4 Mayıs 1937 CUMHURİYET Serbest fıkirler Katil Prenses Şimdi de kocasının milyonlarını istiyor 1923 senesei temmuzunda, Londranın en kibar otellerinden biri olan Savoy otelinde, Madam Maggie Fehmi Bey isminde bir Fransız kadınının, kocası Mısırlı Fehmi Beyi tabanca ile vurup öldürdüğünü okuyucularımız unutmamışlardır. Pren ses Fehmi Bey dıye anılan \e Avrupa kıbar âlemlerınde şöhret sahıbı olan bu kadın, Parisli bir noterin kızıydı. Mısırlı Prens Fehmi ile tanışmadan evvel başından üç dört aşk macerası geçmiş, üç kocaya varmış, üçünden de muhtelif sebeblerle ayrılmış ve nihayet sergüzeşt peşinde koşmağa başlamıştı. Prens Fehmi kabalığile tanmmış bir adamdı. Evlendiklerinin ertesi günü, bu lunduklan otelin holünde karısına bir tokat atmak suretile bu kabalığını ispat et tikten sonra, Londraya yaptıklan seyahat esnasında, Savoy otelinde, kabalığı vahşete kadar götürmüş ve kendini müdafaa mecburiyetinde kalan Maggie'nin attığı bir kurşunla vurularak ölmüştü. Bu hâdise, îngiltere adliye tarihinde ilk defa olarak bir katil kadının beraetile kapanmıştı. Maamafih iş bununla kalmadı. Maggie beraet kararı aldıktan sonra, ölen kocasının servetine veraset iddiasmda bulunmuş, ve 1928 senesinde, Mısır mahkemesinden, Fehmi Bey ailesi aleyhine bir karar al mıştı. Prensin ailesi bu karan temyiz etti ve hak kazandı. Hâlâ prenses unvanını taşıyan katil Maggie, Mısır temyiz mahkemesinin kendi aleyhindeki karanm nakzettirmeğe karar vermiş ve yeniden Mısır adliyesine baş vurarak kocasından kalan milyonlar üze rindeki hakkının tanınmasını istemiştir. Mısır mahkemesinin vereceği karar, on dört sene evvel bütün dünya efkârı umumiyesini heyecana sevkeden bu çok meraklı vak'anın son safhasını teşkil edecektir. «Bilinmiyen insan» hakkında küçük bir tenkid Yazan : Mehmed Ali Ayni Dostlarımdan doktor Nami, bundan on ay evvel, bana doktor Alexis Garrel'in «L'homme, cet inconnu» adlı kitabını okuyunuz diye vermişti. Ancak çevirdığim birkaç sahifesinden bu kitabı anlıyabilmek için, birkaç ay iyice yorulmak lâzım ge leceğine hükmettiğımden, mütaleasını ileride sükunetli bir vaktime bırakmıştım. Fakat o kitabın Ulus gazetesi tarafın dan neşredilmiş olan tercümesi bir hafta kadar evvel elime geçince hiç olmazsa bu tercümeyi okuyayım dedim ve okumağa başladım. Bu kitabın ehemmiyetini söylemeğe lüzum yoktur. Çünkü birçok yaraları deşiyor ve bazı hakikatleri bağınyor. Bunun ıçin kitabı hem doğru ve düzgün tercüme etmeli ve hem herkesin anlamasını teshil için icab eden noktalannı tenvir ve izah eylemeli idi. Şöyle ki: Kitabı eline alan bir adam anlıyamadığı için, bir kaç sahife okuduktan sonra elinden atmamalı, bilâkis merakı gittikçe artarak bitirmeden elinden bırakmamalı idi. Meselâ: Tercümenin 78 inci sahife sinde bahsi geçen «Montessori» sistemi nedir? Bunu mütercim bir haşiye ile kısaca okuyuculanna söylemeli idi ki kitabı okuyacak kimse bıraz ferahlanıp mü taleasına devam edebilsin. Kitabın hemen her sahifesinde bizim okuyuculann bir çoğuna meçhul ve yabancı daha nice nice meselelere tesadüf olunuyor. Ortaza manda, Avrupa üniversitelerinde ulema arasmda