HABER — Akşam Postası Hindistandö dünyanın en eski iosunlar) arasıodo — 12 — Yazan; L. Buseh 35 yılını vatişıler arasındu geçirmiş bir Alınan seyyah) Ormana girmeği gündüze bırakarak, Cavadi ile en yüksek bir ağaca uyumak üzere tırmanmağa Çirkin bir kız i Nakleden: L.L. Çeviren: Efâsl NOGAN 8 g2 henüz dol muştu ki, sis birdenbire > ivetekrar kendimizi güneşli bir. denizin verimde bulduk. Deniz çıplaktı. havi şayanı hayret- ( metimizde sisten çıktığını gördü - * güme yemin edebilirdim. Hemen Kurt Larsene baktım, O anda sise iyice gömülmüş (bulünuyorduk. Başını salladı. Onu o da görmüş tü. Macedonia Kurt Larsenin ma - nevrasını tahmin etmiş, lâkin onu karşılamakta bir lâhza gecikmiş * ui. Bizim onlar tarafından görül - memiş olduğumuza şüphe yoktu. Kurt Larsen: — Bunu uzun müddet idame ettiremez, dedi. Gidip kalan san - dallarını toplamak mecburiyetim de Mister Van Veyden dümene birini yollayın v. şimdilik bu yo lu muhafaza edin. Vardiyaları da hazırlasanız iyi olur. Bu gece yo- lumuza devam edeceğiz. Sonra ilâve etti: — Beş dakika kadar Macede niada olup kardeşimin savurduğu küfürleri dinleyebilmek için beş yüz dolar verirdim!. Dümene başkası geçtiği tekrar bana hitap etti: — Mister Van Veyden, şimdi bu yeni gelenleri ağırlamalıyız. Avcılara bol viski verin. Bir kaç Şişe de tayfalara gitsin. Bahse gi- rerim ki yarın onların hepsi ölüm Larşene hizmet ettikleri aynı te * halükle Kurt Larsene hizmet ede - ceklerdir. Ona sordum: — Ya Veyn Raytım yaptığı gi- ? vakıt bi ? Kurnazca güldü: «— Bizim avcılar istemedikçe bunu yapamazlar. Yeni avcıların vuracakları her deri başına onla - ra bir dolar vermeği vağdettim Bugünkü gayretlerinin yarısıda bundandı. Benim avcılarım var - ken onlar kaçamaz. Şimdi siz baş taraftaki hastanemize gitseniz İyi olur, Her halde şimdi sizi bekleyen koca bir koğuş olmalı. >... KISIM XXVİ Kürt Larsen viskiyi; tevzi işini benden aldı ve ben baş kasarada yeni yaralılara meşgul olurken şişeler arka arıya gelmeğe baş - ladı. Ben gece klüplerinde soda ile viski içildiğini görmüştüm a - ma böyle, bi adamlarm içüğ gibi şişeler ve ibrikler havaya di - kilerek içildiğini hiç görmemiştim (Devamı var) başladık... Bu tehlikeden şimdilik kurtul - İ muş olduğumuza memnün olarak ortalık tamamiyle kararmadan Cavadinin söylediği küçük nehir boyuna kadar geldik. Böyle derin arazi içinde su, da- İma bir nevi projektör vazifesi görür, Su en ufak ziya hüzmeleri- ni aksettirdiği için daima etrafına her yerden fazla bir aydınlık ve - rip Vadideki bu küçük nehir de bu nevidendi. Biz nehre vasıl oldu - umuz zaman ortalık tamamiyle kararmış olmasına râğmen nehrin etrafı henüz binnisbe aydınlık ol- duğu için nehri kolayca geçtik. Küçük nehrin öbür sahilinde İ hakikaten Cavadinin haber ver - diği gibi gayet yüksek, uzun a » açlar görülüyordu. Böyle yerlerde de böyle çok yüksek ağaçlardan daha mükem - mel bir sığınak olamaz, Çavadi, bu ağaçların altına var- dığımız zaman hemen ellerini gür neşin battığı istikamete doğru kal- dırarak en hararetli dualarmı u - zun uzun mırıldandı, Anlaşılan buraya sağ salim eri- gebildiği için mabutlarına teşek - kür etmekteydi! İnsanlarda, - bilhassa şark in - sanlarındaki (kablelvuku his) de nilen duyguyu hayrete şaayn bir şeydir. Koca Cavadiye bu ormanlarda gelen can korkusu da bu neviden garip bir hissikablelvuku teşkil etti, Bu adama bu kadar aşım bir can korkusunun düşmesi hakika * ten yersiz değilmiş; hemen bana döndü: -— Sahih! Çok korku.. Oh, Çok korkulu bir gece geçireceğiz! He- men ağacı tırmanalım!, Dedi. Gözlerile de ağaçları muayene etmekte, İçlerinde en uzununu, en yükseğini aramaktaydı. * Bunların içinde bir tanesini bu- lanca adeta sevinmiş gibi: — Oh! İştel İşte! dedi. Benim geçen sefer tünediğim ağaç bul. Buna çıkalım, sahibi. — Pekâlâ, Cavadi! Dediğin ol - sun! Fakat bu ağaçta nasıl uyu * yacağız? Zannederim sen telâşm- dan beni uzun boylu bir karga zan MN a Bu haftaki Jstanbad futbol ajanlığından: 112-040 tarihinde yapıla - cak maçlar, Taksim Stadı: Karagümrük — Y. Davutpaşa saat 11,30, hakem Tarık Özeren. gin, van hakemleri Hakkı, Re. şat Erte Bevoğluspor — Galatarencler saat 13.30 hakem Bahattin Ulu. 82, yan hakemleri Hakkı, Rahmi Atasayar, Beykoz — Topkapı saat 15,30 bakem Halit Ezgü, van hakem. leri Halit Üzer, Salâhattin. Seref Stadı: Feneryılmaz — Galataspot saat 10, hakem Necdet Gezen, Yan hakemleri Tarık Bulay, Sa. dık Ceylân. Anadolu — A. Hisar saat 11.45 hakem Basri Bütün, yan a Fahrettin Somer, Sa. n Süleymaniye — Hi saat 18.30 hakem Şazi Tezcan, yan eril Fikret, Ziya Kuyum. m, Beşiktaş — Vefa saat 1530 hakem Ahmet Adem, yan ba - kemleri Muhtar, Müeyyet Gü redin, Fener Btadı: Gulatasaray — Altıntuğ saat 13,30 hakem Açıköney, yan ba. kemleri Samih Duransoy, İhsan. Fenerbahçe — İst spor saat lik macları / 15,30 hakem Refik Top, yan ha. Selâmi kemleri Necdet Şarman, Akal, i Mektenler arasında Futbol ve Voleybol maçları latanbul mektepleri futbol ve volevbol lik heyetinden: 1021940 cumartesi günü yapılacak maçlar: Taksim Stadı: ve e Nuri m Tak. sim L, — Haydarpaşı L. saat 14 hakem 'T. Özerenein, Hayriye L, — Işık lisesi saat 15.10, hakem Ş. Tezcan. Seref Stadır Saha komiseri H. R. Yalm, Boğaziçi L. — Yüca Cikü L sa. | at 14 hakem A. Adem, Dariisga. | faka L, — Kabataş 1. saat 15.10 hakem A, Âdem, 10—2—1940 cumartesi günü yapılacak voleybol maçları: Be. yo#lu halkevi salonu: Saha komisteri Z. Koplu, Er. kek M. mektebi — Gelatasarav L. sast 14, hakem T. Oker, Sa, nat mektebi — Ticaret 1, stat 14,30, hakem “T, Oker, Yüca ül. kü 1, — Şişli Terakki L, sast 18 bakem 'T. Öker, nediyorsun! Ağaç dalları üstünde tünemeyi ben bilmem!, Cavadi benim bu alayımı hiç anlamamazlıktan geldi. Dehşetle: — Nasıl? Ağaca çıkmak iste - miyor musun sahib? dedi. — Ağaca çıkmak istemiyor de ilim! Değilim ama, bütün gece uyumadan mı ağaç dallarında tü - neyeceğiz? Cavadi hemen elini beline att: — Yok sahib! Sen uyuyabilir * sin.. Fakat benim gözüme uyku girmez!, Dedi. — İyi ama nesil uyurum, Ca- vadi? İlk gözümü kapar kapamaz o kadar yüksekten yere düşer, al ret yatağına uzanırım!., — Neden sahib? Burun pekâlâ çaresi var! Sen İstediğin gibi uyu- yabilirsin! — Çaresi ne? Cavadi hemen belinden geniş Hind kuşağını çözmeğe başladı: — İşte bu kuşak var yal dedi Dallara kendini bu kuşakla bağla- yıp istediğin gibi uyuyabilirsin! Koca Hind'inin bu pratiğine hayret etmedim değil, hakikaten yüksek, büyük bir ağacın üstünde uyuyabilmek için bu en mükem - mel bir çareydi. — Ver bakalım şu kuşağı, Ca- yadi!.. Hadi öyle olsun hemen tır manalı! Filhakika sabahtan akşama ka - dar yaya yürümekten geçen hayli heyecanlı hâdiselerin asabım ü - zerine yaptığı tesirden o dercor yorgun düşmüştüm ki, ben de bu semaya doğru uzanmış amudi yar taklarda şöyle bir uyku kestirme - ye can atıyordum. Cavadi uzun siyah kuşağını çıkardı ve bana verdi. Kalın, eğri gövdeli uzun a- Baca tırmanmaya başladı. Arkasından onu takip ettim. A- Zaç gayet büyük ve bol sarmaşık dallarile sarılı olduğu için üstüne tımanmak pek kolaydı. Bununla beraber bu ağaca yılandan başka hiç bir vahşi hayvanın tırman * masına imkân yoktu. Onun için pekâlâ müsterih olabilirdik. Yılan teblikesirie gelince Cava- di benim altımda, diğer bir çata- İlin arasına yerleşiyordu. Orada biç uyumadan sabahlıyacağına ka tiyen emindim. Hind ormanlarının en büyük tehlikelerinden biri olan bir yılan kokumuzu alarak ağaca tırmana * cak olsa Cavadi onun hakkından gelebilirdi. Tufan insanlarının ani bir ta - arrıza uğraması ihtimali ise he « men yok gibiydi. Zira onların nehrin bu tarafına geçmeleri pek mümkün değildi. Bundan dolayı tam bir emniyet içinde bu garip amudi yatağımız üzerinde kuşaktan karyolamı ha - zırlamaya başladım. Ağacın en tepesine yakm çatal daki sarmaşıkları bir koltuk şek - linde mümkün olduğu kadar dü- zelttim. Sonre kuşağı belimden ve koltuğumun altından geçirerek dallara #rki sıkıya bağladım. O şekilde ki, en derin uykuya dal « sam, hattâ korkulu rüya görsem yerimden kendimi fırlatsam dahi düşmeme imkân yoktu. Bir sirk canbazı gibi bu muva- sene emniyetini defa tecrübe ein kak sonra | dün: Yaklaşmakta olan su spor. İ ları mevsimine idmancılarımızın ederek ağlama bağladıktan altımda dalları hışındatmaktan bi- le ürkerek yumulup kalmış ve hiç şüphesiz yine o bitmez tükenmez cin dualarına koyulmuş olan Ca- yadiye: n hemen uyuyacağım! Ne hal bu yahu? Gözümden uyku 2- kıyor! Sakın bu ağaç bir uyku k ilâcınm ağacı olmasın? Diye seslendim. (Devamı var) Nusret te, Hakkı da Leylânm çok güzel ve akıllı bir kız oldu ğuna kanaat getirmişlerdi. Ma- İümunüz olacağı gibi, böyle bir kanaate vârmakla bir kıza âşık olmak arasındaki mesafe pek te büyük değildir. Neticede ikisi de Leylâya âşık oluverdiler. Fakat ne biri ne de ötekisi kıza hiçbi. şey çıtlatmadılar, Çünkü, evvelâ, Leylânın, bu !ki erkeğe aşk hede“ fi olmasından haheci yoktu; son râ da, vi Braadaş aym bizi sev diklerini anlamış, icabeden ilânı aşkı yapmadan önce birbirlerinin ayağına karpuz kabuğu koymağa çalışıyorlardı. Aynı vaziyete düşmüş bazı kimseler davayı daha doğru, da ha açık bir şekilde halletmiye kalkışırlar: Hasım, kenara çekip: — ikimiz şu kızı seviyoruz. Bu olamaz! Birimizden biri vaz“ geçmeli! Tarzında fikirlerini ser” dederler, Fakat Nusretle Hakkı mesele" yi diplomatik bir yolla halletme" yi düşündüler. Herbiri Leylâya âşık olduğunu belli etmek istemi" yordu. Nusret bütün zekâsı kullanarak Hakkının ondan soğu masını temine çalışıyordu. Hakkı da Nusret için aynı şeyi yapmı" ya uğraşıyordu. Bu doğru bir hareketti. Aşk neye istinat eder? Bir kadınm güzelliğine, zekâsma karşı duyduğumuz hayranlık ve takdir hislerimize. Bu hayranlık, bu takdir bulunmadı mu aşk di ye bir his mevzuubahs olamaz, Nusretin nazarında Leylâ sevim” M ve câzib bir kızdı, güzellerin güzeliydi, değil mi? Hakkı öyle bir kurnazlık yapacaktı ki, Nus- ret yavaş yavaş şüphelenmiye başlıyacak nihayet Leylinm hiç güzel olmadığına kani olacaktı. Aysı şeytanlığı Nusret te Hakkı için tatbik etmeyi düşünüyordu. Şimdi soracaksınız: Nasıl olur, arkadaşı bir ikisi birden, aynı kurnazlığı dü'|- şünsünler? Ee, bu, izah etmiye müktedir olmadığımız bir &#rrdir işte... Bir akşam üzeri iki dost Leylâ Parkta gördüler, Kendisile konuştular. O ayrıldıktan sonra Nusret: — Hakkı, dikkat ettin mi, diye söze başladı, bu kız ne karlar de işmiş! Rengi bile atmış. Benzi ne kadar solgun, gördün mü? — Dikkat etmedim. — Yürüyüşü de ağır ve zevk siz. Bak, dikkat et nasıl yürüyor!. İki arkadaş © tarafa dönerek gözlerile gidişini takip ettiler. Hakkı, arkadaşmın görüşünü tasvip etmiye başladı: — Haklısın biraz... —Hattâ, bana öyle geliyor ki, bir ayağı ötekinden biraz da şiş mani, — Buradan farkedemiyorum. —. Muhakkak öyl., Şimdi w zak. Yakmdan görürsen biraz dikkatli bak. Yanılmadığımı gö Teceksin..: f Bir başka gün kendisini sami Tebliğ İstanbul sü snorları afanlığın. hazırlıklı — bulunmasını temin maksadile 12—2—040 tarihin den Itibaren haftada iki defa | Galatasaray klübü salonlarında antrenman yapılacaktır. Bu antrenmanlar Pazartesi w çarsamba günleri saat 16.30 den 18.30 a kadar devam edecektir. Su sporlarile iştira! eden we yeniden etmek istiven klün'eri m'z idmancılarmın bu çalışma bulunmaları ehemmiyetle Tarda tebliğ olunur, mi bir toplantıda tekrar gördü" ler. Bu defa kusurlar görmek sr rası Hakkınındı; bir aralık Nus rete: — Bak ta söyle, dedi. Ağ garpık mu, değil mi? Ha, şimdi gülerken dikkat et; daha iyi belli oluyor, Nüsret, kurduğu pusuya arka daşmın düşmesinden memnun © larak bu iddiasını tastik ediyor” duz — Evet, evet! Dişleri de çar pık kaçınış, görüyor musun? — Efendim, bu kız ağzının kusurunu gizlemek için adama” kıllı boyanmasını bile bilmiyor. —Ya ellerine dikkat ettin mi? — Ellerinde ne var ki? — Baksana ne kadar kaba ve şirkin; el işlerile meşgul oluyor muş gibi... — Zaten başka iyi bir tarafı da yök ki, Bir iki gün sonra tekrar bır luştular, Bu defa da Nusret hülcu” ma geçti: — Ne keşfettim biliyor musun, Hakkı? — Ne? kılsız ve aptal bir kız görmedim. Dün akşam onu teyzesinin evin de gördüm. Söylediği manasız sözleri işitsen! Bugüne kadar da onu zeki bir kız diye bilirdik! Ne yazık, ne korkunç! — Kendisinden fazla bir şey de beklenemezdi yani, İyi, Miamakıl” kı bir tahsil gördü mü sanki? L£ se diplomasını da ona nasıl ver diklerine şaşıyorum. Aynı mahallede oturdukları k çin Leylâyı sık sek görürlerdi, Her defasında da kendisinde ye ni bir kusur meydana çıkarıyor” lardır. Bu şekilde Nusret, daha sonra Leylânın hafifçe bir sakalı bulunduğumu O kamburlaştığını, renksiz gözlerinde hiçbir canldık, hiçbir fade bulunmadığını gör dü, Hakkı da diğer taraftan, çe" nesinin büyük, burnunun çarpık, kulaklarının uzun olduğunu ve fakat saçlarile gizlemiye gayret ettiğini, keşfetti. Buldukları bü” tün bu vasıflarla, izi dest, dün yanın en çirkin kadınını yaratmış bulunuyorlardı. Buna rağmen Leylâ güzeldi, Şimdi soracaksımz: Acaba iki ârkadaştan hangisi talihli çıktı? Hiç biri! Çünkü Nusret, Hakkr nın Leylâ için sıraladığı bir eürü çirkinlikleri duyunca sevgilisini daha yakından ve dikkatle tetkik etmiye başladı, arkadaşının fikir” lerini kendisi de doğru buklu. Öbür yandan Hakkı da kendi he saba aynı kapana kapılarak Nusretin haklı olduğu neticesine vardı, İkisi de bu suretle iki ay içinde, Leylânın dünya üzerinde en çirkin kadın olduğuna kati- yetle kanaat getirmişlerdi. Hattâ son günlerde, onları Leylâ ile be raber görenleri — Maşallah, bunlar da sevecek kız bulmuşlar! Gibi sözlere mevzu olmasınlar diye Leylâya hemen hiç yanaş- maz oldular, — Yahu, ben bu kız; nasi sevmiştim, hayret! Allah kuluna göz vermiş, zekâ vermiş. Bu çir kinliğini göremiyecek derece kör müydüm? İç ay sonra Basri İsminde bir tanıdıkları kendilerine, İstanbu an en güzel kızı ile evlendiğini bildirdiği vakıt büsbütün hayret etmişlerdi: — Kiminle evlendin? diye 8or” dular. — Leylâ ile. İkisi de müstehzi birer kalkar »a savurdular: i — Zavallı Basri! Gözü görmü yor galibal..,