11 Ağustos 1938 CUMHURÎYET TURK İNK1LABINA BAKISL A R 6 Iktısadî hareketler Şehrin imarı ve kredi meselesi Şehrin imarı hareketine Eminönü meydanından başlanmış telâkki edebi liriz. Yarm devlet mahallesinin kurulacağı Sultanahmed meydanında da kazmaların işlediğini göreceğiz. Buralarda birçok mesken ve birçok ticarethane yıkılıyor. Bilhassa millî sermayenin yatınlmış olduğu ticarî müesseseler mecburî bir yer degiştirmeğe tâbi tutulu yor, demektir. Şu fırsattan istifade edilerek yıkılan ticarethanelerin yerine kurulanların daha modern. daha düz gün çehreli olması arzu ediiir. Pakat, iş berakis oluyor; Eminönünde istimlâk sahasma dahil olan bir ticarethane sahibinden aldığımız bir mektubdan anlaşılıyor ki, bankalar bu ticarethanelere krediyi ve emlâk üzerine tediyatı kesmiş bulunmaktadırlar. Bu 3'üzden bu müesseseler müşkül bir vaziyete düşmüşlerdir. Çünkü ticaret haneleri yıkılmadan evvel yeni bir ticarethaneyi kurmaları ancak yeni bir Dara bulmalarma vabestedir. Yıkılacak ticarethanenin her kapalı kalacagı gün, kendileri kadar millî ekonomi için de bir zarar olacağma göre onların bura daki faaliyetlerinin sonundan evvel kendilerine bir yer hazırlamıs olmala rını zarurî görmek lâzımdır. Bu da yeni bir parava ihtiyac gösteren iştir. KÖŞE PENCERESİNDEN Bütçe Inkılâbdan evvelki cereyanlar Birinci derecede yerli meseleler arasında bır de eiıfbe münakaşası vardı. Fıkir adamlarınm çoğu, geri kalmamızın biiyük sebeblerindea birini elifbenin noksanlannda görüyorlardı. Birkaç partiye ayrıldılar: Hüseyin Cahid gibi doğrudan doğruya lâtin harflerinin almmasını istiyenler, ordu ehfbesi v. s. gıbı yenı şekıller icadma girişenler ve Arab harflerinin tadili düşüncesinden ileri gitmi)*enler vardı. Fakat bunların hepsi, elifbe meselesi halledilmedikçe, bizim için Öz ve tez bir ilerilemenin imkânsızhğında birleşmişlerdi: «Gayrimüslim mekteblerde ilim öğrcnmek için kullanılan zaman, bizim mekteblerde okuma öğrenmek için geçiriliyordu.» Fakat yeni bir elifbe istiyenlere karşı Sadece tadil taraftarları ekseriyette ıdiler. Terbiyeci Sâtı bunların başında görünüyor, «yarım asırdanberi bütün dünyayı hayret içinde bırakacak kadar biiyük bir süratle terakki etmiş olan Japonların bizimkinden yüzlerce kat daha zor bir elifbeleri olduğunu, yirmi otuz binden fazla harfleri bulunduğunu, bir Japon âlim ve edibi için en aşağı on beş yirmi bin harf öğrenmesi lâzım geldiğini» yazdıktan sonra «Elifbenin zorluğu terakkiye mâni olsaydı, Japonların bir adım bile atamaması icab ederdi.» diyordu. Sonra, gene bu muharrıre göre, tarihte büyük bir mazi ve edebiyat sahibi milletlerden hiçbirinin elifbesini tamamile değiştirebildiğine bir tnisal gösterilemezdi. Yalnız Romanyalılar, evvelce İslavların «kiril» harflerini kullanırken sonradan bunları bırakarak lâtin harflerini kabul etmişlerdi. «Fakat onlar bunu yaptıkları vakit henüz ehemmiyet verilebilecek bir edebiyata malik değildiler; fazla olarak bu hareketlerile herşeyden ziyade millî bir gaye takib ediyor lardı: Romanyalılar esasen lâtin oldukları halde İslâv milletleri arasında sıkışıp kalmışlardı; vaziyeti coğrafiyeleri itibarile İslâvlara temessül etmek onlar arasında erlmek tehlikesine maruzdular.» Bu elifbe münakaşası da harflerin tadiline ve ıslahına değil, pratikte tam bir anarşiye doğru gidiyordu. Elifbe muallimleri kendilerine göre işaretler, hatta harfler icad ederek talebeye öğretmeğe başlamışlardı. «Keban rüşdiye muallimi Abdullah», İçtihad mecmuasına uzun bir telgraf çekiyor: «Üslubu kadimi muhafaza ederek Elifbayi Osmaninin şekli ıslahını buldum. Ve buna tevfikan binlerce etfale az zamanda hatasız mükerrr melen okuyup yazmayı öğretmeğe muvaffak oldum.» diyor, Keban kaymakamı Şükrü Bey de bir zeyil yazarak oğulları üzerinde yaptığı tecrübe üzerine Abdullah Efendi tarafından vücude getirilen elifbenin pek mükemmel olduğunu tâsdik ediyordu. Mecmuanın «Haftaname» başlıklı sütunlarında, «Server Bedi» imzasile, büyük kardeşim İlhami Safa, (o tarihte ve yalmz o mecmuada bu müstear imzayı o kullanıyordu. Server Bedia annemizin adıydı. Bu müstear adı ben Büyük Harbden sonra kullanmağa başladım.) Bu telgraftan bahsederek şu satırları yazmıştı: O zamanm meselelerine bir de heykel münakaşası karışmıştır. İlk hava kurbanları tayyareci Fethi, Sadık ve Nuri için hükumet abide yaptırmağa hazırlanırken heykellerinin dikilmesini istiyenler de vardı. Muvaffak olamadılar. İslâmcılar ve meşihat için heykel, putperestliğe teş vik ettiği için Kur'an tarafından mene dilmişti. Şer'i şerife muhalifti. Heykel taraftarları bu yasağın yalnız Kur'anı Kerımin nazil olduğu zamana aıd olduğunu iddia ediyorlardı. O devirde Hicazhları ve bütün Ceziretülârabı temsil eden Kureyş kabilelerinin resmî dini putperestlikti. Peygamber Kâbeyi üçyüz altmış puttan temizlemişti. Sonraları is lâm medeniyeti bu yasağı kaldırdı. Tarih muallimi İhsan Şerif, «îslâmiyetin heykel rekzine müsaid» olduğunu o devirde ispat eden bir makalesinde: «İslâmiyetin zuhuruna bizden bin sene daha yakın olan Abdurrahmanı Salis, inşa ettırdiği Medinetüzzehra saraymın kapisma Zchranın hcykelini rekzettirmişü, diyor, elbeite o zaman Endülüs ulemayi dini, ilim, fazıl ve kemal iiibarile zamanımız ulemasının dununda değildi. Ulemanın ârası inzımam eimcmiş olsaydı Elhamra, Elbeyza saraylanmn kapı ve duvarları envai lesavirle, bahçeleri ö'ietı, ötüşen mücessem ve musanna kuşlarla tezyin ediiir miydi? Bu sarayların meihaline, merdivenlerin sağına, soluna müieaddid cengâver insan ve aslan heykelleri ikame olunur muydu? «.Dini islâmı hazreli Şar'ıden ziyade himaye iddiasmda bulunmak ne büyük vazifesizliktir!» diyen Fatih Sulian Mehmed, ressam Bellini'ye tasviri hümayunlarmı resmettirmemiş miydi? Kanunî Sultan Süleymanın Budinden rğiinam ederek Istanbula getirdiği Apollon heykeli Damad İbrahim Paşa* nın Sultanahmeddeki konağımn önüne ikame olunmamış mıydı? Iskenderiyede Mehmed Alinin heykeli rekzelunduğu zaman «Elezher» uleması elbette uykuda değildi.» Tam çeyrek asır evvel yapılan bu münakaşalardan, 1938 de yirmi beş, hatta otuz yaşını bulmuş genclerin haberi yoktur. Türk inkılâbından evvelki fikirleri ve iddiaları bu şekilde hulâsa ederek onlara iki devir arasında mukayese fırsatı veren bir eser olmadığını da biliyorum. Bugünün genci, kendisini bütün unsurlarile ve cevherlerile yaratılmış, olduğu kadarı tastamam olup bitmiş hazır bir cemiyet içinde buldu. En açık hakikatlere karşı bizde klerikalizmin gösterdiği mukavemet, kendisine, o devrin fikirlerinde göze batacak kadar çıkmtı yapan bellibaşlı münakaşaların anaforu içinde, yakından gösterilmezse, Türk genci, her değışıklığı anlamak için muhtac olduğu mukayese unsurlarından mahrum kalır ve inkılâbın getirdiği farkları bütün çizgilerile kavrıyamaz. YA2AN; SALAHADDİN CüHOOR Makine, homurdayan motörile mütemadiyen faaliyet halinde idi. Çarklarının her çevrilişinde kilolarca başak yutuyordu lar. Makineler, işlemeğe başlayıp da bir aylık işin iki günde bitirildiğini görünce, evvelâ hepsi şaşaladılar. Sonra da, gene hepsi birden dört elle makineye sarıldılar! Döğenin yerini tutan bir alet icad edildiğine onları inandırmakta hayli güçlük cektik. Taneyi kaçırır; ziyan ederiz, diyip duruyorlardı. Ne zaman ki, makine faaliyete koyuldu. Neticeyi gördüler. Simdi, hepsi, ellerini açmış, dua ediyorlar: Hay Allah razı olsun, hükumet ten!.. diyorlar, hızır gibi yetişti imdadımıza şu makine!.. Öteki köylüler de bir ağızdan, arkadaşlarını teyid ettiler: Ne mümkündü, bunca işi, üç beş günün içinde bitirelim!.. Yaşasın maki ne... Bir yandan koy demetleri!.. Obür yandan sapını ayrı, tanesıni ayrı, samanını ayrı al... Yenibosna köyünden sonra, Kalitar yayı ziyaret ettik. Burada da, ayrı tipte, fakat ayni hizmeti gören bir makine, bütün iştihasile demetleri yutuyordu. Köylülerin sevinclerinden ağızları kulaklarında: Size ayran ikram edelim!.. diye otomobilimize sanlıyorlar. Mümkün olsa, arkamızdan kosacaklar. Tohum ıslah istasyonunun civar köylere gerek tohumlarının ıslahı hususunda ve gerek; harman çahşmalarında pek büyük vardımları oluyor. İstasyon tarlalarında yetişen, hastalığa karşı muafiyetleri temin edilmiş buğday tiplerini köylüler, adeta kapışmaktadır. Nasıl kapışmasmlar?.. Evvelce yetiştirdikleri buğdaylara türlü hastalıklar musallat olurken, şimdi en başta sürme ve rastık olmak üzere hiçbir hastalık, buğdaylarının yanına uğramıyor! Kalitaryada, bize bir tohum temizleme ve ilâclama makinesi gösterdiler. Dcnilebilir ki; bu makinenin gözleri vardı ve bu gözler, karayı aktan, kılçığı tane denden, ayırmak hususunda bir insan gözü kadar hassastı. Önümdeki çuvaldan bir avuç buğday çıkarıp uzattılar: Bunun yalnız adı buğdaydı. İçinde; yiyenleri sersemleştirdıği için adına delice denilen yabani ottan tutun da, tas ve topaca kadar, her çeşıd nesne vardı. Bu karmakarışık buğda Vi, makine, gözümüzün önünde beş da kikaya varmadan, pırıl pırıl temizledi. Deminki halitanın içinde buğdaydan başka ne varsa, hepsi kaybolmuştu. Köylü, hele bu makinenin kendisi için ne büyük bir nimet olduğunu biliyor. Saatte bir ton tohumu, elekten geçiren bu makinelerde, hastalıklı buğday tanelerini ilâclamak için de ayrı tertibat var. Makinenin başında, Halkah Ziraat mektebi talebesi çalışıyordu. Talebe a rasında, bir de gene kız gözüme ilişti. Bu bayan kim? diye soracak ol dum. İstasyon müdürü, büyük bir iftiharla onu bize tanıttı: Ankara Ziraat Fakültesinin bu seneki mezunlarından Nazife Tuatay... Laboratuarımızda meşgul olmak üzere ççönderilmişti. Fakat, köylerde çalısınağ! tercih ediyor. Açık kırlardan çekip kendisini bir türlü laboratuara alamıyoruz. Nazife Tuatay gülümsedı: Ben Kırşehirde doğmuş, bir A nadolu kızıyım! dedi, laboratuara alsaydınız, beni, en büyük bir zevkimden mahrum etmis olurdunuz! Bundan başka, herhangi bir cemiyet hâdisesi üstünde bir hükme varmadan evvel, içinde bu hâdisenin peyda olduğu fikir bünyesini yoklamak ve kaynaşmalardan billurlaşmalara doğru giden tekâmül safhalarını ortaya koymak lâzım gel«Biz Abdullah Efendinin sâyinî pek diğine karar verdim. takdir ederiz. Fakat fikrimizce Elifbayi Inkılâbdan evvelki münakaşalara bir Osmanî kabili ıslah değildir ve bizce lâgöz attıktan sonra, ihtilâfları doğuran tin harflerini kabul etmek pek muvafıktır. üç cereyanın programlarına da birer küVakıâ bu, birdenbire, güç, gayrimümkün, çük bahis ayıracağım. O zamanki fikirgayriamelî görünür. Fakat bugün amelî lerin kaosu içinden program denebilecek olmamasile yarın da gayriamelî kalacağı muayyen şemalara çıkmak zor olacağını bilinemez. Bugün Abdullah Efendi gibi biliyorum. Türkçülerin de, islâmcılann Elifbayi Osmaniyi ıslaha çalışan, nihayet da, garbcıların da akideleri açık ve sabit onu başka bir şekle koyan çok var. Bizim çizgilerden mahrumdu. Fakat bu münafikrimizce, ıslah edildiği söylenen Elifbakaşalarda görüldüğü gibi diyalektik bir yi Osmaninin yeni şekilleri ademi muvafihtilâfın zaruretlerinden doğan sarih cepfakiyete maruz kalacak ve bir gün ihtiheler ve bir program vuzuhu alan iddiayac ve zaruret, bugün gayriamelî görir lar yok değildi. Onları da ayırdıktan nen lâtin harflerini bize kabul ettirecek.» sonra bu faslın sonuna geleceğim. (Numara 8 3 5 kânunuevvel 1329 1913). PEYAMÎ SAFA ı Izmir Cezaevinde diploma tevzii ) İzmir (Hususî) İzmir hapisane sinde Halkevinin açtığı okuma kurslarını muvaffakiyetle bitiren cezalılara Vali muavini, Müddeiumumî, jandar ma kumandanı, Halkevi reisinden mü rekkeb bir heyet diplomalar vermiştir. Merasime mahpusların söyledikleri İstiklâl marşile başlanmıştır. Yukarıki fotograf Vali muavinini diplomaları tevzi ederken gösrteriyor. Yeşilköyde bir tohum ıslah istasyonu var. Bunu, hepimiz biliyoruz. Fakat bu istasyonun, «tohumların cinslerini ıslah» etmek kadar şümulü ve manası geniş ve memleketin ziraat davası için ayııi derecede faydalı işlerle de uğraştığmı bilenlerimiz, pek azdır. Bu istasyon, eski ziraat kombinaları münasebetile Amerikadan getirtilmiş oKanaatimizce, bankalarımızın, hatta lan makineleri, köylünün emrine vererek Belediyenin bu yeni harekette müzahir çahştırmaktadır. olmaları, istimlâk sahalarındaki tica Yeşilköy civarındaki Ambarlı, Yenirethane ve küçük esnafın emlâki üze bosna, Kalitarya köylerinin harmanları rinden kendilerine kredi vermeleri lâ on beş gündenberi bu modern makinelerzımdır. Bunu bilâhare istimlâk bedelinle döğülüyor. istasyon idaresi, köylüye den tahsil etmek, pekâlâ mümkün olan yaptığı bu yardım için hiçbir maddî karbir şeydir. Hatta bu vadide millî ban kalar Belediye ıle de pekâlâ anlaşabi şılık beklemiyor. Bu verimli harman işlerinde Halkah Ziraat mektebi talebesilirler. nin de müessir yardımlan oluyor. F. G. Aynca, Ankara Ziraat Enstitüsü mezunları da, köy harmanlarım dolaşarak, yapılan çalışmalara nezaret ediyorlar. Ben, işte bu yepyeni köy kalkınmasmı ve köylünün makine başındaki faaliyetini yakından görmek için, dün, yarı günümü harman yerlerinde geçirdim. Onuncu Yerli Mallar sergisinde taş Fakat buralan, bizim bildiğimiz harhir edilen cam adamın İzmir enternasman yerleri değildi. yonal fuarma gönderilip gönderilme Döğen, müzelik eşya gibi bir köşede mesi, Adliyeye intikal eden bir ihtilâf uyukluyor, harman yerinin en dinamik haline gelmiştir. Cam adam, İstanbula Dresden sıhhî unsuru olan emektar öküzler, bol arpamüessesesinin müsaadesile ve müteşeb lığa kavuşmuş eski devir mütekaidleri bis bir ekip tarafından getirilmişti. gibi; çayırlığın ortasında, rahat rahat geŞimdi bu ekipin cam adamı İzmire gö vış getırıyorlardı. türüp götüremiyeceği bir mesele teşkîl Buna mukabil; makine, homurdayan etmektedir. Çünkü Dresden müzesinin motörile mütemadiyen faaliyet halindeyBalkanlar mümessili bu işi Jcendisi di. Bir makine ki, çarklarmın her çevriytıpmak istemektedir. Maamafih cam lişinde kilolarca başak yutuyordu. adamın İzmir fuarına gitmesi temin oluBu başaklar, hazım vazıfesini yapan nacaktır. boruların ve dişli, dişsiz bir sürü cihazm icinden geçiyor, ve taneleri kendili^in den çuvallara dolarken, geri kalan kısmı öteki baştan saman olarak çıkıyordu. İstasyon müdürü; makinenin altbaşını Şehrimizde, dün ve evvelki gün şu işaret ederek: vesaiti nakliye kazaları olmuştur: Vantilâtörün, dedi, bu kısımda, 1 Fenerde Tahtaminarede Külhan samanları nasıl parçalayıp dışarı püskürsokağında 16 numaralı evde oturan ö düğünü görüyorsunuz /değil mi? mer oğlu Naci Senkaya. dün saat 10,45 Suna emin olun ki, bu makinelerde, te. Divanyolundan geçerken şoför Öme bir tek zerre dahi zayi olmaz. Bir yan rin idaresindeki otomobilin sadmesine dan taneleri, çuvallara doldurur, bir yanmaruz kalmış, sağ avağmdan varalan dan da saman ve saman saplarım ayr,ı kamış, Cerrahpaşa hastanesine kaldırıl naldan böyle püskürür, durur! Yalnız, mıştır. makineyi iyi beslemek lâzım geldiğini de 2 Tsksimde Zambak sokağında 35 unutmamalı! Günde on ton buğdayı anumaralı evde oturan Tereze Arzu man3ran, dün Karaköyden geçerken İb yıkhyan ve on beş ton saman istihsal rahim Karagözün idaresindeki cift bey eden bu çalışkan makine; iyi beslenmi girli arabanm sadmesine maruz kalarak yecek olursa, masrafını karşılıyamaz. Fakat böyle bir tehlike, yoktur. Köylülerisa& bacasından yaralanmıştır. 3 483 sayılı yük arabası, Göztepede mız, makinenin ne derece obur olduğunu Tanzimat sokağında 30 numaralı evde bilir ve onu durmadan beslerler. oturan Eleni isminde bir kadma çarpMakinenin bütün masrafı, günde altı mıştır. Eleni, muhtelif yerlerinden ya liradan ibarettir. Bu altı liradan, bir kilo ralanmıştır. buğday başma isabet eden miktar, 3 4 4 610 numaralı vatmamn idaresin parayı geçmez. Müessesemiz (Tohum deki tramvay, dün Elmadağda Aktar Islah İstasyonu) makine için, köylüden ma sokağında 49 numaralı evde oturan çalıştırma parası, makinist ücreti almaz. 33 yaşında Karabetin kızına çarpmış, Yalnız yakılan mazut, köylüye aidJir. kız, basmdan yaralanmıştır. Bunu da biz, daha ucuz olsun diye ken5 Üsküdarda Ahmediye camii kardimiz alır, parasını sonra onlardan tahsısında oturan Mehmed kızı Zehra, dün Taksim tramvav durağmda 160 numa sil ederiz. Bu makinecfen başka, civar köylere ralı Şişli Beyazıd tramvayma binmek isterken muvazenesini kaybederek yere (5) orak makinesi dağıttık. Bir de (bidüsmüş, başından yaralanmıştır. çer bağlar) makine gönderdik. Bu ma6 Bursa Nakliyat Ambanna aid kineler, 4500 dönümlük bir saha dahi Bursa birlik motörü, evvelki gece 17,40 linde çalıstınldılar. Çok mükemmel ne da. Halic iskelesine gitmekte olan 4196 ticeler alınıyor. Düşünün ki, bir adam, plâka numaralı sandala bindirmis. san tırpanla günde ancak 4 5 dönüm yer işdal batmış, sandalcı R:fat da denize liyebilir. Bir makinenin faaliyeti ise, en düşmüşse de kurtarılarak Cerrahpaşa az 40 50 dönümlük sahayı kaplar. Biçhastanesine kaldırılmıştır. me makineleri ayni zamanda demetleri bağladıkları için, elle demet bağlama Bir eşya hırsızı tutuldu zahmet ve külfeti yoktur!» Kalyoncu caddesinde 31 numaralı evİstasyon müdürü Mirza Gökgöl bana den bir takım elbise ve Mercanda Şeker bunları anlatırken, Yenibosna köylüleri Ahmedpaşa pansiyonunda oturan Ahmedin bazı eşyasım çalan Vartan oğlu etrafımızı almışlardı. Müdürü can kulaHamayak, Emniyet ikinci şube memur ğile dinliyorlardı. İclerinden biri; belli lan tarafından yakalanmıştır. ki dünya görmüş ve sakalı yoksa da, bıyıklarını değirmende ağartmamış bır aGalatasaraylıların mehtab damdı. Hakikî bir îstanbullu şivesile: safası tehir edildi « Bayım, dedi, bu makineler, herGalatasaraylılar Yurdundan: şeyden evvel, bizim imanımızı artırdı! 13 ağustos cumartesi günü yapılacağı ilân edilen Galatasaraylıların deniz ve Niçin yalan söyliyelim.. Köylülerimiz, mehtab gezintisi tehir edilmiştir. Gezin ekin işlerinde muhafazakâr (aynen böyti için kararlaştırılacak tarih, gazete le söylüyordu) insanlardır! lerle ayrıca bildirilecektir. Her söylenene kolav kolav inanmaz «Cam adam»ın fuara gönderilmesi meselesi îki günde vukua gelen kazalar apur salonunda bütçeden, daha doğrusu bütçe tarıhın den bahsediyorlardı. Osmanlılar devrinde ilk bütçenin Tarhuncu Ahmed Paşa tarafından yapıldığı da söz arasında söylendi ve iradla masrafı denk getirmenin bir devlet için hayatî bir zaruret olduğunu üç yüz yıl önce anlamış, muvazeneli bir bütçe yapmağa çalışmış olduğundan dolayı kafası kesilen zavaiiı adam rahmetle anıldı. Ben kulak misafiri olarak bu muhavereleri dinliyordum ve pek bilinen, bellenen birşey olduğu için de mevzuu kuru buluyordum. Bütçe tarihi üzerinde muhavere yürütenlerden biri güzel bir fıkra anlatarak ansızm bu kuruluğu giderdi, beni de için için gül dürdü. Fıkra şudur: Sultan Abdülâziz Ali ve Fuad Paşalardan kurtulduktan sonra Mahmud Nedim Paşayı Sadrıazamlığa getirmiş, ağız tadile padişahlık yapmak için de ona yumuşakbaşlılardan mürekkeb bir kabine kurdurmuş. Fakat zaman güçlüklerle dolu. Başta hazinenin tamtakırlığı ve devletin iflâs etmek üzere bulunuşu var. Bu sebeble yeni kabine malî işleri her maslahattan üstün tutmak mecburiyetinde. Har vurup harman savurmağa alışkın olan padişah da paraca sıkıntı çetmemek düşüncesile ola cak bu işe değer veriyor, Sadnazamı sıkıştınyor. Garib olan nokta, Abdülâzizin nereden duyup bellemişse bütçeden bahsetmesi ve bütçeyi her derde deva görmesi!.. Adamcağız Sadrıazammı gördükçe: Bütçe isterim, diyor ve ikidebir Babıaliye yaver koşturarak bu dileğini tekrarlıyor. Mahmud Nedim Paşa zeki. Hünkârın bütçe, bütçe diye telâş göstermesinden maksadınm sudan bir teselli aramaktan ibaret olduğunu anlıyor. Lâkin bu anlayışını arkadaşla.rına hissettirmiyerek işi ciddî tutuyor, dahilî ve haricî her maslahattan önce bir bütçe yapılmasını ileri sürerek Maliye Nazınnı sıkıştırmağa girişiyor. Nazır, Yusuf Bey adlı ve namuslu bır zat. Sonraları vezır olmuş, fakat Abdülhamidin gazabına uğnyarak valilikle Trabzona nefyolunmuştu. İte bu temiz yürekli adam, Tarhuncu Ah med Paşanm kafası kesildıği günden, yani iki yüz kırk yıldanberi adı ağza ahnmıyan bütçeyi ortaya koyabilmek için geceyi gündüze katıyor, karmakan=ık defterlerden rakamlar çıkartıyor ve ni hayet bir bütçe yapıyor. Masraf, söz gelimi, yüz milyonsa irad elli milyon. Lâkin hakıkat bu biçimde olduğundan nazır, açığı kapamak çarelerini arkadaşjarıle başbaşa verıp aramak üzere bütçeyi koynuna koyuyor, Babıaliye gidiyor ve kabine toplandığı zaman da Sadrıazama sunuyor. Mahmud Nedim Paşa, işaret ettiğimiz veçhile, işin dalkavukluk tarafını gözönünde tutmakta. Onun için bütçeyi eline alıp da iradla masraf arasında korkunc bir açık bulunduğunu gö;ür görmez kaşlarını çatıyor: Nazır bey, nazır bey, diyor, şevketmeab efendimiz bütçe istiyor. Eğer; anlamıyorsanız tekrar edeyim: Bütçe tiyor, bütce istiyor! Ve ejindeki tomar tomar kâğıdı da biiküp Yusuf Beyin yüzüne fırlaîıyor. Zavallı nazır: «Allah belânı versin» diyerek kâğıdları yerden* toplarken zekâ sını da işlettiğinden maksadm ne olduğunu anlıyor ve ertesi mecliste iradla masrafı müsavi bir bütçe yapıp getiriyor. Mahmud Nedim Paşa Maliye Nazmnıu güleryüzle sunduğu yeni bütçenin tam bir muvazene gösterdiğini görünce gülümsüyor: İşte, diyor, bütçe böyle yapılır!.. Güzel fıkra, değil mi?.. Fakat mil yonlarca Türkün kanile kurulmuş oian o koca İmparatorluk işte bu güzel f.kraî larla ve o bütçelerle harab oldu, yıkı!chj ve ?arayla Babıali kepazeliklerinin acısı| nı da asırlarca gene Türk milleti çekti!.. H: M. Emin imzasile mektub yollıyan sayın okucuya: Mütalea ve mülâhazalarmız tamamile doğrudur. Fakat cehlin ve cehaletin karşılığı olarak Dil Kurumunun çıkardığı lugatte biîmezlik yazılıdır. 2 Adli Tıb işleri müdür muavini aziz doktorumuz Fahri Cana: Fransızlar meshur Hün hükümdarmm adını Attilâ olarak yasıyorlar. Rahmetü Eınrullah Efendi Atilâ olarak kullannnstır. Bu ismin (Atel), (Aselı, (Atzel) den geîme oHuŞunu frenk tarihlerinde görüyoruz. Atilâ olarak telâffuz olunması da caiz olsa gerek. M. T T. M TURHAN TAN SALAHADDIN GÜNGÖR Nara atıyorlarmış! Çatalcalı Hasan, Ramazan ve Ahmed ismindeki şahıslar, evvelki gece 2 de Gölcükte bir gene boğuldu sarhoş bir halde Bevoğlunda nara atarİzmit (Hususî) Gölcük kazasın larken yakalanarak cürmü meşhud da hazin bir boğulma hâdisesi olmuş, mahkemesine verilmişlerdir. bir botla akşam safası yapmak ist'>en üç arkadaş suların cereyanına kapıla Kezzab dökülünce... Arabacı David oğlu Hayim, dün saat rak sürüklenmişlerdir. Bot devrilince, 11 de. arabasına koyduğu 70 kiloluk bir İsmail Mustafa ismindeki gene kurtarıkezzab şişesile Kumbaracı yokusundan lamıyarak boğulmuştur. geçerken araba devrilmiş, kezzab yere ızmit Cezaevinden kaçanlar dökülerek halı örücülüğü yapan Albeİzmit (Hususî) İzmit hapisanesinrin yüzünden yaralanmasına sebebivet den iki mahkum kaçmışsa da yakalan vermiştir. mıslardır.