c 21 Birinciteşrin CUMHURtYET Ulusal Tarih Notları Biz bize Bir diiğün Birisini görmek için Istanbulun büyük otellerinden birine gitmiştim. İç salonda bir toplantı vardı. Koyu renkü elbiseler giyinmiş bir takım erkekler, dörder, beşer masalara aynlmışlar, oturuyorlardı, göğüslerine taze çiçekler fcakmışlardı. Biribirlerile konuşmadıkları halde, hep sinin ayni maksadla oraya geldikleri hissolunuyordu. Bu tuhaf bir toplantıydı. Merak ettim, sordum. «Bir düğün dür» dediler. Doğrusu yanm saat düşünseydim, göğsü çiçekli erkekler kalabalığınm bir düğün olabileceğini bulamazdım. Ka dınsız düğün olur mu hiç? Fakat bu düğün kadınsız değilmiş ki, insan iyice gezmeden, herşeyi görnıeden hüküm vermemeli. Içeride bir salon daha vardı ve ağzma kadar kadın doluydu. Genc, güzel, iç açıcı kadınlar. Dudaklannda zoraki bir pülümseme vardı. Yüzlerinden, içleriııin sıkıldığı göriilüyordu. îki salonun ortasmdaki boşlukta bir cazband matem havasına benzer tangolar çalıyor, arada bir, göğsü çiçekli bir erkek utangaç röveranslarla kadınlar dan birini dansa çağanyordu. Her dansın sonunda kadınlar, kadınlar tarafına, erkekler de erkekler tarafına çekiliyor lardı. Ve ortalığı bir ölüm sessizliği kaplıyordu. Oradakilere acıdım. Azkalsın gidip birer birer ellerini sıkacak, «başınız sağ olsun» diyecektim. Kadınla erkek arasında olması lâzım gelen normal münasebetlere daha alışamamışız. Cemiyetimizde bir «kendi kendini yadırgama» var ki ferdlerin ruhunda bir muvazenesizlik doğuruyor. Bu biçimsizliklerin bütün bütün ortadan kalkması sandığırmz kadar kolay değildir; birkaç generation'un değişmesi lâzırr Bugün de bu > Ege mitolojisinde Frik Türkleri Issız Istanbul Sürpagobda yeni yapılacak mahalle Ihtiyar, «Minareyi gözle, diyordu, meyzin çıkar Dr. Vagner asrî bir mahalle taslağı hazırladı çıkmaz orucunu bozarsın, gürültü orucunu!» Mahkeme kararile Uraya devredilen Taksimde Süpagobyan mezarlığı yerinde asrî bir mahalle kurulacaktı. Uray bu asrî mahalleye aid projeîerin hazırlanmasını, imar müşaviri doktor Vagnere havale etmiştir. Doktor Vagner, isleni len projede muvaffak olmak için evvelemirde asrî bir mahalle taslağı hazırla mıstır. Bu taslak üzerinde gösterilen sokaklar tramvay caddesinden başlıyarak ve biribirine müvazi olmak üzere mahallenin ta nihayetine kadar devam ermektedirler. Aynca Harbiye mektebinin önünden başlıyarak Fransız hastanesine kadar devam etmek üzere de sokaklar gösterilmiştir. Bu şekle göre asrî mahallede yapılacak evler küçük, küçük murabbalar üzerinde bulunacaktır. Marsyas ilâhî flütile musikînin babası olmuştu, ona güçlükle galebe çalan Tanrı Apollon müthiş bir intikam aldı, Marsyasın derisini yüzdürüp.... Marsyas Marsyas Selene (Celenes) Sitesindencli. Babası Hyagnis Frikyanın en büyük musikişinaslarmdandı. Marsyas çocukluğundanberi Frikyanın iki büyük tannsıle Şarab tannsı Diyonisos ve Kır tanrısı Panla düşe kalka büyümüştü. Birisi in celmiş