3 Haziran 1936 CUMHURİYET Harb Şarkta kopacak gibi bize «Turk üşümez!» Arkadaşım Nüzhet Abbas anlattı: « Soğuk bir kış akşamıydı. Karımla beraber bir yerden eve dönüyorduk. Ilk mektebe giden, sekiz yaşında bir erkek çocuğumuz vardır bizim. Eve her girişi mizde ilk iş olarak hemen ona koşanz Gene öyle yaptık. Karımla beraber sevgili yavrumuzun odasına girdik. «Fakat hayret! O ne manzaraydı? «Bizim oğlan soyunmuş, dökünmüş çınlçıplak olmuş kanapenin üzerinde zıp zıp zıplıyordu. «Ağızlarımız birer kanş açıldı: « Çocuğum bu ne hal? Deli mi oldun sen? « Yoo.. Neden deli olacakmışım? « Peki, evin içinde böyle çınlçıplak oturulur mu? Hastalanmaktan, üşümekten korkmaz mısın? Daha nezlen yeni geçti. Unuttun mu? Gürültü ile mücadele Japonya Asyayı «hululü muslihane ile yutacak! İngiliz ve Amerikan politikaları uyuşuklaşırken Japonlar yayılıyorlar, onlar harbi istilâ için değil, bu istilâyı müdafaa için yapacaklar Lisanı ingilizce olan iki büyük memleket İngiltere ve Amerika arasmdaki idarî, askerî ve diplomatik elbirliği, ötetaraftan, Asyada, İngiliz ve Amerikalı iş adamlan arasında hüküm sürmekten ger kalmıyan rekabet hasebile tesirsiz kal maktadır. Uzun zamandanberi Hindistana ve Çine yerleşmiş olan îngilizler, oralara, seçme memurlar göndermişlerdir Bu memur kafilesi, bulunduğu yeri kendi memleketi saymakta ve şarklılara karşı, an'anevî bir kiyaset ve Asyaî denebılecek bir ihtiyatla meşbu idare tarzı tatbik etmektedirler. Halbuki, Amerikalı tacir ler, Asyaya, büyük bir şevk ve gayretle ve büyük bir medenileştirme aşkile gelirler; bu da, halk üzerinde, ekseriya şiddetli aksülâmeller yaratır. Vaziyetlerdeki bu tezaddan başka daha derin anlaşmazlıklar da vardır. Oldukça eski an'aneler İngiltere ile Japonyayı birbirine yaklaştırmakta ve sık sık vuku buîan anlaşmazlıklar Birleşik Amerika ile Japonyayı çatıştırmaktadır. Halbuki, Birleşik Amerika ile Çin, her noktai nazardan, daima tazelenen bir merak ve tecessüsün eski rabıtalarile ve bir nevi sistemli sempati ile birbirine yaklaşmaktadır. Bu «uretle, İngiltere ile Amerikanın, karşısında müşterek bir cephe aramakta olduklan Uzakşark meselesi, îngiltereyi Japonyaya ve Amerikayı Çine doğru seykeden ihtilâf yüzünden, Çinle Japonyanın, tarihlerinin en şiddetli ve en çetin mücadelesine girişmiş bulundukları bir jırada, çapraşıklaşmaktadır. Klaksonnn men'i iyi netice vermeğe başladı Bunu şu son beş on günlük tecrübe herkese göstermiş ve yasağın sebeb olduğu iyilikler meydana çıkmıştır «Gürültü ile mücadele» başlıklı ya [ , zılanmdan 21/5/936 tarihli Cumhuriyet gazetesinde çıkanı otomibil klâksonla nna dairdi. • Hulâsa olarak şöyle demiştim: <Otomobillerde klâkson ve şiddetli düdük sesleri yasak edilince kazalann azaldığı görülecektir. Dünyanın birçok şehirlerinde bu netice tecrübe ile sabit olduğu gibi otomobillerin fevkalâde bir ihtiyac olmadan en hafif bir klâkson ve hatta korne sesi çıkarmaları tamamile Otomobillerde klâkson yerine kullanüan yasak edilmiştir.» korneler Yazının nihayetinde de şu temennide kaldırılmasından evvel «gürültü ile mübulunmuştum: cadele» başlıklı bir seri arasında gazete«Alâkadarların bu işe ve büyük e ye verilmiş ve sıra numarasındaki bir hemmiyetle meşgul olduklarını, yakın hatadan dolayı klâkson yasağından sonda müsbet neticeler göreceğimizi kuv ra intişar etmiştir. Otomobil klâksonlarımn susturulma vetle ümid ederiz.» Bu yazımm gazetede intişarından iki sından dolayı çıkabilecek mahzur ve gün sonra klâksonların yasak edilece tehlike iddialanna gelince; garibdir ki ğine dair havadisler çıktı. Mayıs 25 ta bu iddialar bu işte en ziyade alâkadar rihindenberi bu yasak yerine getirilmiş, olan otomobilciler tarafından değil de İstanbul, diğer medenî şehirlere bir a gazeteler tarafından ortaya atılıyor. dım daha yaklaşmıştır. Vâkıâ gazetelerden biri otomobil şoîstanbul şehri halkmdan büyük bir förlerile uzun «mülâkatları» sütunlar ekseriyetin benimle «hemfikir» olduğu dolusu neşretmeği ihmal etmedi. Aca na şüphe etmiyerek ortaya attığım bir ba klâksonların kaldırılmasından dola temenninin Belediyece birkaç gün son yı İstanbul halkının maruz bulunduğu ra hakikat haline getirilmesi şüphesiz tehlikeyi «erbabı ihtısas» ağzından mı ki bir tesadüf eseridir. Böyle olmakla söylenmek istedi? beraber ben Belediyenin bu çok yerinde Ben, şiddetli klâkson seslerinin yasak olan kararını alkışlamağı, benim gibi edilmesi temennisini yaparken bu türlü düşünenler namına Belediyeye teşekkür iddialann ortaya atılacağım, gazete süetmeği bir borç sayarım. tunlanna aksedeceğini biliyordum. GeBu borcumu ödemekte biraz geç kal rek otomobilcileri, gerek umumiyetle dığımı itiraf eder ve özür dilerim. Geç şehir halkını alâkadar eden bir mesele kalmamda, bence mühim bir sebeb var hakkında gazetelerin sahifelerini açık dır: Klâkson yasağı gazetelerde çıkar bulundurmaları kadar tabiî ne olabilir? Klâkson gürültüsünü kökünden ko çıkmaz türlü türlü fikir ve iddialar serparıp yok etmeğe karar vermiş olan resdedilmeğe başlandı. Klâksonsuz kalan otomobiller önüne mî makam ise yapılan bütün tenkidlere geleni çiğneyip geçecekmiş gibi «îstan karşı kulağım sımsıkı kapamış, tuttuğu bul halkımn hayatı tehlikededir> neti doğru yoldan ayrılacağa benzemiyor. îstanbuldaki sebebsiz ve manasız şecesine varılmak yolu tutuldu. Kendi düşünce ve kanaatlerime ta hir gürültüsünü halkın sıhhati için mumamile aykın gelen bu iddiaların yan zır olduğu nisbette izalesi kabil çirkin lışlığı tecrübe ile sabit olsun diye bir iki bir âdet neticesi telâkki eden ve bununhafta bu mevzu üzerine yazı yazmamağı la mücadeleyi bir yurddaşhk borcu addeden bir hemşerl sıfatile ben klâkson ^feMerrteği tasarlamıştım. Daha bekliyecektim. Fakat iki gün yasağım şiddetle tatbik eden makamı evvel (Cumhuriyet 31/5/936) çıkan bir daha alkışlar ve candan tebrik ede bir yazım beni müşkül mevkie koydu. rim. Klâksonlann susturulmasında hiçbir çok erken başlıyan çöp arabalan, çöp temahzur ve tehlike mevcud olmadığını nekeleri gürültü ve patırtısına dair olan bu yazıda gene klâksondan şikâyet var şu beş, on günlük tecrübe herkese göstermiştir. dır. Tam tersine, bu yasağın sebeb oldu Klâkson yasağının pek haklı olarak eğu birçok iyilikler meydana çıkmağa nerjik bir tarzda tatbikından bir hafta onra gene klâkson gürültüsünden şi başladı. Bunlan gelecek yazıda sayma tâyetimin bir tesadüfün yaptığı yan ğa çalışacağım. En koyu klâkson tarafşlık neticesi olduğunu beyan eder ve tarlarının bile bana hak vereceklerini Belediyeden özür düerim. Klâkson şi umanm. V. BtRSON kâyetini havi olan bu yazı klâksonların Aşkın tarifine katılacak kelime! üyük Rus mütefekkiri Tolstoinun beğenilmiyen bir aşk tarifi var ki şöyledir: Aşk, şahsî bahtiyarlıklardan ve menfaatlerden uzak kalmaktır. Büyük filozoflardan Main de Biran,, Rus meslektaşmın beğenilmemiş olan tarifine iştirak etmekten çekinmiyor ve: «Aşk, nefsi unutup maşuku düşünmek tir» diyor. Psikolog Rauh'un da verdiği hüküm, aşağı yukan böyledir. Spencer, Sokrattan bugüne kadar gelen filozofların aşk hakkında yaptıklan tarifin hepsinden mükemmel bir izahla ortaya atılıyor ve şunu söylüyor: Aşk, karışık (complexe) duygulann muhassalasıdır. O, dostluk amitie degildir. Arzu desir degildir, meyelan inclination degildir. Sympathie degildir. Şehvet concupiscence degildir. Kudretli, kuvvetli, kahir ve hâkim bir heyecan emotiondur ki bütün bu sayılan duyguları ihtiva eder. Yani aşk dostluktan, arzudan, meyelandan, sempatiden, şehvetten mürekkeb bir halettir. Bütün ihtıraslardan üstün bir kuvvet olarak vücud bulur. Aşkı kelime halinde olsun tatmak is teyip te onun mükemmel bir tarifini anyanlar, bugüne kadar Spencerin hük münde isabet görüyorlardı ve aşkm azametini bu tarife göre anlamış bulunuyorlardı. Yalnız şark şairleri, garbin filo zoflarile uyuşmamışlar ve aşkı bir belâ, bir iptilâ olarak kabul etmekte musır kalmışlardı. Bunlann başında: Âştka ta'n etmek olmaz muptelâdtr ney\ lesin Ademe mih.ru muhabbet bir belâdır ney. lesin Diyen rahmetli Fuzuli vardır. Descartes da aşkı bir zâf faiblesse olmak ü zere telâkki edenlerdendir. Tasavvuf ehli dediğimiz zümrenin hükmü ise büsbütün başkadır. Onlar aşkta gayenin birleşmek değil, bir ol mak olduğunu söylerler. Bu zümreye göre aşk, hakikî aşk, taalluk ettiği kalbij fena mertebesine gotürür ve orada â şıkla maşukun farkı kalmaz. Ben de bugüne kadar Spencerin tarifine değer verenlerdenim. Askın kanşık bir his manzumesi, yahud mecmuası olduğuna inanıyordum ve aşk denilir de nilmez dostluğun, arzunun, ihtırasın, şehvetin, sempatinin elele vermesinden vücud buîan bir gönül fırtması sezinsiyordum. Fakat garson Haralambi ile evlenen Prenses Azrâ, bize Spencerin tarifinde bir kelime eksik bulunduğunu bil'amel! öğretti. Bundan sonra o tarife katılmasi lâzım gelen kelime sudur: Skandal!... 4 [•] Japonya yerleşîyor Amerika Asyayı tahayyül ediyor, Japonya ise onu eline alıyor. Japonya, kendi nazannda, hatta denebilir ki bütün Asyanın nazannda, Asyanm en büyük kuvveti haline gelmiştir. Japonya, kendi sıra adalanna sıkıştığı için, zaferle biten bir hamle yapmış ve elli sene içinde Koreyi, Çinin şimali şarkisindeki en iyi limanlan fethetmiş, Çinin bütün şimalini ele geçirmiş, Mukden, Tsitsihar, Kirin, Harbinle Liao Tung körfezindeki li manlar arasında, Asyanm hiçbir tarafında mevcud bulunmıyan bir demiryolu şebekesi tesis etmiş ve bu şebekeye tamamen hâkim bulunmuştur. Ordusu, As yanın en kuvvetli ordusudur, filosu, Çin denizlerinin en talimli ve en kalabalık filosudur. Endüstrisi jarkın en kudretli, en bol vesaitli endüstrisidir ve üç seneden beri, ticareti, Çinde, Hindiçinide, Hin distanda, Sond adalarında, Avrupa milletlerinin ticaretini istihlâf etmiştir. Mamul eşyası, Birleşik Amerikayı ve An vers limanmı istilâ etmektedir. Fakat bu muazzam maddî muvaffakiyet, manevî ve millî muvaffakiyetinin yanında pek küçük kalır. Hindistan, İngiliz tahakkü mü altmda boyun iğerken, Çin, kendisine jef bulmak ve istiklâlinden istifade etmek hususundaki kabiliyetsizliğile daha ağır surette muhakkir olurken, modern bir devlet halinde tensik edilen Japonya, hem an'anevî bir şarklı imparatorluk halinde kalmağa, hem de Almanya, Amerika, Avustralya gibi en mütekâmil milletler decesine yükselmeğe muvaffak ol mu;tur. Sahib olduğu nüfuz sadece bir ede biyat garibesinden ibaret değildir, hatta bir fikir garibesi de degildir. însan kütleleri, canla bajla Japonyaya teveccüh etmekte ve yegâne hâmi sıfatile ona doğ[*] Ilk yazılar 27, 29 ve 31 mayıa tarihll sayılaranızda çıkmıştır. ru atılmaktadır. 1925 tenberi, Çin köylüleri, harab olan topraklanndan, Japon ordusunun himaye ettiği mıntakalara doğru, muazzam bir hicretle göçediyorlar Bu suretle, senede, 600,000 den fazla muhacir, Mançuriye girmiştir. Bu mik tar. 1926 da 607,000. 1927 de 118000 1928 de 940.000, 1929 da 1,045,000 ve 1930 da 810,000 idi. Bu muhacirle« A.. Neden üşüyecekmişim. Hocarin arasında, hem köylüler hem tacirler mız söyledi, Türk üsümezmiş.» vardır. Hulâsa, siyasetle meşgul olmak Arkadaşım bunu anlattıktan sonra acı ve boğazlaşmaktansa, yaşamak ve çalış mak istiyen herkes, bu muhaceret akınına acı derd yandı: « İlkmekteb muallimlerinin yavru dahildir. larımıza kahramanlık, cesaret gibi duyJaponya ve Japonyanın eseri lehinde gular aşılamalannı anlarım dedi. Fakat bundan daha beliğ bir şehadet buluna bu iş böyle mi yapılır? Çocuk teşbih maz. Bu şerait dahilinde, Japon mukadten, istiareden anlamaz ki. Hocanın söyderatını idare edenlerin ve bütün Japon ledigi her kelime onun ruhunda kat'î, milletinin, bundan böyle, şark toprakfan derin tesirler uyandınr. îlkmekteb mu ve şark ırklan üzerinde hakimiyet hak allimlerimizin bunlara son derece dik kına sahib olduklan kanaatini taşımalakat etmeleri lâzım değil mi? Hem «Türk rına hayret etmekte mana var mıdır? Bu üşümez!», «Türk hastalanmaz!» gibi kanaat, onlarda öyle kuvvetlenmiş ve ruhsözler ne demektir? Biz büyüklerin bile lanna öyle nüfuz etmiştir ki, imparator bunlardan birer mana çıkarabilmeur** dan dilenciye kadar, bütün Japonlar, bu imkân var mı? Sırtında mintanı olmaz kanatin bir harb, bilhassa tecavüzî bir sa, herkes gibi elbette Türk te üşür.» harb fikrile zerre kadar alâkası olduğunu Arkadaşıma hak verdim. Ve işte söyzannetmekten çok uzaktırlar. Japonların zarurî telâkki ettikleri bu hakimiyet, on lediklerini olduğu gibi buraya geçiriyolann indinde taarruzî bir harb sebebi teş rum. N. kil edemez. Harbetmek zaruretinde kalacak olurlarsa, bunu, kendilerini müdafaa etmek, meşru telâkki ettikleri bu nüfuz ve hakimiyeti müdafaa etmek için yapacaklardır. Gerek hükumet, gerek millet, Asyayı, harbden ziyade, sulh yolile işgal etmek fikrini gütmektedir. Japonlann ahlâkı, teşkilâtlan, şiddetten müte neffir olan şarklı yaratılışı, sosyal hayatlannm disiplinli mahiyeti, herşey, onlan, Sekizinci Yerli Mallar sergisi için Taksiyasetlerinin başlıca kaidesinin sulhtan sim bahçesinde bugünden itibaren !:azıribaret olduğu zihniyetine sevketmektedir. lıklara ve yer tevziine başlanacaktır Ser Hiç şüphe yoktur ki, düşündükleri sulh, g! bürolan da bu sabah Taksim bahçecanlı, faal, müsellâh bir sulhtur, bununla sinde çahşmağa başlıyacaklardır. Evvelâ beraber, Japon ahlâkmın esasını teşkil bahçede sergiye iştirak edecek sanavicSeeden bu duygunun samimiyetinden şüphe re yeı tevzi edilecek ve ondaa sonra inetmek haksızlık olur. şaat derhal başlıyacaktır. Sanayi Sergisi Bugünden itibaren yerler tevzi ediliyor Sulh... 1936 senesinde, bütün dünyayı ulh ismile kaplıyan bu cihangümul ve sonu gelmez teraneden daha garib birşcy var mıdır? Dünyanın en ateşli milletinin, durmadan sulhtan bahsetmesinden daha aykm ne tasavvur edilebilir? 382,000 kilometro murabbaı mesahai sathiyesile, her sene bir miryon artan 69,250,000 lik nüfusile, Japonya, bütün dünyanın en az istikrara sahib içtimaî unsurudur. Avrupanın meselâ Belçika gibi, en fazla nüfuslu topraklannda, kilometro murabbaı başına nüfus miktarı 670 rakamını geçmediği halde, Japouyada, bunun bir misli, yani 1167 dir. Yani, her sene, Japonyada, hayata susamış ve çalışmaktan feragat edemiyecek 200,000, hatta bazan 300,000 genc kadm ve genc erkek, hayata atılmaktadır. Bunlan beslemek, çalıştıramk, en müb rem ihtiyaclannı tatmin edecek bir hayata eriştirmek nasıl kabil olur? Gerçi, Japon endüstrisi azametli bir inkişafa mazhar »lmuştur. 1903 te 500 milyon Yen olan ticareti, 1907 de 850 milyon Yene yükselmiş, Harbi Umumide dort milyara çıkmış ve 200 ile 500 arasında dolaşan bir muvazene göstermiştir. Bunlar, gerçi, çok mükemmel neticelerdir, fakat itiraf etmelidir ki, buhran, her millet gibi, Ja ponyaya da tesir etmiştir. 1932 de, ticaret 1916 daki rakamlara kadar inmişti. Sekizinci Yerli Mallar sergisi bu ayın 26 ncı cuma günü davetlilere ve cumartesi günü de umuma açılacaktır. Şimdiye kadar sergiye iştiraki kabul edenlerden başka dün bütün sanayi erbabına b'r tamim yapılmış ve sergiye iştirake davet edilmişlerdir. Sergiyi tertib eden Sanayi Birliği idare heyeti dün akşam serginin bu sene kurulacağı Taksim bahçesinde toplanmış ve yapılan plâna göre muhtelif sanayi şubelerinin paviyonlarınm bulunacağı yerler tesbit edilmiştir. Galatasaray lisesindeki sergilere göre yapılmış olan eski sergi nizamnamesi \t değijtirilmiştir. Vt birçok senelerdenberi, ithalât, ihracageçmiştir. Japon hükumetinin resmî is:atistiklerine nazaran, Japon mamulâtının hracatı, Yenin sukutu üzerine nekadar rtık olursa olsun, dünya ihracatının anak yüzde üçünden bir parça fazla btl unmaktadır. Esasen, bu ihracat bilhaıta Asyaya yapılmaktadır. Yeni düşüren te aponyayı, Avrupa milletlerinden, tamir kabul etmez bir şekilde ayıran buhran onu Asyaya doğru sevketmiş bulunuyor. Bu takdirde, nasıl olur da, en iyi mü«.teilerinden biri olan ve ihracatının dörtte birini satın alıp, ithalâtınm dörtte birini ona satan Çinle alâkadar olmaz?. olmaz?. M. TURHAN TAN Avusturyanın ve merkezî Avrupanın hal ve istikbali [Başmakaleden devam] Yeni Alman tabiyesi Anschlus (iltihak) işinde asla aceleci olmamak lâzımdır. Zamanla Avusturya kendiliginden bir iltihak yaparsa veya yaptıgında di;er devletlerin herhangi bir müdahaleleri ukuuna karşı Almanya ortaya Avus:uryanın isriklâline müdahale edilmemek icab ettiğini ileri süren bir dava atacaktır diye tahmin olunur. Almanya Avusturmeselesinde o kadar aceleci degildir ki hatta bir aralık Almanya ile ttalyanın Avrupa siyasasmda birleşmeleri ihtimalinden bile bahsolunmuştu. Ortada bir Avusturya meselesi varken Almanya talya ile nasıl birleşebilir diye düşünenler aşağıdaki sebebden dolayı bu anlaşmanın mümkün olabileceğini hesaba katmalıdırlar. Böyle bir anlaşma için Almanya şimdilik Avusturya üzerinde hiç )ir hareket yapmamagı deruhde edebilir, Şaştım, şaçtım... Hâlâ gözüme, kulağıma inanamıyorum. Ah yengemi de getirsem... Sakın ha!.. Bana söz veriniz, hiç kimseye birşey söylemiyeceğinize. Onu Hindli kıza da vadettim. Fakat nasıl konuşuyor o... Ermeniye çalı yor ağzı, değil mi? Evet.. Istanbula geldikleri zaman Ermeni mahallesinde oturmuşlar... Bir Ermeni hocadan türkçe ders almış. F i kat iyi kızdır. Evet... Ben fena mı ettim aca ba? Neye fena ettiniz? Yüz lira istiyorlar. Çok değil mi? Aldatıyorlar mı? Şadi biraz düşünür gibi yaptıktan sonra: Vallahi bu itikad meselesidir, dedi, gaibden haber vermeğe fiat biçilmez ki... Meselâ benim çocuğum kaybolsa, zengin olsam, bir fala binlerce lira ve ririm. Çocuğumu bulması şartile tabiî... Çocuğum bin lira eder mi, etmez mi düyarın veya öbürgün Avusturyanın kendisine geleceğinden en kat'î surette emin olduğu için ve bu emniyete dayanarak! Nihayet şu hakikati teslim etmeğe ihtiyac vardır: Eğer Avusturya sureta bir isriklâl hesabma şunun bunun elinde oyuncak olursa ve Avusturya Almanya ile îtalyadan birinin mutlak tesiri altında kalmakta muhayyer bırakılırsa Avusturyalılann Italya yerine Almanyayı tçrcih edeceklerinde şüphe yoktur. Avusturya meselesinde er veya geç Avusturya halkının fikri hâkim olacaktır. Eğer günün birinde Avusturyalılar cebir ve tezyikten azade bir genel oyla (ârayı umumiye) Almanyaya iltihakı iltizam ederlerse biz bütün Avrupada bu hâdisenin önüne geçecek kuvvet tasavvur edemiyoruz. Avusturyalılar kendi hakikî istiklâllerini iltizam ettikleri takdirde ise onlan bu haklarından mahrum etmenin şünür müyüm? Çok doğru. Eğer validenizîn yadigârmm s'zce hiçbir kıymeti yoksa... Bilâkis... Ben de binlerce lira veririm onu bulmak için. Şadi o zaman bu işin yüz liraya pa zarlık edilmiş olmasına içinden teessüf etti: «Öyleyse ben bir bahane bulur, senden bu bin lirayı çekerim!» diye düşünüyordu.. Sabahat onun maksadını hissetmiş gibi: Fakat yüz lira vermek te güç be nim için, dedi, bankada param çok a zaldı. İzmirden bekliyorum. Manisada çiftliğimiz var satılacak. Satıldı daha doğrusu, Fakat muamelesi bitmedi. Şadi bir müjde gibi dinlediği bu çiftlik hikâyesini hiç duymamış gibi: Demek yarın gene buluşacağız? diye sordu, buraya beraber gelelim. Gelelim. Fakat size zahmet ver diğim... Istağfurullah!.. Çok merak edi Almanyaya satılan malların fiatları Almanyaya mal sevkeden bazı ihra catçılanmızın ekseriya Alman kontroli dairesinin müsaadesini almadan mallarr; nı gönderdikleri ve bu yüzden bilhassa| fiat hususunda büyük ihtilâflar zuhu ettiği Almanyadan bildirilmektedir. Hal] buki Türk ihracatçılarile Alman ithaUtçılan arasında takarrür eden fiat, Alman kontrol dairelerince kabul edilmediği iakdırde Almanyaya mal ithal etmenin imkânı olmadığmdan Türkofis bunu Ticaret Odaları vasıtasile de bütün ihracat cılara bildirmiştir. de asla kolay olmadığını pek iyi biliyoruz. îşte Avrupanın merkezindeki Avusturya meselesi şimdi bütün çevreleri olanca vuzuhile teressüm eden böyle bir mesele haline gelmiştir. BERNAR FAY liraya güzel bir istikbal satın alması hiç pahalı degildir. Sabahat Suzana dönerek: Bugünkü borcum nedir? Ne vereceğim? diye sordu. Bugünkü masrafı verdiniz. Ha... Bak hep unutuyorum.. Pederiniz şu'unutkanlığıma da bir çare bulsa... Nekadar verdim? On beş lira. Pek güzel... Ben size yann da yüz lirayı getiririm, olmaz mı? Olur efendim. Sabahat odadan çıkarken Şadi Suzana tekrar geleceğini bir el işaretile bildirerek genc kızı takib etti. Sokakta Sabahat hemen aynlmak is temişti. Açık havaya ve aydınlığa çıkmca gözlerini kırpıştırarak derin bir nefes aldı: Sersem oldum, dedi, mangalda ne yakıyor o adam? Evet, sahi, evin içi duman içinde idi... Nasıl? Memnun oldunuz mu? Harika, değil mi? YUNUS NAD1 Cumhuriyetin tefrikası: 23 SERSERI Yazan: Server Bedi Bu sözler Suzanın uydurmasıydı, Şadinin gizli tenbihleri arasında yoktu. Sabahat dedi ki: Bankadan alır, veririm amma çanta bulunmazsa diye korkuyorum. Suzan altıldı: Bulunmazsa paranız iade eylenir. Şadi de atıldı: • Ha... öyle ya... Sahi... O zaman kül nezri yoktur. Sabahat Şadinin yüzüne bakarak: Nasıl? dedi. Efendim... Çanta bulunursa altmIar nezredilir. Nezir, yani kurban edi lir. Eritilen altınlar külle karıştırılarak baht ağacının altına gömülür. Bu baht ağacı kimsenin bilmediei bir yerdedir. Erenler bilir. Sabahat gene düşünüyordu. Şadi onun koluna girerek: Çıkahm, dedi, ben bu kadar masrafa girmenize razı değilim. Ne olacak? Nihayet bunun ötesi faldır. Fakat yadigânn kaybolması iyi değilmiş, işlerim rasgitmezmiş. Ya!.. Profesör öyle mi buyurdu? Evet... Ben de korktum doğrusu. • Peki, bulunursa işler ras<ndecek mi bakalım? Suzan hararetle: Tabiî!.. dedi. Şadi gülmemek için başını kaşır gibi bir hareket yapmıya mecbur olarak: Ha!.. O başka, dedi, uısanın yüz yorum. Bakalım çantayı nasıl bulacak? Ben de onu merak ediyorum. Yann ayni yerde, ayni saatte buluşuruz. Fakat unutmayınız ha... Bir de... Kuzum... Yengenizle gelmeyin sakın. Peki. Kız etrafma ürkek gözlerle bakarak ve sekerek uzaklaştı. Şadi uzun bir müddet gözlerini ayıramamıştı: «Ne saf kek\ lik be! diye düşündü, çiftliği de var mış!» Bu çiftlik hikâyesi etrafında müphem projelerle eve döndü. Kapıyı açan Madam Afro ona hayret ve şüphe dolu gözlerle bakıyordu. Kızcağızın çantasını bulacağız..i dedi. Madam Afro bir kelime söylemeden Şadinin yüzüne bakıyordu. Şadi oda kapısının eşiğinde görünen Suzana: Madama beş lira ver! dedi. Suzandan parayı alan kadın avcunda ağır ağır kıvırarak düşünceli bir halde sonıyordu: