6 Şubat 1946 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 2

6 Şubat 1946 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 2
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

oír Kisa \eyahatin notları: Aziziye tabyasının yaşayan kahramanları O fan ve şeref destanının yadigârları üç kişi imişler... Erkeği taşıdığı bir yükün altında can vermiş. İki ihtiyar kadın sağ... İsmail Habib 9 sene evvel: «Bu üç hatıraya üç beş lira maaş bağlamak, onlara iyilik olmaktan ziyade bizi nankör olmaktan kurtaracaktır» diyordu. Korkulan nankörlükten kurtulamamışız. Aziziye tabyasının yaşayan iki kahramanı bize parasızlıktan ve yardımsızlıktan şikâyet ettiler. senır s = I HUKUKİ DÜŞÜHCELER =haberleri iktidar ve tefekkür bir dava Tekel eski Başmüdürünün açtığı tazminat davasını Hukuk Mahkemesi reddetti Tekel İdaresinin eski İstanbul Başmüdürü Fikri Faik tarafından Tekel Bakanı Suad Hayri Ürgüblü. ve Umum Müdürü Hurrem Şener aleyhine, gazetelere verdikleri beyanat ve tavzihlerle, kendisini tahkir ve tezyif ettikleri ileri sürülerek tazminat isteğjle asliye hukuk mahkemesine bir dava daha açılmıştı. Mahkeme, eski Başmüdürün iddiasının ne dereceye kadar doğru olduğunu tetkik için işi, davacı vekilinin isteği üzerine, Yargıtay eski reislerinden Sadi Barias, Ordinaryüs Profesör Ahmed Samim ve İstanbul Barosu reisi Mekki Hikmetten müteşekkil bir vukuf ehline havale etmişti. Ehlivukuf, yazılar üzerinde yaptığı tetkikat neticesinde, bunların, hakaret ve tezyifi mutazammın olmadığı hakkında bir rapor vermiş, bu rapor üzerine de mahkeme, ilmî bir esbabı mucibe ile Fikri Faikın açtığı davanın reddine ve eski Başmüdürün mahkeme masrafile dava edilenlerin avukat ücretlerini ödemeğe mahkum etmiştir. Tarihin be? bin yıllık akışı şöyle bir gözden geçirilecek olursa, milletleri | idare «denlerin, yani iktidar mevkiine geçenlerin çeşid çeşid kudretlere dayandıkları görülür. Eski devirlerin despotik idaresinin babında bulunan mutlak hükümdar, ya ilâhî ve esrarlı kudretlere dayanır, yahud da bizzat kendisinin bir ilâh sülâlesine mensub olduğuna kani bulunur ve bu sebeble, sorgusuz sualsiz, tamamen serbest ve keyfî bir şekilde hükümet icra ederdi. Onun, kendi memleketi ve tebaası üzerinde mutlak bir tasarruf hakkı vardı; ağzından çıkacak her böz, değişmez ve değiştirilmez bir kanun hükmünde idi. Doğrudan doğruya hükümdara dayanan idare memurlarından her .biri, yalnız hükümdara karşı mes'ul olduklarından, onun itimadını taşıdıkları müddetçe, onlar da, kendi idare mıntakaîarmda birer küçük despot idiler. İdare bir merkezden olduğu ve iktidar bir hükümdar tarafından dağıtıldiği için, bu idarelerde «hükümdara aranmak» bir nevi sanat haline gelmişti. Bunun yolları çeşid çeşiddi. Eğer hükümdar makul, âdil, insaflı, memleketini ve milletini yükseltmeyi düşünen bir insansa ona ancak muharebe meydanlarında kahramanlık, millet işlerinde doğruluk, çalışma ve fazilet sayasinde yaranılabilirdd. Böyle devirler, tarihde yalnız o milletin değil, bütün medeniyet tarihinin «altın devirleri» olarak anılmağa lâyıktır; çünkü onlar, dünya tarihinde lekesiz olarak parlayan çok nadir devirlerdir Tarihin diğer devirlerini derece derece, daha az parlak donuk, gölgeli ve nihayet kirli ve karanlık devirler olarak görüyoruz; ne yarık ki, bunlardan sonuncuları, yani kirli ve karanlık olanları, ötekilerine nazaran, kıyas kabul etmiyecek derecede geniş bir yer kaplamaktadır. Bu, neden böyle olmuş? İnsan niçin, bütün çeşidleri iyilik vaiz eden dinlerin telkinlerine veya kendi akıl ve zekâsına ve mukaddes insanlık şuuruna rağmen, tarihin akışını iyiye, adaletliye ye doğruya çevirememiş, tarihin bütün yapraklarinı niçin altınla yazamamıstır? Milletlerin iç ve dış hayatları neden daimî bir boğuşma üe geçmiş ve geçmektedir? Hiç de yeni olmıyan bu ve bunlara benzer suallerin daha derinleri ve daha felsefî olanları, tarihin her devrinde, her millete mensub aydınlar, mütefekkirler ve filozoflar tarafından daima sorulmuş, fakat bir tek oevab üzerinde ittifak hasıl olmamıştır ve görünüşe göre, olmasına da imkân yoktur. Hatıgi dinden olursa olsun, müminlere sorarsanız size bütün bunların sebeşeytanın insanı fena yola «evketmesi ve tnrynad»»H Allanın emirlerinin