırakılmaları sıhhalte mızırdır. Fakat — serdar — müsaade — etmemekte, hocalar da bildik- /| İerini söylemiye cesaret gös- — termemektedirler. O kadar canım sıkıldı ki — bir aralık bu memleketi ter- hdlp gitmeyi — düşündüm, fakat bereket versin sinirlerim çabuk geçti, buraya, memle- ketime uzaktan bir hizmet lfı edebilmek ümidile gelmiş- — tim, bir müddet daha kala- — caktım. * j üzeri serdarın kâti- — bi tekrar beni görmiye geldi: — — Söylediklerinizi serdara anlattım, dedi. Bundan sonra — idam edilecek olanların gö- — mülmelerine müsaade ettiler. — BSerdarın kâtibi gittikten — gonra hususi adamlarından — Muharrem uğradı. (Hive) den — geliyordu. Kul Mehmet Ef. gördülerimizi anlattı. Bu zat lldııeye ehemmiyet vermiyor: J — Malüm, diyordu. Bu | arada bize cidden ibret verici — bir hikâye anlattı: — — Bir gün Özbekler ile — Türkmenler arasında muhare- — be olmuş. Ölenlerin cesetleri / düzerine kargalar — üşüşmüş. “Bu hâdiseden az sonra Mu- harrem Efendi de harp mey- — danından geciyor. Kargalar — onada saldırmışlar, güç hal — İle kurtularak “Hocaeli, ka- — gabasıma can atmış, bu kasa- — bada ise canlı kimseyi bulama- — mış. Bütün halk o muharebede ..llmü; veya öldürülmüş.. — Muharrem Ef. bu hikâyeyi — bitirdikten sonra ( Serdar Cü- ııyt) in kurşuna dizilecekler akkında maiyetine verdiği İli' emri tekrar etti. Serdar: —— Alın bumu itten ötürün, Bu cümle de: — Bunu köpekten geçirin, ısırmasın, demekmiş. Hive Hanlığı Nedir? Seyahat sergüzeştlerini ya- zan bir adamın arasıra biraz coğrafya hocalığı etmemesi mümkün olmuyor, —müsaade ederseniz yine birkaç satırla Hive Han- | lığının ne olduğunu anlata- yım : Hive toprağının uzunluğu Genişliği ise 5 ile 40 kilometre ara- sında değişir. Şimalinde Aral denizi, şimali | şarkisinde Ümmüderya, şar- kında Buhara, garbinde Kızıl çöl vardır. Memleket düzdür, iki kısma ayrılır. Nebrin suladığı kısım münbittir, sulamadığı kısım ise çöl halindedir. Binaenaleyh birinci kısım meskün, ikinci kısım — metrüktür. * Hive Hanlığının nüfusu tah- minen bir milyondur. Bu mik- tarın yüzde doksan beşi Türk ırkına mensuptur. Bu halk kendi — aralarında — Özbek, Türkmen, Kırgız ve Kara Kal- pak namlarile muhtelif kollara ayrılırlar. Mütebaki yüzde beş nüfusu ise İran, Tacik, Arap ve Alman muhacirinden mü- teşekkildir. * Hivede her kabilenin ayrı | bir reisi vardır. Hanın tabi- iyetinde — olmakla — beraber âdeta —müstakil bir hayat yaşarlar. Hepsi de sadece cesur, muharip, doğru - sözlü adamlardır. Hulâsa tek kelime ile bu balkta eski Türk — Adetleri caridir. * Hivede halı dokunur, ipekli mensucat dokunur, fakat sa- nayi yok gibidir. Ruslar za- manında faaliyet gösteren on altı pamuk fabrikasi, Rusların gittikleri zamandanberi muat- Ümmüderya vasıtasile hemen yalnız Rusyaya yapılır. (Mabadi yarın) size bu defa da, | ğ .' T | Kırk İki | Sene Evvel Verdığımıı Deniz Kurbanları Japon Denizinde “Er- tuğrul,, Nasıl Batmıştı? | (Baştarafı 1 inel sayfada ) Emin uS&man Paşanın riyase- tinde bir heyeti Ertuğrul zırh- hsile Japonyaya gönderir. Taponya, dostluğunu — ka- zanmaktan pek ziyade sevin- diği Türkiyenin murahhaslarını büyük — tezahürlerle karşılar ve “ Tokyo , da İmparator, heyetimizi kabul eder. Heyet üç ay kadar “ Tok- yo, da kalır ve 2 Eylülde, Japon donanmasının merasimi | ve halkın alkışları arasında Yokohama'dan ayrılır. 675 insanı taşıyan Ertuğrul zırhlısı, — başladığı seyahatin ne korkunç facia ile bitece- gini bilmeden, bu dostluk | tezahürleri arasında, sevinçle ve iftiharla yola çıkar. Fırtına Başlıyor Fakat, yolun yarısına gel- meden Kumanonada denizinde zırhlımız korkunç bir fırtınaya tutulur. En görgülü denizci- lerin bile bütün ömürlerinde eşine tesadüf etmedikleri bu müthiş tayfun, evvelâ zırhlı- | nın makinesini sakatlamıştır. Kudurmuüş — dalgaların cere- | yanına — kapılan — Ertuğrul başı boş, idaresiz, bir saman çöpü gibi rastgele — gidiyor. KÖYLÜ, BUĞDAL )IE_ZİRAAT BANKASI Dört Senede Çiftçi Ne Yardım Görmüştür ? ( Baştarafı 1 inci sayfada ) çok düşüktür. Bu düşüklüki memleketimize de tesir etmi tir. Bankanın köylüden alacı gına mukabil buğday almasi- nın sebebi, bububat piyasa- sındaki — kararsızlığın ziyade artmaması — içindir. Banka, mall vaziyetinin müsa- adesi — nisbetinde kendisine borçlu olmıyan çiftçilerin mal- larını da peşin para ile satın almayı düşünmektedir. Bankanın (927) denberi köylüye borç olarak verdiği | paranın miktarı da şöyledir: (827) — (20,365,589 ) (928 ) — (26,806,288 ) (929) — (27,176,366 ) (930) — (35,615,131 ) liradır. Diğer taraftan Banka, yür- de üçten fazla ecnebi madde- lerle karışık buğdaylari ka- bul etmemek bususunda bir karar vermiş değildir. Fakat pek fazla miktarda yabancı maddeleri ihtiva eden buğ- dayların çok az Fiatla satı-- | ması mecburiyeti bâsıl olursa bu farkı Banka — borçlu köylülerden arıyacaktır. Bu sebeple köylünün bankaya te- miz ve iyi mal vermiye gay- ret etmesi lâzımdır. İzmirde Bir Şayia Diğer taraftan İzmir muha- birimiz de bize şu telgrafı gönderiyor: İzmir, 4 ( Husust ) — Dün bura zahire borsasında çiftçiyi daha | | bu şaylayı tekzip etmiş, bu — BORSA | Ufukları kaplıyan dalgalara karşı dümenin tesiri hiçtir, Bozgun Zırhlının içinde müthiş bir bozgun. Gemiyi döven ejderha gibi dalgaların çıkardığı tüy- ler ürpertici gürültüler ara- sında koşuşmalar, itişmeler, haykırışmalar, bir — vaveylâ, bir kıyamet... Amiral, süvari, zabit, müret- tebat, herkes, feci bir akıbete hızla sürüklendiklerini görü- yorlar ve hiçbir. şey yapamı- yacaklarını anlıyorlar. Korkunç Sademe Saat dörde doğru (Kaşino- zaki) fenerinin önüne geliyor- lar, Tevfik Bey güvertededir. Geminin iki ada arasına gir- diğini ve bu cehennemi çık- mazdan kurtulamıyacağını an- lıyor. Nitekim, iki ada arasında, zırllı kayalara bir çarpış çar- piyor, bir sarsılış sarsılıyor ki, zırblının içini basan dalgalar arasında kimi bir direğe, kimi ne olduğunu bilmediği bir demir külçesine sarılıyor ve | insan çığlıkları, dalgaların ho- | murtuları arasında boğuluyor. (Arkası ve sonu yarın ) müteessir eden bir şayia çık- mıştır. Bu şayiaya göre Ziraat Bankasının köylüden — borca mukabil almıya karar verdiği buğdayı Avrupa piyasasına arzetmeye imkân bulamadığı, stok olarak muhafazası da mümküön görülmiyerek — ma- hallen satılmasına karar - ver- diğidir. Bankanın İzmir şubesi hususta merkezin hiçbir teb- ligat yapmadığı bildirmiştir. Adanan | masasının üstüne attı ve ba- | kadar İstanbul 3 Eylöl 1931 e | NUKUT Taterlin Dolar “Amerlkan 20 Fraak Franma 20 Liret — İtalyan 20 Frank Belçika 20 Drahmi Yunam 20 Framk İsviçre 20 Leva — Bulgar 1 Florin Felemenl 20 Karon Çekoslovak 1 Şilin Avusturya 1 Rayhşmark Almanya 1 Zeleti Lehletan 20 Ley Romanya 20 Dinar Yugoslavya 1 Çervoneç Sovyet KAMBİYO 1044,— 213,50 168,00 223,00 Tna, 55,50 — | m, | Nüy. 0,47,23 — 12,03,50 9,02,50— 5 308,70 ZAZ AM — 6518 — 1,17,12,50 $,22 A0 1,99,20,00 420 79,ü — 1068— ÂYE Bu Sütunda Hergün Muharriri: Safiye Peyman 4 KISMET İki senedenberi ne yazlık, -| ne de kışlık manto yaptıramı- r_mııı Bütün elbiselerim es- idi. Hiçbir davete gidemez oldum. Bir az yenice olan iki iskarpinimden birini eskitme- mek için sokağa nadir rum, Evimin içinde de efıı'ıklev rim pek çok. Fakat kendim- den ziyade bir çok arzuları tatmin edilmiyen iki çocuğuma acıyorum, iki senedir kocamın işleri bozuldu ve fün bugün düzelmedi, gitti. Oldukça bed- bahtım. Bir akşam kocam, eve göz- leri parlıyarak geldi. İki se- nedenberi ben onu hiç bu kadar canlı görmem'ştim. bü- tün varlığındaki farkı derhal hisettim ve sordum: — Ne var? Evvelâ gizlemek istedir — Hiç! diye mırıldandı. Fakat, nihayet, bakışlarımın | kuvvetli israrına dayanamadı, beni kapısı açık duran yemek odasına çekti ve cebinden bir cüzdan çıkararak yemek gırdi: — Aç, bakl Ben cüzdana doğru koşa- cağım yerde, olduğum yere | çivilendim. Bir kocamın yü- züne, bir de masanın üstüne bakıyordum. Bu, siyah derili, az kullanılmış, içinden bazı kâğıtlar sarkan şişkin — bir cüzdandı. Kocam hemen cüzdanı açtı ve içinden yüzer liralık bir sürü kâğıt çıkardı ve bağırdı: — Bunlar bizim, Nebahat, bizim... Anladın mı? Ben kocama ve cüzdana şüpheli iki bakışla bakarak | mırıldandım: İ — Fakat... Kocam, sevinci içinde bu şüphemi affediyor ve beni kve caklıyarak diyordu ki: — Bu cüzdanı gayrti meşru suretteelde ettiğimi aklından geçirmezsin, değil mi? — Şüphesiz, fakat, hayret ediyorum, kimin cüzdamı bu? Her halde senin değil! — Evet, biraz evveline ka- benim değildi, fakat, şimdi benim.. — Anlamıyorum. — Halbuki çok basit, düşü biraz. — Söyle canım... —Üzm — Tam köşeyi dönüyor dum. Şu bizim sokağı köşesi... Hani elektrik lâm bası yok mu? Onun altındı ğıdı. siyah birşey gördüm gildim, aldım, İâmbanın ışı ğıudı içini açıp baktım vı oşarak geldim. Ne dersli buna sen?. Hayret, sevinç, korku için de mırıldandım: — Kısmetl! Kocam çocuklarımızı kucak: ladı, havaya sıçrattı, hoplat tı, hepsine ayrı ayrı oyuncak: lar, elbiseler, çikolatalar, şe- kerlemeler, banada mantolar, iskarpinler. ipek çoraplar, oto- mobil gezmeleri vadetti. Parayı saydık. İki bin lira. dan fazla idi. Cüzdanın içim deki evraktan bu paranın Anadolu tüccarlarından Sadık Efendi isminde birine ait ol- duğunu da - anladık. “Her halde zengin bir adam oldu- ğu bellik Onun bu paraya bizim kadar ihtiyacı yoktur.,, Dedik ve teselli bulduk. Fakat, yemeğin ortasında, kapı hızli hizli çalındı. Ko- cam ve ben kapıya koştuk. Karşımıza — mahalle bekçisi, bir polis, iri yarı bir adam ve iki komşu - çıktı. Polis kocama dedi ki : — Macit Bey... Yarım saat evvel, bey şu köşeden geçer- ken cüzdanını düşürmüş. Siz geçerken almışsınız. Kocam hemen sordut — Kim görmüş ? İki komşu, bir ağızdan — Biz, dediler. Sonra birisi anlattı: — Ben pencerede Idim. eğildiniz. — cüzdanı — aldınız, içine daktınız ve koştunuz. Öteki de ayni şeyi söylemişti. Kocam cüzdanı iade etme- ge mecbur oldu. İştahımız kaçmıştı. Bir lol ma daha yemedik o kadar fena olmuştuk ki, Necla, kü kızım, birdenbire ağlamaya başladı. Hepimize o vekâlet ediyordu. Resmınızı Bize Gonderınız, * Size Tabıatınızı Soylıyelım... Şükrü bey: — Sokulgandır. | Tehlikeli — ve mes'uliyeti da- vet eden şey- lerle — meşgül | olmaz. — Mua- melesinde ya- Kendine ehem. iiyet verilmesini Tâkayıt kalınmamasıni İster, * 106 Saadet Hanım #Fotoğrafının dercini arzu etmiyor, Çabuk ve gürültülü konu- | gur, sebepli - sebepsiz güler veya ağlar, birdenbire hırçın- laşır, ve anı olarak - sakinleşir. Daima hicranlı ve müştekidir. Kendisini dinliyenlerden, itiras etmiyenlerden çok hazzeder. * bir Kariimiz: Azimkürdır. ç Fena muaineli g mez, muükabe- leye mütema- yildir. İddiacı- & dır. Eğlenceyi ihmal — etmez. Kadın ve izzer