26 Nisan 1937 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5

26 Nisan 1937 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

26 Nisan 1937 CUMHURtYEl Sarkî Akdenizde Fransa Sarfata dair Çocuk^e resim Ikiz doğmuş iki insan yavrusu, yapı şık kardeşler. Tabiat, onların birbirinden ayrılmasına hiçbir zaman izin vermemiş, Resim, çocuğun neş'esi ve dünyaya açılan gözünün ilk mahsulüdür. Çocuğunuz var mı? Duvarlarınız bir kitabe halinde bu hilkat kadar eski dostluğun veciz hikâyelerini size pek güzel anlatacaktır. Çünkü bir küçük tebeşir ile tarihin alnına mukadderatının ilk çizgisi çizilmiştir. Çocuk ve resim, insanın bu iki büyük eseri, birbirini besliyerek büyürler. Ço cuk resmi yapan ressamları müzeye bı rakarak çocuğa dönelim. Eline ne geç tiyse kurşun kalem, tebeşir, hatta boyan mış bir kibrit çöpü. Onu bir ördeğin üs tüne eğilmiş buluruz. Çocuk ilk intıbalarmı elile ve dilile anlatmak isterken size hiç görmediğiniz ve tanımadığınız âlem lerin acaib mahlukatını çizer. Her çocuk, insanda ressam olacakmış vehmini veren bir istidaddır. Bunlar, çocuğun ressam olmak için değil insan olmak için sevki tabiisinin mahsulüdür. Gün geçtikçe bu izlerin daha ziyade netleştiğini, vüzuh kesbettiğini ve çocuğun adamlaştığını görürüz. Adam, çocukla resimden yuğurulmuş bir hamurdur. Resim, defterinin kenarına yapıştırdığı çıkartma menekşeden, yediği çikolata kâğıtlarına kadar onun küçücük hayatına girmiş bir mürebbi ve çocuk, büyüklerden ziyade resmin hamisidir. Son terbiye sistemlerinde resme verilen ehemmiyetin günden güne artması yer yüzündeki ressamlann adedini çoğalt mak için değil, adamların nüfusunu arttırmak içindir. Resimlerile, bebeklerile başbaşa bir çocuk âleminden içeri girebilsek, mutlak yeni bir kutup keşfinden daha mühim bf kazancımız olurdu. Resim çocuğun o kadar lâzımı gayri müfarikidir ki bugün artık mekteblerde resimsiz kitab yasak edilmiştir. Çocuk, dünyayı anlamak için hiç durmadan resim yapan küçücük bir san'atkâr, san'atkâr ise resmi kendine oyun cak eden kocaman bir bebektir. Italyanın Akdenizde oynadığı mühim rol Kamâl Atatürkün yeni Türkiyesi, coğrafî vaziyetinin ve siyasî kalkmmasmın kendisine verdiği rol hakkından mahrum olmak taraftarı değildir Yazan ı General Weygand 6 lardaki diplomatik mesaisi ve Italya ile olan münasebatı buna delildir. Türkiyenin tzmitte ve tzmirde, büyük gemileri iaşe edebilecek kabiliyette, kuvvetli müdafaa vesaitine malik ikinci derecede iki üssü vardır. Fakat, şarkî Akdenizde, kendi iştiraki olmadan bu kadar fazla faaliyette bulunulmasına meydan vermemek hususundaki endişesi, Boğazların tekrar askerileştirilmesi ve Iskenderun meseleleri etrafında 1936 senesinde cereyan eden iki müzakereyi hazırlaması şeklinde tezahür etmiştir. Montreux Konferansı," Türkiyeye Boğazları tahkim hakkını vermiştir. Iskenderun meselesi de, uzun müzakerelerden sonra bir anlaşma ile nihayet bulmuştur. Fakat, bu anlaşmanın, asıl meseleyi halle kâfi gelmiyeceğini düşünmekten kendimizi alamıyoruz. Bu mesele, muhtelif sebeblerle