bir zevkle şarabm verdiği neşe ve cür'eti, öbürü haşm bir tabıatın yarattığı hürriyete meftun bir gururu genc Marsyasa aşılamışlardı. Nihayet babasmdan çok kuvvetli bir musiki terbiyesi almıştı. Faal bir zekâ, ince bir zevk, hâkim bir düşünce, fazilet ve hürriyetine meftun mağrur bir benlik bu gencde toplanmıştı. Onun bir musikişinas olarak en büyük icadı flüt olmuştu. Muhtelif kamış kavalların çıkardığı birçok sesleri bir tek çalgıda toplamıstı. Marsyas, Ana tann Kibelin çok sevdiği bir gencdi. Marsyas onunla beraber Ege memleketlerinde bir geziye çıkmıştı. Mysa sitesine uğradıklannda Tanrı A pollonla karşılaşmıştı. Tanrı Apollon erkek güzellik ve kuvvetinin, gencliğin güzel san'atlerin tanrısı ve sonsuz hayat kaynağı güneşin timsali idi. Yüksek bir musikişinas olan Apollon, kitara çalardı. Marsyas bu musikişinas tanrıya meydan okudu ve kendi flütünün onun kitarasmdan daha ınce, cana daha yakın nağmeler çıkardığını söyledi. Apollon, bu genc Frikyalıya, ancak bütün meharetle kudretini sarfderek güçlükle galebe çaldı ve ondan acı bir intikam aldı: Zavallı Marsyası bir ağaca bağlıyarak diri diri derisini yüzdürdü. Bu barbarhktan ötürü herkesin gön lünde küçüldüğünü gören Apollon pişman oldu. Kitarasının tellerıni kopardı, Marsyasın flütile beraber kopuk telleri Marsyasın candan arkadaşı ve dostu Tann Diyonisosa nezretti: Ve Diyoni sosa vakfedılmiş bir mağaraya koydu. Frıkyalı Marsyasın, bu büyük ınusıkı üstadının birçok talebeleri vardı. Bunlann en şöhretlisi Frıkyalı genc ve güzel O lympus yahud sadece Alympe idi; ki bu delikanhya ayrıca Tanrı Pan da musiki dersi vermişti. Ege memleketlerinde ve adalannda serbest Siteler, hürriyetlerinin timsali olarak umumî meydanlannda bir Marsyas heykeli bulundururlardı. Romada, Formda tribünallerden birinin yanında lâtinleştirılmiş Liber adı altında bir Marsyas heykeli bulunurdu. Dava larını kazanan avukatlar şükran borcu olarak bu heykele çelenk koyarlardı. Mitoloji şairleri naklederler ki: Marsyasın ölümünden sonra onun flütünün güzel nağmelerinden mahrum kalan periler, Satirler ve nihayet Diyonisos ve Tann Pan çok ağladılar. Bu ilâhî göz yaşlarından Frikyadaki Marsyas suyu doğdu. Pencerelerde topun atılmasını bekliyenler... Pan ve Olympe 3 Marsyasm ve gene Frikya tanrılarından Panm talebesi genc Olymple, Yunanda bütün ulu tannların oturduklan yer olarak gösterilen mukaddes Olymp dağınm ad benzerlikleri Ege memleketlerinde ve Yunandaki Frik tesirlerine ıkınci bir misaldir. 4 Marsyasın Frikyanın ulu Ana Tanrısı Kibel ile beraber Ege memleketlerinde bir geziye çıkmış olması Fıiklerin Ege memleketlerindeki kültür tesirini göstermektedir. 5 Marsyasla Şarab Tannsı Diyonisos arasındaki sıkı dostluk şayam dikkattir. Eski Yunan tarihinin bilhassa son cağlarında çok mühim bir yer almıs, olan ve kendisine ilk defa Frikyada tapılan Tanrı Diyonisos, bu yazılarımdan birine müstakil mevzu olacaktır. N. Dünkü sayıma yetişen vatandaşlar! iBas taraft 1 inci sahifede) rışan taptaze, minimini vatandaşa Sayım adı verilivor. Sevincimiz çok görülemezdi. Biz birde binin kıymetini bulmağa ve binin verimini almağa .alışmış bir milleliz ve her yeni bir Türk bize bir taburun kudretini katmış kadar hakikî bir var lık getirir. Hamdolsun Kumkapıdaki vatandaş yalnız kalmadı, dün Istanbulun birçok yerlerinde onu takib eden yavrular az değildi. Gerçi miktarmı öğrenme'k kaIjil olamadı, lâkin kendimizi devlet 'Statistiğinin rakamlarına sıraladığımız bir günde dünyava gelmek için sözleş mise benziyen bu çocuklar sevincimize değeeek raddededir. İstanbula dair intıbaları toplarken Ankara muhabirimizin telefonu da se vincimize sevinç ekledi: Oraya da bir Bav Sayım gelmiş! Umuyoruz ki genc Sayımlar yalnız îstanbul ve Ankaraya münhasır kalmamıstır. Hem genel nüfusün çokluğunu teşkil eden, hem de veludluğu bizce malum olan kasaba ve köylerimizde sayım memurlarını şaşırtacak kadar çok doğumlar olmustur. Sulh yıllarında hiç durmadan artmağı ülkü edindık. Hayattakileri korumağa savaşırken doğacaklarm kısa zamanda onları birkaç kere gecmiş olmasına calışıyoruz. Türk anaları bu sivasavı başarmak yolunda üzerlerine dü^en vüksek ve faziletli rolü ehliyetle ifa edi yorlar. Şen yurdda çalışkan Türk milleti aksamadan yürüvor ve büvüyerek, çoğalarak.. Yakın yıllarm sayım gününe 20 milyondan yukarı olarak çıkacağımıza şimdiden inanabiliriz. Belgraddan postaya atmıştı. Bu mektubu postaya attığı gündenbcri bir rüyada gibiydi. Yaptığı şeyin dehşeti içerisinde kalmıştı. Berline ilk çıktıklan gün otele gider gitmez ilk işi masanın başına oturup ona bir mektub yazmak olmuştu. O mektubda: «Sana yoldan bir mektub yazmıştım. diyordu. Ne yazdıklanmı harırlamıyo rum. Müthiş bir azab içerisindeyim. Atıf iyi bil ki hayatta herşeye, herşeye tahammül edebılirim, fakat senden ayrıl mağa tahammül edemem. Anlıyor musun? Senin esirin olmağa, senin köpeğin olmağa, fakat sana aid birşey olmağa muhtacım. Aramızdaki bağ koptuğu gün ben ölürüm. Biliyorum, kıskancım, haksızım. Kıskanclığım beni mantıksız yapıyor. Ve haksızlıklarımla sana hayatı zehir ediyorum. Fakat bilemezsin canım, bütün ıstırabımı sana göstermemek için ne müthiş bir azab çekiyorum... Biliyorum, o senin karındır. Beraber bir canınız ol muş... Çocuklarınız var. Bütün bunların nasıl kuvvetli bağlar olduğunu takdir ediyorum. Ve soğukkanla düşündüğüm zaman beni onun gibi, onu benim gibi *** III) Tanrı Pan Tann Pan Zefsin yahud Gökyüzü ile Toprağm oğludur. Mıtolojide, san'at ve edebiyatta bu Tanrı bütün kâinatı, hıç olmazsa yaratıcı ve bereketli tabiatı temsıl eder. Fakat halk ıçin Pan, kırlarda Çobanların ve süriilerin yanında yaşıyan, kabasaba bir Kır Tannsı idi. Umumiyetle belden aşağısı keçi, yukarısı insan, ihmal edılmiş kanşık saçlannın arasında boynuzlan bulunan, hırçın tabiatli hür, ve başıboş bir tann olarak tasavvur olunurdu. Tabiatin insan elinden çıkamıyacak kadar ince güzelliğıni ve şiirini ayni zamanda tabiatin insan eli değmemiş kabalığını ve vahşetini temsil ederdi. Yedi kamışlı bir flütün mucidi olarak gösterilen Tanrı Pan binlerce yıldanberi birçok uluslann edebiyatında bu noktadan ö Notlar: nemli bir yer aldı. O hem korkulan, hem 1 Marsyas tipinde, Frik ulusunun sevilen bir tdp oldu. • înce ve zekâ ve kabiliyeti güzel san'atlere ve bilhassa musikiye olan meftunluğu niTann Pan inanışı, onun bütün kâinatı hayet hürriyetine kar§ı olan sonsuz bağve tabiati temsil etmesi ve nihayet Roma lılığı yaşatılmıştır. 2 Ege memleketlerinin hür sitele âlemile beraber bütün adalarda ve Yurinde ve Romanın Forumlannda bulu nanda perestiş edilmiş olması Friklenn nan Marsyas ve Liber heykelleri Frik Ege memleketlerindeki tesirlerini göster lerin Ege memleketlerindeki hâkim tesir mektedir. REŞAD EKREM lerine güzel birer misaldir. abah saat sekiz.. sokağından Karaköye çıktım. Şehrin ısEsasen hafta tatıli nedir bilme sızhğı bana pek o kadar acayib gelmiyor. dığım gibı, sayım günü gene ga Pazar günleri ekserıya buralan böyledir. zeteme gidip çalışabılmekliğim için hü '. Bugün biraz daha tenha olabilir. kumetin bana vermiş olduğu vesıkayı, } Fakat köprüde, sükunetin, ıssızhğın aikide bir çıkanp gösterebileyim diye, ce zameti beni derhal kavrıyor. Ben 31 y ketimin mendil cebine koydum, evden mart 324 günü de bu köprüden gecmiş çıktım. adamım. Onun her devrini azçok haApartımanınmın kapısı önünde kapıcıtırlarım. Böyle mehıb bir boşluğunu henın alaca kedisi, şaşkın gözlerini açmış, nüz görmüş değilim. bu saatte çoktan gelmesi lâzım gelen ciNe tramvay, ne otomobil, ne araba... ğerciyi gözlüyor. Ne de tek bir insan! Yalnız Karaköy ciBeyoğlu caddesi, alabildiğine uzanan hetinde bir öbek polis ve asker.. Vesi bir çöl, sanki! Köşebaşından birdenbire: kam gene yoklanıyor ve gene nezaketle «Havadis!» diye kısık kısık bağırarak l sahveriliyorum. fırlıyan müvezziin koşuşu bir mücrimin İki tarafıma bakıp, denizin de bom kaçışına daha çok benziyor. boşluğunu kaydettikten sonra, köprü Pencerelerden sarkan mütecessis ba§ nün tam orta yerinden, korkusuz, tehli lar var. Uzanan eller, iki üç gazete bir kesiz, gazetemi okuyarak ağır ezgi yüden alıp, geriye çekiliyorlar. Ey!. Gün rüyorum. Önümde bir güvcrcin, arkamda serseri bir kedi var. Gülünc, nisbetsiz bir uzun.. Vakit nasıl geçecek? Müvezzi başka tarafa saptı, kaybol alay halinde gidiyoruz.. Hergün bu saatte, balıkçılann başla du. Cadde kimsesizlığine kavuştu. Beklemekten ümidini kesmiyen ciğer tiryakisi nndaki tablalarm içinden balık aşıran Hkedi, kerahet vaktini geçiren akşamcılar manın arsız martileri tepemde aç ve çıl gm, çırpınıp duruyorlar.. gıbı uzun uzun esnıyor. Babıali caddesi tenha.. Cağaloğlu Tünele doğru yürüyorum. Meydanda, silâhını omzundan aşığ asmış bir süel tenha.. Benim gibi dolaşan bir iki meslektaş, sayım memurlan, polis ve asker.. Ismekteb talebesi yolumu kesiyorj tanbul, hükumet otoritesinin işgali altın Vesikanız? da!. Buyurun! Öğleye doğru mahalleleri dolaştım; Gazeteci olduğumu anlıyan genc nezaketle tekrar yol veriyor.. İlerhyorum. birkaç kapı çaldım; pencerelerdeki birer Tünelın yanından bankalara inen «yeni günlük zoraki mahpuslarla konuştum; yol» Beyoğlunun en cıvcıvlı geçidlerin komedilere şahid oldum. Bir evin geniş penceresinin önünde den biridir. Burada iki geçeli yahudıler oturur. Yokuş olduğu ve nakil vasıtalan yaşh bir kadın, başındaki namaz bezinin buradan geçemedıği için, dükkânlar da uclarile gözlerini siliyor. Karşısında oğlu ima sokağa, kaldınmlann üzenne taşar. veya damadı olacak bir adam da boyuna Kapı önleri birer küçük parlamento gibi kocakanya lâf anlatmağa çabalıyor: dir. Yaşh erkeklerle, her yaştan kadınlar, Canım, böyle şeyleri nereden çıkamerdıven basamaklannda gürültülü mü rıyorsun?. zakerelerde, münakaşalarda bulunurlar. Görürsün, bak: Dediğim çıkmazsa Bugün çıt yok!. Cumartesi kıbarlan, birşeycikler bilmem! Bir evin içindeki inkıbarlıklannı sayım şerefine bir gün tem sanlan saymak iyi değildir. Senesinin did etmişler, belli. Açık pencerelerin ö icinde, mutlaka sayılanlardan bir tanesi nünde beyaz sakallan, sırtlanndaki kürk ölür. Rahmetli dayım söylerdi.. lerin keleş samurile halt olmuş takkeli Simdi dayına sövdüreceksin, tövbe ihtiyarlar, kokmuş sokağa, irişilemiyen yarabbim!. bir «Arzı mev'ud» gibi iştiyakla bakıyoıBaşka bir evin kapısında, cin gibi, selar. vimli bir çocuk: Sayım efendü. Sayım efendi!.. Efendi amca! diyor. Şuraya topaBu ses bana.. cım fırladı.. Ne olur, alıp ta getiriverseBasımı kaldınp bakıyorum. Badanası ne? bir küf rengi almış, köhne bir binanın or Sen kendin neye almıyorsun? ta katından aşağıya sarkan ellibeşlik bir Devlet sokağa çıkmamızı yasak kadın, en iltifatkâr tebessümıle soruyor: etti, bizim. Sonra babamdan yirmi beş Bize ne vakit yeleceksiniz? lira ahrlar.. Benı galıba memur sanmış.. Güzel! Milletler, disipline, devlet ya Bilmiyorum bayan! Ben memur sağını saymağa böyle küçükten alışmalı!. değilim. Ötede bir fırıncı, fırınm kapı eşiğinde Oylesan nasin yeziyorsun? Mah oturmus: pusta koyarlar soram.. Ooo! diye söyleniyor. Çok şükür! O senin üstüne vazife deizil!. Nefe saldık. Üç gündür anamdan emdiBankalar caddesine indim. Domuz ğim süt burnumdan geldi. Allah vere de, sevmiyeceğini anlıyorum. Elbet te onun sevgisıle benim sevgım arasında fark olacaktır. Hayır; senin karın olmak istemiyorum. Senin hayatında daima o gızli rabıta, o saklı münasebet olarak kalmağa razıyım.. Resmî hayatma girmiyeyim... Ve sen ne zaman hayatının gündelik hakikatlerinden yorulursan, ne zaman, bu gündelik hakikatlerden kaçmak istersen en feda kâr bir dost, beraber gülünecek bir arkadaş, bin müşkülâtla yanına yaklaşılan bir maşuka olarak gel beni bul. Ben senı böyle seveceğim, böyle feragatle, böyle kanaatkâr olarak seveceğim. Ve böyle sevmeğe razı olunca çok mes'ud olacağım. Senin yanında azab çekmek bıte benim için saadettir... Benı bırakma, bırakma beni Allahaşkına, bırakma beni!.. Beni bırakırsan ölürüm.» *** Işte günler geçti. Günlerdenberi otelin bu odasında kapanmış bekliyor. Oteld^n dışarı çıkamıyor. Dışan çıkarsa geien mektub veya telgraf elime geç geçer, diye korkuyor. Iste gene bir hasta gibi sedirin üzerine uzanmış yatıyor. Bir mektub, bir telgraf bekliyor.. Fakat hiç, hiçbir haber yok.. *** Onar bin lira kazanan iki talihîi Konya Ereğlisi (Özel) Tayyare piyangosunun son keşidesinde 200,000 liralık büyük ikramiyenin sahiblerinden ikisi de Ereğlinin AyTancı nahiyesinde bulunan köy kâtibi Mehmedle demirci Hasandır. İkisinin ortak olarak aldıklan onda bir bilete isabet etmiş olan 20,000 lirayı aralannda taksim etmişlerdir. Ta lihlilerden köy kâtibi Mehmed fakir çocuklara ve demirci Hasan köy mek tebine yüzer liralık yardımda bulun mayı vadettüer. İskenderiyede yanan îtalyan gemisi Roma 20 (A.A.) Loyd Triyestino vapur sosyetesinin genel direktörlüğü, dün, İskenderiye limanında bulunduğu sırada tutuşan Oseanya vapurunun yanması hakkında vermiş olduğu bir tebliğde, gemi mürettebatınm yangını söndürmek hususunda Ingiliz harb gemileri, liman memurları ve itfaiye heyetlerile birlikte arkadaşlık duygularım fedakâtlık mertebesine kadar çıkardığını bildirmektedir. Altı kişi yiğitcesine ölmüş, yedi kişi de yaralanmıştır. bu sayım yann da, öbürgün de sürse. Soruvprum: Zarar etmez misin? • Ne zaran var, beyim?. Tablakârlar negüne duruyor? Onlarla gene ekmeğimizi dağıtmz. Karşıdan karşıya iki îhtiyar ahbab hasbihal ediyorlar: Murtaza Efendi! Topu duymazsak ne yapanz? Minareyi gözle.. Ramazandak^ gibi. Müezzin çıkar çıkmaz, top atıldı demektir. Oruc mu bu ki bozalım? Oruc, ya. Gürültü orucu! Bağırmağa alışmış seyyar esnaf ne yapar diye merak ettim, dostlardan birine sordum. Şu cevabı verdi: Onlar ekseriya hanlarda otururlar. Hanların avlularında da kuyular vardır. Onların içine haykırıp heveslerini alır lar!. Toptan sonra mezeci Fılipe uğradım.. Yandım! dedi, sorma! Neden? Bugün evlerinde kapalı kalan atıcılar bir haftalık rakıyı birden içtiler.. Gelecek pazartesiye kadar buraya artık kimsecikler uğramaz! Top «güm!» derdemez ortahğm manzarası görülecek şeydi. Istanbu'u, 800,000 talbesi olan muazzam bir ilk mektebe benzettim. Saçlı sakallı, disili erkekli bir yığm ahali, azad çıngırağını duymuş birer mekteb çocuğu sevincile kendilerini sokağa attılar!. Ercümend Ekrem TALU adımlarla hizmetçi kıza yaklaşıyor. Geniş odanın ortasında karşılaşıyorlar. Pembe tırnaklı, solgun tenli parmaklan kartı tutuyor. Ve gözleri küçücük beyaz kâğıdın üstündeki, küçük, siyah yazılara bakışlannda titreşen ümidleri döküyor m 1ar..." Fakat birden gözlerinin içinde bicer yanardağı tutuşturan ümid sönüveriyor. Kartın üzerinde hiç tanımadığı bir Lttn yazılı: Hasan Muzaffer Jstanbul Kimdir bu adam?.. Haydi yavrum atla... Atla bakayım. Mehmed atını odanın içindeki taburların üstünden atlatıyor. Perdeleri yarı inik oda adeta karanlık. Seza kuru bir sesle: Lâmbaları yakınız. Ziyaretçiyı kendilerini beklediğimi söyleyiniz, divor Kimdir bu Hasan?.. Kendinden ne istiyor?.. HİÇ Edebf Roman: 23 Nikâh aşkın tabiî bir neticesidir. Sevişmiyen insanlann birbirlerinden ayrıl ması en doğru ve ahlâkî bir harekettir. Birbirlerinden aynlmamak istiyenler, sevişen insanlardır. Onlar hiçbir menfaat hissi, hiçbir içtimaî mecburiyet olmadan birbirlerini istedikleri anda nikâhlanmışlar demktir. Bu arzu bittiği anda bu nikârh bozulmuş olur. Eğer beni sevseydin esasen kannla aranda bir nikâh kalmamış demekti. Se nin aklında nikâh diye hürmet ederek merbut kaldığın o rabıta bittiği anda cemiyetin karşısında yapması lâzım gelen resmî muameleleri yapmakta ne vicdanî ne ahlâkî bir güclük hissederdin? Onunla aynldığmı resmen tesbit ettirdikten sonra biz de seninle gider, nikâhlı olduğumuzu herkese öğretmek için belediye dairesinde bunu kaydettirirdik. «Karım» diyorsun o kadma!.. Demek Yazan: Suad Derviş senin sevdiğin kadın, kendine aid gördüğün kadın, o kadındır. O halde söyle, senin hayatında benim mevkiim nedir?.. Hayır bu şeyi devam ettirmekte hiç bir mana yok.. Aynlalım. Birbirimizi bu şekilde görmekte devam etmiyelim. Ya bana karşı olan sevgini herkese ilân et mek için onu bırak, benimle evlen; yahud da benden tamamile vazgeç. Ben yemin ediyorum. Senin başına yemin ediyorum ki İstanbula döndüğüm zaman saklanan kadın ben olmıyacağım.» *** Bu mektub çok daha uzundu. Sahife, sahife hep ayni tarzda söylenip durmuş ve mektubu: «Yalvarırım sana, sen de bana yardım et. Benim enerjim kâfi gelmese de beni bu azabdan kurtarmak için ne lâzımsa yap... Bu sürünüşün bir nıhayeti gelsin.» Diye yazmıştı. Ve bu mektubu daha Kapıya vuruluyor. Seza yerinden doğruluyor, kalbi kuvvetli, kuvvetli çarpıyor... Ve adeta heyecanmdan titriyen bir sesle: Giriniz! Diyor. Kapının önünde sarışın bir oda hizmetçisi var... Beyaz bonesının altın dan fırlamış san saçları, kırmızı yanaklan ve minimini birer noktayı andıran mavi gözlerile içine fazla ot tıkılmış taş kafah bir bebeği hatırlatıyor. Elınde gümüş bir tepsi, tepsinin ıçinde beyaz bir kâğıd. Seza heyecanla: Mektub mu? diye soruyor. Hayır bir kartvizit... Aşağıda bir ziyaretçi sizi görmek istiyor. Bir ziyaretçi mi?.. Benim için mi?.. Evet efendım. Onu birisi görmek istiyor.... Ne olmıyacak şey... Bu koca şehirde o kimseyi ama hiç, hiçbir kimseyi tanımıyor. Kadbi tatlı bir ümidle doluyor. Bu ümıd kalbıne o kadar zevk venyor kı, kalOdaya biraz sonra giren erkek, siyah bi adeta acı, acı sızlıyor.. Onun burada saçlı, esmer ve çok temiz giyinmiş bir inbu otelde olduğunu bilen yalnız Atıf«de san... Kendisini takdim ettikten sonraı ği! mi?.. OBUB »ual tormauna vakit brrakmMİan: Ve yerinden kalkarak, adeta koşar (Arkası var)