Eviyorum/ Mar Ma her zamanki elendim, dönmüş bulun- » " RA çk me e ka ei üm ; Ülker, Bay Da an Yaşlar boşandı. Besi İİ, benim © adama inutlaka ken VEYE ek ka ei 1 7 ON REEL T ; ; » insan her za tesadül etmez ime muhakkak yem. Zehra- ir bayan ver- izin gezdirmek ve 7 J4, £ NN # r M 4 ik ler. Aramızda bir Ne e var e lr a kadın tanı- daha fena. O: | emniyetini kırmağa cesaret edeme- hakarete ma: | di. rene Nuürettine kar- | da buflinamıyacağım öbürgün mü- ğımi ve... birdenbire kısı: | ya seyahate çıkacağım. Sizi bu «| bahsetmişti, Bu sözleri de ayni sa kapınıza kadar bırakırım, dedi. ! “ | dilinizin, bu azabı ifade etmesi Jâ- | | #umdır. | | Nihayet ben de bütün derdimi dökmek ihtiygeini hişsetiim. Bir geca kendi kendime mullakta ağ- İyordum. Bu sırada içeri ev sahibi | etiği HABER— NAKLEDEN: BURHAN BURÇAK pe SanReme'dan Bunun üzerine, dönüş yol mas rafları padişah tarafından tediye İyileştikten ş zm yalnız olarak ziyaret etmesini | edilen Mehmet Ali beyle Mustafa #öylemedi bi» | herkes doğru bulmazdr. o Eski ve | Hayri efendi veda ederek Romayz tariht dostluklarını, kahraman dev | gittiler. Orada, mahut alaşemiliter İle esir sultanm (münasebetlerini | güralay Tahir beyle başbaşa ver da son derece | herkes bilemezdi. Dedikodu çıkar | mişler, müştereken sultan Vahidet- tine bir uzun mektup (yazmışlar. ka. | Hünkâre verilmek üzere bana gön derilen bu mektuba melfuf bir kâr ğıtta da, şu satırlar vardı: “Şük- rü bey Gümülcüneli denen bu kar makarışık, müfsit ve hilekâr adamı iptidadanberi himaye ve siyanet eden sizsiniz, bu heriften (hayır beklenemiyeceğini hâlâ anlamamış i olmanıza hayret edilir. Zatışahane İle birlikte cümlemizin başma fe lâket getirecek olan bu o menhus | mahlâku saraydan ve muhitiniz” i den ebediyen uzaklaştırmanızı ha lisane rica ediyoruz. Ben de Mehmet Ali beye yazâr İm kısa bir mektupta Oşöylede dim: “İstanbulda da fırka içinde böy“ le biribirinişi çekemediniz, Ni lanarak biribirinize irdiniz” BİZİ de bu hâle gelirdiniz. (Başımıza bunca felâketleri getiren hep sizin bu ayrilik gayrılığınız, benlik da” vanızdır. Bu kadar (o musibetten sonra da aynı yolda gidecekseniz size de yazık, bize de, Gümülcüne" liyi himaye eden ben değilim. Öy- le olsa mademki bu kadar fena a 'damdı, ne diye (onunla beraber San Remoya geldiniz. (Demekki burada biraz daha para bulup va re de ve! Gümülcüneli bi fena NE bilâkis a lecek, kolkola yürünecek bir mü- cahit, arkadaş sayılacaktı. Ben ahvalin uzaktan sayircisiyim ama, bu kadaretğt olsun görebiliyorum iğte, Başka bir rolüm olmadığını da siz görüp bilseniz çok iyi olur cağı muhakkaktı, Fakat Feride o dakikada o dar memnun görünüyordu ki Ke rim böyle bir nasihatte bulunma ya ve mütebessim (gözlerinin saf — Ne yazık Feride, dedi. Bura- him işler için İngiltere ve Belçika” halde bırakmak da bana pek güç geliyor, ama çaresiz. Bana mek- tup yazar mısruz? — Ne fena, Kerim! ben sizinle konuştuğum zaman kendini daha cesaretli buluyordum. Hem ondan ancak size bahsedebiliyorum. Başını önüne iğerek ilâve etti: — Kerim, Necip Nadirden hiç haber aldınız mı? Kerim başka bir şey sormasma meydan bırakmadan gayet (ciddi bir tavırla cevap verdi: — Hayır yavrucuğum. Genç kiz içini çekerek (o derhal bahsi değiştirdi: — Şimdi hemen o gitmeliyim. Hattâ yemeğe bile geç kaldım. — Bayan Zeliraya geleceğinizi söylediniz miydi? O nasıl sual. Hiç söyler mi yim? Bilirsiniz Xi o sizden fefret eder, Ne zaman isminizi söylesem bana fena fena bakar, Hattâ bir gün bana sizin tehlikeli insanlar dan bile olduğunuzu söyledi. mâzeleye benziyen bir şeyler gö rünmüyor.. Hürküâr ise hâlâ: — Çıkarır canım, yabancı mem lekette türkçe gazete neşretmek © kadar kolay bir iş midir? Elbette hazırlanacak, biraz daha beklemek Vakit gecirmek ici n " 5. mn Beçirmek icin | — Ne gibi tehlikeli? li beyelendi hazretleri.., 8 Fakat benim giç bieişe yaramayan tehir | Meet Nİ beyelerdi hazel / dde gi duğımı | keli ür ünâdiiz w.).. Sultan Vahidettin ne söylerse, , ALM Pala geye eti deviri ediyordu. Rom # Üikzi Ri arkarlaşım Nu | buna, biraz da bayan Zehranın bü | gan gelen mektubu bile almış biz” a <miş bu: garip sözüne kızdı. zat Gümillcüneliye göstermiş: “bak dg Ke ilirdim. ! - e Kaçta yemek yiyorsunuz Fe | eziz arkadaşların senin için ne di- * NO mp Nariyeyi tanır- | ride? yorlar?,, diye, Gümülcüneli de gül Ta da » — Yedi buçukta. “an gir | müş. “Tabii, demiş, onların mak- | eri görmiyen |, — Öyle ise, yavrum. SİZE SİKİ çayı mara çekmek. Vermedim, kıp” v e #elip de yerleş: | Gemek gibi olmasın ama Yemek) gi... | İN em Hr | ve için hemen şimdi | Sanki kendisinin başka bir Mak“ yi” Ona uzattığım | gilmez R L 5 sadı varmış gibi.. a Ni apre dostum Nuri- | << Öyle işe otomobile binerim. | Gğrülcineli gezete çıkarmak ü e E Ke, kk arkadaşım Feride, eli lira maaşla müreb | zere kalktı Parise gitti, fakat gün İki , O de seveceksi-| piye olduğu zaman elbiseleri için | le, haftalar geçti, örtada gazeteye hn yalnız yüz elli lira harcettiğinden kin ve likayt tavrile söylüyordu. Kerim mahzun bir istihza İle te bessüm etti: — Ben bir otomobil tutar, sizi ME Padişah böyle aldırış etmez gö” rünüyor ama, villâdaki arkadaşlar, bilhassa Avni pasa bu işte de hep! beni suçu buluyorlar te, himaye ettiğin adamın eli meydanda, Üç yüz altını dolardırdı, gitti. Şimdi koydunsa bul. diyorlar. Tuttum, Marsilyada ( bulunan Gümülcüneliye zehir giti bir mek* tup yazdım: “Ayıptır bü yaptığın. Kırdığın ceviz bini aştı, bu isi bir Feride buna çok memnun oldu. Ellerini çırptı: — Demek bu akşam © evde ye mek yemiyeceksinir. Nereye gidi” yorsunuz? i Doreye... — Ahbablarınız mı var? Kerimin yüzüne hafif bir kır- muızılık yaydı. Telâşla ilâve etti. | — Evet ahbablatım var, (Devamı var) ayyy ği ıstırab halinde de muhakkak kadm girdi. i — Ne var, Pauline, neyö ağir ' yorsun? diye sordu. İ Bunun üzerine artık kendimi başımdı tutamadım v6 bütün an ge, ip geçenleri anlatim. Bülün çek- tiğim serlart saydım, döktüm. Bu arada dilimi tutamadım, Almanya- nım başmdakilere karşı ileri geri ODA HIZMETCISİ 1DİM ANLATAN: İİ YARAYIDDAN SanRemoya inin Tehincvbapısı Karserk SUK, —B2 Akşam Postası MEZ en evvel temizlemezsen, bir daha buralarda görünme, Ya derhal ga- zeteyi çıkar, veyahut üç yüz lira” yı getir, padişaha iade et.,, Bunun arkasından bir mektup daha yolladım, o da aşağı yukarı aynı mealde, Nihayet bir de “müs pet veya menfi cevabını bekliyo” rum,, diye telgraf çektim. Gümül- cüneli nasılsa, nedense telâş