şiddetle münakaşa edılmekte olan «Tasavvuratı kiilliyemn vücudlerı zıhinde midir, yoksa tasavvurat haricde dahi filen ve hakıkaten var mıdır?» meselesini bilmeksizin doktor Alexis Garrel'in bu mesele üzerine istinaden serdettiği mülâhaza ve muhakemeleri nasıl anlıyabiliriz. Bununla beraber kitabın tercümesinden bu meseleyi mütercimin kendisının de bilip bilmediğini kestiremedım. Bundan başka müellif nekadar meşhur bir ahm olursa olsun onun bütün mülâ hazalarını ayni bakikat dıye kabul etmek bizim için mümkün değildir. Binaenaleyh tercümede haşiye olarak bizim prensiple rimıze uygun görünıruyen mülâhazalann içimizdeki basit düşünceli adamlan sıyanet için cevablan verilmiş olmalıydı. Meselâ; tercümenin 369 uncu sahifesinden aynen aldığım şu ibareyi okuyunuz: «Evet, insanlar müsavidirler, fakat ferdler müsavi değıldirler. Onlarm hukuk müsavatı bir hulyadır. Zayıf akıllı ile jeni adamı kanun nazarında da müsavi olmamak lâzımdır. Budala, zekâsız, dıkkat sarfına iktidarsız, dağınık kimsenin yüksek bir terbiyeye hakkı yoktur. Ona ta mamile inkişaf etmiş ferdin seçim hakkını vermek manasızdır. Cinsler müsavi de ğildirler. Bütün bu müsavatsızlıkları ta nımazlıktan gelmek çok tehlıkelidir. De mokrasi prensipi güzidelerin inkişafma engel olmak suretile medeniyetın inhitatına yardım etmiştir.» Ne garib sey! Bizzat Ulus gazetesinin müdafaa ettiği prensiplere pek aykırı gördüğüm bu mülâhazaları mütercim Nasuhi Baydar yapmasa bile muhterem Falih Rıfkı Atayın münasib bir lisanla red detmesi icab ederdı. Şimdi tercümenin ne gibi noksanları olduğunu bazı misallerle göstereceğim. sindeki test kelimesinin manası veya ne olduğu gösterilmedıği halde metnin 143 ve tercümenin 1 70 inci sahifesinde tekrar geçen bu test kelimesi veçhi şebeh diye tercüme olunmuştur. Metnin 293 üncü ve tercümenin 333 üncü sahifesinde gene bu kelime dayanc diye tercüme edilmiş. Evvelce birkaç çocuk ruhiyatı kitabını ter cüme ve neşretmiş olan Bay İbrahim Alâeddin oğlumuz bu test kelimesinin karşı lığı olarak mihenk lâfzını kullanmıştı. Bay Fenni dahi felsefe lugatinde test kelimesinin ingilizce ahali arasında miyar manasında müstamel olduğunu söyledikten sonra pisikolojideki manasını da anlatıyor. Bay Nasuhi Baydar bu kitablara ve yahud felsefe lugatlerine bakmış ol saydı böyle «veçhi şebeh» gibi hiç mevkıinde olmıyan bir tabiri kullanmazdı. Mademki tercümenin her sahifesinde mütemadiyen abstraksion, fonksion... gibi ecnebi kelimeler kabul edilmiştir, bu test'i de aynen kabul etmeli idi. Nasıl ki her millet te öyle yapmış. Tac giyme merasimine hazırlanılırken Ingiliz Krallığını saran sırdaki çatlaklık Kralhğın bundan sonra millet üzerindeki cazibeli tesirini muhafaza etmesi şimdiki Hükümdara bağlı bir şeydir Yazan : Lloyd George Bunlar da Şark vecizeleri I Hiçbir beliyye yoktur ki daha ağırı, daha üstünü bulunmasın. 2 Ne söylüyorsun, nerede söylüyorsun, kime söylüyorsun, dikkat et. 3 İyi günlerde dağıtılan para, kara günlerde geri alınır. 4 Tilkilerin şahidi gene kendi kuyruklarıdır. 5 Hayâsı zail olan şahsın kalbi de ölür. 6 İzdivacda bakirleri tercih etmek gerektir. Çünkü onların hem sevgileri çok, hem hileleri az olur. 7 Kızlarınızı çirkinlere eş olmakta zorlamamalıdır. Zira onlar da herkes gibi güzeli severler. 8 Şerri bilmiyen içine düşer. 9 Kalbin sevmediği adamdan mutlaka şer gelir. 10 İki şey yalandan ayrılmaz: Biri çok vadetmek, öbürü fazla özür dilemek. 11 Borcunu azaltan hürriyete kavuşur. 12 Sırrını saklıyabilen iradesine sahib olur. 13 Tama, şarabdan çok daha ziyade sarhoşluk verir. 14 Çok gülenin heybeti az olur. 15 En hayırlı sermaye çalışmak, en iyi miras ta edebdir. 16 Şiiri sevin, çünkü şiir güzelliğin sesidir. 17 Ahmak dost, fayda vereyim derken zarar verir. 18 Batıla yapışıp rahat etmekten hakikati arayıp yorulmak daha iyidir. 19 Eğlenen eğlence olur. 20 Dünya birisine teveccüh edince başkalarındaki güzellikleri de ona iare eder. Amma yüz çevirince onun nefsindeki güzellikleri de selbeder. 21 İnsanlar ya kılıklanm sözlerine, ya sözlerini kılıklarına uydurmalıdır: Altın mahfazaya saman, at torbasına inci yakışmaz. 22 Zararlı şeyleri azaltmak faydalı şeyleri çoğaltmaktan daha doğru bir iş olur. 23 İlim çok, ömür az. Hüner, azından çoğunu istidlâle medar olacak ilmi ihtiyar etmektedir. 24 însan için hata etmemek ne güzeldir! Hata ettiği surette hata ettiğini bilip bir daha etmemeğe çalışmak ne saadettir 25 En şerefli bilgi, herşeyi bilmenin mümkün olmadığını bilmektir. (Ziya Paşa da bu fikri şöyle ifade eder: Guya cehlin hilâfıdır ilm Cehlin sırf itirafıdır ilm» 26 Devamsız şer, devamsız hayırdan evlâdır. (Meşhur filozof Fisagor'un yüzüğünde yazılı olduğu rivayet olunan bu cümle: «Zevalî beklenilen şer, zevali beklenilen hayırdan daha tatlıdır» diye tefsir olunmuştur.) 27 Dost olmıyacağı smanıp anlaşılan kimselerin düşman olmasından sakınılmahdır. 28 Topraktan yaratılan insan rızkını da topraktan aramalıdır. 29 Sev ki se^ile5İn. Le fatum antiiue Bazı alimlerin mülâhazasına göre bir çocuğa anasından babasından ve ecda dından miras kalan istidad ve âdetleri değiştirmek mümkün değildir. Bunlar tağyir kabul etmiyen takdir gibi çocuğun hayatına hâkim olur. Işte kitabın müellifi bu mülâhazayı anlatmak için kitabında bu bahse taalluk eden ibare içine yukarıdaki «Le fatum atique» tabirini sokmuştur. Çünkü fatum,, eski mitolojide kader demektir. Kader de bir mabuddur. Onun kolu altında tuttuğu tuncdan mamul kitab içinde herkesin kaderi yani alın yazısı yazılıdır. Bunlar değişmez. Mutlaka vukua gelir. Kitabın müellifi irsiyetin dahi böyle kader gibi olduğunu söylediği halde tercümenin 343 üncü sahifesinde: ... İrsiyet insanı kadim şeamet gibi kendi hük mü altına alır. gibi pek garib ve yanlış bir ifade ile maksad büsbütün anla şılmaz bir hale konmuştur. Velhasıl fa tum kelımesi «destinee inevitable» demektir kı kaçınması gaynmümkün takdir manasına olup kadım şeametin burada hiçbir münasebetı yoktur. Kral Altıncı George, Kraliçe Elizabet, Ana Kralıçe Mari ve Prensesler, geçen hajta Londrada acüan Bahriye Müzesinde Dünya yüzünde, bizden daha büyük milletlerin mevcud bulunduğunu mek tebde iken öğrendiğim zaman, Avrupada sekiz büyük kraliyet vardı. Bugün bunlardan yalnız îngiltere ile Italya mev cuddur. Homo Oeconimicus Ne ne imış? dıye soracaksınız. Nasuhi Baydar bunun «ekonomik ferd» olduğunu söylüyor. Zannedersem bunu da iyice kavnyamadınız. O halde tercümenin 16 ncı sahıfesindekı ibareyi aynen yazayım: «O, esiri olduğu makinelerin işliyebilmesi için durmadan çalışmak zorunda olan Homo ekonomiküs yani ekonomik ferddir.» Bu ıbarenin bir de fransızcasını okuyunuz: «İl est le Homo Oeconomicus qui doit consommer sans cesse afin que puissent fonctionner les machınes dont il est exclave.» Bu ibaredeki consommer kelımesini hiç şüphesiz Nasuhi Baydar herkesten iyi bildıği halde niçin çalışmak dıye tercüme etmiş? Bu muhakkak, ya aceleden veya dıkatsizlikten ileri gelmiştir ki mühim bir eserin tercümesinde buna kat'iyyen cevaz yoktur. Hep biliyoruz ki bir makinenin işlemesi için kazanına su doldurmak, ocağına kömür atmak lâzımdır. Evdeki lâmbanın hazinesini hergün petrolla dodur Test Fransızca metnin birçok yerlerinde bu mak icab eder. Kalorifer varsa ocaklara Test kelımesi maalesef mütercımi pek şa mütemadiyen kömür atmak lâzımdır. Işte şırtmış. Çünkü tercümenin 78 inci sahife bütün bunlar Consommer yani harc ve Bunlardan birincisi, geçen asırda Avrupa krallığının ne derece azametli bir şey olduğunun son misalini dünyaya gösterecek ihtişamh bir merasimin arifesinde bulunuyor, Bizim kraliyetimizin devam edişinin sebebi, ruhlar üzerinde çok kuvvetli bir DEMlRYOLLARDA tesir icra eden canlı bir imanın mihrabı Avrupa hattı banliyösünde oluşundan, onu kabul edenlerin veya tesirini duyanların, korku ile değil, faydayeni seyrüsefer tarifesi Avrupa hattı banliyösünde yeni sey sına ve nimetlerine kani olarak hareket rüsefer tarifesi 20 mayıstan itibaren edişlerindendir. tatbik edilecektir. Yeni tarife için ha Bundan altmış sene kadar evvel, Büzırhklar yapılmıştır. Yeni tarifede ban yük Britanyada, bilhassa kalabalık merliyö hattmda ucuzluk dolayısile yolcu kezlerde, cumhuriyet lehinde büyük bir lar fazlalaştığmdan günlük trenlere be temayül vardı. Fransada imparatorluğun şer karşılıklı sefer daha ilâve edilecek sukutu ve hududlarımıza bu kadar yakın tir. Cumartesi ve pazar günlerine da bir noktada cumhuriyet rejiminin teessüha fazla sefer ilâve edilecek. ayni za sü, bu temayülü takviye etmişti. Bugün, manda icabında fevkalâde seferler yapılması imkânları da temin olunacak bu temayülden, siyasî hayatımızda eser bulunmamasına rağmen, Sekizinci Edu tır. Edirne postalarmm müddeti de kısal ard'ın tahttan feragati hâdiseleri, hükümdara karşı beslenen kayidsiz, şartsız hürtılacaktır. met duygusunu muvakkaten sarsmıştır. Bu hâdise vukua geldiği zaman ben Hapisane firarileri îngilterede değildim. Fakat bu buhrana İstanbul tevkifhanesinden pencere parmakhğmı kesmek suretile firar et şahid olan vatandaşlarımdan pek çoğu, miş ve Adanada yakalanmış olan azılı sosyetenin her sınıfına mensub olanların şerirlerden Abdullah ve Tevfikm îs bu vaziyet karşısında büyük bir hayret tanbula gönderilmeleri için İstanbul duyduklarını söylediler. Dominyonlarda Müddeiumumiliği Adana Müddeiumu husule geîen tesir de bundan daha aşağı miliğine telgrafla müracaat etmiştir. değildi. Milletin kalbgâhına indirilen bu Firariler geldikten sonra firar suçun derece şiddetli bir darbenin daha uzun dan muhakeme edilmek üzere Ağırcc müddet tesirini muhafaza edeceği mu za mahkemesine sevkedileceklerdir. hakkaktır. Firariler bugün veya nihayet yarm Sekizinci Eruard, her ırka ve her sınışehrimizde olacaklardır. fa mensub tebaasının takdir ve muhab betini kazanmıştı. Onun, krallık dehasına sarfetmektir. Bunun için müellif insanı bir müstesna bir derecede sahib olduğu söyvekilharca benzetiyor. Çünkü vekilharcın lenebilir. Milletin muhabbetini bu derece vazifesi o levazımı tedarik edip yerli ye geniş mikyasta kazanmış olan bir hükümrine dağıtmak ve vermektir. Velhasıl darın, tahtmdan bu kadar kolayhkla inHomo economicus'nin manası ekonomik dirilerek yerine başka bir kralın getirilmesi, kralhğın evlâddan evlâda intikal ferd değil, vekilharcdır. (Sonu var) etmesini âmir bulunan dinî prensipi ciddî Mehmed Ali Ayni surette sarsmıştır. di. Gözleri daldı. Etrafında çocuklar biraz daha haykırıştıktan sonra ona hayretle bakarak susmuşlardı. Birer ikişer dağıldılar. Orhan kaşlarını çatıyordu. Tahsine bu taşı attıran sebeblerle neticesi olan hâdiseler arasındaki illiyet münasebetlerini düşündü. Anlıyordu ki taş müstakil bir amil değil, bir ucu Halim Beyin karısile Mustafa arasındaki ihtilâfa, onun bir ucu da milliyet ve medeniyet fikirleri arasındaki ihtilâfa, diğer bir ucu da halkla müreffeh sınıf arasındaki ihtilâfa kadar giden zaruretler serisi içinde kalan hâdiselerin vuku bulması için bir bahaneden ibaretti. Süleymanm verdiği kitabda tarihî vak'alarm determinist kanununa bu da iyi bir misaldi. Fakat bütün mesele sebeblerin üstünde... Necatinin sözlerini hatırladı: «İlk sebeb, ilk tesir...» Bu ilk sebeb nereye kadar uzanıyor? Arkasında muid İhsanın sesi yükseliyordu: Vay mirim, vay hazretim, şükür görüştürene, şükür hasret kavuşturana... Müjdeyi şimdi aldım. Sevincımden gözlerim yaşardı yahu... Meğer seni nekadar severmişiz biz. Kucaklaştılar. Bu adama karşı Orhanın içine büyük bir sevgi doluyordu. Bakîştılar. İhsanın gözleri galiba hafif nemliydi. Yahu... diye mırıldandı. Maamafih, şunu da söylemek münasib olur ki, M. Baldwin, kraliyeti uluorta lâğvederek yerine bir protectorat ikame etmek suretile, selefi Cromwel'in eserle rine uymıyacak kadar âkil davranmıştır. Altıncı George, büyük babasının ve kardeşinin şahsî cazibelerine malik değildir. Fakat buna mukabil, babasım, îngiltere tahhnı işgal eden hükümdarların en şayanı hürmeti mevkiine çıkaran kanaatkâr ve metin evsafa sahibdir. Kraliçeye gelince, hatırası hâlâ umumî bir hürmetle anılan Kraliçe Ales candre'nin cazibesini unutturacak kadar umumî bir muhabbet kazanmıştır. tngiliz milleti, bundan maada, bütün aile yuvalarında daima isimleri geçen küçük prenseslere karşı da büyük bir sevgi ile bağlanmıştır. Anne Kraliçenin kendisi de yaradılışındaki vakar ve sekinet te, Krallık müessesau için büyük bir kuvvet teşkil etmektedir. Fakat kraliyeti ihata eden ve tebaasının tevkirini kazanmasma sebeb olan sırnn bir yerinde oldukça fena görünüşlü bir çatlak hasıl olduğunu söylemek icab ediyor. Belki de tetevvüc merasiminin ihtişamı bunu izale edecektir. Fakat ne de olsa bu bir tamirden ibaret kalacak ve uzun müddet unutulmıyacaktır. Kraliyeti kurtaracak olan şey, mem leketin muhtelif kısımlannı birbirine bağlıyan yegâne rabıtanın kraliyet olduğuna dair umumî bir kanaatin husulü olacaktır. Cumhuriyetin edebî tefrıkası: 66 BiZ İNSANLAR Yazan: Peyami Safa Merak etme, inzıbat işi tamamile senin Nasılsm ?diye sordu. iistünde değil. Hele gel şu odayı bir göÇocuk başını önüne eğdi: relim, Celâl gitti gideli kapısmdan bak İyiyim, dedi ve sustu. naadım. Orhan onu bir daha aramadığı için Dışarı çıktıkları zaman ders zili çah güncendirmiş miydi? Tahsin başını kalyordu. Necati ayrıldı. Müdürle Orhan dırdı: Celâlin odasına gittiler. Babam yakında hapisten çıkıyor, dedi. Sonra programı tetkik ettiler. Müdür Birdenbire Orhanın gözleri , bahçeye Orhana vereceği dersleri konuştu. Çok bakan ikinci sınıf penceresinin önüne kaneşeliydi. Hikâyeler anlattı. Sonra: «Adam, dedi, kendini o kadar üzme... Sen dar uzandı. Cemil orada yüzüne taş yeden idare değiî, idarei maslahat istiyo mişti. Etrafını alan ve haykırışan çocuklar bu çocuklardı. Tahsin de bu Tahsinrum.» dedi. Teneffüste Orhan çocuklarını gör di. Attığı taş, nasıl, durgun bir suyun ortasına düşmüş gibi o günden bugüne kamek için bahçeye inmişti. Etrafında kıyamet koptu. İlk sınıfla dar gelen tesir halkaları yapmıştı: Orharın talebeleri sevincden avazları çıktığı nın Halim Bey ailesini ve Vediayı tanıması, mektebden istifa ederek ayrılmakadar bağırarak: Safa geldiniz efendim! diyorlardı. sı, karlı bir sabah geçirdiği ölüm tehlikesi, Iki elini de öpüyorlardı. Kolundan, e Necatile dostluğunun tekâmülü, hatta teğinden çekenler vardı. Tahsin onun ya Süleymanîa tanışması, fikirlerinin geçirnma sokulmuş, hiçbir şey söylemiyor, diği yeni merhaleler, hatta mektebde rabiraz kanlanmış ve semirmiş görünen yü kibsiz kalan Celâlin küstahlığı ileri vardıra. \ nihayet koğulması ve bundan sonra zünden sevinc taşıyordu. cereyan edecek hâdiseler o taş yüzündenOrhan onun omzunu okşadı: Orhan teşekkür etti. Sonra ders zilini çalmak için acele uzaklaşmıya mecbur olan muid İhsanın arkas" ' ' ~'^: «İlâhî adam...» diye düşü hâlâ içinde o merak vardı: reye kadar uzanıyor?» İlk sebeb? Allaha inananlar için Allaha kadar gider; işkembesinden başka şeOrhan ayağa kalktı. Tekrar edilmeye inanmıyanlar için işkembede kalır. dikçe hatırlamasına imkân olmıyan ecnebi isimleri yağıyordu. Bunların içinde evvelce tanıştırıldığı Mornier adıle kolonel, kapiten gibi rütbelerden başka hiçbiri akKristal avizenin bütün mumları yanı lında kalmıyacaktı. Sofrada Besime, yordu. Yirmi beş, otuz kişilik uzun bir Rüştü, Ali Haydar, Sofi, Bahri, Safiye.. sofra kurulmuştu ve yemek salonunun ka Geçen defa yalıda gördüklerinin hepsi pısında biraz durakhyan Orhanın gözleri, vardı. Ecnebiler asker oldukları halde sihiç ummadığı bu kalabalık ve panltı kar vil giyinmişlerdi. Orhan herkesi ayn ayrı şısında, birkaç defa kırpıp açıldı. Başı selâmladı ve oturdu. Vedianın sandalyesi nın içine büyük bir utancın kanı dolduğu de onun yanında idi. için panltı azalmaya ve gözleri kararmıya Kız Orhanın kadehine şarab koydu. başlamıştı. Yeni gelen bir insan etrafmdaki sessizlik Vedia niçin geç kaldığmı sorarak ona ve dikkat, hafif mınltılarla, tekrar başlısofradaki yerini gösteriyordu. Orhan bir yan konuşmalarla azar azar dağıldığı için itizar kekeledi ve oturdu. Samiye Hanı Orhan kendine geliyordu. Kadehini evma uzaktan bir baş selâmı vermekle iktifa velâ Samiye Hanıma, sonra Vediaya etmişti. Bunun eksik olduğunu anladı ve doğru kaldırarak içti. Burada da bir hata kızardı. Ne yapmahydı? Galiba yanına yapmış olmaktan şüphelendiği için gene gitmek ve elini öpmek. Fakat artık yerin kızarmıştı. den kalkamazdı. Sol tarafmda Ali Haydar oturuyordu. Önüne baktı. Çiçekler, şarab dolu kaOnun sıkılganlığına dikkat ettiğini gizledehler, yaldızh ve renkli mezeler, ancak meğe hiç lüzum görmeden: boyunlanna kadar görebildiği kadın ve lArkast var) Bugün, Brıtanya devlet adamlarınm zihnını işgal eden en büyük mesele, Hindistandır. Hindistana bir kanunu esasî vermek değil, onunla bir muahede yap mak lâzımdı. Bu kanunu esasinin neticesi olarak, bütün Amerika kıt'asının nüfusundan daha kalabalık olan nüfusile, imparatorluğun en geniş müstemlekesi olan Hindistan, tetevvüc merasiminde şefleri taraM. TURHAN TAN fından temsil edilmiyecektir ki, bu cidden şayanı esef bir hâdisedir Zira, yeni hü MÜTEFERRİK kümdann, Imparatorluk bakımından muYalova kaplıcaları açıldı vaffakiyeti, imparatorluğun, bütün HinYalova kaplıcaları ajnn birinden itidistanla, Himalâya ile ve Travancov ile baren açılmıştır. Kaplıcalar idaresi, bu barışması için alınacak tedbirlere bağlı sene, Yalovada halk için kolaylık makbulunmaktadır. sadile bazı tedbirler almıştır. Bu arada vapur, otobüs, banyo, yemek ve otel erkek vücudleri, pırlanta yüzüklü eller, ücretleri bir arada olmak üzere bir, bir parlak bir kaosun içinde göz kamaştırıcı buçuk günlük komple biletler ihdas ebir kanşıkhktan, Orhanın şaşkın ve dağıl dilmiştir. Kaplıcalarm açık bulunduğu müd mış dıkkati nisbetinde kurtuluyordu. Vedetçe her cumartesi günü saat 13,30 da dia onun arkasında, ayakta idi. Ah, dedi, sizi nasıl takdim edeyim. Köprüden Yalovaya bir vapur kaldırı lacaktır. Uzaktan... kalkar mısınız lutfen? Torik bolluğu VI A Marmarada torik bolluğu devam et mektedir. Son zamanlar misline ender tesadüf edilen büyüklükte torikler çıkmaktaysa da havaların lodos gitmesi yüzünden İstanbulda alıcı bulamamaktadır. Riyaziye ıstılahlarî Türk Dili Tetkik kurumu, riyaziye ıstılahlarımn öz türkçe karşılıklarım tamamen tesbit etmiştir. Kabul edilen bu ıstılahlar hemen basılacak ve ders yılmdan evvel muallimlere dağıtılacaktır. Talim ve Terbiye heyeti mekteblerde okutturulacak yeni riyaziye kitablarını hazırlamış bulunmaktadır. Romanyalı talebeler gittt Üç gün evvel şehrimize gelen Ro manyalı talebeler grupu dün Romanya vapurile memleketine dönmüştür. Mes'ud bir doğum İktısad Vekâleti Müsteşan Faik Kurtoğlunun bir çocuğu olmuştur. Değerli müsteşarımızı ve refikalarını tebrik ederiz.