yerine getirilmemesi ile izaha çalışırlar. Şeytanın bunda ne menfaati vardır? Her şeye kadir olan Cenabıhak, şeytanın vücudunu izale ederek insanları bu belâdan niçin kurtarmıyor? Gibi sualler sormağa mezun değilsiniz; eğer sorarsanız, ne kadar âdil, ne kadar ahlâklı ve faziletli olursanız olunuz, kimsenin görmediği yerde her türlü haksızlık ve ahlâksızlığı yaparı softaya göre «kâfir» siniz; Allah mefhumunu insanlığın dar ölçüsünden çıkararak onun kendi vicdanımzdaki en hakikî ve mukaddes yeini bütün ruhunuzla hissettiniz için. ıaZîikî mümin siz olduğunuz halde, onu basit insan ölçülerile izaha çalışanlar nazarında imansızsınız. Tarih ırmağının kirli akışının sebebini filozoflara sorarsanız, her birinden başka türlü cevab alırsınız. Kimisi bunu mütefekkirlerin, filozofların azlığına bağlar, «ya hükümdarlar filozof veya filozoflar hükümdar olsaydı» milletlerin daha mes'ud yaşayacak olduklarını söyler. Kimisi bu akışı tabi! bulur: Böyle düşünenlere göre; «İnsanlık bir mücadele hayatı yaşar, bu hayat sükun ve selâmete geçtiği gün beşer dejenere olur; halbuki mücadele devam ettikçe tabiî bir istifa olur, sağlam ve kuvvetli olan ferdler ve milletler, çürük ve zayıf olanlarını tasfiye eder; binaenaleyh üstün insanlar yetiştiren milletlere ne mutlu !> Onlara «hak» tan bahsedemezsiniz, çünkü «hak kuvvetlinindir»: Onlara adaletten söz açamazsınız, lira «kuvvetlinin zayıfı tasfiye etmesi adalet icabıdır». Onlara kanunu anlatamazsınız, çünkü «üstün adamın, iradesi ka MIHINA Bir köşenin güzelleşmesi için Prof. Dr. Hıfzı Yazan: Doğan Nadi Bu muazzam iman kuvvetinin önüne kim ve ne geçebilir? Nitekim Aziziye tabyasının demir kapıları çökertiliyor. İçerdeki boğuşmanın tasvirini benden istemeyin. Buna imkân: yok muktedir olamam. Kapıda, tabyaya girmek için, adeta birbiri sırtından atlayan coşmuş halk kütlesi, içeride bu beklenmedik, bu ilâhî hücum karşısında ne yapacağını şaşırmış Rus askerleri. Birinin masum ve ulvî müdafaa hissi, ötekinin zalimliğine, gasıblığına galebe çalıyor. Zannederim üç saat kadar süren bir boğuşmadan sonra iki binden fazla Rus askeri Aziziye tabyasının şimdi mukaddes duvarları arasında ve balta, keser, satır gibi mukaddes silâhların altında yere vuruluyor. Patırdı gürültü arasında kaçmağa muvaffak olan diğer bir iki bini kovalamak lâzım. O sırada bütün bu muharebe ile, oradan oraya yırtma yırtma, nasıl başa çıkacağını bilemiyen güzel kahraman Ahmed Muhtar Paşanın eldeki iki tabur askeri yetişiyor. Az ileride Van deresinde de bir kısım, 500 kadar, Rus askeri temizlendikten sonra düşman kendi hattına çekiliyor. Artık sulha kadar bir daha oradan çıkamıyacaktır. * * * Erzurumda Aziziye tabyasının bugün yaşıyan kahramanları var. Bunlar üç kişi imişler: İki kadın bir erkek. Erkeğin ismi Yaşar Emmi. Ben Erzuruma gitmeden birkaç ay evvel Yaşar, taşıdığı bir yükün ağırlığı altında, doğrusu hiç de istenmiyen ve umulmıyan bir şekilde can vermiş. Yaşayan kahramanların diğer ikisi kadındır: Nane Kadın ve Nene Hanım. Bunların her ikisile de görüşmek ricasında bulunmuştum. Halkevine geldiler. Konuştuk. Eski hikâyeyi hatırlarken gene gözlen parlıyor. Nene Aziziye tabyasına hücum ettiği zaman, adedini kendi de bilmediği Rus askerini kestiği satırını da beraber getirmişti. Güzel tarihimizin ne yazık ki şimdi okunmaz çizgilerile paslanmış bu mübarek satırı öpesim geldi. İkisi de, insana hiç yabancı gelmiyen birer bildik sima. Bütün bu akla hayale sığmayan vak'alan, hatır sorar gibi, bir takım basit cümlelerin kolaylığı ile anlatıyorlar. Türk kadınının, bizim kadınların bu şayanı hayret soğukkanlılığı insanı hayranlıktan donuk bırakıyor. I Yalnız boğazımda düğümlenen bir noktayı burada söylemeden geçemiyeceğim. Bu binlerce halkın (ve bu arada Nene'nin ve Nâne'nin) yapmış oldukları iş para ile pulla yapılır şey değildir. Buna şüphe yok. Fakat şimdi, ihtiyar yaşlarında, onlara bakmak bizim vazifemizdir. 1937 senesinde değerli Edib İsmail Habib bu iki kadına para vermeği teklif ettiği zaman: tParayı neydelim a., efendi» diye reddetmişler. Şimdi Sinob milletvekili olan İsmail Habib o zamanki (2 mart 937) Cumhuriyette çıkan güzel yazısında «bu üç hatıraya üç beş lira maaş bağlamak; bu onlara iyilik olmaktan daha çok bizi nankör olmaktan kurtaracaktır» diyordu. Merak etmesin. O korkulan nankörlükten kurtulamamışız. Çünkü Aziziye tabyasının iki yaşayan kahramanı bize parasızlıktan ve yardımsızlıktan şikâyst ettiler. Üstelik sekiz dokuz sene ewe\ Habibden almadıkları üç beş lirayı bu defa bizden almaktan çekinmediler. Erzurum mükemmel bir serhad şehbir hudud başşehri olduğunu, bize ilk fa doksan üç harbile, daha doğrusu, ksan üç harbindeki Aziziye tabyası rikası ile isbat etti. Bir hudud baştın olmak, biç şüphe yok, büyük meretler ister. Bu, ne sadece coğrafî, ne > sadece askeri esaslara dayanır bir y değildir. Hudud şehrinin mükemsli, bütün diğer sebeblerden evvel, a halkının yurda bağlılığı ile ve bu ğlıhğın zaman zaman zarurî kıldığı hramanîıkla ölçülmek gerek. Bu bakımdan Aziziye tabyası destanı, zurumun tarihinde, hakikî bir şan ve ref sahifesi teşkil ediyor. Acaba bu tırları okuyanlar bu aziz ismi hatırpacaklar mıdu? Belki hayır. Halbuki ; bir lüzumsuz mübalâğaya kaçmadan nebilir ki, bugün elimizdeki dipdiri güzel Anadoluyu biz, Erzurumdaki :iziye tabyasının o, dünya milletleri rihinde eşine az tesadüf olunan, isim: kahramanlarına borçluyuz. Bu Aziziye tabyasının kısacık hikâ•i çudur: Tabya hâlâ olduğu yerde, s ıkur ve sakin duruyor. Erzurumun, men hemen tek sivri tümseği olan, eşhur saat kulesine çıktığınız zaman, >siz havalarda, onu rahat rahat göreliyorsunuz. Ya güneşin karlarla birlerek pul pul örttüğü, yahud mor bir ıfif tülün yumuşak yumuşak kavradığı r tepe. Topdağı işte orası. Şimalinde ecidiye, cenubunda Aziziye tabyaları ir. Toprak Ofisinde tasfiyeler Toprak Mahmulleri Ofisi teşkilâtı daraltmaktadır. Bir çok sube ve servisler tasiye edilmiştir. Harb durumu dolayıslle Ofisin eline verilmiş olan bazı maddelerin de serbest bırakılacağı ümld edilmektedir. ., Ietanbulda mercud depolarından bir oğunu tahliye etmiştir. Yevmiyeli veyahud ücretli olarak çalıştırılan bir çok müstahdeminin vazifelerine son verilmiştir. Dlğeı taraftan Anadolunun bir çok hububat merüezlerlnd» taç* edilmiş olan ilo, depo VB emsali binaların hemen bepBl bitmiştir. Evvelce mevcud planlara göre, daha yapılması düşünülen İnşaata sen veilmiştir ve Ofisin İnşaat şubesi de kalLırılmıştır, Yunonistanın Paris başkonsolosluğuna ayin edilen istanbul Başkonsolosu M. Isılro Kapctanldls dün Aksu vapurile m r a . .eketlmlzdeu ayrılmıştır. dıkça bu Mrli kış devam edecektir. Onlara insanlık dün yasında maddi değerlerden başka ma nevî ve ruhî degernundur». Onlara müsamaha ve merha ! !er de mevcud olduğunu; esasen zenmet aşılayamazsınız, zira «müsamaha | ginlerle fakirler arasında, beyaz ve sive merhamet, zâftan başka bir şey de yah ırk arasında olduğu gibi kesin bir ğildir». Ve nihayet onlara halkın hoş tefrik yapılamıyacağmı, her varlıklı donudluğundan veya hoşnudsuzluğundan ğanın mutlaka varlıklı, her yoksul dobahsedemezsiniz, çünkü «halk dediğiniz ğanın da mutlaka yoksul kalmadığını; bir sürüdür, hoşnud olmasının veya ol aklı erenle ermiyeni, âlimle çobanın mamasının ehmemiyeti yoktur, yeter ki yalnız fikrî değil iktisadî ihtiyaçlar siz, dizgini sağlam ve kırbacı sıkı tutu bakımından da eşit oiamıyacağını, bunnuz». Eğer bütün bunları beğenmez, in ları sadece madde ölçüsünden mütalea sanlık adaletine inandığınızı, büyük etmenin ve bu bakımdan eşitliği zorlamilletlerin büyük insanlar yetiştirebilen manın en büyük haksızlık ve adaletmilletler olduğunu bilmekle beraber, sizlik ve millî gelişme için en büyük bir buradaki büyüklüğün madd! cebir ve tehlike teşkil edeceğini İzaha kalkışırsazordan ziyade, manevî liyakatlere da nız, ya istismarcı sermayedar, yanmasının milletler hayatında her za bunların satılmış ve münafık yardakçıman temin edilemediğini, binaenaleyh sısuıız, yahud da herşeyden habersiz Wr idare ve iktidar sahibinin bu İktidarı gafilsiniz ve her itibarla da bir halk halktan alması gerektiğini, bunun için düşmanısınız! de serbest tefekküre ve serbest münam kaşaya hiç sarsılmıyan bir kıymet ve Görülüyor ki, idare ve iktidarın, yumevki verilmesi lâzım geldiğini söylemek ihtiyatsızlığında bulunursanız ve karıda bir kaç fırça darbesile belirtmetenkid'.ere yeltenirseniz, siz bir bozgun ğe çalıştığımız çeşidli fikir dayanaklacusunuz, vücudu ortadan kaldırılmak rında «müsamaha» dan eser yoktur. gereken bir haini vatansınız; bütün Allahı kendi düşündüğü gibi tahayyüle suçunuz, baştakiler gibi düşünmemek, yanaşmadığınız için sizi kâfirlikle itham «evet efendimci» olmamaktır. Onlara eden softa ile, «hatasız insan» nazarigöre: Eğer milletler, tabiî istifa kanun yesini benimsediğiniz ve hür kafa taşılarile başa geçen insanlar gibi düşünür dığınız için size imhası lâzım bir mikler, daha doğrusu «düşünce» yi kafadan rob nazarile bakan diktatör yamağı ve yalnız silip onun yerine sadece «itaat» i yer nihayet, insan denilen varlığı leştirirlerse, işte o zaman yükselirler! maddeye bağlıynmadığmız ve ekonomik İnsanlık tarihinin kirli akışını kimisi eşiştliği imkânsız gördüğünüz için sizi de sosyal mücadele ile izaha ça'ış:r. 1 numaralı halk düşmanı sayan tarihî Varlıklı ile yoksul arasındaki bu savası maddeci arasında ne fark vardır? Buntarihin en uzak derinliklerinde takib et ların fikirleri ayrı, fakat fonları ve hümeğe uğraşır ve der ki: «İnsanlık tarihi viyetleri birdir; Serbest tefekkür düşnin karanlık dediğiniz sahifeleri, varlık manlığı. lıların yoksulları istismar etmeleri yüSerbest tefekkür olursa ne olacak? zünden kararmıştır. Dünya yüzünle Onu da bir başka defa konuşuruz. zengin ve fakir diye İM sınıf baki kal «^ Y a z a n : ^ •• • • m •»•• Veldet umhuriyet idaresinin en güzel eserlerinden biri de Tek nik Üniversitedir. Bu teknik asrında, bizim de yalnız bir Yüksek Mühendis okulu ile iktifa etmemiz hiç doğru değildi Teknik Üniversite için, Yüksek Mühendis okulu olan eski Gümüşsüyü kışlasına yepyeni binalar ilâve edildi. Taşkışla da, Teknik Üniversteye verildi. Şimdi Taşkışlanın, esaslı surette tamir ve tadiline başlanmıştır. Geçenlerde, Cumhariyet'in «Halk Dilinden» sütununda Milli Eğitim Bakanlığı müfettişlerinden birinin bir mektubu çıktı. Bu muhterem zat, Teknik Ünlversitenin önünden geçen yeni asfalt yolun Cerrahî Kliniği binasına varmadan evvelki kısmında, caddeyi daraltan eski ahşab evlerin kaldırılmamış olmasından ve oradaki arsanın pisliğinden ve çirkinliğinden şikâyet ediyordu. Hakikaten öyle, fakat bu köşeyi darlaştıran ve çîrkinleştiren yalnız bu köhne binalarla o arsa mı? Muhterem Millî Eğitim müfettişi de elbette bizim gibi görmüştür ki evvelâ. Teknik Üniversiteye ilâve edilen yeni bina, sanki arka tarafta hiç boş yer yokmuş gibi, caddeye doğru süriilmüs ve yayakaldırımının üstüne çıkarılarak burasını daraltmıştır. O «ski binalar, vaktile yapılmıştır ve zamanı gelince elbette yıkılacaktır. Fakat yeni binanın bu taşkınlığına ne diyelim? Sene 1877. ikinciteşrin ayının yedisini kize bağlıyan gece. Bu iki tabyanın ka tarafına düşen iki Ermeni köyün>n kalabalık bir çete harekete geçiyor. insi sinsi bizim tabyalara yanaşıyorr. Bilinmez nasıl bir dalavereye baş ırarak içeri giriyorlar. Yarı uyur, yarı ^anık bütün askerlerimiz kılıçtan geriliyor. Beri taraftan da Ruslar gelip, ilhassa Aziziye tabyasını hemen tamaile elde ediyorlar. Halbuki Aziziye tabyası bu Topdağıtn en hâkim noktasındadır. Onu ela Eçirdikten sonra diğerlerine saldırmak ten bile değil. Vaziyet bunun İçin vaLm. Düşman Erzuruma bir defa hâkim lursa bütün Anadolu tehlikeye girecek. u arada biri, nasılsa yakayı kurtarailiyor. Erzuruma kadar geliyor. Düşlanın bu namerd baskınım haber yeyor. Saat sabahın dördü. Şehir héñüz ykudan uyanmamıştır. O zaman, müsiman ve Türk halka en iyi haber verıe şeklinin, zaten saati gelmiş olan, zanla yapılabileceği akla geliyor. Ayasaşa camiinin müezzini kaldırılıyor. Bu îüezzin gecelik entarisi ile münareye rlıyor. Ahaliye, Aziziye tabyasının üşman eline geçtiği işte böyle haber erilmiştir. Duyan duymayanı uyandırarak, giden itmeyeni sürükleyerek, hemen hemen ir anda sokaklara dökülüyor. Silâh naıına akla ne gelirse, ele o alınmış. Tüîkten tırpana, keserden baltaya kadar er şey. Her şey ve herkes: Kadın erek, genç ihtiyar, bütün Erzurum. Ne ir emir, ne bir nizam, ne bir taktik ar. Bütün Erzurum kendi bildiği gibi :endini kurtarmağa gidiyor. Bu sırada Rus askerleri tabyalara girliş, yerleşmiştir bile. Toplar mevzide, üfekler tetiktedir. Hücum eden halka ver yansın!» ediliyor. Dinlenir mi? laik bir defa karar vermeye görsün. n Yunan konsolosu gitti C Hıfzı Veldet T İ Y A T R O Yunanlı sanatkârların verecekleri konser Şehrimizde bulunmakta olan iki değerli unan müzisyen^ piyanist Mariya Hero r O ve viyolonist Niko Diklos 10 Çubat >£ pazar günü, saat lfi,3O da Kadıköy Halkevlnde bir konser vereceklerdir. Konserde Beethoven, Llszt Korsakof ve Tschatkovskyden parçalar çalınacaktır. Biletler Kadıköy Halkevlnde ve Saray sinemasında satılmaktadır. Tanınmış Viyanalı piyanistlerden proferüT Ludvlg Çaçkes, 10 şubat pazar akşamı saat 21,11 te Ankara radyosunda bir konser verecektir. Programda Bach. Beethoven. Chopin ve Dohnanjl'den seçilmiş güzel parçalar vardır Viyana müzik akademisinin değerli öğretmenlerinden olan profesör Çaçkes senelerdenberl Ankara Devlet Konservatuarında vazife görmektedir. Müzik sevenler üstadı her halde zevkle dinleyeceklerdir. Tekel idaresinin elinde mühim miktarda kahve stoku mevcuddur. önümüzdeki tevziatta kahve İstihkak miktarının arttırılması düşünülmektedir Kadıköyünde, Teldeğlrmenl semtinin Karakol sokağında 101 numaralı evde oturan ve Haydarpaşada kömür müteahhidllğl yapan Salih Taylanın yanında çnlışan Mustafa Ozerek adında bir amele trenden düşerek tekerleklerin altına girmiş ve sag bacafil diz kapağının üzerinden kesilmiştir. Yaralı lşçl derhal Numune hastanesine kaldırılarak tedavi altına alınmıştır. ((Küçük Şehir)), büyük bir muvaffakiyet kazandı Yazan: Metin Toker Sanatkârların arasında evvelâ köylü kızı Ayşe rolünde Perihan Yanalı tebrik etmek isteriz. Bu gene sanatkâr, «Büyük Şehir» denberi, belki de böyle bir kompozisyon ele geçiremediği için, bu kadar aşikâr bir muvaffakiyet kazanamamıştı. Takliddeki mahareti, gi}zel oyununa katılınca Perihan Yanal temsilin ilk akşamı hakkettiği alkışları fozlasile toplamaktan geri kalmadı. Belediye reisi Âdem rolünü Vasfi Rıza, rolünün karakteri içine girerek oynadığı için pek güzel temsil etti. Odacı Ali rolünde Haluk Sancı, istidadını belli etmek fırsatını bol bol buldu. Belediye çavuşu Murtazayı, Mahmud Morali çok güzel canlandırdı. Arnavud taklidi yapan Behzad Butak ilk gece biraz güçlük çekiyordu, buna mukabil rum taklidi yapan Bedia Ştatzer gayet iyidl. Gene şehirli kız rolünde Nezihe Becerikli de vazifesini itina ile yaptı, zaten bu sanatkâr son piyeslerde büyük terakkiler kaydediyor. Belediye meclisi azaları Mehmed Karaca, Mümtaz Ener ve Cahld Irgad rollerini muvaffakiyetle yaptılar. Karabet rolünde Necdet Ayral biraz zayıftı; sahte doktor Reşid Gürzap, taharri memurları Reşid Baran ve Yaşar Özsoy iyidiler. Diğer sanatkârlar da vazifelerini başarı ile yaptılar. İlk temsil akşamı piyesin başlıca kusuru uzunluğu idi. Şimdi aktörler rollerine daha iyi alıştıklarından, eser yarını saat kadar evvel bitmektedir. Bunun «Küçük Şehir» 1 biraz daha kuvvetlendirdiği kanaatindeyiz. S.:n zamanlarda bir sarsıntı geçirdiği söylenip duran Komedi tiyatrosu zaten kuvvetli bir piyes olan «Küçük Şehir» de gösterdiği büyük muvaffakiyetle ker iini toplamıştır. Sanatkârları" ve Muhsin Ertuğrulu candan tebrik ederiz. *** Teknik Üniversitenin bir mimarlık şubesi de vardır. Bu şubedeki sayın profesörler de. elbette şehircilikten anlarlar; hiç şüphesiz, onlar da yeni binanın sağ kanadının ve kapısının bir kaç metre daha yoldan içeriye doğru yapılması lâzım geldiğini takdir etmişlerdir. Fakat buna rağmen, her nedense ve her nasılsa şphircilik tekniğine fazla kıymet verilmemiş ve bina yolu daraltmıştır. Şimdi burayı genişletmek için yolu karşı tarafa doğru sürmek lâzım gelecektir. Sonra hu kösenin çirkinliği, yalnız kar şıki eski binalardan ve arsadan mı seliyor? Yeni binanın duvarından itibaren tâ rokuşun dönemeç yerine kadar, eski Gümüşsüyü kışlasının harab ve kalın Mr y s n n duvarı uzanmaktadır. Buradaki ~"'""t yolun ve v°ni binanın güzelliji i!? tam tezad halinde bir çirkinlik teşkil eden bn duvar da küçük bir himmetle kaldırılabilir. Hem de hiç masrafsız kaldırılır, hattâ üste kâr da edilir. Çünkü buradan çıkarılacak taşlar ya sa'ıîsr. yahud da Taşkışlanın tamir ve tadilinde fcrtllaruhr. Teknik Üniversitenin bir kısmını teşkil eden Gümüşsüyü kışlasının ç e n e sinde güzel ve temiz bir bahçe vücude getirildiği halde yanında neden o harab yarım duvar bırakılmıştır? Hiç bir işe yaramıyan bu