1 Temmuz 1937 CUMHURİYET tktısadî hareketler Frankın fiatı niçin duşuruluyor Fransız Meclisinde çok büyük malî meseleler görüşüldüğu şu anda bir paniğe meydan vermemek için iki gündenberi Paris borsası kapalı bulunmaktadır. Dünyanın hiç bir borsasında da frank üzerine muamele yapılmamaktadır. Bizim borsada da tabiî vaziyet aynıdır. Chautemps kabinesi Fransanın karşı laştığı malî müşkilâtlar ile mücadele edebilmek için meclisten fevkalâde salâhiyet aldı. Kabinenin ilk işi Fransadan harice kaçan sermayelerın flrarına mâni olmak olacaktır.Bu, Fransa için çok hayatî bir meseledir. Çünkü Blum kabinesi mevkii iktidara gelelıberi Fransadan harice tam 60 milyar frank para kaçmıştır. Bu firarlar devam ettiği takdirde Fransanın iktısadî hayatı hâd bir şekil alacaktır. İşte Chautemps kabinesi şimdi buna mâni olmak istemektedir. Bunun için de kabine Fransa, İngiltere ve Amerika arasında 1 teşrinievvel 1936 da akdedilen üç taraflı altın itilâfında tayin edilen asgarî hadden vaz geçmektedir. Brlâhara Fransa İngiltere ve Amerika ile yeni bir altın anlaşması yapacaktır. Bu hususta müzakerat daha şimdiden başlamıştır. Fransa altın itilâfından vaz geçmek suretile bir taşla iki kuş vurmuş olacaktır. Bir defa Fransa bu suretle franğm kıymetini düşüre cektir. Bu sukutun yüzde ondan fazla olacağı ve yüzde on beşi geçmiyeceği kuvvetle söylenmektedir. Franğın kıymetini düşürmek ile Fransa hükumeti halktan mecburî bir istikraz yaparak bununla bütçe açıklarını kapamış ve en mübrem ihtiyaclarını karşılamış olacaktır.Kabine artık halktan ihtiyarî istikraz yapmak imkânını göremediği için olacak ki bu çareye baş vurmaktadır. Diğer taraftan altın itilâfmdaki bugünkü asgarî haddi bırakmakla kabine sermayelerin Fransadan dışan çık masma da mâni olmaktadır. Franğın yüzde ondan fazla bir miktarda düşmek ihtimalleri derhal borsamız da da tesirini göstermiş ve kıymetleri Fransız franğı olan üni Türk tahvillerimiz bir günde bir lira düşmüştür. Franğın hakikî kıymeti belli olunca bu tahvillerin kıymeti de takarrür edecektir. M. TEZEL Tifoya karşı harb Bir sıhhat Erkânıharbiye heyeti kurmalıyız! [Baştarafı 1 inci sahifede) Ankara sıhhat müdürlüğünde bulunu yordum. Şehirde birdenbire bir tifo salgmı çıktı. Derhal bir komisyon teşkil ettım. Müdavelei efkârdan sonra İstanbuldan blok halinde aşı getirttim. En başta meb'uslar olmak üzere herkesi bilâ istisna aşılattım. Bir haftada salgınm önü alındı. Bunu anlatmaktan maksadım bu şekilde kurulacak sıhhat komisyonlarının ne derece faydalı işler görebileceğini izah etmektir. Evet, evet her şeyden evvel, başmda hükumetin mümessilinin, Valinin ve yüksek doktorlann bulunduğu bir sıhhî erkânıharb heyetine lüzum vardır. Şüphe yok ki Avrupada da tek tük tifo vak'alanna tesadüf edilir. Fakat bu nisbet bizim memleketimizdeki vak'alarla kabili kıyas değildir. Kanalizasyon me selesinin halli hakkında hiçbir mütaleada bulunmuyorum. Çünkü bunun seneler ve senelere mütevakkıf olduğunu biliyorum. İstanbulun su meselesi ise hazin bir hi kâyedir. Her tarafından âbıhayat fişkı ran bu yerde yazık ki madamülhayat içecek iyi su bulamıyoruz. Bütün doklorlar söylediler. İçilebilecek evsafta bir Ter kos, bir de Hamidiye var. Fakat bunlar koca bir şehrin ihtiyacını temine kat'iy yen kâfi değildir. Üstelik Taksimdeki Hamidiye çeşmesi gibi bazı çeşmeler her nedense saat 2 den sonra kilidleniyor ve bu civar halkı gene bekçilerin nereden getirdikleri belli olmıyan sulanna muh tac kalıyor. Bu da üzerinde duruîacak bir meseledir. dir. İçerisine çöpler konup da caddeler den süratle geçtiler mi hâmil olduklan bütün çöp ve miktobların en az yarısın: d«5kmektedirler. Tabiatile bu pisliklerinde tifonun intişarına ne derece müessir olduğunu izaha lüzum yoktur.» . « Şu lokanta ve tatlıcılar hakkında rnütaleanız?» « Size bir hatıramı anlatayım. Geçenlerde Beyoğlunun en büyük lokanta lanndan birinde oturuyordum. Biraz ilerideki bir masaya bir ecnebi gelerek o turdu. Yanında köpeği vardı. Onun için de bir şey iştedi. Garson biraz sonra kö peğin yiyeceğini halkın yemek yedıği ta baklardan biri içinde getirmesin mi? Fabıî kıyameti kopardım. Lokantanın sahibi de o tabağı kırmak mecburiyetinde Jcaldı. Bu hâdise Belediyenin lokantalar gibi halkm sıhhatile çok sıkı alâkadar tnüessesekri ne derece bir kontrol altında bulundurduğunu göstermektedir. Efendim, Belediye herşeyden evvel halkın sıhhatile alâkadar lokantacı, manav, bakkal gibi esnafı çok sıkı bir nezaret altında bulundürmak lâzımdır. Bunlarm hıfzıssıhha kaidelerine riayet etmeleri elzemdir. Bundan başka gerek bunlann, gerekse halkın bol bol yıkanmala nnm da temini icab eder. Bunun için Be^ lcdiye çok ucuz halk hamamları ve düşları tesis etmelîdir. Belediyenin yapması icab eden diğer bir şey de bütün lokantaları fennî bula şık makinelerile techiz etmektir. Nasıî bütün lokanta ve tatlıcılar birer.soğukhava dolabı tedarik ettilerse halkm sıhhati bakımmdan bundan yüz defa ehemn.i yetli olan bulaşık yıkamak makinelerin den de birer tane edinmek mecburiyelincüe bulunmalıdırlar.» « Bazı kimseler gazetelerde tifo hastalığından bahsedilmesini haric için menfi bir propaganda sayıyorlar.» Dr. Behçet Sabit birdenbire coşlu: « Bundan saçma mütalea olamaz. Her şeyden evvel ortada bir halk ve memleket meselesi var. Gazetelerde çikan yazılar bilâkis halkı tenbih ve ona sıhhatini koruma yollannı telkin eder. Haricdeki propaganda meselesine gelince bunun da asıl ve esası yoktur. Bir defa şunu bilmek lâzımgelir ki maalesef Avrupada eskidenberi memleketimizde sari hastalıklar olduğu şeklinde bir kaaaat vardır. Ben bir defa Mısırdan geIırken vapurda tanıdığım bir îngiliz va pur îstanbula geldiği zaman sırf evvelce kendisine yapılan telkinler yüzünden çocuğunu şehrimize çıkarmadı. Bilâkis biz «an hastalıklara karşı ciddî bir savaş açmak ve bunda muvaffak olmak için matbuat ve sair vasıtalardan da geniş nis bette istifade etmeliyiz. Ancak bu sa yede Avrupada bu memlekette sari hastalıklara karşı ciddî bir mücadele baş ladığına ve bunda muvaffak olunduğuna kani olabilir. am üç yüz seksen yıl örn.. giderilmesi güç içtimaî bir t. temas etmek dolayısile tarihe cy t geçmiş olan bir hüküm var. Onu aynil iktibas ediyorum: " İstanbul Kadısına hüküm ki * 5 Arab tayfasmdan ve gayriden ba9 kimseler her veçhile sağ olup kârükisb* kadirler iken esvak ve mahallâta sual çıkup ibramı galîz ve cerri sakîl eyle mekle ahli ırz olanlan rencide idüp v bazı a'ma cariye ve kul alup onlan ma halle aralarında dilendirüp ve baz alemler. kaldırup şehri devredüp ve birer kimesnenin boynuna zincir taktf medyun ve mahpustur deyu ge^dirüp > softa tayfası dahi bölük bölük olup yo^ larda ve sokaklarda halkı cerredüp vf bazı cerrar dahi bir hastayı yanına alup anı bahane idüp envaı gılzetler ile halka muzayaka verdikleri ve bazı kimselc sari emraza ve anzaya müptelâ olup < gibiler kadimden şehirden sürülüp meno Iuna gelmişlerken şimdi memnu olmayug halk ile ihtilât eyledıkleri istima olunma ğın buyurdum ki bu hususları şehir Suba şısı olan Hüseyin mübaşeretile göresil Mezkurlardan piri fâni ve malul olma yup kârükisbe kadir olanlar cerrederlcı se men ve def idüp ve dilencilerden kia seye a'ma kul ve cariye aldırrhayup v olveçhile cerrettirmeyüp ve ezel ve eda emraza müptelâ olanlan şehirden sürüj ihtilât ettirmeyesin ve bazı dânişmendlei akraba ve taallukatlarından bazı sagiı olanlan mücerred cer için gezdirdiklerj vaki imiş. Anlan dahi mennettirüp meğe^ şol softa tayfası ki daima tahsilde olu tatilde ve kadimden olageldiği ü^f cerrederler. Anlara dahi tenbih eyle; sin ki kadimden idegeldikleri üzere den gayri zamanda etmeyeler. 11 : Muharrem: 9 Bu vesikanın üstüne hâlâ o mektub sözünü konduruşumdaki isabeti bütün Is « tanbul halkının teslim edeceğini kuvvetli umuyorum. Çünkü «her veçhile sağ v< kârükisbe kadir kimseler» bugün de şeh? rin sokaklarını işgal edip geleni geçeni rahatsız etmektedirler. Yalnız «borclu ve mahpus» diye boyunlanna zincir takılarak cerre alet yapılan maskaralara tesadüf olunmuyor. Bunun sebebi borc içir adam hapsedilmesine Cumhuriyet ka • nunlannın müsaade etmemesidir. Eğet böyle bir kanun olmasa İstanbul dilencjj leri şüphe yok ki 0 eski âdeti de ihyı ederlerdi. Bununla beraber biz, o eerral güruh için boyunlarına zincir takılı bircı borclu kimesne mevkiinde değil miyizî Haddimiz varsa «muayyen ve mukadde olan» dilenci vergisini adım başına b' kere ödemeden geçelim. Arkamızdan I vakit savrulacak küfürlerin bini değil 4 bini bir para edecektir. Bu vesika ile dilencilerin zamane v ziyeti arasındaki benzerlik vesikada ha leri tasvir olunan sari hastalıklı kimesn lerin namubarek torunlanna da sok aralarında sık sık tesadüf edilmekle t kemmül ediyor. Yalnız, büyük inkılâ larımızın feyizleri cümlesinden olarak 0 tada yolkesenlik eden softa tayfası yo Fakat muhtelif isimler ve muhtelif mev* zularla bilet bastırarak kapı kapı dola^ şıp iane toplıyanları da onlann tenasüh etmiş örnekleri saymak elbette doğru olur. Hulâsa dilenci bolluğu devam edip gidiyor ve bu bolluğa tahammül gittikçe azalıyor. Dileğimiz şehrin manevî vakarını da bozan bu vaziyete nihayet verilmesinden ibarettir. T Çiçek nasıl seçilir? Saksı saksı çiçekler, büyük bir uğultu ile kaynaşan insan nehrini, kırmızı, pembe, mor noktalarla benekliyerek uzaklaşıyorlar Atteş gibi, nar gibii... Neller getirdim babam, neller getirdim... Buyurun efendim, buyurun. Şu ortancalara, şu karanfillere bakın. Daracık yolun iki tarafı birbirinden güzel, birbirinden canlı, binbir renk ve kokulu çiçeklerle renkli bir nehir yamacı gibi bütün yol boyunca uzanıp gidiyor. Yalnız, burda, müşteriden ziyade seyirci, küfeci ve küfesiz hamal var. İki karpuz bir koltuğa sığmaz diye bir söz vardır. Karpuzu bilmem ama altı saksı iki koltuğa sığıyormuş meğer. İşte bu kahraman karşıdan geliyor. Saksının her yerinden uzun değneklere bağlanmış ateş rengi karanfiller yükselerek adamcağızın yüzünü çiçekten bir perde ile örtüyor ve önünü görmesine mâni oluyor. Yol verin, yol verin. Kim kime yol verecek? Herkes kendine yol anyor. Dikkat ettim, sokak kadar dar değil. Beş altı metre genişliğinde var. Fakat yaya kaldınmlardan öteye doğru taşan saksılar gelen geçenlere ancak bir buçuk metrelik bir yer bırakmış. Satıcısı, müşterisi, seyircisi, hamalı, küfecisi, bu bir buçuk metroluk genişlığe sığmıyor ve iki taraftaki renkli yamaçlar ortasmda siyah ve gürültülü bir nehir gibi akacak, süzüle cek bir mecra bulmağa çalışıyor. Yolun üstü, ortalan ayyıldızlı tentelerle örtülmüş, onlar olmasa semadan erimiş kurşun gibi dökülen güneşin yakıcı ve bunaltıcı sıcağında durup çiçek seyretmegç imkân kalmıyacak. Siyah başörtülü, bej yeldirmeli iki kadın, arada bir arkalanna dönüp kirli kâhkülleri kirpiklerine karışan Şaikaya sesleniyorlar: Kız Şaika, peşimizden ayrılma, alimallah kaybolursun. Şaikanm bu ihtara pek ihtiyacı yok. Sağına soluna bakmadan koyun gibi arkalanndan gidiyor. Ah yaradana kurban olayım, şu renge bak hanımım! Şu borazan gibisi değilmi? Acaba îsmi ne? Dur soralım. Hişt oğlum, bana bak, {U borazan gibinin ismi ne? Hangi borazan hanım? • Na ayol şurda, kırmızı. Ortasmdan tepesi sarı uzun bir şey çıkıyor hani. O borazan çiçeği değil, Hibiskos. A, ben sana borazan çiçeği mi dedim, borazan gibi dedim. Sen beni o kadar çiçekten anlamaz mı zannediyorsun? Yanındakine dönerek ilâve etti: Baksana, canım çiçeğin ismini Hep«î Kos komuşlar. Hiç de yakışmamış doğrusu. Sahi hakkın var kardeş, ne münasebetsiz isim... Bak, bak şurdaki alacalı karanfili görüyor musun? Hani ben geçen gün tohumunu dikdiydim. İşte ondan. Bakalım bunun gibi çıkicek mi? A, sen doi mates fidesi alicekrin. Hani aldın mı? Yoo, bak az kalsın unutuyordum... Kız Şaika, nerdesin? *** Küfeci var, küfeciii... Küfeci ister misin Bayım? Çekil be kolumun dibinden. Ortada küfeci mi yok. Lâzım olursa çağınnm bir tane» Ne sokulursunuz insanm bur nuna!... Küfeci uzaklaşırken arkadan bir fer yad kopuyor: Allah müstahakkını versin emi... Yüzümü, gözümü yırtacaksm. Gözünü aç da biraz etrafına bak. Sanki dersin ki yolda ondan başka kimse yor. İlerde beyaz panama şapkalı, omuzunda fotoğraf makinesi asılı bir erkek var. Ecnebi mi? Hayır Türk. Hem de çiçekci ile pek ahbab. Eski müşteri galiba. Söyle bakalım, bu ortancalar kaça olacak? Size yetmiş bes, doktor bey. Vallahi başkasına yüz yirmiden aşağı vermem. Ya şu cinyalar? Ama onlann da kokusu yoktur. Onlar güzel kokar doktor bey. Kokusu olan bunlar değil yanındaki Petunyalardır. Asıl onlann kokusu yoktur doktor bey. İğil de kokla bakalım. Ikisi de burunlarını yaklaştırarak kokladılar. Sonra doktor: Şimdi kokmuyor ama. Kendine mahsus baygın bir kokusu vardır, dedi. Çiçekçi ses çıkarmadı. Burda yalnız her sınıf halk değil her milletten insan da var. Bir buçuk metro enindeki yolun mü him bir kısmını kaplıyan Alman bir Madam, pazarlıkta bir türlü uyuşamıyor: Sekiz kuruş? (1) Nein, nein, nein. İch will nicht. Çiçekçi anlamadığı bu lisan karşısmda biraz saşkm: Madam Türkce konuşda anlaşa lım, diyor. Arkamda iki îngiliz var: Why Mrs.Thampson! îmagine to meet you here! (2) Mrs. Thompson evden pek acele çık mış. Eteği sökük kombinezonu elbisesinden dört parmak çıkıyor. Müsade buyurun, müsade buyurun! Küçük bir kahveci çırağı, boyalan çıkmış teneke tepsi ile bu kalabalığın arasından çiçekçilere sabah kahvelerini götü rüyor ve renkli yamaçlarından kopup ayrılan saksı saksı çiçekler, büyük bir uğultu ile kaynaşan siyah insan nehrini, kırmızı, pembe, mor noktalarla benekliyerek ŞEHİR İŞLERİ Odun ve kömür vaziyeti Belediyece kömür ve odun meselesi etrafmda yapılmakta olan tetkikata devam edilmektedir. Bunun için Ziraat Vekâletine de müracaat edilerek bazı malumat istenmiştir. Bu meyanda ne relerden ne miktar odun ve kömür gönderileceği de sorulmuştur. Maamafih Şile ve saire gibi kömür mıntakası olan yerlerde fazla miktarda stok mevcud olduğu, bunlarm yakında gönderileceği haber verümektedir. Bunlar geldikten sonra icab eden kararlar verilecektir. Fıçılardaki memba suları bozuk * Belediyece yapılan tatkikat neticesinde memba sularının fıçılarla naklinin sıhhate muzır olduğu görülmüştür. Bilhassa şehirde tifo hastalığımn bulun duğu bu mevsimde bunun devamı büsbütün mahzurlu olduğundan fıçılarla su nakli menedilmiştir. Bu karar derhal tatbika başlanmışür. Muayene edilen esnaf Muayeneye tâbi esnafın muayene ve cüzdan verme işi dün akşam bitmiştir. Dün akşama kadar 17,500 esnaf muayene edilmiş ve kendilerine cüzdan veril miştir. Birçok esnafm da muayeneye gelmedikleri anlaşılmıştır. uzaklaşıyorlar. Beyza Birson Bugünden itibaren esnaf kontrol' edilerek muayene edilmemiş olanlar zorla [1] Yok, yok, yok, Lstemem. [2] Mrs. Thompson! Burada karşılaşmak, muayeneye sevkedilecek ve kendilerinr"en ceza almacaktır. ne tesadüf!.. Elhasıl hastalığın ?ehirde bir salgın halini aldığını inkâra mahal yoktur. Hemen her ailede bir iki hastaya tesadüf ediliyor. Hastaneler yapılan müracaatleri is'af edemiyecek bir vaziyette. Bunun kat'î bir şekilde b'nlenmesi için yukarıda da tekrar ettiğim gibi bir sıhhat erkânı • harbiyesi teşkili ve bu kötü hastalığı hu dudlarımızdan atıncıya kadar yılmaksı zın çahşmak lâzımdır. Sözüm bukadar!» Hayır, muhterem doktonm sözü ve derdleri bu kadar değildi. Nitekim sor duğum ufak bir iki sual, bir müzik âletinin tellerine dokunan parmaklann çıkardığı eninler gibi doktorun yeniden derdIerini eşmesine sebeb oldu: « Damacanalarla nakledilen su lar?» diye sordum: « Ona bir komedi! diye cevab verdi. Meselâ ben bir hakikî Taşdelen suyunun hakikî lezzetini gayet iyi tanırım. Fakat bu kadar senedenberi dışarıda lokantalarda yemek yerken Taşdelen diye getirttiğim sulann lezzetini asla biri birine benzer bulamam. Her defasında ayn bir tatda idiler ve hiçbirinin lezzeti hakikî Taşdelenin lezzetine benzemiyordu. Bu da bu şekilde satılan sulara ne dereceye kadar itimad caiz olduğunu en beliğ bir şekilde gösteren bir delildir. Azizim, meselâ ben, mambada bir kol kalınlığında akan Taşdelen suyunun bütün İstanbuldan başka deniz ve demiryoüan Ve ben şahsan her işi muvaffakiye'le üzerinde bulunan bütün Anadoluda, hat başaran ve düşmanı millî hududlar ha ta Bağdadda bile satılacak kadar bere ricine atmağa muvaffak olan Cumhu'iyet ketli olduğuna inanamıyorum.» devrinin bu güç ve fakat imkânsız olmıyan işi de başaracağına ve bu kötü hastalığı « Şehrin temizliği..» hududlanmız haricine atmağa muvaffak « Tabiatile çok geridir. Bu mese olacağına tamamile kani bulunuyorum.» leden fazla bahsetmek beni teessüre dü MURAD SERTOĞLU şürüyor. însan nasıl müteessir olmaz. Belediye birkaç. tane asrî (!) çöp kamyonu Takas komisyonları almış. Bu mübarekler çöp nakleden va Takas komisyonları bugünden itibasıtalar değil, beyanname dağıtan tayya ren Türkofiste toplanacağmdan dün reler gibi geçtiği yerlere çöp ve mikrob Vılâyette son içtimaını yapmış ve mevsaçan birer vasıta olmuşlardır. Çünkü ar cud evrakın yeni komisyona devir mukaları kat'iyyen kapalı ve mahfuz değil amelesini j^apmıştır. camlardaki ışıklarile karanlıklardan anî bir çıkışı vardı. Küçük ev titrer ve gıcırdardı. Yemekli vagonda uzun bardaklar içinde birşeyler içen yolculann gölgeleri görünürdü. Yataklı vagonlarm karan lık kompartımanlarında şüphesiz genc ve birbirine âşık çiftler seyahat ediyordu. Anita trenlerde dünyanm her tarafına götürülen ihtirash çiftleri her zaman dü şünmüştü. Her geceyansı olduğu gibi Anita kalkti ve nazlı bir yürüyüşle pencereye kadar gitti. Yazın Ammer'lerin yatak odası çok sıcak olurdu ve dışarıda kana susamış büyük sivrisinekler vızıldardı. Genc ka dm her akşam orada, gann o küçük evinde, kollarını göğsünde kenetler ve lâm banın yeşil ışığı altında trenin geçişini beklerdi. Tren yoluna devam ederken ancak şöyle gölgesini görebileceği bir yolcunun nazarı dikkatini celbetmeği 0 kadar isterdi ki.. Anita pencereden ileriye doğru uzandı ve tren son kıvrımda kay boluncıya kadar baktı. meden evvelki düdük sesleri işitilyordu. Anita'mn Viyanaya gitmek zaruretinde kaldığı gün istasyon şefinin bu kadar telâşa düşeceğini kimse tahmin edemezdi. Anita bile hayretler içindeydi. İş başmda olmasına rağmen Karl son bir defa daha vagona tırmandı ve kansını kuvvetle kucakladı. Bu bir ebedî aynlıştı sanki! Tren bir dakika teahhurla hareket etti. Mektubu aldıklarındanberi kocasmın kulağmı doldurmuş olduğu bin bir türlü nasihatler ve tenbihlerle Anita'mn başı hâlâ sersem gibiydi. Ailesinin yalnız ismini bildiği bir «büyük hala» ölmüştü ve Madam Anita Ammer vasiyeti yerine getirecek adamın .okunmaz bir mektubile, cenaze merasimi ve vasiyet işleri için, acele Viyanaya çağınlmıştı. Uzun boylu düşünmeğe vakit yoktu. Şef dö gann izin alması ve karısına refakat etmesi imkânsjzdı. İşte böylece Anita bir akşam yapyalnız, kalbinde beklemenin malum çarpıntılarile, yola çıktı. Anita bir müddet daha kapıda durdu ve sonra ellerini kavuşturarak kompartımanına yerleşti. Bileti bedava olduğu icin birinci mevkide seyahat ediyordu. Elbisesinin kollan omuz tarafından biraz çekiyordu; zira acele ile zaten bir tanecik ceketini boyatmış ve böylece küçül M. TURHAN TAH mesine sebeb olmuştu. Siz de Viyanaya mı? Evet M . Osten. V e işte sanki maceranm daha mü heyyic ölması içinmiş gibi Osten'le" genc oğlu da Anita ile beraber, ayni t de idi. Anita ona biran baktı ve gö* N önüne iğdi. ~ Osten: OuCpGiDoğg I Büyük Hikâye Yazan: ^ Vicki Baum 2 Çeviren: Cemil Fikret Dünkü kısmın hulâsasi tfAvusturyada Thaya istasyonu. Şef d'6 gann genc ve güzel bir karısı var. Anita. Saf ve sade bir kadın. Thaya'da doğmuş, büyümüş ve hiçbir yere çıkmamış. Bundan dolayı kendisinde zaman zaman bir «kibar âleme karışmak arzusu* uyanıyor. Zaten yolculara bazı şeyler sattığı istasyondan gelip geçen trenlere gözleri takılıyor. Thaya küçük bir köydür. Birçok trenlerin orada tevakkufunu çok zengin bir aile olan ve civarda bir kâğıd fabrikası kuran Os'erile iemin eimişlerdir.) Saat sekizi otuz iki geçe; yemeği he ıen takiben marşandiz treni sevkedilirdi. ionra geceyansına kadar rahattı. Anita bulaşığı yıkar, Thaya ve civarınm gaze tesini okur, farkında olmaksızm içini çeker ve yatak odasına geçerdi. Gece fabrikanın uzak gürültüleri duyulurdu. O zaman Anita birkaç dakika pencerenin onünde durur ve sanki bilmediği bir şeyi beklerdi. Bunu sık sık kendi kendine de sormuştu. Fakat şef dö gann evinde her şey saate göre nizama konmuştu ve genc kadmm göğsünü tazyik eden can sıkıntısınm hiçbir sebebi ve gayesi olamazdı. Karısı yatmak üzere iken Ammer, kolları sıvah, odaya girdi ve pencereyi kapadı. Çalar saati ayar etti. Ayakkablannı çıkarmıya başladı. Yirmi yedi telgraf geldi bugün, dedi. Kâğıd fabrikasınm teessüsile Thaya'nın aldığı hız Anita'yı sevindiriyordu. Yok canım, diye hayret etti. Geceyansı treni geçmeden evvel uyumak için vakit çok geçti. Karl yatağa girip karısının yanına uzandığı zaman somya gıcırdadı. Anita saf bir tavırla: Gelecek hafta hıyarları tuzlıyabileceğiz, dedi. Karl lâmbayı söndürmüştü. Kansı karanlıkta yanan sigarasmm küçük ateşini seyrediyordu. O, bunu sevefdi; evet, ko casının bilhassa yatakta sigara içişi ho şuna gidiyordu. Ayakkblanmı tamlre gönderdin mi? Anita cevab bile vermedi. Zira ayakkablarmı götürdüğünü kocası pekâlâ biliyordu. Karl sigarayı yanıbaşındaki masaya bastırarak söndürmüştü. Kansından yana dönerek onu kollan araana aldı: Schirmer senin her gün daha güzelleştiğini söylüyor, dedi. Schirmer öğle treninin makinisti idi. Anita karanhkta hafifçe güldü: Schirmer güzellikten anlar mı? Elbette benim kadar değil, dedi. Kocası, Anitayı daha kuvvetle sardı. A A A Yemekli vagona gidip birşey ı misiniz? diye sordu: Anita: ">«. Nasıl isterseniz, dedi. V Osten, Ammer'den biraz daha küçiiH tü ve henüz genc olmasına rağmen saçlarında aklar vardı. Tabakasını uzatarak: Sigara? diye teklif etti. Çalar saatin çıngırağı geceyansından yirmi dakika evvel çalmıştı. Anita yarı uyanıktı ve kımıldamadı. Fakat Karl bitmez tükenmez öksürükler ve şikâyet lerle yataktan, bir mezardan çıkar gibi, çıkıybrdu. Gözleri henüz kapalı; ışığı ve sigarasını tekrar yaktı, üniformasım giydi ve çıktı. Birkaç dakika sonra işaret Şef dö gar tekrar odaya girdi: çanı çalıyordu: Viyanaya gitmekte olan Pencereyi kim açtı? diye mırıl dandı. geceyansı treni Thaya istasyonuna yaklaşıyor demekti. Anita yatakta oturdu. Bu aptalca suale Anita uyuyor gibi Durduğu yerden tren yolunu görebiliyor yaparak mukabele etmişti. Kocası pendu. Gece trenini gündüz trenlerine tercih cereye kadar gitti ve kapadı. edcrdi. Onun kocaman ateş gözlerile ve Trenin ormanın ardındaki tünele gir Mersi, dedi Anita ve o zamana kadar hiç içmemis olmasına rağmen biı tane almak istedi. Tren çok sarsıldığı için Osten sigarayı Anitanın eline verdi T h a y a artık uzakta kalmıştı. Anita belli etmeden şimdi şüphesiz yatmakta olan kocasını düşündü. Tekerleklerin gürültusünde, somyanm gıcırtısını duyuyordu, Felâket! Elbisesi çok dardı ve çok kısa idi. Vücudünü her tarafından sıkıyordu Yataklı vagonu kapattıklan için Mt Osten yavaş sesle birkaç küfür.savurd Kompartımanların önüne geldikleri man: (Arkası var)