etmiş, korkmuş, bir de baktım çıkageldi: — Benden rasıl şüphe edebilir siniz? Ben padişahımız ouğrunda her fedakârlığı göze o alabilen bir bendeyim. Mut'aka gazeteyi çıka” racağım, Ancak türkçe hurufat bu- lamadım, birçok yerlere teribih et- tim, bulur bulmaz gazete bazırdır. — İyi ama hurufat bulununca para bulunmuyacak, doğru söyle, &ç yüz lirrdan kaç para kaldı. — Olduğu gibi duruyor, Allah seni inandırsın! — Ben paraları gözlerimle gör medikçe inanamam vesselâm. -— Yakında & gazeteyi görünce günahıma girdiğin için vicdan öza" bı duyacaksın Şükrü. — Hani o günler?.. oYalızo gürler gelinceye kadar vaziyetini düzeltmek için, sen yukarı çık da keyliyeti padişaha anlat ve onu ik” na et, müsterih olsun! — Hay hay, ondan kolayne var? diyerek padişahın o yanma çıktı. Bir müddet sonra tekrar © dama geldiği zaman bana: — Parayı zatışahaneye iade et” tim, deyiverinoe, ağzım bir karış açılrvetdi: — Nasrl olur canım... Sen, Pari- se, Marsilyaya gidesin, oralarda günlerle gezip €ğlenesin de, bu üç yüz lirayı cebinde, kılına halel ge tirmeden hıfzedebilesin.. o Hayır, hayir ben buna dünysda (o inana- mam, O, pişkin bir eda ile sözümü kes” U: — Dur; dinlesme, daha (o bitir medim lâfımr.. Uç vüz lirayı zati“ şahaneye iade ettim ama, o; “bir baba evlâda verdiği şeyi geri ala- maz!,, diyerek kabul etmedi, hat tâ bu hareketimi hoş görmediğini ihsas etti, — Yani üç yüz Jira kemalei ne- zâketle deveye benzedi, o desene... Aşkolsun doğrusu... — Ben derhal parise dönüyo” Tum, Efendimizden de (müsaade a'dım, veda da eltim. Bir . hafta, nihayet on gün Sonra gazeteyi elin de bulacaksın. — Onu sen çit yukarda anlat, ben kuru vaat dinlemekten usan- dım artık, Gene günler, haftalar geçti, ta” bil bizim gazeteden (o €ser görüm medi, Neden sonra Refi Cevattan haber aldik ki, o Gümülcüreli üç yüz Urayı Kan sehrinde kumarda yiyip bitirmiz. akat pi: adam.. Bir müddet aybettikten, sesini kestikten, kendini unutturduktan sonra ge ne göründü ve sık sık gelip giderek, padişahı muhtelif vesileler ve ba” hâncelerle azar azar de olsa, sızdır- makta devam etti, (Devamı var) kid etmek, onun yüzlinden felâke- te uğradığımı söylemek gibi pffe- dilmez bir günah işlemiştim. Buna şahit olan kadın da kendisini ade- İâ güreskâr hissediyor ve kendi başından korkarik titriyordu. Bo. reket versin, konuştuklarımızı kim. #8 duymamıştı, sır ve işlediğimiz günah (1) ikimizin arasında kaldı. Daha doğrusu, kaldı sanmıştım. Meğerse bunda dâ yanılmışım., Frav Hörnbal; — Haydi kızım, git odana yat, sakinleş, Sonra yarin çalışamaz- sın, dedi. Gittim odama yattım. Uyumu- Ben uyuduğum müddet zarfın. da, kadın olup bitenleri İkocasma anlatmış. Adam da kemen kalk. muş, telefona sarılmiş ve karakola MİTKERİN ESKİ HİZMETÇİSİ . söylendim. Tlattâ, farkında olma « şum. PAULİNE KOHLER © ğe, Hitlere inkisir da enin. Sözlerimi trip gözyaşlarımı —- sildiğim zaman, karşımdaki kadın: “ düşünceli bir halde baldüm. Sanki Lâkin, insanın sır saklaması bel. dilini yutmuş gibi put kesilmişti. ki mümkündür. Fakat ıstırabir ifa, deden kendisini alamıyor. Canmız Yandığı zaman nasıl “bağırtamak elinizde değilse, ruhunuzun çekti Başmı sallıyor, haliyle beni tesel. Hi etmeye çalışıyordu. Fekst bir tek kelime söylemiyorüu. Waziyeti anlamıştım: Hitleri ter, ie dci telefon etmiz- Uykumdan, fine kocamı tutma, ya geldikleri gece olduğu gibi, bir- denbire gürültüyle uyandim. Kar- şımda çizmeli, kayışı ki hücum ilk i Altı aydır başındalar, Altı ay" bk çalışmanın neticesini mi goru. yorsunuz? Siyah bir kayığın ka” burgasını ziftlemek. Bir ellerinde üstüpi, diğer elle. rinde ince bir çekiç, Üç arkadaş her gün sabahtan akşama kadar burada şakalaşarak, gülüşecek ça- işıyorlardı, Paydos ettikleri zaman, elleri, kirlenmiş birer tahta perdeye dö” nerlerdi. Hep şakalaşırlardı: Üç kiş, bu yaz günlerinin acısını çıkaracağız diye üç çekiç darbesi daha kayı. ğın siyah karnını delerdi!. Günler geçti, rüzgürlar esti. gi neşler açtı, çiçekler açıldı, ekin ler oldu, buğdaylar soldu... Sahilin tatlı maviliğini hiç bir şey bozmadı. Üç arkadaş, orada çalışırlarken kısa fistanir olgun kızların, uzun Hatanlı anaların, aşıkların, sevgi- lilerin, hep bu sahile dolduğunu görüyorlardı. Kısa etekler rüzgârla uçuşur, burun kanatları istirasit titrer - ken bu ialabalık, bu üç bakkçı gencin çalışmasile alay eder gi- biydi. Sahil kumsaldı, Zenginlerin vü. cudu, bep bu sularda yıkanıyor ve temizleniyordu. Fakat bu “üç genç, bu kirlerin kendilerini de kirletmesinden çekiniyorlardı, Mevsim devam ediyordu: Bir glin sahile kalabalık bir kafile geldi. Genç mektepli kızlardan ibaret bir kafile, bir de onların müdür ve muallimlerinden mü rekkep bir grup. İhtiyar bir balıkçı, üç arkada sının yanına geldi, işlerine bak ve: — Çek iyi, dedi, Başında kâsketi yoktu. Kudre ti de bir kasket almasma yetmi. yerdü, Göz kapaklari - yumuktu. Üç arkadaşa göz kırptı, ses çıkar” madan kafileyi işaret etti, Onlar, kayığın siyah kaburga" sını tıkamakla uğraşıyorlardı. Azadan birkaç gün geçmişti: Aynı katile geldi: Aynı adamlar- la birlikte. Yine kumsalda yüzdü” ler, yine kumlar üstüne serildi. ler, İhtiyar balıkçı da geldi, yine göz kırptı. Yine manidar baktı. Balıkçılar, ufuklara bakmayı pek iyi bilirler. Elini bir kasket siperi gibi alnına koydu, uzaklara bak tx, başımı iki tarafa salladı: — Kış geliyor, artık, dedi. Alnımın çizgileri arasına geçen kışların adedi hakkedilmiş gibiy di, Memnuniyetini gizliyemiyor du. Üç arkadaşta en gevezesi sor | u: — Baba Mihacl, söyle.. Kışın | gelmesini neden bu kadar istiyor. sun? İhtiyar yumuk gözlerini kırp İt. Kumsal üstünde gezinen kali" | Jeyi gösterdi: — Şu görünen soğuğun altın da ne elemler saklı! Olgun kızlar, durgun muallimeler ve çapkın Jar, Hep biribirinin zsmetini ça- luyorlar, biliyor musunuz? Üç delikanlı ihtiyarın etrafına toplandılar, tabakalarından cıg&” ra sarmağa başladılar!, kıtası neferi görünce evvelâ sandım. Sonra, kollarıma soğuk parmakları döğirce, kikat bütün çıplaklığıyla karşıma dikildi: Beni, götürüyorlardı! Kapıda güzel bir kapalı otomo- bil bekliyordu. Bu da, o günlerde, “parti namına” müsadere ödilen bir zengin malı olacaktı, Beni”işi, ne attıkları gibi şoför gaze bastı, müthiş bir sürelle gitmeye buşla- dık. — Nereye” Çok geçmeden öğrendim: Oto- mobil, Münih hapishanesinin ka- dınlar kısmı önünde durmuştu. O- ,tomobilin durduğunu görünce içer. den iki silâhlı 8 A- (bücüm kıta- w) neferi geldi ve beni otomobil. den, adeti parçalareasına çekerek çıkardılar, içeri sürüklediler. (Devamı var) syan Yazan: Dostoyevski — Anlat, bakalım, dediler. — Başımı belâya mt sokmak istiyorsunuz? — Hayır, canım, Biz, evlâtların değil miyiyiz? Bu söz, ihtiyar balıkçı için kâ fiydi. Çünkü çok istediği halde hayatta bir tek evlâdı bile olma muştı. Söze şöyle başladı: — Geçen gün yine yanınıza gelmiştim ya.. İşte o gün, yemek paydosu yaptınız, buradan gitti” niz. Ben de şv kâyanın dibinde bir öğle uykusu çekmeğe çekil . dim! Yarım bir uyku; Ne uyanıklık ne de tam bir uyku. Ben bir ha” yal içindeyken tat sesler geldi, Kendimi uyur gibi gösteriyor dum, ettafı dinlemeğe başladım. Ve parmağiyle işaret etti: — Şu siyah sakallı yok mu? İşte önün sesini işitiyordum. O, mektebin bir memurudur, Müdürü, muallimi, neyse... Onun namusuna Çar binlerce namus teslim etmiştir. İhtiyar güldü, öksürdü, cigara kâğıdı yoktu, tütününü pipoya bastı, kavla yaktı, anlattı: — Çocuktum; Çar için derler- di ki: O arz üzerinde Allahın gölgesidir. Ne Ne isterse o olur. Düşünüyordum bu nasıl “olu yor? — Senelerce Çar'a dua ettim. Onun iyiliği, sıhhati ve eğlencesi için. Ben onün adamıyım san, yordum. Polisinin yumruğunu, jandar' masının #illesini, kanununun tek- mesini beynimde, yüzümde, be limde bul iyileşti dim ki? “— Yok... Doğru değil.” Gözlerim yeni bir ufka açılmış. tı, artık ona Allahın gölgesi diye değil, Allahın belâst diye bakı - yordum. O gündenberi ne gör dümse bizim için belâ olmuştur. İhtiyar, buğulurcasma ökelir- dü. Piz tütünün dumanından bo” Zuluyordu. Kürek çekmekten nasırlaşmış elerini yurarukladı ve ufku gös. tererek: — Biraz nefesalmak için dat ma oralara gittim, dedi. Süküt ediyorlardı. 'İlâve etti: — Ha... Ne diyordum: Uyumu” şum gibi yaptım siyah sakallı a- dam, kızların en olgununu kayı” ğın siyah kaburgası altına çek. mişti, Diyordu ki; — Ben!,. Ben. Bütün kuvvet lerin elimde olduğuna inanmıyor musun? Ben ker şeye kadirim ve her şeyi yapabilirim. | oGençkız inliyordu: | — Beni affediniz!. İ Siyah sakallınn sakalları şeh” i vetle titriyordu: — Ben seni affedecek değilim, Dana inanmanı istiyorum. — Size inanıyorum, Monper! — Biliyormusun ki hayat yal nız. Ötesini dinlemedim, kızın ılık bakışları, ılık feryadı yüreğime birer ok gibi isledi. Siyah sakal, bir süpürge gibi dün temiz ısmetini süpürüp &, senin göl i İhtiyar yumrukları tekrer giktı: — Hainler, alçaklar, dedi. Bil. seniz o kız neler söyledi, neler, Biz rsrar ettik: — Neler söyledi? — Neler söylediğini işitmeği İstiyorsunuz? Öyleyse “siyah ka” yığı göstererek- ona sorunuz! İhtiyar balıkçı, yumruklarını ulkün meçkul bir noktasma, grup la kızıllaşan müphem bir nokta. sına doğru sıkarak uzaklaştı. Üç arkadaş bicibirlerine baktı. İ lar: Konuşmalımıydılar? Ne söy” Biyebilirlerdi? . Fırtınalardan, dalgalardan, & zap, elim, ıztırap ve hayat müca- delesinden sonra yine görüşüyor duk. Yine üç arkadaştık. Çarın büyük kalbiiliğinden; bahseden bir gazeteyi en gencimiz eline aldı, baktı ve etrafındakiler der. hal dağıldılar; o şunları söyledi — Çar ve onun adamları na müs yırtıyor, bir onun gazetesini yırtarsak çök mu? Ve bütün bu kafile bir irkilliş için hazt'lanmağa karar verdi: Çünkü beşeriyetin safvete ve sa” mimiyete ihtiyacı vardı.