duvarı da kaldırmak ve orasını da bir yeşil şerid haline getirmek icab etmez mi? Teknik Üniversite için, büyük paralar sarfedilirken bu çirkin duvarı artık orada daha fazla tutmamalıdır. Hem bu da, küçük bir mimarlık ve şehircilik tekniği işidir. Esasen, dediğimiz gibi duvardan çıkarılacak taşların kıymeti sayesinde bu tanzim ve tezyin işi de bedavaya gelecektir. Millî Eğitim Bakanlığı Teknik Müstesarbğıntlan, tam bahçe tanzimi mevsimi iken bu küçük himmeti bekleyoruz. Radyoda bir piyano konseri Kahve istihkakı artırılacak Tren altında ayağı kesildi ^merikadaki grevlerin piyasamıza tesiri Anksrada son zamanlarda bir çok nalların vaktinde yuklenememesl İthalât acirlerinl müşkül vaziyete düşürmektedir. Mhassa akreditif tahdldleri, faizler ve blrLk'erce konulrmı? olan müddetler bakırundan tüccarın uğradıkları müşkülât ¡ittikçe büyümektedir. Tücoarm çekikleri bu müşkülat Amerika İle İş yapan estnl müesseselere de sirayet etmektedir. 12 bin lira çalan köy muhtarı ¡u durumun. ıslahı İçin Amerlkada grevle. Çorlunun Seymen köyü muhtarı Halil in geçmesine intizar etmek lâzım gel Kurt, köy sandığından 12,000 Ura totlJârestedir. sen zimmetine geçirmekten istanbul ikinci toplu milli korunma mahkemesine verilYağ fiatlan misti. Dara sona ererek, sanığın 4 sene, Sadeyağı fiatlannda görülen • yükseklik 5 ay' ve OQ gün ağır hapse konulmasına. Izerinde önemle durulmaktadır. Ticaret 1111 Ura ağır para cezası ödemesine hük»akanlığmın emrile piyasaya çıkarılmış medUmlstir. Jan ucuz Hatlı turyağlardan Ticaret Ofisi Tekel Tuz Müdürlüğü : günde 40 ton piyasaya vermiştir. Sade. Açık bulunan Tekel Umum müdürlüğü ağı Hatlarının pahalılığı tru yağlara karşı Tuz islen müdürlüğüne evvelce Umum lakkalların isteğini faalalaştırmıştır, Ofiln İstanbulda daha 60 ton yağ stoku ol müdür muavinliğinde bulunmuş olan Ekrem Necml tayla edilmiş VB yeni müdür aakla beraber İzmlrden yeniden yağ getirvazifesine başlamıştır. ilmesi kararlaştırılmıştır Kasımpaşaöa Yahyakâhya mahallesinde Doğan NADİ Yaéhane sokağında 37 numaralı evde oturan Ali oğlu 10 yaşında Harun Yaltın İçerisi kaynar su dolu bir leğenin üzerine Ticaret ataşelerimize verilen devrilmesi netlceslnde ı vücudunun muhvazifeler telif yerlerinden haşlanmıştır. Yatırıldığı Ticaret Bakanlığı, konseyye ve átasele, Şişli Etfa! hastanesinde ölmüştür Adalet olunrlmlztn çalışma tarzları İçin yeni bir t a . heklmiğlnce ) gömülmesine müsaade Hmatname hazırlamıştır. Bu talimatname muştur. mucibince ataşeler gidecekleri memleketler. Bir istifa de tacirlerle basın mümesslllerile. resmi Çocuk Esirgeme Kurumu Çarşıkapı disve hususi şâhıslarla devamlı bir şekilde panseri müesseslerinden ve müessese mütemaslar ve mallarımız İçin geniş propadürü Şevki Sözblr vazifesinden istifa etganda yEpacsKardır. miştir. Haşlanarak ölen çocuk Hüseyin Cahid Yalçının konferansı Şişli Halkevinden; S şubat 1916 cuma günü saat 18 de Hnlkevlmlzde istanbul milletvekili Bay Hüseyin Cahid Yalçın tarafından bir konferans verilecektir. Konu: (Halkla serbest konuşma) Herkes gelebilir. Mevsimin üçüncü telif piyesi olan «Küçük Şehir», Komedi kısmında başlamış bulunuyor. Temsiline uzun zamandanberi hazırlanılan, Cevad Fehtninin bu yeni eseri büyük bir alâka toplamakta, devam ermektedir. Geçen yazımızda belirttiğimiz gibi mevzuu tamamile yerli olan eser kasaba ile şehir arasındaki görüş, telâkki, fikir ve ruh ayrılıklarını ortaya koymaktadır. Anadolunun ortasında bir «Küçük Şehir» vardır, buraya «Büyük Şehir» den yolcular gelir. Zavallı küçük şehirliler, büyük şehirlilerden neler çekmezler... Kadınlar boyanmaya başlar, karaborsa ortalığı kavurur, evlerde poker masaları kurulur, 6ahte bir doktor kasabayı haraca keser ve bu arada bir gönül macerası hayal sukutu ile neticelenir. Kasaba, ancak yolcular gittikten sonra rahata kavuşur; kasabalılar ancak o zaman, her vakit başlarının üzerinde parlayan güneşin «Büyük Şehirlilerin» getirecekleri medeniyet güneşinden çok daha kıymetli olduğunu anlarlar. Bu tez şüphe yok W. pldukça cüretkâr bir tezdir. Zaten müellif de, eserin sonunda köy muallimine söylettiği bir İM cümleyle adeta «kurunun yanında yaşın da yanmasına» mâni olmak, büyük şehrin yalnız kötü insanlardan mürekkeb bulunmadığını hatırlatmak istemiştir. «Küçük Şehir» de yer yer çok kuvvetli sahneler vardır. Bu arada şehirli kızla köylü kızın karşılaşması, belediye çavuşunun bavullara hitabı, belediye reisinin hayal sukutu, baştan çıkarılan odacı Alinin son perdede Karabetle konuşması piyesin en kuvvetli taraflarıdır. Eserin, daha ilk akşamdan kazandığı muvaffakiyette Komedi tiyatrosu sanat:ârlarınm hissesi büyük olmuştur. Mizansenin kuvvetli bir el tarafından hazırlandığı, perdenin açılışından itibaren kendini belli etmekteydi «Küçük Şehir» Muhsin Ertuğrula çok şey borçludur. Çocuk Esirgeme kuruma Arnarudköy şubesi yıllık kongresi. Kurumun yeni İstanbul başkanı Zühtü Çubukçuoğlunun vs İstanbul Vilâyeti müdürü Cevdetin huzurile toplanmıştır. Okunan İdare heyeti raporundan anlaşıldığına göre, bir yU içinde, çevresinde bulunan kimsesiz çocukJardaıj bir çoğunu bastan ayağa kadar giydirmiş ve bir çoS çocuk anasına da süt yardımı yapmıştır, idare heyeti> 60 lira İle devraldığı kasap yeni seneye 1100 lira nakidie devretmiştir, idare heyetinin başarısı takdirle karşılanmış yapılan yeni seçimde eski İdare heyeti lttifakia ipka olunmuş vs kendilerine teşekkür edilmiştir KongTeden sonra, hazır bulunanlara ¿ir çay verilmiştir. Çocuk Esirgeme Kurumu Arnavudköy kongresi kat Sahnesi sanatkârlarının şubat ayı içinde şehrimizde temsiller vermesi tahakkuk etmiştir. Sanatkârlar Dram tiyatrosu, Çemberlitaş sineması ve Kadıköy Halkevinde onar temsil vereceklerdir. Bu temsillerde «Otelci Kadın» «Bizim Şehir», «Anasının Kuzusu», «Kibarlık Budalası» ve «Yanlışlıklar Komedisi» piyesleri oynanacaktır. Devlet Konservatuarı, bu temsiller rağbtt gördüğü ve kâr edildiği takdirde daha sonra Operayı da İstanbula göndermeği düşünmektedir. Operanın burada temsiller vermesi pek fazla masraflı olacağı için, bu kâr o zararı kapaDevlet Konservatuarı geliyor Devlet Konservatuarı Tiyatro Tatbi tacaktır. li vasıtası galiba ceb sobasıdır. Ben iyi hatırlıyorum. Delikli, nrüstatilce bir kutu idi. • İçinde, kava benzer fitile benzçr bir şey, yanar, cebi ısıtır, i sözüm ona • cebe so r kulan eli de beraber f c ısıtırdı. Bu züğürd tesellisinin ömrü pek uzun olmadı. Her Ja pon işi marifet gibi, bir iki TJIS ya sürdü, ya sürmedi tarihe karıştı, kaynadı gitti. Ateşi cebe sokan insanlar, ondan belki biraz evvel, belki biraz sonra, aydınlığı da cebellezi etmenin yolunu buldular. Cebin tarihine, bir de ceb feneri faslı açıldı. Bir zamanlar, ceb köpekleri diye bir hayvan da türemişti. Sonra, bir ceb zıhlısı çıktı. Bu sonuncusu, her cebe elverişli olmadığı için, bizim bahse pek girmez ama, şimdi, Amerikadan gelen yepyeni bir haber, cebin, medeniyet tarihinde, pek büyük bir rol oynamağa namzed olduğunu gösteriyor. Ceb radyoları çıkıyormuş. Ateşten, ışıktan sonra, sesi de cebe indireceğiz demektir. Evde, sokakta, işimizin başında, dağda bayırda, her yerde, canımız, hattâ başımız sıkıldı mıydı, bir düğmeyi çevirmekle, ta kulağımızın dibinde, bir konser, bir konferans, hasılı bir ses hazır. Hele korkaklar için birebir. Evden çıkarken, ceblerine öksürtmek ihtiyacından kurtulacaklar. U V //\\ Püf tarafı Birisi fıkra diye mi anlatmıştı, yoksa «işin püf tarafı» tabirinin nereden geldiğini izah için mi nakletmişti, şimdi pek iyi hatırlıyamiyorum, şu hikâyeyi dinlemiştim. Tabakçı, yanma bir çırak almı?. Bu dediğim, zanaatın sırrı ele verilmediği, kimseye söylenmediği, «ahibile beraber mezara gittiği devirde oluyor. Çırağın vazifesi, tabakların çamurunu yuğurmak, fırını yakmak, ateş kıvamını bulunca tabakları içeri sürmek. Tabakların pişip pişmediğini, göz kararile kestirmek ve fırından çıkarmak ustanın vazifesi. Gene çırak, seneler senesi, ustalının yanında çalışmış, tabakçılık işinde pişmiş. Lâkin bir eksiği var. Hem de en mühim eksik. Çamuru tabak biçimine koyup ferina sokuncaya kadar işi mükemmel surette beceriyor da, piştikten sonra fırından çıkarmak elinden gelmiyor. Ustası, «Haydi bakalım, çek şu tabakları fırından» emrini ilk verdiği gün, maşayı uzatıp tabağın birini çıkarmış, fakat tezgâhın üstüne koyar koymaz, tabak çıt diye, kırılıvermiş. Ustası «olmadı, bir daha!» demiş. İkinci tabak, tıpkı birincisi gibi bir çıt! la gidi vermiş. Üçüncü tabak öyle, dördüncü öyle, beşinci keza. Usta, maşayı çırağın elinden almış, altıncıdan itibaren onuncu tabağa kadar hepsini sapasağlam çıkar Gümrüklerde biriken mallar Bursa (Muhabirimizden) Bir müdİstanbul limanına gelen İthalât mallan dettenbert durgun giden ipek piyasası ye¡ittikçe artmaktadır. Gümrüklerde mühim niden canlanmış ve yükselmeye başlamışniktarda mal vardır. Liman idaresi bütün tır. Bükülmüş İpeğin küosu Bursada 120 ¡u mallan İrendi antrepolarına doldur lira İle ] 5 S lira arasında oynamaktadır, naktadır. Sarayburaunda inşa edilen yeni Yani koza mevsiminde 50 60 lira olan saraka antrepoların da İnşaatı bitmiş, ipeğin kilosu şimdi bir buçuk misli yüknınlann da kullanılmasına başlanmıştır, selmiş demektir. Bu yükseliş piyasanın İs. rucear mallarını çekmedikleri takdirde tek ibreslle izah edilmekte ise de ortada JU eşyayı koyacak yer bulmak imkânsız bir bundan başka sebebin bulunduğuna dair ıal alacaktır bir emare yoktur. tpek piyasası DEMOKRAT PARTİi MARŞI! Siyasî Mizahın Şaheseri! A Ç I K M EKT AN uB tıp tezgâhın üstüne dizmiş. Maşa aynı maşa, hareket aynı hareket, tabak aynı tabak. Gene çırak, işin içinden çıkamamış, ustasına yalvarmağa başlamış. Tabakçı ustası insaflı bir adammış. «Benim ne yaptığıma dikkat et. Gözünü dört açarsan öğrenirsin, o kadar zor değildir» demiş. Çırak, gözlerini, patlatırcasma açmış, nihayet görmüş. Bakmış ki, ustası, maşanın ucuna kıstırdığı tabağı fırından çıkardıktan sonra, birdenbire tezgâhın buz gibi soğuk mermeri üstüne bırakmıyor. Önce, dudaklarına, değdirecek kadar yakından geçiriyor, sonra tezgâha koyuyor. Bu esnada da, ateşten henüz çıkmış tabağı şöyle bir çevirerek «püf» diye hafifçe üflüyor, kızgınlığını bir parça alıp soğuğa alıştırıyor, sonra mermere oturtuyor. Zanaatın bu en ince hünerini şıp diye kavrayan çırağa, ustası: İşte oğlum, demiş, buna bizim zanaatın püf tarafı derler. Bunu bilrnedin miydi, tabak yapamazsın! Bir Alman âliminin, atom bombası r.akkmdaki beyanatı bana bu hikâyeyi ¡atırlattı. «Atom bombasının sırrı yoktur, damiş. Mesele, bu bombayı yapmak için lâzım olan parayı: sınaî tesisatı temin Sayın General Ali Fuad Cebesoy Ulaştırma Bakanı K A R A A K B A B A Mecmuasının bugünkü sayısında etmekte. Bunlar olunca her millet atom bombası yapabilir» Alman âliminin bu iddiasında, şekeri, unu, yağı olduğu halde bakkalın helva yapıp yememesine şaşan, canı helva istemiş adamın sualindeki safdil eda seziliyor. Adeta, icab eden parayı ve vasıtaları bulamadığı & için atom bombası yapıp dilediği gibi ortalığı birbirine katamıyan nazllerin, bu imkânlara sahib oldukları halde bom ba yapmıyan milletler karşısındaki hayretini ve kıskanç hgını ifade ediyor. Atom bombası, görünüşte, semavî âfetlarle yarışa çıkabilecek kadar korkunç bir imha vasıtası olduğu halde, medeniyetin kurtarıcısı rolünü oynıyacak diye bir iddia var. Bu iddiada bulunanlar, atom enerjisinin sanayie yapacağı muazzam hizmetleri mi kasdediyorlar, yoksa, atomun sahiden bir sırrı yok da, ilerde bütün milletler atom bombası yapıp sen atarsan ben de atarım» diye biribirlerine böh! diyebilecekleri için bundan sonra, insanlar birbirini yennkten kurtulacak mı demek istiyorlar? Alman âliminin beyanatı, bir bakımdan doğru olabilir. Atom bombasının sim, belki de hakikaten yok. Milletlerin, bu «medeniyet vasıtası» m tedarik etmeleri belki de pek kolay. Ne var ki, püf tar.'imı bilmek, yahud bulmak lâzım. Gelgelelim, atomun püfü de, rivayetlere bakılırsa, milyar meselesi. Tabakçı püfü kadar bedava olmadığı için, üfiirülmesi kolay değil. Çaresini aramağa kalkışan milletlerin de, emniyet konseyi marifetile pabucu büyüğün üfürüğüne havale edilmesi muhtemel olduğu için, «medeniyetin» zararına da olsa, Alman âliminin beyanatı yüreklere su serpecek mahiyettedir. Ceb radyosu Terakki, dev adımlarile İlerliyor. İnsanlar, çıplak vücudlerini örtmek lüzumunu duyduktan sonra, sırtlarına giydikleri elbiselere ilk defa açtıkları cebleri, her halde mendille doldurdular. Cebin tarihinde ilk merhaleyi açan ceb mendili oldu. Mendilden sonra ne geliyor, pek bilemiyorum. Belki anahtar. Arkadan belki ceb aynası, ceb tarağı filân. Bunlar o kadar önemli şeyler değil Cebin tarihi ile, medeniyetin tarihi arasındaki münasebetin ilk ehemmiyet

Bu sayıdan diğer sayfalar: