CUMHURİYET 15 Birinciteşrin 1938 Yerli antrenör meselesi ı Yazan: NÜZHET ABBAS Bütün sporlarda olduğu gibi, Türk futbolünün noksanlarından biri de hiç şüphesiz ki antrenör meselesidir. Şimdiye kadar haricden getirterek memlekette uzun veya kısa müddetİerle bslediğimiz ecnebi antrenörlerden istifade etmediğimizi iddia edecek değiliz. Ancak bu istifadelerin geçici ve ekseriya bir devreye münhasır olduğu muhakkaktır. Bunlardan istifade etmişsek, bu faydalar mevziî kalmış ve bugün için elimizds bunlardan birşey kalmamıştır. Yeni «Beden terbiyesi kanunu» Türk sporunun malî cıhetini en geniş ölçüler dahilinde kökünden hallermiş olduğundan bugünden sonrası için bu iş€ hasrolunacak paranm, maksadın husulüne kifayet edeceğıne ve artık parasızlık ileri sürülerek şu veya bu ;şin başanlamıyacağına daiir serdolunan mütalealann da hiçbir kıymeti yoktur. Vaktile her teklife «para yok ki» diyerek dudak bükenler bugün de iş başında kalmış olsalardı acaba gene ayni teraneyi tekrarlıyacaklarmıydı î Futbol federasyonunun Macaristan dan getirdiği bir antrenörle 19371938 mevsimi zarfmda ve beş ay devam eden yerli antrenör kursundan bugün «eğit men» namı altmda 20 genc mezun olmuş bulunuyor. Bu yirmi genc bugün belli başlı bölgelere dağıtılmış ve kursta öğrendiklerini genc elemanlara öğretmekle pıeşgul bulunuyorlar. Kursta eğitmenlere: 1 Futbolün tarihçesi, 2 Futbol kaideleri, 3 Anatomi, fizyoloji, 4 Masaj, 5 Antrenman, 6 Futbol taktik ve tekniği, 7 Futbol sistemi, Olmak üzere yedi şube üzerine tedrisat ve muntazam bir programla sıkı bir rejim altmda çalıştırmalar yapılmıştır. Oldukça dogun bir programın 5 ay gıbi kısa bir müddet zarfmda bu işe evvelden jyi hazırlanmamış elemanları olgun bir hale getireceğine inanmak fazla nikbinlik olur. Program müfredatım teşkil eden mevzulardan anatomi, fizyoloji, futbol taktik ve tekniği gibi mevzular öyle şeylerdir ki bunlan lâyıkı veçhile kavrıyabilmek için epey zaman ister. Kaldı ki bizde futbol ve alelumum spor bilgisini yükseltmek için bir de malumat kaynağı noksanı vardır. Bunları düşünecek olursak yerli antrenör kursuna federasyonun arzu ettiği şekilde muvaffak olmuş nazarile bakılamaz. Ancak şu da kabili inkâr değildir ki beş senedenberi bir proje halinde duran ve nazariyat sahasmdan bir adım dahi ileri götürülemiyen bu işi başarmak, federasyonların Ankaraya naklinden sonra iş başma geçen arkadaşlara nasib olmuştur. Herhangi bir projenin ilk tatbik senesinde yüzde yüz muvaffak olması imkânsızdır. Esasen bu sahada bu iş henüz birinci tecrübedir. Bütün bunlardan başka eğitmenleri tatmin edecek bir vaid de yapılamamıştır. Bu dar kadro içinde 19371938 futbol mevsimi zarfmda yerli an trenör kursunda yirmi genci eldeki vesait ve imkânlann müsaadesi nisbetinde eğitmen kursundan geçirmek ve bölgelere dağıtmak, gerek futbolümüzün atisi, gerekse eldeki dar vesaitle iş başarmak bakımmdan başlı başma bir muvaffakiyettir. Beden terbiyesi kanunile devlet spor Işlerine azamî ehemmiyeti atfetmiş ve yardımı yapmış oluyor. Spor işlerine tahsis olunan para herhalde spora devlet yardımının azamisidir. Tatbik sahasına intikal ettiği gün spor işlerimize milyon larca lira tahsis olunacak demektir. Elde edilecek tahsisatın cüz'î bir kısmile yolnız futbolda değil, bütün sporlarımızda yerli antrenör yetiştirmek işleri dört başı mamur bir şekilde hallolunabilecektir. Memleketimizde yerli spor antrenörlüğü çok yeni bir iştir. Bu yeni işte muvaffak olmak için birkaç şartm bir araya gelmesi lâzımdır. Bunlan da şöyle sırala mak kabildir: 1 Kurslan idare edecek yabancı antrenörlerin birinci sınıftan olmaları, 2 Antrenör yetişeceklerde maddî ve moral en yüksek evsafın bulunması, 3 Antrenörlüğün bu mesleğe süluk edeceklere emin bir istikbal vadetmesi, 4 Bütün spor şubelerinin kitablandırılması. Yabancı memleketlerden şimdiye ka dar getirtilen antrenörlerin bizde bıraktığı intıba şudur ki bunlar birinci sınıf olsalar bile bir antrenör kursunu idare edecek ve orada bize faydalı şekilde tedrisatta bulunacak kalitede adamlar değildir. Bu itibarla verilecek paranm çokluğunu hiç de nazarı itibara almadan antrenörlerin memleketlerinde en yüksek şöhret sahibi ihtisas sahiblerinden olmalarına dikkat et meliyiz. Bu meyanda meselâ atletizm antrenörünü Amerikadan, futbol antrenö rünü Ingiltereden, güreş antrenörünü şimal memleketlerinden celbetmek gibi noktalara da dikkat şarttır. Bu antrenörlerin yanına verilecek tercümanların da behemehal o sporda bilgisi olmak şarttır. Yerli antrenör yetiştirmek istediğimiz insanlarda en yüksek moral vasıflan aramalıyız. Bizce sporun vücudden ziyade karakter üzerine yaptığı tesir mühimdir. Sportmence olmıyan bir galebenin mağ lubiyetten daha kötü birşey olduğunu bilmem ki tekrara hacet var mı? Bunların bedenî kabiliyet ve performans itibarile de yüksek olmalan icab eder. Hiçbir antrenör tarif ettiği stil veya taktiği şahsan tnükemmel surette göstermeğe muvaffak olamadığı takdirde büyük bir kıymet ifade etmez. Bunlardan başka antrenörlüğü geçici ve istikbali mühim ve gayri muayyen şekilden çıkarmalı, bu mesleğe intisab edecekleri hal ve istikbal bakımından tamamile tafanin etmelidir. Bundan sonraki iş spor edebiyatına, ders kitablanna taknik ve teknik eserlere kuvvet vermektir. Bugün ise bu yandan birhayli züğürd olduğumuz muhakkaktır. Duymadıklarımız ve bilmediklerimiz Tas hastalığı 3 Nazar değmesinden korkuyormuş! Izmirde piyangodan 200 bin lira kazanan Yahudi sarrafın düşünceleri İzmir (Hususî Bura gazeteleri, 200 bin liralık piyango ikramiyesi etrafın da şöyle bir meseleyi münakaşa etmektedirler: Tayyare cemiye ti 200 bin liralık bilet hâmilinin İzmirde sarraf Avram oğlu Abuaf olduğunu gazetelere bil Sarraf Abuaf dirmiştir. Bir gazete, telefonla bu taliliyi bulmuş, fotoğrafmı istemiş, ihtisasatını sormuştur. Abuvaf ise derhal: Fotoğraf, motoğraf veremem. Esasen bilet benim değüdir, başkasmındır. O zat ismini vermek istemiyor, ben de söyliyemem. Demiştir. Gazete bunun üzerine Tayyare cemiyetine müracaatle izahat istemiş ve cemiyet de, Abuaf'm ayni şeyleri kendilerine söylediğini, hakikî vaziyeti söylemekte geciktiğini, «hatırlamıyorum, defterlerimi tetkik edeyim ve saire» dediğini, fakat nıhayet «bilet bendedir, sahibi başkası^ır, fakat ben tahsil edeceğim, bilet gene benim demektir» gibi sözler ilâve ettiğini, bildirmiştir. Gazete, bunlan tebarüz ettirerek, isim vermcmek hareketini tenkid etmekte ve bunun bir teberru değil, millî bir müesseseden para almak olduğunu, vergi ve saire mülâhazalarile parayı alanın bilmesi lâzım geldiğini ileri sürmektedir. Sarraf, bugün vaziyeti tavzih ile: Nazardan korkuyorum. Herkesin bununla meşgul olmasını istememiştim. Fakir akrabalanm da çok... Hulâsa, bir hâleti ruhiye meselesi; demiştir. BAYANLARA TAVSiYE: lcullanınız. Bizler çocukken, büykülerimizin, «ücü» lerle dolu korkutma repertuvarında, bugünkü küçükleri kahkahalarla güldürebilecek kadar basit ve inanılmıyacak bir tehdid vardı: Taş kesilmek! Bazı yaramazlıkla rın min tarafıllâr cezası taş olmaktı. Akhmıza sokulan korku ile gözlerimizi de bulandırmak için, arasıra elimizden tutarlar, Sultanahmed meydanmdaki dikilitaşın huzuru heybetine götürürler, hiyeroglıflerdeki şekilleri gösterip: İşte, anasma babasma pay verenler böyle taş olur! derlerdi. Kaliforniya'dan gelen bir haber oku dum da, aklıma, çocukluğumun korkulu günleri geldi. Orada, Bert Bell adında birisi, şimdiye kadar meçhul olan bir hastalığa tutulmuş. Vücudü, tedricen taş kesiliyormuş. Bert Bell, 32 yaşmda genc bir adam olduğu için, hastalığı damar sertleşmesi nevinden bir sebebe atfetmeğe imkân yok. Nıhayet, maraz teşhis edilmiş. Kemiklerin kalsiyumu, diğer uzuvlara yayılıyor ve hastayı,, tedricî surette tahaccür suretile az zamanda öldürmek tehlikesi arzediyormuş. Şimdi, zavallı Bert Bell'in, katılaşan uzuvlarındaki müthiş sızıları geçirmek ve taş kesilmenin önüne geçmek için, vücudüne, kalsiyumu dağıtıcı evsafta ilâclar zerkediliyor, hasta, şiddetli bir perhizle kurtarılmağa çalışılıyormuş. Eğer Kaliforniya'lı büyüklerin çocuklara mahsus «umacı» ları arasında, bizim «taş olursun!» tehdidi varsa, Bert Bell bu hastalıktan öldüğü takdirde, hiç durmasınlar, bir kaide yaptırıp üzerine diksinler. Koca Kaliforniya'da tek haşarı kalmaz alimallah! Malatya Def terdarlığından: 1 KapaİJ zarf usulile eksiltmiye konan i ş : Temel ve 'bodrum kaü betonarme kısımları kısmen yapılmış olan Malatya Merkez Hükumet Konağmm ikmali inşaatı ve tesisatıdır. 2 Kalorifer tesisatı 25 bin, sıhhî tesisat 9 bin lira üzerinden götürü olarak ve geri kalan elektrik tesisatile bütün bina inşaat keşiflerindeki vahid fiatlar esas üzerinden eksiltmeye konulan işin heyeti umumiyesinin keşif bedeli 202,625 lira 90 kuruştur. 3 Muvakakt teminat 11,381 lira 30 kuruştur. 4 Ihale 20/10/938 tarihine musadif perşembe günü saat on dörtte Malatya Defterdarlığı Eksiltme Komisyonunda yapüacaktır. 5 Bu işe ajd evrak Malatya, İstanbul ve Ankara Nafıa Müdürlüklerinde görülebilir. 6 îsteklilerin bir mukavele ile en aşağı 60,000 liralık bir bina veya tesisat işini taahhüd ve ikmal etmiş olduklarmı gösterir vesika ile birlikte ihale gününden lâakal sekiz gün evvel Vilâyete istida ile müracaatle bu işe girebileceklerine dair ehliyet vesikası almış olmalan ve kanunun gösterdiği şekilde hazırlanmış ve teklif mektublarını havi zarfı üçüncü maddede yazılı muvakkat teminat ve Vilâyetten alacağı ehliyet vesikasile birlikte ikinci bir zarfın içine koyarak ihale saatinden bir saat evveline kadar makbuz mukabilinde Komisyon Reisliğine vermeleri lâzımdır. Postadakî gecikme nazara slınmaz. (7210 )' Mecmuasımn 2 nci sayısı çıktı 52 • Sohîfe • | Q •f I I ** • HERŞEY £n güzel şiirler En Kıy metli makaleler En heyecanlı hikâyeler En meraklı röportajlar Bugün Kapalı Zarf Usulile Elksiltme İlânı Muğla Vilâyetinden: 1 Eksiltmiye konulan i ş : Ula'da yaptırılacak 19776 lira 27 kuruş keşif bedelli Ula ilk okul inşaatı kapalı zarf usulile eksiltmiye çıkarılmıştır. 2 İstekliler eksiltme şartnamesi ve buna müteferri diğer evrakı Muğla Nafıa Müdürlüğünden görebilirler. 3 Eksiltme 31/10/938 pazartesi günü saat 17 de Muğla Vilâyeti Daimî Encümeninde yapüacaktır. 4 Eksiltme kapalı zarf usulile olacaktır. 5 Muvakkat teminat 1483 lira 22 kuruştur. 6 İsteklilerin aşağıda yazılı vesaiki ibraz etmeleri lâzımdır: A Ticaret Odasına kayıdlı bulunduklarına dair. B Vilâyet makamından ehliyet vesikası almak için ihale gününden sekiz gün evvel resmen müracaatle bu iş için vesika almaları lâzımdır. 7 Teklif mektubları 3 üncü maddede yazılı saatten bir saat evveline kadar Muğla Vılâveti Daimî Encümen Reisliğine makbuz mukabilinde verilecektir. Posta ile gönderilecek mektublar 3 üncü maddede yazılı saate kadar gelmiş olması ve bu zarfların mühür mumile iyice kapatılmış olması lâzımdır. Postada olacak gecikmeler kabul edilmez. (7486) Dört ayaklı tedavi Bulgaristan bir dişçi mektebi açıyor Sofyadan alman malumata nazaran Bulgar hükumeti Bulgaristanda bir dişçi mektebi açmağa karar vermiştir. Şimdiye kadar Bulgarlar îstanbul dişçi mekrtebine talebe göndererek memleketin dişçi ihtiyacmı temin etmekte idi. Hattâ yakm zamana kadar dişçi msktebinde talebenin yüzde altmışı Bulgar idi. Beden terbiyesi Umumi Müdiirü^ Ankaraya gittî J Barutgücii sahasînda Barutgücü sahasînda pazar günü Ba rutgücü genc takımile Bezeciyan Parsi takımı ve diğer genc takımla B ve A taBilmem hâlâ var mı? Bir zamanlar, kımları da Lingaspor genc, B ve A takımlarile maç yapacaklardır. kerpetenden başka her vasıta ile, meselâ kurşun kalemile, metelikle, çöp parçasile diş çeken «dişçiler»; baş ağrısından sa hazım zorluğuna ve apandisite, bu yüromatizmaya kadar her hastalığı su ile rüyüş, birebir geliyormuş! Hazret belki de haklı. Dört ayaklı haytedavi eden «doktorlar» türedi. Aspirinle tentürdiyodu yedi derde deva diye kulla vanlann «üsreti hazım» dan veya apandinanlar hâlâ var ya, o da başka! sitten şikâyet ettikleri görülmemiştir. In Almanyada bir hekim, güneş banyasu, sanlar da şakulî vaziyetlerini bırakıp ufkielektrik, tuzlu su, sıcak hava vesaire nev leşirlerse belki, taş yese eritir bir mideye inden tedavi usullerinin hiçbirisinin bir pa sahib olurlar ve apandisit denilen nezle ra etmez şeyler olduğunu, asıl tedavinin kadar bol derdden kurtulurlar. «dört ayak yürümek» ten ibaret bulunduZaten kendi kendimize taktığımız isim ğunu söylemiş. «hayvanı natık» olduğuna göre, bu yürüBu zatın iddiasma göre iki ayakla yüyüşün, bizi hayvana biraz daha fazla benrümek hem mantıksız, hem gülünc bir hazetmesinden korkmağa mahal yok. Yalreketmiş. Hele karın adaleleri bu «şakulî» vaziyetimizden dolayı öyle gerilir, öy nız, doktorun yumurtladığı şu cevherin içinde bir nokta var. Ayakta yürüyüşümüle sıkıya girermiş ki sormayın! Bizi, dört ayak yürüyecek şekilde ya zü mantıksız ve gülünc buluyormuş. Şu yazının üstündeki mantıklı ve ciddî ratıp da kazara ayakta birakıveren tabiayürüyüş resmini görüp, Nasreddin Hoca tin bu hatasını, günde dört defa yirmişer dakika dört ayak yürüyerek tamir etme gibi «Ben icad ettim amma, ben de be dikçe hastalıktan kurtulamazmışız. Bilhas ğenmedim »dediğini işitmeği pek isterdim. bu adam Mısırlı olmıyacak, şivesi Mısırlıya benzemiyormuş. Olsa olsa Şamlı fılân, diyor.. Öyle ise, neden kendini Mısırlı diye tamtıyor?. İşte bu da bir me sele... Ha£i Hüsameddin, Şükrü Paşa ile konuşurken, Mısırda yapılacak işlerden lâf açılmış. O zaman: «Bu işi Şamlılara kaptınmıyacağım!» demiş. Sakm onun Şamlı, dediği adam bu Nizameddin Nazmi olmasm?. Yolcular arasmda, Hacı Hüsameddini tanıyan hiç kimse yok, dediler amma, yavaş yavaş, insanı kuşkulandıracak bir çok yanilikler ortaya çıkıyor: Dargm bir baldız: Melek Hanım, rakib bir şirketin müdürü: Şükrü Paşa, bir başka ticaret rakibi daha: Nizameddin Nazmi, hem de kim olduğunu herkesten gizliyen bir Şamlı... İşte gittikçe karışık, gittikçe bulanık bir renge giriyor... Sonra... Bilmiyorum, birdenbire nereden aklıma geldi: Adnan da ortalıkta görümü yor; haniya ilk gece onlarla oyun oynı yan, gözlüklü, yanık yüzlü, yanık gibi kızıl saçlı adam... Ona ne oldu, bilmem, bir daha yüzünü göremedik. Zaten dün gece de ilk defa görmüştük.. Ondan evvel bir gün İzmire, bir gün de Atinaya çıktık; onun için, haydi yolcular birbirini pek sık göremıyordu, diyelim. Ya şimdi?. Hacı Hüsameddınin öldüğünü elbet duymuştur; gelip de bir kere sormadı bile... Şunu bulsam konuşacağım. Belki ondan bir şey öğrenebiliriz. Şükrü Paşaya sordum. O da görme mij: Sahi, dedi, nerede acaba?.. Küçük salon, dün gecedenberi kapalı duruyordu. Öğleden sonra açtılar. Paşa ile beraber oraya doğru yürüdük: Bu adam da fal merakhsı idi, belki gene fal açarken buluruz!.. Diyorduk. Yolda Sadeddin Necmiyi gördük. Ben durdum: Bir kere de size soralım, dedim. Adnan nerede?.. Haniya, dün gece oyun oynarken sizi o kadar kızdırmışü?. Bir daha görmediniz mi?.. Sadeddin Necmınin kaşlan çatıldı: Bilmem, dedi. Benim de hiç gör düğüm yok. Böylelerinin yüzünü görmemek daha iyi... Neden?. Onun yüzünden yirmi beş lira da ben kaybettim, daha ne olsun?. Tuhaf şey!.. Dün gecedenberi hiç görünmedi. Nerede acaba? Kadıköy Vakıflar Müdürlüğünden: Bafra Vakıfjar memurluğuna tayin edilmiş olan ye adresi malum bulunmıyan Hulusi Cihanerin üç gün zarfında Kadıköy Vakıflar Müdürlüğüne gelmesi. (7537)" Orman Koruma Genel Komutanlığından: Orman Koruma teşkilâtma M M. Vekâletinden muvazzaf subay, askerî memur ve gedikli erbaş verilmekte olduğundan ve kadrolarımızın diğer ücretli kısımları da ikmal edüdiğinden badema beyhude yere kimsenin müracaat etmemesi ilân olunur. « 7399 » \ 4265 )' General Cemil Tahir Yeni teşkil edılen Beden Terbiyesi umumî müdürlüğüne ordumuzun kıy metli genc kumandanlarından Tümgene ral Cemil Tahirin tayin edildiğini yazmıştık. General, yakmda Ankaraya giderek umumî müdürlüğün teşkilâtmı kurmağa başlıyacaktır. Büyük Millet Medisinin tatilden evvel çıkardığı kanun mucibince, bütün beden terbiyesi ve spor işlerile meşgul olacak olan umumî müdürlük, gelecek aydan itibaren faaliyete geçecektir. RADYOLİN ile Sabah, Öğle ve alcşam Her yemekten sonra muntazam an dişlerinizi fırçalayımz. Adnanm birdenbire ortadan yo* oluşu, gittikçe beni düşündürmeğe başladı. Halbuki Sadeddin Necminin aklı fikri oyunda, yirmi beş liranm acısmı bir türlü unutamıyor. Hep beraber küçük salona girdik. Adnan, burada da yok.. Acaba bir tanıyan var mı, bulsak da ona sorsak, diye bakınırken vapurun komiseri içeriye girdi. Kaşları çatık, yüzü de asık... Gene ne oldu, acaba?.. Bizi görünce yanımıza geldi. Elinde bir kâğıd var. Şöyle yan gözle baktım. Altalta, sıra ile birkaç kişinin adı yazılı... En başta da Şükrü Paşa ile benimki... Biraz daha sokuldum: Bizim adımızın yanına bir de çizgi çekilmiş... Komiser Galib, sanki bizim kimi ara dığımızı biliyormuş gibi: Adnanı gördünüz mü? dedi. Dün gece Hacı Hüsameddinle oyun oynıyan yolcunun adı, Adnandı, değil mi?.. iyi biliyor musunuz?.. Birbirimizin yüzüne baktık. Sadeddin Necmi dudağmı büktü: Ne admı unutabilirim, ne de oy nadığı oyunu.... Onun yüzünden Mutlaka gene 25 lira kaybettiğini söyliyecekti. Komiser, nedense pek sinirli, onun lâkırdısmı kesti: Nasıl adamdı şu Adnan?.. Anlatsanıza... Genc mi, yaşlı mı, sakallı mı, bıyıklı mı?. Göze çarpacak bir yeri var mıydı?.. Ben atıldım. Defterime Adnan için ne yazdımsa, hepsinı anlahm. Komiserin alnmda çizgiler büsbütün buruştu: Öyle ise, dedi, iş karışıyor!.. Neden? Ne var?. Diye sorduk. Adnan, diye vapurun içinde hiç kimseyi bulamadık da ondan... Nasıl olur?. Bulamadık işte... Üçüncü mevki yolcuların arasmda Affan diye bir Arab var. Altmiş yaşlarında, sakallı... İki kansı, üç de çocuğu beraber... Sakın o olmasm; sakın Affanı, Adnan anlamış olmıyasınız, diye sordum. Bir kere, Adnan sakallı değildi. Kırk yaşlarında bile yoktu. Öyle ise o değil... Sadeddin Necmi, başını salladı: Kim olduğunu ben anladım. Hep birden yüzüne baktık. Haniya, vapurlarda yolculan soyan, bir takım hilekâr oyuncular vardır; mutlaka onlardan biri olacak... lArkası var) fl&TMA Tefrika No.15 A A Ndkleden: KEMAL RAG1B Ortaya doğru şöyle bir selâm verdi. Sonra masanm yanına gitti. Bir sandalye çekti, oturdu. İskambil kâğıdlanm aldı, fal açmağa başladı. Bunu görünce, Hacı Hüsameddin ona dogru koştu: «Poker oynar mısınız?..» dedi. Adnan, biraz çekindi. Pek o kadar istekli görünmüyordu. Kaybedeceği, sanki zavalhnm içıne doğmuş... Bir yandan da hiç kimse Hacı Hüsameddini kırmak istemiyordu. Ne yaptılar, yaptılar, Adnanı da kandırdılar, Cevad Samiyi de... Nedense beni çağırmadılar. Ben de kendiliğimden gidip aralarına karışmak istemedim. Onlar oyuna başladı. Biz de Bedriye Satvetle konuşuyorduk. O aralık içeriye siz girdinız... Gong çalınıyor. Öğle yemeğine gidiyoruz. Fırtma da gittikçe artıyor. 3 Adnan ne oldu ?.. Yolcuların yansı yemeğe gelmedi; Çoğunu deniz tutmuş da ondan... Yemekten sonra, salıncakh iskemle me uzandım. Bunları yazıyorum: İşte, yeni yeni haberler: Şükrü Paşa, uzun seneler Mısırda kalmış, iyi arabca biliyor. Haniya bizim sofrada bir M:sırlı daha var, demiştim ya: NizamedcKn Nazmi... Bir aralık, işte onun yanına sokulmuş. Konuşmuş lar. Şükrü Paşanm anlattığma bakılırsa,