muallâkta kalacaktır. Bu sebebler arasında, ezcümle Nusaybin'in şimalindeki mıntakada, Kürd dağlannda zengin petrol madenleri mevcud olduğunun tahakkuk etmiş olması vardır ki, o sebeblerin en büyüklerinden biridir. Ayni mülâhaza, torpitolarla denizaltı gemileri için mükemmel bir sığınak olan Mesina ile, Adriyatik denizinde, fakat Otrante kanalına ancak elli mil mesafede bulunan Brendizi gibi ikinci derece üsler hakkında da variddir. Bunlann her ikisi de halihazırda bir inkişaf devresinde bulunuyorlar; buna mukabil Venedik ve Pola, daha içeride oldukları için, sönük vaziyettedirler. İtalya, Oniki adaya sahib olmanın kendisi için bir zaruret olduğunda ısrar ettıği zaman bir ihtıyat ve basiret eserı göstermiş oldu. Bugün onun semeresini topluyor. Zira, Leros adasındaki üssünü geniş mikyasta büyütmekte, orayı mahrukat ve mühimmat bakımından çok mühim vesaitle teçhiz etmekte, ayni zamanda, o mevkide, kuvvetli bir deniz cephesi vücude getirmektedir. Almanyanın da Akdenizde bir rol oynamağa teşebbüs edebileceğini gözönüne getirmek lâzımdır. Ve nihayet bugün bir âmil daha vardır ki, Akdeniz bahsinde, açıkta bırakılamaz. Bu da Ispanya hâdiselcridir. Ve bütün bunlardan sonra da şarkî Akdeniz sahildarı olan memleketlerin vaziyetini de hesaba katmak icab eder. Mora yarımadasınm teşkil ettiği üç burun şarkî Akdenizin ortasına doğru uzanarak, adalardan ve adacıklardan müteşekkil bir silsile ile Giridle birleşmekte ve Yunan topraklarını, bu suretle garb Trablusu sahillerine 200 mil kadar yaklaşhrmaktadır. Bu, bizi alâkadar eden büyük münakale yolu üzerinde Yunanistanın ne kadar mühim bir rol oynaması ihtimali olduğunu gösterir. Yunanistan, Ege denizinde, Salaminde, mühim müdafaa tertibatını haiz ve büyük gemileri iaşe edecek kabiliyette bir tamirat üssüne sahib bulunmaktadır. Fakat, bilhassa, adalarında ve sahillerinde, şimdilik teşkilâtı olmıyan, lâkin harb vukuunda süratle teçhizi mümkün olan pek çok limanlan vardır. Bunlar arasında, Harbi Umumide müttefik donanmaları tarafından kullanılan adaları sayabiliriz. Inğiltere ile Yunanistan arasındaki sıkı münasebetler, bir harb zuhurunda, Ingiliz deniz kuvvetlerinin bu adalann birçoğundan istifade edecekleri ihtimalini akla getirir. Mısırda ve bazı Yunan mehafilinde deveran eden şayialara göre, Yunanistan, Ingilizlere, intihab edecekleri herhangi bir adada bir üs vücude getirmeleri teklifinde bile bulunmuştur. Mısır bir istiklâl devresine giriyor. îngiliz askerî işgali, kanal mıntakasına münhasır ve 10,000 neferden ibaret kalacaktır. Bir Mısır ordusu ihdas edilecek, sevkülceyş yolları yapılacaktır. Kanalın garb sahilinde ciddî bir kuvvet hazırlığı var demektir. Kamâl Atatürkün yeni Türkiyesi, coğrafî vaziyetinin ve siyasî kalkmmasın;n kendisine verdiği rol hakkından mahrum olmak taraftan değildir. Balkan blokunun teşkilindeki faaliyet hissesi, Balkan Dost Yugoslavyadan Seyahat intıbaları Yazan: Abidin Daver Kadınlara saygı ayanı da, bayı da tanıyordum. Bayan, irfan ordumuzun emekh onbaşılanndan, başöğretmenlerden biri. Şimdiye kadar, en azından, iki bin çocuğa kanad vermiş ve onları bilgi diyanna, olgunluk âlemine doğru uçurmuş. Bay, serbest meslek mensublanndan. Belki bahçesi var, orada çiçekler yetişrirmektedir. Lâkin cemiyetin malı olan tek bir saksıya bir avuc su vermiş midir, vermemiş midir, meçhul. İşte içtimaî vaziyetleri bu şekilde olan o bayanla bay, bilmem ne mevzuu üzerine, münakaşa ediyorlardı. Bay birden celâllendı: Sen, dedi, elinin hamurile erkek işine kanşma. Bayanın cevabı zarif oldu: Siz, eteğinizin çamurile, tırnağını zm kirile her işe kanştıktan sonra biz, kendi işlerimizde niçin susalım? Benim dikkatimi bir bayın bir bayana «sen» diye hitab etmesi çekti. Yoksa kadının erkekle, erkeğin kadınla münakaşaya girişmesi ve münakaşada iki taraftan birinin mükâbereye sapması, muanedeye düşmesi olağan şeylerdendir. Olmıyan, olmaması lâzım gelen cihet bir bayın bir bayana umumî yerlerde ve umumun muacehesinde sen diye bağırması, hamurlu :1den bahseylemesi ve erkeği kadmdan stün tutan kaba zihniyete kapılmasıdır. Kaba zihniyet dedim. Evet, kaba ve murdar bir zihniyet ki Türk dimağına zeldenberi yabancıydı, bugün de yabanıdır. Fakat Türk olmıyanlann uğursuz elkinlerile, zehirli propagandalarile bir aç asır aramızda yaşadı, analarımız, kızardeşlerimiz, eşlerimiz olan kadınlann erefini kırdı, gururunu incitti, hayatmı arstı. Kadını erkekten aşağı tutan zihniyeten bahsediyorum. Bu murdar kanaati taiiyanlar, kadırjar için «saçı uzun, aklı icısa bir tarife»deyip geçirdi. Gene onar kadınlann «şeytan tuzağı» olduğunu öyleyip haklarında bütün erkeklerin nefetini tahrike çalışırlardı. Gene onlar anlış, manasız ve sakat hükümleri tezyif çin «hükmünnisa» tabirini kullanırlardı. Gene onlar herhangi fasid bir düşünceyi nlatırken «itaatünnisvan» sözünü geveerlerdi. O kaba zihniyetin yarattığı kelimeler, ıstılahlar, tabirler, lugatler, vecizeler, bir değil, bindir. Re'yünnisa, keydünnisa ibileri bizim de dilimize geçmiş ve kadınların düşüncesizliğini, ayni zamanda hileseverliklerini göstermek için asırlarca kullanmıştır. Fakat inkılâb Türkiyesi, bütün bir cehalet, dalâlet, belâhet dünyasını kökünden söküp atarken kadını erkekten aşağı görmek ve zelil tanımak zihniyetini, o murdar akideyi de tarumar etti, ortadan kaldırdı. O sebeble bir bayın bir bayana «sen» diye bağırması, hamurlu elden bahsetmesi bize hortlamak gibi geliyor ve kulağımız o seste karanlığa gömülü bir zihniyetin uluması gibi birşey seziyor. Dikkat ve çok dikkat etmek gerek. Belgrad kalesinin surları arasında Tarihin her devrinde kanlı muharebelere sahne olan kale şimdi, tarih, tabiat ve san'at güzelliklerile doludur Kalenin sedlerinın bırinden Sava limant ve Kral Aleksandr koprüsünün gorunüşh [Resmin solunda ağacların arasında kale duvarlanndan biri görünüyor] Belgradda Süvari mektebinden ve Hava limanile Tayyare alayı karargâhından sonra, eski Belgrad kalesini, Askerî Müzeyi ve Askerî Coğrafya Enstitüsünü gezdim. Yüzbaşı Todoroviç, gene bana refakat ediyordu. Eski Belgrad kalesine ve etrafına aynen türkçe olarak «Kalemeydan» di yorlar. Çok geniş bir sahayı işgal eden eski kale ve civarından ne güzel istifa de etmişler. Oturduğumuz Srpski Krali otelinin önünde uzanan büyük park, Askerî Müze, Askerî Coğrafya Enstitüsü, Ruzcia kilisesi, müteaddid abideler, hayvanat bahçesi, kaldırılmak üzere olan askerî barakalar, diğer bazı binalar, hep bu «Kalemeydan» denilen sahaya sokul muştur. Bu sahayı bir tarafından Tuna, bir tarafından Sava sarmıştır. İki büyük nehir, Belgrad kalesinin eteklerini b'ptük ten sonra, onun huzurunda birbirlerile sarmaşdolaş oluyorlar. Bürc ve baruları, hâlâ dimdik duran bu asirdide Türk kalesinin yüksek bir yerinde durursanız, tarih, tabiat, san'at, güzellık gözlennıze dolar. Kalemeydanının Savaya bakan kıs mına atalarımız «Fikirbayırı» ismini vermişler. Bu şairane isim hâlâ türkçe ola rak muhafaza ediliyor. Belgrad kalesi, ilkönce Romalılar tarafından inşa edıl miş; fakat, sonra o kadar sahib ve şekil değiştirmiş ki şimdi bir Roma kalesi değil; halis muhlis bir Türk kalesidir. Kanadları, tahta üzerine demir parçaları kaplanarak zırhlanmış kapılarının taşları üstünde Arab harflerile türkçe isimler ve tarihler görürsünüz. Duvarlar, tamamile bizim eski kalelerimizdeki gibi taş ve yass: tuğla ile yapılmışhr. Bugünkü şeklini 18 inci asrın başlangıcmda almış olan kalenin içinde «Romen Kuyusu» denilen bir kuyu var ki vaktüe Sava nehrinden su almak için kazılmıştır. Nehrin seviyesinden aşağıya inen bu kuyu, 70 metro derinliğindedir. Minare merdiveni gibi döne döne inen 400 basamakh bir merpalılar buraya medeniyet getirmeğe gelmediler, hanımefendi! Bilâkis, bizim ilerlememize mâni olmak, bizi esir etmek için geldiler. Bakınız işte, polisimiz onlann idaresinde iken kadınlarımıza daha çok istibdad yapılıyor. Burada softalarla elele verecekler. Avrupanın müstemleke idareleri, her girdikleri memlekette, ileri fikirli adamları iş basından uzaklaştınr ve yerine cahilleri, gerileri koyarlar. Maksad terakkiye mâni olmaktır. Emin olunuz, burada bir Fransız veya İngiliz idaresi yerleşsin, en mutaassıb şeyhülıslâmlardan daha ziyade sizin kapanmanıza çalışacaktır. Ancak burada krunuvusta zihniyetini hâkim kılmak şartile bize hâkim olacaklarını bilirler. Bakın, memleketin bütün hür fikirli adamlarını Maltaya sürdüler. Onlar da amma neler yapmadılar! Yapmak haklarjydı, fakat hiç birşey yapmadılar. İçlerinde siyasî davaya hiç karışmıyan, bir köşeye çekilip oturanlar da vardı ki geceyarısı evleri basıldı ve kendileri de kollarmdan tutulup götürüldü. Bahri maksadı sezilmiyen, titrek bir sesle: Abla... Abla... dedi. Samiye Hanım şefkatle sordu: Ne var yavrum? Bahri önüne baktı. Dudaklarmı pek az divenle kuyunun içine iniliyor. Şimdiki kuyu, ismi hâlâ «Romen Kuyusu» olmasına rağmen, 18 inci asırda, Türkler tarafından, ağlebi ihtimal, eski kuyunun bulunduğu yerde kazılmıştır. Babil Melikesi Semiramis'in eskiden «Hadaikı muallâka» dediğimiz asılı bahçelerine benzeyen bu kat kat kalenin sedleri üstünde, ne güzel bahçeler yapmışlar. Bütün duvarlara earmaşıklar sardırılmış, bütün düzlüklere çok güzel renkli lâleler ve başka çiçekler dikilmiş. Nadide ağaclar ve bunlann arasında Fransızların «Ağlıyan Söğüd» dedikleri dalları aşağıya doğru sarkmış söğüdler, asırlarca kanlı muharebelere sahne olan bu kale bedenlerini, şimdi, bir şiir ve aşk yuvası haline sokmuş. Akşamüstü güneş, iki hasretli gibi birbirinin kucağına atı lan Tuna ve Sava'nm bulanık nefti su larını yaldızlarken ağacların dibinde de Tuna ile Sava gibi birbirlerine sanlan genc çiftler görürsünüz. Şimdi, bu ılık bahar gününde, kuşların cıvıltısım dinliyerek omuz omza saadetlerinin zevkini süren esmer ve sarı şın başların seviştikleri yerlerde, asırlarca ne kafalar düşmüştü. İlk defa 1284 te Sırblann payitahtı olan ve «ak hisar» manasına gelen Belgrad, Milâddan evvel 4 üncü asrın ortasında Romalılar tarafından Singidunum ismile burada kurulmuş, coğrafî mevkiinin ehemmiyeti yüzünden tarihin her asrında, durmadan kanlı mücadelelere, çetin muharebelere sahne olmuştur. Frantamn şarktaki istikbali Fransanın, asırlardanberi şarkî Akdenizde oynadığı büyük rolü hatırlattıktan, öteki devletlerin orada bugünkü faali yetlerinden bahsettikten sonra, Fransanın, Akdenizde, Rizerte'in şarkında hiçbir deniz üssüne sahib olmadığını söylemek icab eder. Fransız efkârı umumiyesinin, deniz aşırı menfaatlerine taalluk eden işlerde bu derece lâkayd davranışı hakikaten şayanı eseftir. Halbuki, bu menafi çok büyüktür. Meselâ Afrikadaki müstemlekemiz, Habeşistanda cereyan eden her hâdiseye karşı bizi alâkaya sevketmelidir. Bundan iki sene evvel yaptığımız anlaşma mucibince Italyaya terkettiğimiz şeylerin kıymetini kâfi derecede ölçmüşmüyüz? Somalide, Perim'in karşısında terkettiğimiz arazi parçasının ve Çad yolile Kamerun yolunu açan, Tibesti methalindeki Asuzda Odzan dağının ehemmiyetini idrak etmişmiyiz? Bu tavizlerin yerinde yapılmış olduğunu inkâr edecek değiliz. Ancak, dostluğu bizim için hem kıymetli hem elzem olan Italya ile, daha devamlı olması her itibarla şayanı temennî bir mukarenetin temini için bu fedakârlıkların yapılmış olmasına sevinmekle beraber, bunlann ifade ettiği kıymeti de bilmek ve unutmamak lâzımdır demek istiyoruz. EL1F NACt Windsor Dükünün izdivac merasimi Dün şehrimize gelen Daily Telgraph gazetesi, Windsor Dükünün ikamet etmekte olduğu St. Walfang'dan aldığı şu telgrafı neşretmektedir: Dün resmen haberdar ediîdiğime göre, Windsor Dükünün izdivac tarihi kat'î olarak henüz tesbit edilmiş değildir. Buna sebeb evlenme tarihinin tac giyme merasimile ayni zamanda tesadüf etmemesi hususundaki arzudur. Windsor Dükünün balayını, Carint hia'da geçireceğine bir delil olmak üzere orada üç ay müddetle bir villâ kiralamış olduğu zikrolunmaktadır. Dük 1 hazi randa Carinthia'da kâin \Vasserleonburg'a gideceği için evlenme tarihinin de bugünlere tesadüf edeceği zannedilmektedir. St. Walfgang'dan ne vakit hareket edeceği de kat'î olarak malum değildir. Buradaki ikametgâhının konturatosu 27 nisanda sona eriyor. Dükün plânlarını değiştirmesine sebeb olarak elyevm Londrada malî mesaile dair cereyan etmekte olan müzakereler ileri sürülmektedir. da... Bakın gene sinirleniyorum. Biz neden battık? Avrupa sıvilızasyonuna uysaydık bu zırhlılar buraya gelir miydi? Işte ben bunu anlatamıyorum da kuduruyorum. Haksız mıyım, kuzum Allahınızı severseniz?.. Orhan cevab vermedi; Samiye Hanım onun bir tasvıbıni kazanmak istiyormuş gibi yüzüne bakarak daha hararetle de vam etti: Neymış? Bütün kabahatimiz ecnebilerle görüşmek... Senelerdenberi köyde dedikodu, kıyamet... İnsan ecnebilerle konuştu dıye niçin kötü olsun? Medenî insanlar... Bir kere bir gaf yaptıklarını görmedim. Onbaşıları bile «savoir vivre» bilirler, en fakirine, en küçüğüne kadar hep «comme il faut» adamlar... Loti kitabının başmda söylüyor, yüksek kültür bizim haremlerimizden içeriye girdikçe kederimiz artıyor. Çünkü eski kadınlar gibi değiliz, biraz okuyoruz, anlıyoruz, büsbütün içimiz yanıyor. Değil mi? Bu sefer Samiye Hanım Orhanın yüzünden gözlerını ayırmıyarak onu cevab vermeğe mecbur etmek ıstemışti. Orhan, en alcak perdeden başlıyarak, ağır ağır yükselen bir sesle dedi ki: Hanımefendi! Türk kadınma ta alluk eden bahiste haklısınız! Fakat zannediyorum ki bu bahsi, tamamile ayrı bir siyasî meseleye karıştırıyorsunuz. Avru Bursada et fiatları Bursa (Hususî) Burada koyun etinin kilosu 55 kuruşa çıkmıştır. Geçen sene 40 tan 45 e. sonra 50 ye fırlıyan koyun etinin son zamanlarda 55 kuruşa çıkması halkın et yemesini müşkülleş tirmiştir. Kasablara sorulunca; bu yükselmeyi Belediyenin mezbahaya koy duğu resmin ağırlığına atfediyorlar. Beledıye ise resmin bu kadar ağır olmadığını söylüyor; fakat koyun etinin sebebsiz yere 55 kuruşa satılmasına da mâni olmuvor. Cumhuriyetin edebî tefrikası: 58 BİZ İNSANLAR Yazan: Peyami Safa tashih edılebilırdi. Orhan bunu merak etti ve böyle bir tecrübeye girişmek istedi. Herşeyden evvel onun iltifatlarından bazılarına mukabele etmek lâzımdı. Fakat vesıle bulamadı. Bu fırsatı ele geçirmek için uyanık durmağa karar vererek dedi ki: Ali Haydar Beyin tercümelerini hiç okumadım. Acaba Loti'nin tercümesini nerede neşredecek? Samiye Hanım o günkü münakaşadan, içinde hicbir fena tesir saklamıyormuş gibi cevab verdi: Güzel tercüme eder. Kıvrak bir kalemi vardır. Nerede neşredecek, bilmiyorum. Çok iyi etti Loti'nin kitabına başlamakla. Bence en iyi eseri değildir, Lotinin bu. Fakat bizim hayatımızdır baştanbaşa. insan bu geri kalşımızı düşünürse kudurur maazallah. Baksanıza o polise... Lıkör ıçtı dıye Vediayı karakollarda süründürecekti. Gel de «vahşi! barbar» diye bar bar bağırma! Nasıl diyordu Vedia? «Likor» diyordu değil mi? Likor! Daha ismini söylemesini bilmiyor, sonra Ben size kabul etmiyeceğini söylemiştim. Canı isterse... Benim elimden bu kadar gelir. Samiye Hanımın yüzünden bir öfke bulutu geçti ve Iclâl kapıdan çıktı. Vedianın yengesi başını sallıyor: Bu hınzır da onun avukatı! diyordu. Samiye Hanım kendisini kudurtması lâzım gelen hallere karşı bile tepeden tırnağa kadar müsamaha neşrediyordu. Orhan onun vücudündeki taravetin bile ruhunda esen rüzgârlara bağh olduğunu anladı; sinirlerinin üstünden geçen bir soğuk veya sıcak dalgası, bu kadmı en insafsız yırtıcılıklara veya en derin şefkat ve merhametlere atabilirdi. Yakınları tarafından da ancak tabiatini idare eden mevsimler bilinmek şajtile mazur görülebilir, hatta sevilebilirdi. Orhan bunu sezer 3ezmez, içinde ona karşı yükselen yabancılık duvarlanndan biri yıkıldı. Belki bu müsaid anında Samiye Hanımın içtimaî fikirlerindeki bozukluklar da biraz İki nehrin birleştiği bu mevki, çok mühim bir sevkulceyş noktası olduğu ve iki kıyıdan birbirine geçmek için çok kıymetli bir serköprü mevzii teşkil ettiği için her millet, her imparatorluk, Bel garada hâkim olmak istemiştir. 9 uncu * ¥ * asra kadar Romalılar, Keltler Atillâ'nın Fıkramı bitirirken hatınma edebî bir kumandasında Hunlar, Gotlar, Avar hikâye geldi. Vaktile Arab şairlerinden lar, 9 uncu asırdanberi de Slovenler, Bizanshlar, Macarlar, Sırblar ve nihayet biri üç dört güzel kadına rasgelir, irticalî surette «kadınlar bizim için halkolunmuş ABİDtN DAVER bir takım şeytanlardır. Şerlerinden Alla[Arkası Sa. 8 sütun 1 de} ha sığınırız» mealinde bir beyit okur. açarak, yutkunur gibi, kapalı ve sıkışık bir Meğer kadınlardan biri de şairmiş. Söz ebesi erkeğin gevezeliğini duyar duymaz sesle cevab verdi: Orhan Beyi iyi dinle. Çok doğru manzum olarak şu cevabı verir: «Kadınlar, erkeklerin ağır kokusunu gidersöylüyor. Samiye Hanım bir müdafaa gerginli mek için yaratılmış güzel kokulu çiçeklerdir. Siz, onları koklıyabilmek için ğile doğruldu: herseye ve herşeye katlanırsınız.» Ben de ecnebilerin kucağına atılaDoğru değil mi ki?.. lım demiyorum ki... Bahri dudaklarının ucunda eriyen bir nefes halinde mınldandı: Ya o Fransız bayrağı, abla?.. Köyü o kudurttu. Birdenbire omuzları düşen Samiye Hanım, dili dolaşarak cevab verdi: Ben fena maksadla astırmadım k onu... O gün geleceklerdi bize, Fransız davetlilerimiz... kayıkla geleceklerdi... bir.... nasıl derler... bir cemile olsun diye ashrdım, birkaç gün kalmış... Bahrinin alnına büyük bir ciddiyet ya pıştı: Sus, abla! diyordu. Sofradan kalktılar. Vedia bahsi değiş tirmek için: Yenge, dedi, Orhan Bey vadetti ler. Cemilin türkçesine biraz bakacaklar.. Çok sevindim ben buna... Fakat cumarte si günü akşamı, yahud pazar günü gelebi lirler mi acaba? (Arfcast var) M. TURHAN TAN Deniz üzerinde silâh çekme Dün, Samatya açıkîarında deniz üzerinde bir silâh çekme ve hakaret hâdisesi olmuştur. Bu hâdisenin şikâyetçileri iki Üniversite talebesidir. Suçlu vaziyetinde bulunan da yanında bayan bulu nan bir diğer gencdir. Bu genc yanındaki bayanla sandalla gezerken Üniversiteli genclerin sandalla yakmlarından geçmelerine sinirlen miş ve kendilerine hakaret etmiştir. İş biraz büyüyünce genc, kendisine devlet tarafından verilen tabancayı Üniversiteli genclere tevcih etmiştir. Üniversi teli gencler bir hâdise çıkmaması için oradan uzaklaşmış ve polise şikâyet et mişlerdir. Şikâyet olunan adam dün akşam geç vakit Müddeiumumiliğe verilmiş tir.

Bu sayıdan diğer sayfalar: