15 Kasım 1937 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 6

15 Kasım 1937 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

CUMHURIYET 15 tkinclteşrfn 1937 Dunku doğuş! Dün Mülâyimle Hindlinin güreşi kavga halini aldı, zabıta müdahalesile bitirildi Ölmeden ölen îsveçli artist Greta Garbo'nun kardeşi hakikî ismini kullanmamağa mahkum Bundan birkaç sene evvel, bir İsveç filminde, Sven Garbo isminde bir artist ılk defa olarak rol almış ve bu isim, daha o tarihten itibaren, esrara bürülü bir şe ref tacile süslenmişti. Bu adam Greta Garbo'nun erkek kardeşiydı. O zamana kadar, mühendis olarak mütevazı bir hayat sürmüş ve kız kardeşini, bütün dünyaya tanıtan meslekte o da talıhıni denemek için, ufak bir rol alarak işe başlamıştı. Fakat, sinema meraklılarının, o gün den sonra beyaz perdede, iki Garbo'yıı alkışlıyacaklarını tevehhüm eden Sven, İsveçlilerin tenkidcı gözleri karşısında, mevkiini muhafaza edememiş, daha ilk rolünde sahneden çekilmeğe mecbur ol muştur. Greta'nın münzevî kardeşini, çok kapalı ve insanlardan uzak yaşama ğa sevkeden, esrarengiz denecek kadar gizli tutulan bir sebeb vardır. Sven Garbo'nun ilk rolünü aldığı fi lim gösterildiği akşam, sinemada, Greta Garbo ile birkaç senelik mukavele imzalamış olan fılım kumpanyasının adamlarından bir ikisi de bulunuyordu. Bunlar, Greta Garbo ile Sven Garbo'yıı, bu «ideal çifti» bütün dünyaya tanıtmak maksadile, ta Amerikadan kalkıp gelmişlerdi. Fakat, heyhat! Filim bittiği zaman, Amerikalılar, Sven'i Hollyvvood'a, el üstünde taşıyarak götürmekten vazgeçmiş bulunuyorlardı. Hatta, aktör Sven Garbo, kızkardeşi Greta Garbo'nun artistik şöhretine ziyan verebilirdi. Bu itibarla, onun, meşhur bir ismi kullanarak istifade fikrine kapılması muhtemel bir firma tarafmdan angaje edilmesl bile tehlikeli olabilirdi. Birkaç gün sonra, Amerikalılar, müptedi aktörü çağırdılar ve onunla, sinemacılık âleminde bir eşi daha bulunmıyan bir mukavele imzaladılar. Bu mukavele mucibince, Greta'nın kardeşi, badema Garbo adını taşıyamıyacak, ebediyen sahneye çıkmıyacak, filimlerde rol almıyacak, Greta'nın kardeşi sıfatile hiçbir gazeteci ile mülâkat yapmıyacak ve halka neşredilmek üzere, alelıtlak hiçbir mütalea dermeyan etmiyecekti. Sinema kumpanyası, buna mukabil, kendisine çok yüklü bir maaş tahsis ediyordu. Bu mukavele, bizzat Greta'nın mukavelesi devam ettiği müddetçe muteber olacaktı. Sven Garbo bu maddeleri aynen ka bul etmiş, mukaveleyi imzalamış, ayni zamanda Gustaffsson adını almıştı. Sven, bugüne kadar, bu mukaveleye harfiyyen riayet etmiştir. Şimdi, mühendis Gustaffsson, Stok holm civannda, Harby adını taşıyan eski bir şatoyu imar etmekle meşguldür. Bu malikâne, mühendisin namına satın alınmış olmakla beraber, Greta'nın malıdır. Greta, yüzünü bile görmediği bu malikâneyi, ahbablarından bir kontesin tavsiyesi üzerine iki milyon franga satın almıştır. Şatonun bahçesi, çepeçevre demirparmaklıkla örtülüdür. Hatta, son zaman larda, Greta Garbo, gölün öte yakasındaki ormanı da satın almış, o taraftan da mütecessis gözlerin şatoyu görmesi imkânını kaldırmak istemiştir. Greta, civannda komşu bile bulun mıyan bu yerde, hiçbi insan tarafından rahatsız edilmeden yaşıyabilecektir. Şatoya en yakın malikâne, İsveç Kralının, kilometrolarca uzakta kâin sayfiyesidir. Şuradan şuraya çıkmıyayım, dedi, yalandır, sor, soruştur, göreceksin bak. Ya doğru ise? Hâlâ mı bu kadına inanıyorsun evlâdım? Sor, bak, güreceksin. Doğru ise bana Rukiye demesinler. Pekâla! Lâkırdıyı kestim. O gece akşam ye meğinde Zehra ile bir kelime konuşma dım. Yemekten sonra Kadıköyüne ka dar yalnızbaşıma gezmeğe çıktım. Ertesi sabah çabuk hazırlandım. Erkenden sokağa çıkarken, Zehraya bir asker sertliğile: Bana Bursada o kadınların ve kaldığın otelin adresini ver! dedim. Bir kâğıda yazıp verdi. Evvelce bizim yazıhane işlerinde kâ tiblik etmiş ve şimdi kumusyonculuğa benzer işler yapan^fakat icab ettikçe gene benim ayak işlerime koşan, «Salih» isminde çok becerikli bir adam vardı. îs tanbula inince onu buldum. Vakit erken di. Ona dedim ki: Bütün işlerîni bırakacaksın, şimdi, hemen Bursaya gideceksin. Bir kutu lâ tilokum yaptır. Bursada şu adreste Şükriye Hanım ve Saime Hanım isminde iki kadın varmış. Onları bul. Zehra Hanınv dan selâm söyle. Bu kutuyu ver. De ki: «Ben Bursaya geliyordum. Sizi hatırla dı, bunu gönderdi.» Sonra o kadınların Duymadıklarımız ve bilmediklerimiz Pırnır PAPT urnmnz ! Dünkü güreşin kahramanları Mülâyim Hindli Faddal Muham med arasında dün yapılan üçüncü güreş bir zabıta vak'ası şeklinde neticelendi. Çünkü güreş cıvıyarak dövüş halini aldı. Bu müsabakayı, seyretmek için, epey büyük bir kalabalık kütlesi Taksim stadyomuna toplanmıştı. Saat üç buçuğa doğru ringin yapılması bitti. Evvelâ çerez kabilinden iki güreş yapıldı. Bu güreşlerin birisî 18, öteki bir buçuk dakika sürdü. Güreşenler meşhur olmadıkları gıbi gü reşleri de tatsızdı. Soğukta halkı sıkmaktan ve üşütmekten başka birşeye yaramadı. Nihayet Mülâyimle Hindli ringe çıktılar. Orta hakemi Cemal pehlivan güreşin bir saat süreceğini söyledi. Bu bir saat sözü üzerine de, halkta müsabakanın berabere bitmesi mukarrer olduğu kanaati hasıl oldu. Belki böyle bir karar yokt'j. Fakat ağır sıklet iki profesyonel pehliva nın yenesiye değil de yalnız, bir saat güreşmesini kabul etmek ve hatta sayı hesabına bile yer vermemek, bu güreşçilere yenişmeseniz daha iyi olur; demekti. Filvaki, böyle bir vaziyette aşağı yukarı müsavi kuvvette olan bu iki pehlivanın ihtiyatlı güreşecekleri ve saati doldurup işi tatlıya bağlıyacaklan muhakkaktı. Mademki güreş bir saat sürecekti; bu, bir saati hasmı yenmek için yenilmek tehlike sine de düşmeden geçirmek mümkündü. Nilekim de öyle oldu. Önceleri iki pehlivan sadece itiştiler. Bu itişmeler esnasmda mütekabilen bazı favuller de yaptılar. Daha güreşe başlarken sinirli görünen Mülâyimin asabiyeti gittikçe artıyordu. Halk da bu neticesiz itişip kakışmadan sinirleniyor, bağrışıyor. Ahaliden biri: İkiniz de uyuyorsunuz be! diye bağırdığı vakit pek de yanlış bir iddiada bulunmamıştı. Nihayet, Mülâyim biraz daha sıkı itmeğe başladı. Bu arada, iki pehlivanm birbirinin boğazını sıktıklannı gören hakem, iki tarafa da ihtarda bulundu. Bu ihtar; Mülâyimi çok kızdırdı. Hakemi dinlemeden mütemadiyen hücum ediyordu. Halk da hakeme bağrıyordu. Cemal pehlivan da kızarak düdüğü yan ha kemlerinin ve jürinin önüne attı; ringden indi. Bu arada, hakemsiz kalan sahada Mülâyim, Hindliye saldırarak yere yu varladı ve hemen çevirmek niyetile daldı. Bu sırada hakem Cemal pehlivan tekrar ringe çıktı. Hindli de yerden kalkmağa muvaffak olmuştu. Güreş, ayakta tekrar itişme şeklinde devam ederken Mülâyim Hindliyi ringden aşağı attı; tekrar ringe çıkan Hindli de biçimine getirip Mülâyimi yere savurdu. Mülâyim ringe çıkınca ayni suretle mukabele etmek istedi. Fakat bu defa Hindli boks bildiğini de gös tererek Mülâyimin çenesine biri kuvvetli iki yumruk indirdi. Mülâyim saldırınca hakem araya girdi. Bereket versin ki hakem iriyan vücudlü Cemal pehlivandı; yoksa, Sami Karayel olsaydı, pehlivanlar, onu rüzgâr gibi ringden uçururlardı. Güreş böylece tatsız tutsuz devam edio gidiyordu. Hindlinin gözü kanamağa başladı; Mülâyimin bir dişi kırılmıştı; dişini ağzından çıkanp yan hakemi Suyolcu Mehmed pehlivanın önüne attı. Peh" livanlar, bir iki defa birbirlerini ringden aşağı savurdular. Bu sırada, Mülâyim, Hindlinin bacağını kaparak yere attı, üstüne çullandı. Güreşin bitmesine beş altı dakika kalmıştı. Mülâyim, çevirmeğe uğraşırken Hindli yerden fırladı; Mülâyim de arkasmdan ikisi de ringden aşağı düştüler. Mülâyim, Hindliyi yerde de yenmek istiyordu. Hakemler bırakmadılar. Tekrar ringe çıktıklan zaman hakem a yakta güreşmelerini istedi. Dün pek hır çın olan Mülâyim, buna razı olmadı. Hatta güreşin bir saatte bitmesine de razı olmadığını söyledi. Yenişinciye kadar güreşmek istiyordu. îyi amma, buna ön ceden güreş başlamadan itiraz etmesi lâzım gelmez miydi? Neyse tekrar ayakta kapvştılar. Min deri bırakıp birbirlerini ringden aşağı atmak maksadile kenarda tutuşuyorlardı. Mülâyim, saldınnca Hindli ringden a şağı atlamağa mecbur oldu. Mülâyim de arkasından atlayıp onu kovaladı. Kısa bir koşuşmadan sonra, pehlivanlar sahanın ortasında dövüşmeğe hazır bir surette yumruklarını sıktılar. Fakat, polisler, halkın bir de boks maçı seyretmesine müsaade etmediler. Bir kısmı Mülâyimi, bir kısmı da Hindliyi alıp götürdüler. Mülâyimin, Hindliye yaptığı bu muameleyi beğenmiyen bir kısım halk bağırıyordu: Ayıbdır, misafire böyle yapılır mı? Sahadan çıkarken Hindl'yi alkışhyanlar da oldu. Bu manasız ve tadsız güreş de böylece bitti. Dönen şayialara göre, Türkiye Baş pehlivanı Tekirdağlı Hüseyin, önümüz deki pazar günü, Hindli ile güreşmek üzere, Türk Hava kurumu İstanbul şubesine imza vermiştir. Tekirdağlı Hindli maçı nihayet olacak mı dersiniz? Uçacak, uçuyor, uçtu... Senelerdenberi dınler dururuz. Profesör Piccard ismindeki Belçikah âlim, Stratosfer'e uç mak için uğraşır durur. Bir bakarsınız, hava şeraiti ters gi der, profesör yan yoldan dönüp aramıza iner. Bir bakarsınız, tam uçayım derken balon ateş ahr, pıofesör yarıda kalır. Bir bakarsınız, yeni icad ettiği balonu yaptıracak parası bu lunmaz, balonsuz da ujimıyacağı için, arziliğe veda edemez. Hulâsa, muhterem âlim, tam manasıle «pırpır eder, uçamaz» tabırıne uygun oldu. Şimdi yeni bir haber var. Profesör, kendi eseri icadı olan plân'arın Lehliler tarafından kopya edıldiğmi görünce Stratosfer'e küsmüş! Pireye darılıp yorgan yakmağa benziyor amma, bu küsüşün başka bir sebebi daha var: Parasızlık! Parasız balon uçuramıyacağını bilen profesör, sağdan soldan b<»klediği yardımı bulamayınca, soldah geri edip, bu sefer dtnizin dıbine inmeğe kara vermemiş mi? Okyanusun dibine 3,000 metro derine inecekmiş. O derinlikteki su tazyikine tahammül edebilecek yeni bir balon yapıyormuş. Bu müthiş derinliklerdeki tazyikin a zameti, oralarda yaşıyan garib mahluk ların korkunç manzarası, o koskoca su kütlesinin altında bütün dünyadan tec rid edılmiş bir halde kalmanın tüyler ürperten dehşeti, bu azimkâr profesörü naSJI korkutmuyor? Tabiî korkutmaz! Stratosfer'e kadar çıkamadığı gibi, 3000 metro derine kadar da inemiyeceğine o şimdiden emin dir. Yakında, ya balonun çok hafif ol duğu için suya batmadığını, ya tecrübe esnasmda dalgalara kapıhp gittiğini, yahud da, yeni bir denizaltı balonu yapmak için lâzım olan parayı buluncıya kadar, profesörün... karadan uzaklaşmamağa karar verdiğini gazetelerde okuruz. Profesör, bu gidişle, muradına eremî yecek gibi görünüyor. Vefatmda, mezar taşına: «Yel üfürdü uçamadı, su götürdü batamadı» diye yazılacağından korku1*yorum. Yavrularını öpen ve bağnna basan anneler çocuklarınıza saf ve tabiî Pirinc, Yulaf, Mercimek, Buğday, İrmik, Patates, Mısır, Bezelye, Türlü, Badem, Çavdar yediriniz. Avrupanın bayat veya terkibi meçhul unlannı yedirmeyiniz. Hasan Ozlü Unları Doktorunuza sorunuz Allahın yarattığı saf hububattan alınan, vitamini ve kalorisi kuvveti gıdaiyesi çok olan Hasan Özlü Unlarına doktorunuz şehadet eder ki hayatın ve tabiatin en mugaddi ve en mükemmel gıdasıdır. Hasan Özlü Unları çocuklarınıza tam âfiyet temin eder. Neşvünü • malarına yardım eder. Onları çabıık büyütür. Neş'eli, tombul, has talıksız tombul vapar. Hasan Özlü Unlarile çok leziz mahallebi ve çorba ve yemek yapılır. Mutlaka H A S A N markasına dikkat. Kocaeli Cumhuriyet Halk Partisi Başkanlığından: îzmıtte Cumhuriyet Halk Partisine aid sinema ve bilârdo salonları 1/1/ 938 tarıhinden itibaren iki sene müddetle kiraya verilecektir. Müzayede 19/11/ 937 cuma günü saat 15 te kapalı zarf usulile İzmitteki Parti binasında yapı . lacaktır. Kira şartnamesini öğrenmek istiyenlerin Kocaeli İlyonkuruluna müracaatleri ilân olunur. (7528) Baş.Dîş.Gn'ıp. Bü+ün agnlara TEKDÜĞME îzmir Liman idaresi aleyhine açılan dava îzmir (Hususî) îzmir avukatlarmdan İbrahım Etem, Lıman idaresi aleyhine bir dava açmıştır. Hâdise şudur: İbrahim Etem, aile efradile Kara buruna gıtmek üzere bilet istemiş, fakat tenzılâtlı bilet yerine tek yolcuya aid bıletlerden verilmiştir. İbrahim Etem, yanlışlığı memura hatırlatmış, kendisine: « Yanlışlık oldu, fakat fazla alınan paranın red ve iadesi için idareye müracaat edebılirsiniz.> Cevabı verilmiştir. Fakat para, <vakıt geçti, derhal günü gününe müracaat etmelıydin> iddiasile, iade olunma mıştır. Muhakeme, şahidlerin dinlenmesi için talik olunmuştur. •?•'" PHILIPS mahsus bir yanllıktlr • Bolu Nafıa Müdürlüğünden: Bolu Vilâyet merkezinde yeniden yapılacak 54010 lira 70 kuruş keşif bedelli hastane binası inşaatı 2490 sayılı kanunun 40 ıncı maddesi mucibince 26/10/937 tarihinden itibaren proje ve evrakı keşfiye ve fennî ve hususî şartnameleri ve evvelki ılân şeraiti dahilinde bir ay içinde pazarlığa çıkarılmış olmakla Nafıa Vekâletinden verilmiş 937 tarihli ehliyet vesikasmı haiz olan larm Bolu Nafıa Müdürlüğüne müracaat eylemeleri ilân olunur. (7394) Vapurda hırsızlık Evvelkı gun hmanımıza gelerek Ga lata rıhtımma yanaşan Antalya vapu runda bir hırsızlık vak'ası olmuş, yolculardan Vecdet admda birinin fotoğraf makınesi çalmmıştır. Zabıtaca yapılan araştırmada fotoğrafı çalanın, ayni vapur yolcularından Ismail olduğu anla şılmış ve suçlu vapurdan kaçmağa teşebbüs ettiği bir sırada yakalanmıştır. ne söyliyeceklerini dikkatle dinle. Söz aç. Hiç sezdirmeden Zehra Hanımla nasıl tanıştıklannı, Bursaya nasıl geldiklerini anla. Ondan sonda şu otele git. Zehra Hanımm hangi odada ve nasıl kaldığını, gündüzleri ne yaptığını öğren. Yarın gel. Salih tahkikatın mahiyetini ve ehem miyetini kavradı, «başüstüne» dedi ve fırladı. O gece de Zehra ile hiç konuşmadım. Ertesi gün de evden erken çıktım. Akşama doğru Salih yazıhaneye geldi. Büyük bir merak içinde olduğum için hemen işi gücü bırakarak onunla beraber sokağa çıktım ve daha hanın merdivenlerini inerİcen sordum: O kadınları buldun mu? Buldum. Adres doğru mu imiş? Doğru imiş. Zehrayı tanıyorlar mı? Tanıyorlar. Bursaya beraber mi gelmişler? Beraber gelmişler. Salih onların ağızlarnı nasıl aradığını ve neler öğrendiğini anlattı. Zehranın söyledikleri tamamile doğru idi. Otele aid öğrendıkleri de ayni idi: Zehra tekbaşına bir oda tutmuş, öğleye kadar vaktini kaplıcada ve odasında geçirmiş, öğleden sonra dışarıya çıkmış. O kadın lara gitmiş olacaktı. Baş, diş, nezle, grip, romatizma ve bütün ağrılarınızı keser İcabmda günde 3 kaşe alınabilir. îsim ve markaya dikkat! Taklidlerinden saktmmz. Garibdir ki Salihin verdiği bu izahat, bende, o ana kadar Zehraya karşı duy duğum öfkeyi Rukiyeye çevirmişti. Bir daha yazıhaneye uğramadım ve dosdoğru eve gittim. Zehra sokağa çık mıştı. Rukiyeye dedim ki: Şimdi ne söyliyeceksin bakalım. Hanımın bütün anlattıkları doğru çıktı. Ben dün Bursaya bir adam yolladım. Hem gayet pişkin, becerikli bir adam. Gitti, o kadınları buldu, konuştu. Aynen Zehranın söyledikleri. Sonra otele de gitti, orada da byle. Demek yalan değil. Sen evvelki akşam söylediklerini unutmamışındır, tabiî... Şimdi, hata ettiğini anladın mı? Rukiye kaşlarını kaldırdı, önüne baktı ve sustu. İnsan görmediği, bilmediği şeylerde fazla iddiaya girmemeli. Bak Fevzi de mahcub oldu, sen de. Hanımm biraz sinirleri bozuk. Aklına eseni yapmış. Fakat bundan hemen namusuna yürüyüp çıkmalı mı ya... Neyse... Pek senin de kabahatin yok. Bu gibi vaziyetlerde herke sin aklına gelen senin de geldi. Bir daha dikkat et. Rukiye gene susuyordu amma yüzünde hicab ve nedamet yerine inad ve ısrar vardı. Merak ederek so"dum: Eski düsüncende «abit misın? Parmaklarını ağzına doğru götürüp çekti: Benim dilim yok, susayım, ne söyIesem kusur, dedi. Yoo...k! dedim, sen de haltetmel Ben sana istediğini söylemen için müsaade ettim. Başka bir yerde evin hanımı için bu sözlerin onda birini söyleseydin seni kapıdışarı ederlerdi. Ben gene sana ses çıkarmadım. Rukiye kederli bir baş sallayışlat Hakkın var evlâdım, hakkm var, dedi, artık ben sana ne söylesem yalan gelir. Çünkü bir kere bu Bursa hikâye • « sinde aldandım. Artık ne söylesem boş. Öyle değil mi amma sen de bir kere düşünsene... Rukiye birdenbire parlddı: Beyefendi, dedi, beni at, sat, koğ, döğ, gene de söylerim: Bu işin içinde bir iş var. Sen bunu bugün değilse yarın anlıyacaksın. O zaman benim için söylediydi dersin. Ben de kendimi tutamadım ve bağırdım: Sen artık haltediyorsunl dedim, haddini bil, ağzını topla, otur! Rukiye yeminler etmeğe başladı: Ben de bir daha bu meselede ağzımı açarsam iki gözüm kör olsun, yediğim ekmek gözüme dızime dursun! dedi. (Arkast var) Korkuyorum t Tefrika: 36 Yazan: Server Bedi Bahçede sinirli adımlarla gezinmeğe Gözlerinin içine bakarak, alçak sesle: başladım. Eline bir kova alarak çiçekleri Sen buna yalan mı diyorsun? diye sulamak bahanesile yaklaşan Rukiyenin sordum. gözleri benim üstümde idi. Onunla konuşRukiye bir daha güldü: maya ihtiyacım vardı; fakat hislerime hâ îlâhi, beyefendi, dedi, yalan değil, kim olmadığım için ona zâflarımı göster de nedir? Bursada ne işi var? mek istemiyordum. Buna rağmen o, si Vapur hikâyesini ve Zehranın Bursanirli adım atışlarımdan, çatılmış yüzüm ya nasıl gittiğini kısaca anlattım. den, öfkeli gözlerimden halimi anlamıyor Rukiye pencerelere bakarak sesinin umuydu ? zaklara gitmesinden korkuyormuş gibi bir Durdum ve yüzüne baktım. Cesaret avcunu ağzına kapadı: aldı. Kovayı yere bırakarak yanıma gel A... A... dedi, korkmadan bu ya di. Sırdaş olmak istiyenlerin kapalı sesi" lanları nasıl söylüyor? le: Bu kadar şey yalan olur mu, RuL Ne olmuş? dedi, nerede imiş? kiye Hanım? * Sana nerede olduğunu söylemedi Şaştım. mi? Yalan olur mu, olabilir mi? Bursa Hiç birşey söylemedi, vallahi. Çok şu kadarcık yer. Tahkik etmez miyim? Senin tahkik etmiyeceğini bilir o. merak ediyorum. Kim demiş tahkik etmem diye? Bursada imiş, dedim. Bilir. Çok bilmiş o. Bilir ki sen Bursada mı? kuzu gibi adamsın. İnanıverirsin. fc Rukiye kısık bir kahkaha salıverdi. Yarın tahkik edecçğim. Fakat ya Ne gülüyorsun? diye sordum. söyledikleri doğru ise? Yalanm böylesine gülünmez de ne Rukiye basını kuvvetli salhyarak: yapılır?

Bu sayıdan diğer sayfalar: