17 Temmuz 1938 CUMHURtYET ZonguEdakta letkikler: 1 Kara elmas yurdunda 1928 İle 1938 in farkları Zonguldak havzasında, eskiden memleketin servetini ve halkın sâyini emen bir şirket vardı; şimdi ise memleketi düşünen bir ruh hâkimdir Zonguldak kömür havzasında ve Karabük demir ve çelik endüstrisi metkezinde üç günlük kısa bir tetkik seyahatinden, dün, dönmüs bulunuyorum. Bu küçiik seyahatte çok ve büyük şeyler gÖrdüm. Zonguldakta, Kozluda, Filyos demiryolunda, Çatalağzmda ve Karabükteki ihtisaslarımı okuyucularıma anlatmağa çalışacağım. Denizyollan İşletmesinin kıymet'i kaptan Fuadın kumandasındaki tertemiz ve muntazam Aksu vapurunda, çok ralıat ve z^vkli bir seyahatten sonra, sabaHc yin Zonguldağa vardığımız zaman, hayret icinde kaldım. Hayretim, Zonçuldağın adeta tanınmıyacak kadar, değıvniş olmasından ileri geliyordu. Ben Zonguldağı 1918 senesi mayısında bir daha görmüştüm. Bahriye Nazırı Cemal Paşa, ordumuzun o günlerde hücumla zaptettiği Batuma gidiyordu. Vapurda Halil Mertfeşanm riyasetinde, Gürci'lerle sulh akdine giden bir heyetle gazeteciler vardı. O zamanki Zonguldak pis, ba kımsız, harab, kara suratlı bir kasa'oa idi. Bugünkü Zoguldak ise temiz, bakımlı, mamur, esmer güzeli bir kasabadır. Esmer güzeli diyorum, çünkü Zonguldak kara elmas memleketidir. Kara elmas tozu, onun çehresine tabiî bir esmerlık veriyor. Fakat bu esmerliğin kalkmasm. ve Zonguldağın duru beyaz bir Karadeniz dilberi olmasını kimse istemez; çünkü onun güzelliğinin bütün zenginliği bu tabiî esmerliginde; kömüründedir. Zongul dakta mavi, siyah, yeşil, elâ, bütün gözler, erkek ve kadın gözleri, istisnasız, sürmelidir. Ve hejies, kömür ameksinden tutunuz da Belediye reisine ve Valiye kadar, tertemiz Belediye bahçesindeki Istanbullu, hatta Nişantaşlı monderı bayanlara kadar herkes, siyah elma*ın lutfu olan ve gözlere istemeden sürülen bu siyah sürmeden memnundur. Zonguldakta kimse kömür tozundan şikâyetçi değildir. Kömür tozu scvgisini öğretmek ve aşılamak için, Kurucesme halkını da Zonguldağa stai yapmağa göndersek yeridir. Zonguldakta herkes kömürü de, lozu nu da sever; çünkü kömürsüz ve kömür tozsuz Zonguldak, ölü bir şehir demektir. Orada, kömür ve kömür tozu, ek mek, güneş, su, hava kabilinden bir ihtiyacdır. Zonguldak ve Zonguldakta oluran insanlar, kömürsüz ve kömür lozsuz yasıyamazlar. Bılmem ne münasebetle bir arkadas. Bir altın madenimiz de olia, d^di. Genc Zonguldak meb'uslarının birinden hemen şu doğru cevabı aldı: Kömürden iyi altın mı olur? Filvaki, kömür altmdan daha kıymetlidır. Ona siyah elmas diyenler hiç de aldanmamıslardır. Kömür veriyor, al tın alıyorsunuz. Kömür havzasmın bir altın membaı olduğunu anlıyan hü kumetimiz de, bütün dünyanın taliu ol duğu, îtalya, Fransa ve Brezilya oi'oi bazı memleketlerin hasretini çektikleri ve ilel'ebed de çekecekleri kömürü, ihrac maddelerimizin en ön safına koytrıuştur. Hiçbir ihrac maddemizin kömür kadar müsterisi yoktur. Qnun için, Zons;u!dak ocakjarında her amelenin indirdiğı her kazma darbesi, memlekete takat \e ?ervet kazandırmaktadır. **# Zonguldakta 20 yıl ara ile görd"KÜm en mühim şey, şehrin temizliği ve ma murluğu değildir; iki rejim arasmchki ölçülmez ruh farkıdır. 1918 de Zonguldakta saltanatm gavşek, iradesiz ve idaresiz karakteri heıseyde görünüyordu. O zaman, bir ecnebi kumpanyası, bir emme tulumbası, bir sülük gibi, sade para kazanmak hırsi'e bu zengin yurd parçasına yapışmıştı. Biran evvel kazanmak, mümkün olduğu kadar çok kazanmaktan başka hiç, amma hıcbir düşüncesi yoktu; ne imar, ne guzellik, ne sıhhat, ne memleketin iktısadî menfaati. 1938 de ise, para kazanmak ikinci plâna geçerek yerini, istihsali çoğaltmak, gayesine bırakmıstır. Fakat istihsali coSaltırken amelenin hayatı ve memleketin iktısadî kalkınması da beraber düşiinülü yor. îş, is veren, iş alan arasında umumî bir ahenk tesisi gözönünde tutulan binnci prensiptir. Havzayı isleten millî sirketlerin ve ferdlerin, sermavelerinin haklı kazancmı elde etmeleri, fakat para kazanırken kendi keseleri kadar memleketin ikhsadiyatını, havzanın imarını da düşünmeleri gözönünde tutulmaktadır. Böyîece iş verenle iş arasında ahenk temin edildiği gibi, amelenin kazancı, istirahati, sıhhati de daima en büyük ehemmiyet'e nazarı dıkkate alınmaktadır. Bu da iş verenle iş alan arasında el ele çalısmağı mümkün kılmakta, patronların arr.eleyi kıyasıya çalıstırması, ezmesi, emeğinin tam mukabilini vermemesi, amelenin de grev yaparak veya sair suretlerle palronları zarara sokması, memleket iktısadmın akışmı sekteye uğratması gibi zararlı a henksizliklerin önüne geçmektedir. îjC îjî Vfi iktısadî hareketler Fındîk ihracatımız Fındık ihrac ticaretimiz, bu sene çok şayanı dikkat safhalar arzetmiş, fındık ticaretile uğraşanlar ve fındık müstahsili haricî telkinlerin de tesiri altında kala rak bir hayli endişeli zamanlar geçirmişlerdir. Fakat netice şudur: Hükumetimızin ve büyük ihracat firmalarımızın aldığı yerinde tedbirlerle fındık rekoltemıztn hemen tamamı satılmıştır. Bundan birkaç ay evvel, piyasada şöyle bir tahmin yürütülüyordu. Bu sene 350,000 çuval iç fındık olan rekolteden herhalde elde 100,000 çuvallık bir stok kalacaktır. Yani bu suretle rekoltenin aşağı yukarı üçte birinin elde kalacağını muhakkak görenler bulunmakta idi. Bu tahminleri ıleri sürenler bilhassa en büyük fındık alıcımız olan Almanyanın takınmak ta olduğu vaziyetten böyle bir zehaba kapılmış bulunuyorlardı. Fakat hâdisat büsbütün başka bir şckilde çıkmış ve yanlış düşünceleri açık bir şekilde meydana koymuştur. Şimdi yeni mahsulün piyasaya çıkması zamanı gelmiştir. Bir aya yakın bir müddet zarfında yeni rekolte bütün mmtakalardan piyasaya arzedilrniş olacaktır. Fakat elde de geçen seneki rekolteden hemen hiçbir şey kalmamıştır. 350,000 çuvallık iç fındık rekoltesinin 345,000 çuvala yakın bir kısmının elden çıkarılmış olduğunu söyliyebiliriz. Şu günlerde rekoltenin tamamen eritilmiş olacağı muhakkaktır. Şu çok müsaid vaziyetin tesirile yükselmiş olan fındık fiatları bu seviyeyi muhafaza etmektedir. Herhalde alınan tedbirlerin ve tek piyasaya bağlı olmamanın doğurduğu şu nericeden müstahsil de, tüccar da memnundur. Bu senenin verdiği tecrübe, gelecek rekolte için emniyetli bir hava doğurmuştur. PAZAPDAN PAZAPA PENCERESiNDEN Mahalle bekçisi Yaya kalanlar Istanbul Yürümeyen yasaklar yolları Gazetecilerin maçı Ayak topu Mahalle bekçisi Eski devirlerin en mütevazı ve âciz otoritesi mahalle bekçi siydi. Elinde hiç kimsenin başına in mek ihtimali olmı yan ve Arnavud kaldırımlannın sırtını okşıyan sopasile mahallelerimizin tonton, babacan, sevimli bir korkuluğuydu Püf deseniz gidiverecekmiş gibi hayalî bir varlıktan, bir gölgeden ibaretti. Hepimiz böyle sanıyorduk. Velâkin, gelgelelim, inkılâbımız eski devrin bütün kudretlerini, sarayını, tacını, tahtını, şeriatini, taassubunu yıktı; bu âciz gölgeyi devirtnedi, yalnız elinden sopasını alabildi. Sokaklarımızda bir Ortaçağ heykeli gibi dolaşan bekçi, bize eski devirden kalma bir tek ve acayib otorıte tipidir: Memur değildir, çünkü maaşını doğrudan doğruya elimizden alır; hususî hademe veya uşak da değildir, çünkü resmî elbisesi ve resmî saiahıyetlerı vardır. Onun hiçbir şekle ve kalıba sığmıyan bu biçimsiz hüviyeti aleyhine çok yazılar yazıldı. Buna rağmen ben eski bekçi babaların bugünkü oğullarını ne sevımsiz, ne de lüzumsuz buluyorum. Bekçi an'anesini muhafaza edelim amma bir kadroya, bir teşkilâta sokalım. Aybaşı kapılarımıza dayanıp bizden ölçüsüz, senedsiz, makbuzsuz aylık istemesinler. Bu iş artık bir nizama girmelidir. Yaya kalanlar Bir istatistiğe gö re Fransada otomobiller verem mikroblarından fazla a dam öldürüyormuş. Gösterilen sebeblerden bıri şudur: Yirminci asnn yayası hâlâ sürate ve onun taleb ettiği kıvraklığa alışamamış; yürümesini bilmiyormuş. . Fransada böyle olunca bizde nasıldır, Dİlmem. Hayır, biraz biliyorum: Yaya.kaldırı' mı dururken tramvay ve otomobil yolu üstünde ağır, dalgın, salına salına j'ürüyen yayalarımız pek çoktur. Bazan yanıbaşma kadar gelen, korna çalan otomobilden haberi bile olmaz. Ne masumiyet! Gözleri hulya doludur. Dudaklarının etrafında geçirdiği tehlikenin hiç farkında olmadığını belli eden tasasız bir gülüş vardır. Kimbilir ne düşünüyor? Belki şöyle birşey: «Oh... Biraz esiyor... Bir sandalye olsa da şuraya çöksem... Es, mubarek, es!» Kazaların çoğu bu nevi dalgınlıkların ortasında patlıyan facia bombalandır.Yürümekten zıyade hulya kurmasım bilen zavallı yayaların başına gelen son felâkettir bu. Uğradıkları talihsizliklerin birincisi, hayatta yaya kalmış olmak değil mi? yolları İstanbul yolları nm yapılmasına 520 bin lira ayrılmış. Her şeye olduğu gibi buna itiraz edenler de var. Dıyorlar ki: İyi amma hangi yollar?.. Bu para ile Ankara caddesi, Tozkoparan ilâh... gibi büyük caddeler, yollar asfalt ve o neviden kaldırımlarla döşenecek. Bu caddelerin çoğu, meselâ Babıali, daha birkaç sene evvel yepyeni yapılmıştır. Halbuki yirmi, otuz senedenberi tamir görmemiş nice sokaklarımız var. tstanbul ni söylemişler. Kendilerine red cevabı verilince, büyük bir hüzün içinde, çeküip gitmişler. Bu müracaatin sebebini anlamıyan Razeteciler, birbirlerinm yüzüne bakarken, bir tanesi muammayı halleder ve der ki: Bunda şaşılacak birşey vok! Bizde futbol güzel san'atlardan fazla şöhret ve mevki temin ediyor. Yarın ressamlar, heykeltraşlar, müzisyenler filân da mü racaat edeceklerdir. Birer ikişer hepsi anlıyacaktır ki bizde başın muvaffakiyetlerinden ziyade ayağınkine ehemmiyet veriliyor! Bu paranın bir kısmile onları yapmak daha doğru olmaz mı? Doğru, pek doğru... Geçenlerde, gazetelerden birinde galiba Cumhurıyette çıkan bir şikâyet me.ktubunda okuyuculardan biri «yetmis yasında olduğunu ve yarım asırdanberi sokağının tamır î7Örmediğini» yazıyordu. Belki Fatih zaiıanmdanberi tamir görmiyenler de vaıdır. Artık bunlara sokak değil, birer tarihî gecid divebilirsiniz. Herbiri, Yenicarniin kemeri gibi mukaddes birer antika oldu. Artık on'ara kazma vurulamaz. Gazetecilerin maçı Gazeteciler bugıin, İstanbulspor kulübünün mütekaid oyuncularıle bir futbol c macı yapacaklarmış. Takımların iıste i gözüme ılişti. Yere düsen kâğıdını iğiiıp almaktan üşenen veva Babıali yokusunu tırmanırken dokuz kütübhane vitrininin 5 htiyar bayan pencereden, kapı önünII de kaydırak oynayan sekiz on yaşındaki çocuğuna yalvarıyordu.. Haydi cicim, şekerim, tontonum, aslanım kos. Bana bir araba getir. Vapura yetişeceğim. Çocuk, modernize edilmiş çarıktan başka birşey değilken karyoka adıle anılan pabucunun ucuna taktığı yayvan taşı söyle bir fırlattı ve gözlerile onun uçuşunu seyrede ede cevab everdi: Arabayı nerede bulayım Baba anne? İhtiyar bayanın gösterdiği yol, gerçekten dıkkate değerdi ve o, bir ara'oanm nerede bulunabileceğini torununa şöyle anlatmıstı. Caddeye çık, köşelere asılı levhalara bak. «Burada araba duramaz» diye yazılı bir levha gördün mü orada mutlaka araba vardır. Yoksa bile biraz bekle, üç beş dakika sonra beş altı tanesi gelir, oraya sıralanır, sen de içlerinden biı lemizine atla, buraya getir!.. *** Bu müsahedeyi bir dosta anlattım, güle güle dinledi ve şunları söyledi. Kadın doğru söylemiş, ben de ö kanaatteyim. Nerede araba durması ya< sak edilmişse orada mutlaka araba vardır< Fakat bunun, bu yasak dinlememezliğiri tehlikeli tarafı, dar sokaklarda tramvayt larla arabaların, otomobillerin çarpışma» smı önlemek için konulan ihtar levhala* rına da kulak asılmamasıdır, meselâ Bahariyeden Moda caddesine inen tramvay. yolunun Küçükmodayı solda bırakaraK ıağa doğru kıvrıldığı köşede «BuradarJ nakil vasıtaları geçemez» diye bir Ievhi asılıdır. Belediye, o dar berzahda aşağidan gelen otomobille yukardan geleceK tramvay arabasının mutlaka çarpışaca^ ğını haklı olarak görmüş ve bu ihtarı yap* miştir. Fakat dinleyen kim?.. Bütün ara< balar, bütün otomobiller gene oradan geçiyor ve tasıdıkları müşteriler de berzahı atlayıncıya kadar heyecan içinde kalı yor. *** Bu dostun sözlerini de ihtiyar bayandan duyduklarıma katarak baska bir dosta hikâye ettim, şu cevabı aldım: Bu yasak yürümezliğin gülünc bir örneğini de vaktile köprüde görm Şehreminlerimizden biri köpı>üden vapur] skelelerine inmeği ve iskelelerden yukari] çıkmayı nizam altına almak isterniş, merdivenlerin bir kısmına «Buradan çıkılmaz» ve bir kısmma da «Buradan iniUl mez» ibarelerini havi levhalar asmıştı Yüzde doksanı okur yazar olan halk bı evhaları yüksek sesle okuya okuya çıkık ması yasak edilen merdivenleri tırmanıyordu, inilmesi memnu merdivenlerdenj de asağıya süzülüyordu. Birkaç ay bı gülünc sahne devam etti ve sonra levha lar kaldırıldı. Demek ki bir kısım yasaklar yürümüyor, Fakat suç kimde?.. Işte burasmı tesbit etmek güçse de o suçu halkın kayıdsızhğına yüklemek insafa uygun düşecek! gibi!.. F. G. Size iki müşahedemi anlatayım. 1918 de vapurumuz Gülnihal, limanda kömür alırken Cemal Paşa, o zaman Fransız şirketinin işlettiği ocaklan ve tesisatı şöyle bir gezmi'ti. Fransız şirketinin küçücük, sözüm ona bir amele hastanesi vardı. Cemal Paşa baskın şeklinde buraya da uğradı. Burası bir hastane değil; sekiz on yataklı pis bir bina idi. Bazı odalannda, hasta amele yerine, Frap<ız şirketi memurlarının yattığını gördük. İki hasta amele, bir köşede, humma içinde titreyip duruyorlardı. Galiba biriîi tifoya tutulmuştu. Cemal Paşa, hastanenin doktoruna sordu: Şimdi tifoyu banyo ile tedavi ediyorlar. Bu hasta ameleye banyo yaptırıyor musunuz? Banyonuz nerede? Doktor şaşırdı, bozuldu, kızardı, sa rardı. Paşa sert bir sesle emretti: Banyoyu gösteriniz bana! Doktor, o kadar şaşırmış ve korkmustu ki koridorda el ve yüz yıkayacak muslukla taşını gösterdi; birşeyler söylemek istedi, kekeledi... Cemal Pasa kızdı; doktora, Dönüşte Zonguldağa tekrar uğn yacağım. Burada bir banyo görmezsem seni asarım; diye bağırdı. 1938 de ise Zonguldakta, tevsi edil mekte olan vilâyet hastanesinden baîka, bir de cidden mükemmel ve yepyeni amele hastanesi vardır. Bu amele hastanesinin, masraflarını maden ocaklarını isleten şirketler ve ferdler, kendi kulland kları amele nisbetinde, bir hisse vererek ceruhde etmişlerdir. Ameleden hastalananlar ve yaralananlar, memleketimizin en mükemmel nümune hastanelerile avni vaziyette, hatta belki de daha üstün olan bu hastanede tedavi edilmektedirler. Ayıca, millî şirketlerin elindeki maden ocakla rında muvakkat tedaviler için reviıler vardır ki bunlar, bile 1918 de gördüğüm, Fransız şirketinin sefil hastanesinden cok daha iyidirler. Amelenin dünkü ve bugünkü hayatından ve aradaki muazzam farktan ayrı bir yazımda bahsedeceğim. AB1DİN DAVER Haydarpaşa köprüsü inşaatı 34 metre uzunluğundaki köprü, beş gözlü olacak, 460 bin liraya yapılacak Haydarpaşayı Kadıköyüne bağlıya cak ve tıen hattı üzerinde inşa edilecek olan köprünün yapılmasına karar veril miştir. Proje münakasaya konulmak üzeredir. Fevkanî olarak inşa edilecek olan bu köprü, 34 metre uzunluğunda olacak, Haydarpaşa lisesi önünden gelen yolu takıb ederek Kadıköyünde İbrahimağa çayırının ortasında nihayet bulacaktır. Köprünün beş gözü bulunacaktır. İkisin den tramvay, birinden otomobiller geçe :ek, diğer iki gözü yayalara tahsis edilecektir. Bundan başka bu köprüye amud olaak Haydarpaşa garından itıbaren ikinci bir köprü daha inşa edilecektir. Haydarpaşa köprüsünün inşaat keşfi 460,000 liradır. Asfalt kısım için de 120,000 lirak tahsisat konulmuştur. İnşaat 1939 senesi birincikânununda bitmiş olacak, in şaat masrafınm bir kısmı bilâhare Belediye tarafından ödenecektir. önünde âlimane bir duruşla mola veren lâpacı bazı arkadasların da ismini görünce maçı pek merak ettim. Artık bu, crta oyunu gibi birşey olacak. Maçm orta sında gazeteciler sık sık mola verecekler, lâkırdıya dalacaklar, belki birer kahve de getirterek sigaralarını tellendirecek ler... Görmeğe değer bir manzara... Fakat, galiba kimse görmesin diye, ecinnilerin top oynadığı bir yer seçmişler: Anadoluhisarı!.. Şimdiden sevgili arkadasımız hakern Ahmed İhsanın ne hale geleceğini gözümün önüne getiriyorum. Avazı çıktığı kadar bağıracak: «Arkadaşlar!.. Kah veleri bırakın da oyuna devam edin! Hiç kimse ayağını topa vurmuyor. Biraz kı mıldayın da birinizden biriniz şuna aya ğının ucile bir dokunsun!» Boğaza karşı sigarasının dumanlarını salıveren arkadaşlardan biri cevab vetecek: Neden dokunahm? Zavallının ne kabahati var? Bırak kendi haline... Biz Fatih Sultan Mehmed miyiz ki kaleden içeriye top aşıracağız? Şuraya biraz hava almağa geldık. Pek iştahlandınsa sen bir şüt çekiver! Ayak topu Serbest vezinle şiir yazan iki genc şair, gazetelerimizden birine müracaat ederek gazeteciler maçma girmek istedikleri M. TURHAN TAN Köpek balığile iki saatlik bir mücadele İzmir (Hususî) Kılizmanda oturan Rizeli Muharrem oğlu Ahmed namında bir balıkçı, 200 kilo sikletinde bir kö pek balığile sularda iki saat mücadele ettıkten sonra balığı öldürmeğe muvafak olmuştur. Hâdisede kendisi de yaralanmıştır. Ahmed, balık avlıyormuş. Voltasma onar kiloluk iki trança balığı takılmıştır. Fakat balıkları çekerken yakın mesafede beliren bir köpek balığı, trançalardan bir tanesini kapmıştır. Ahmed, vaziyetin vahametini sezerek sandalm içinde bulunan bir zıpkmı balığa saplamıştır. Balık biraz açıldıktan sonra birdenbire dönerek sandala çarpmıştır. Kayık, birinci hamlede muva zenesini bozmamışsa da balığm ikinci çarpışmda su seviyesinden birkaç metre yükseğe fırlamış ve alabura olmuştur. Ahmed, suda, tersine dönmüş olan sandalı siper almış ve kamasmı çek miştir. Ayni zamanda. zıpkının bağlı bulunduğu ipi de elinden bırakmamıştır. Balık, can acısile tekrar sataşmış, Ahmed, itidalini muhafaza ederek cana varın en kuvvetli, en hassas tarafı olan kuyruğuna sırtısıra darbeler indirmeğe başlamıştır. Mücadele iki saat kadar sürmüş ve nihayet balık, kendisini salıverince, onu çekip sahile çıkarmıştır. «Cam adam» hâlâ gümrükte! 1 Onuncu Yerli Mallar sergisinde teş^ ; hir edilmek üzere Alman hükumeti ta» rafmdan Türk sanayiine karşı bir ce « i mile olmak üzere şehrimize gönderilea J «Cam Adam» dün gümrük muamelesi ikmal edilemediğinden sergiye götürülememiştir. Yarm gümrükten çıkanla" cak olan Dresden müzesinin bu san'aî eseri ve teferruatı cuma gününe kadar yerine yerleştirilmiş olacaktır. Serginin açılmasma beş gün kalmış 4 tır. İnşaat faaliyeti hızlandınlmıştır, Bu faaliyet geceleri de devam etmek tedir. SERVER BED1 GÜMRÜKLERDE Olen tenis şampiyonunun cenaze merasımi İzmir fuarına gelecek olanlara kolaylık Dün gümrüğe gelen bir emre göre, 20 ağustos 1938 de açılacak ve 20 eylule kadar devam edecek olan 8 inci enternasyonal İzmir fuannı ziyaret etmek üzere haricden gelecek olan yolculara gümrük muameleleri bakımından azamî kolaylık gösterilecektir. ECNEBİ MEHAFtLDE Çek musiki san'atkârları geliyor Avrupa turuna çıkan Çekoslovak sanatkârlarından bir gaydacı, iki viyolo nistle bir de maruf viyolonist (Jan Vratis Liviski)nin yakmda şehrimize gelecekleri Çekoslovak konsolosluğundan alâkadarlara bildirilmiştir. Yakalanan hırsızlar îthali muvakkaten menedilen Balkan Erkânıharbiye heyetlerinin gezintileri hayvanlar Şehrimizde bulunan Balkan Antantı Erkânıharbiye heyetleri, önümüzdeki sah günü şehrimizden ayrılacaklardır. Rumen heyeti, vapurla Köstenceye. Yugoslav heyeti de ekspresle doğruca belgrada gideceklerdir. Yunan Erkânıharibye heyeti de ayni gün, Pireye müteveccihen şehrimizden Zavallı çocuk hareket edeceklerdir. Ömer isminde birisinin 6 yaşındaki Misafirlerimiz burada kalacaklan oğlu Faiğin kaybolduğunu yazmıştık. Faik, dün boğulmuş olarak Cibalide O müddet zarfında şehrimizin temaşaya değer yerlerini dolaşacaklardır. dun iskelesi civarında bulunmuştur. Mısırda Elebek, Elgarbiye, Elmenufiye, Elkalubiye ve Elcizze müdürlüklerinde hummayı kulaî epizonisi çıkmış olduğundan hastalığın bastırılacağı zamana kadar Mısırdan gelecek çift tır naklı hayvanat ve maddelerinin memleke+irneze ithali menolunmuştur. Üskudarda oturan sabıkalılardan Himmet, Galatada Emekyemez soka ğmda 55 numaralı evde oturan Muiz kızı Leonidanın evine girmiş, bir bakır mangal çalıp kaçarken vakalanarak cürmü meşhud mahkemesine verilmiştir. İzmitli Yusuf, Kadıkövünde Kurbağalı Uzunçayır caddesinde 18 numarada seyyar satıcılık yapan Mehmedm bahçesme pirmis. çamaşır ve bakır kab ları çalıp kaçarken vakalanmıştır. I Çöp kamyonu bir çocuğu öldürdü Beyoğlu Belediyesine aid şoför Hü seynin idaresindeki 141 numaralı çöp kamyonu, Kurtuluş caddesinde çöp al makta iken 12 yaşındaki Aleksandr oğlu Yaniye çarparak sol bacağım kırmış, ve vücudünün diğer yerlerinden yaralamıştır. Yaralı çocuk, kaldırıldığı Şişlf Etfal hastanesinde ölmüştür. Şoför Hü< sevin Kıskanclık yüzünden kadın kavgası Hamalbaşmda Harman sokağında 7 numaralı evde oturan Eleni, kocası Tanaşı Tepebaşmdaki Halk bahçesinde yanında bir kadınla görünce fena halde sinirlenmiş ve kadınla kavgaya başla Paris Geçenlerde vefat eden meşhur tenis şampiyonu Su<an Langlenin miştir. İki kadın birbirlerini adamakıllı dövdükten sonra yakalanmışlardır. renaze merasimi muhteşem bir surette yapılmıştır.