16TeçrinİMnil93' 11 #\ Müteharrik resimleri kim icat etti? Amerikalılar bunun şerefini üzerlerine almak istiyorlarsa da ilk mucit bir Fransızdır... Miki Mavz ve saire gibi müte harrik resimlerin ilk mucidinin kirn^ olduğu Fransızlarla Amerikalılar arasında miihim bir ihtilâfa sebe biyet vermis ve bu yiizden her iki milletin »inema âlemine mensup insanları arasinda büyük bir münaka, sa çıkmıstır. Fransızlara nazaran müteharrik resimleri ilk vücude getiren Emil Kol isminde bir Fran • sızdır. Amerikalılar ilk olarak o • nun yaptiğı bu kesfi ıslah ederek bugünkü mükemmel tarzmı mey • dana çıkarmıslardır. Emil Kol üçüncü împaratorluk zamanında muhtelif gazetelerde karikatürist, ressatn olarak çalıçmıştır. Meşhur karikatürist Andre Gillin talebesi ve dostu idi. Bugün 78 yaşında bir ihtiyardır. Ihtiyar bir Franstz sinema mecmuasına eski hatıralarını su suretle anlatmıştır: « 1904 tarihinde idi. O zaman Gaumontta uzunluklan en fazla yüz mehroyu gecmiyen filimler göateriyordum. Bu filimler bir takım havalî fnevzuları canlandınyordu. O kordelâlara hileli kordelâlar i«mi veriliyordu. Meselâ bunlardan biri görünmiyen bir elin ekmeği, sucuğu kesmesi, bir tanesi de bir patatesin kendi kendine soyulması idi. Sonra dSkkâniardan satm al • dıçım alelâde bebeklerle birtakım sahneler tertip edetrk onlann filimlerini çekmeğe başladım. Macuf Faust operasının taklidi bu suretle vücude geldi. O vakit sinemanın her saniyede ve iki manivelâ çevirisinde 16 muhtelif hareketten tesekkül ettiğini anladım ve kendi kendime dedim ki: «Bebeklerin hareketi ye rine komik hareketlerin muhtelif jestlerini ayrı ayrı resmedecek o lursam muvaffakiyetli bir netice elde etmem ihtimali vardır.» Yalnız her sahnede bir saniye devam edecek müddet için 16 resim yapmak, bir kordelâ için ne uzun bir çalısma, tasavvur edin. 1906 senesinde tüylü şapkasile ve büyük kıhcile bir jeneral yap tım. İste bu, müteharrik resimlerin ceddidir. Filmin uzunlugu ancak kırk elli metro kadardı. Tam 3,600 resmi ihtiva ediyordu. Bu ilk müte • harrik resim filmi 1908 senesi ağustosunun 17 sinde sinemaya tahvil edilmiş olan Gymmas tiyatrosunda gösterildi. Onu daha uzunca olan «Kuklanın korkulu riiyası», «Şeklini değistiren adam», «nes'eli mik roplae» kordelâları takip etti. 1908 den 1925 e kadar üç yüz kordelâ vücude getirdim. Bunlann mevzularını kendim buluyor, senaryolarını kendim tortip ediyor, re • simlerini de tabiatile kendim çizi yordum. Ustat, hiç Amerikaya gitme diniz mi? 1912 de hesabma çalıstığım «Ekler» müessesesi Amerikadaki filimlerinin ıslahı için beni Nev yorka gönderdi. Vaktile imtiyazııu almamıs olduğum için müteharrik resimler orada da taklit edilmisti. Vakıâ onlar benimkiler kadar ku j sursuz değildi ama, iki sene sonra l dökülen paranın fazlalığı sayesin ' de benimkini geçtiler. I Emil Kol sözlerini burada kesmiil ve bütün kâsifler, raucitler gibi eserinin kendisini milyoner yapacak muazzam hasılatını elinden kaçır<l"Sı için büyük bir teessür göster memiştir. İste bugün Silli senfoni, Miki Mavz gibi müteharrik resimler filimlerinin ataları o ihtiyar Fransızın kafasından çıkmıs olmakla beraber is Amerikada akla hayret verecek derecede ilerlemistiır. Bu kordelâ larla uğrasan kumpanya senede 26 filim vücude getiriyor. Bes on kisilik bir heyet üç dört günlük bir çalışma neticesi her filmin senaryosunu hazırlıyor. Sözler ve sesler noktası noktasına hazırlaniyor. Sonra resimlerin yapılması elli res«am arasında taksim ediliyor. Bunlardan bir kısraı sade çizgi işile, ötekiler boyamakla mesgul oluyorlar. On bes san'atkâr bunları altı zi yadar bir cam üstünde ipekli kâğıda geçiriyorlar. Arada yekdiğerini takip etmiyen aksamıs hareketler varsa bunlan çıkarıyorlar, yahut düzeltiyorlar. Hareketlerin musiki ile uygun olabilmesi için her ha reket saniyenin yirmi dörtte biri zarfmda geçebilecek tarzda tanzinf olunuyor. Bundan sonra resimler mika üzerine beyaz, esmer, siyah olarak ihtiyaca göre resmediliyor. Artık müteharrik resim filmi vü • cude gelmistir. Sesler de konunca tamamlanıyor. 200 mebroluk bir müteharrik resim filmi bizim pa • ramızla 25, 26 bin Iiraya malolu • yor. Ne para ve ne uğrasma de ğil mi? Holivuta giderek' filim çeviren Eskimolar «Eskimo» fibninin küçük kahramaPî sinema payitahtında gördüklerini anlatıyor «Eskimo filmini çevirmek üzere Holivuda gelen hakikî Eskimo çocuk Romes Hunoruk sinema mer • kezi hakkmdaki ihtisasatını yazmıs ve Amerikalı meşhur dil mütehas sısı p<rofesör Pear Long bu yazıyı eskimocadan ingilizceye çevirmi? tir. Bu şayanı dikkat yazıyı biz de alıyoruz: «Holivuda geldiğim zaman bütün malumatım mahirane Fok balığı vurmaktan ibaretti. Yolda bu sinema merkezinin çok fena bir yer olduğuna dair gerek babam ve gerek ben bir sürü sözler isittik. Fakat babam: Rejisör Van Dike itimadım var.. Yolumuza devam edelim, de Van Dikle memieket'mizde bütün yaz geceleri de dahil olmak üzere çalısmıstık. Buzlar üstünde günlerce Fok balığı avladık. Rejisör bir aralık hasta düstü. Ona rağ« men çalısmaktan geri durmuyor, arasna komik hikâyeler de anlatıyor du. Holivutta sapka seklinde kazinolar, gem: seklinde evler, ne ler, neler varmış.. Bir gün bize: Ey, haydi bakahm, dedi, filmi bitirmek için stüdyolara gitmek zamanı geldi. Bir tayyare geldi. Bizi alıp vapu ra gİ'Hirdü. Oradan şimendifere b»n dik. Buraya geldik. Stüdyoda is olmadığı günler babam beni filim sirketinin mektebine gcnderiyordu. Orada hesap ve birçok diğer dersler öğrendim. Sonra buzlu çikolata yemeğe alıstım. Memleketimizde bir çok buz var da çikolata yok, ne fena sey! Stüdyoda birçok ahbaplar ka zandım. Ted Aleksandr, Ceki Ku • per, bunlar benim yasımdakiler.. Büyükler ve kadınlar da beni sevdiler. Meselâ Janne Harlov bana bi kitap hediye etti. Operatör sinema makinesi nasıl isler batta onu gösterdi. Babamla at camfc»»l»««««in«» gittik. Orada en hosuma giden »ey, bir J « m U bfr boğanın döğUsmesi ola du. Herkes endise ve merak içinde idi. Ben yalnız zevk alıyordum. Fakat adan boğaya şiş saplayıp ta onu öldiirünce ağladım. Çünkü, biz memleketi • mizde hayvanları yalnız aç oldu • ğumuz zaman öldürmeği aklımıza getiririz.. Baska zaman asla!.. Ablam Mala ile birlikte stüdyonun yanmda tiyatroya gltt'k. Orada Jhony Wüssemuller ile Jhon Barreymore ile görüstüm. Jhon Barreymore bizim memleketi çok iyi tanıyor. Bana orada bir Ren geyiğini nasıl öldürdüğünü anlattı. Anladım ki çok usta bir avcı imis.. Bütün yıldızların resimlerinden birer tane aldım. Hepsini memle ketime götüreceğim. Yalnız kırmizı balıklarımın öldüğüne çok mıiteessirim. Onlar o kadar güzeldiler ki bizim memleketin bahklarına kat'iyyen benzemiyorlardı. Burada sevmediğim b'rşey kö • bul tlti. Sonra «Karnavab *daka peklerin çok olmasıdır. Hele Jan • sorra başka filimler.. nette Mac Donaldm bir köpeği var. Bununla beraber, Villy Först ak Alnındaki tüyler burnuna kadar törlüğü de büsbütün te> ketmedi. düsmüs, gözleri görünmüyor.. BurViyanada iki film arasmdaki isti • nunun ucu o kadar soğuk ki.. Bu rahat zamanlarından kısarak Ber • köpek bizim memlekette olsa dona Iine gidiyor, orada gene hayallerini ölür. Joan Kraufordun da «Upik» beyaz perdeye aksettirmekte devam isminde bir köpeği var.. Fakat bu eyliyordu. İste Magda Şneider ile fare kadar birsey.. oynadığı «Niste bir bahar gecesi..» Biraz da çevirdiğimiz filimden işte, «Karnavab ın kahramanı Pabahsetmiyeyim mi? Bu filimde biula Vesseley ile oynadığı «bir ask ta zim memleketimizdeki hayatımız böyle bitti!» tamamile görünüyor.. Amerikalı dostjarjndan rejispr A1»k Peter Malaya verdiği sözü tutmu • yor. O da elinde bir kargı ile ona kovalıyor. Bir gün stüdyonun mektebine Vallace Beery geldi. Benimle ve hocamla konustu. Niçin beni mektebe gönderdiklerini sordu. Ona ne marifetler öğrendimse hepsini gösterdim. Cem, tarh, zarp, taksim yap tım. Şiirler okudum. O zaman mem nun oldu: 10 yaşında küçük bir Eskimolu için çok iyi! Dedi. Holivudu çok sevdim. Fa • kat memleketime, annemin yanı • na döndüğümden dolayı çok memnunum.ı ne orada yeni bir proje kurmakla mesgul.. Gözlerimize ve kulaklan mıza harpten evvelki Viyananın gü zelliklerini, nes'elerini, asklarını aksettirecek «Mazürka» yı hazır • lıyor.. O güzellikler, o nes'eler, o asklar ki, bunları tatmif olan lar dünyada unutanaadıklarını hâlâ tekrar edip duruyorlar. Yakartda sağda: Mary Karleyl operatörden sinema tekniği oğreniyor. Yukarıda solda: Doroti Yordan biraz sonra çevireceği bir sahne için kuvafürünü düzeltiyor. Ortada: Uzun bir aynhktan sonra sinemaya dönen *Tufan> filmi kahramanı Peggi Şanon. Solda: Komik Jimmi Dusant makiyajtnı yaparken bile tuhaflıktan vazgeçmiyor. Sağ da: Vallace Beery manevi kızi küçük Anla birlikte, duvarda son filmi «Viva VUla!> daki hali. Berlinde aktör, Viyanada rejisör olan san'atkâr «Bitmemiş senfoni» filmi dünyanın her tarafında olduğu gibi biz de de büyük muvaffakiyet kazanIstanbul halkı iki hafta bu kordelâyı gösteren «Sümer» sinemasını geceli gündüzlü doldurdular. tnce, hassas bir aşkı, Şubertin tatlı me lodilerile çerçeveliyerek tasvir eden bu san'at eseri ayni zamanda tek • nik noktasından da kusursuz de nebilecek bir mükemmellikte idi. ftanbulluların böyle bir filime temet veriyordu. Fakat diğer yerlerde su veya bu gibi, alelâde bir jönpı ömiyeden baska birşey addolunmuyordu. «Bitmemiş senfoni» ona dünyayi dolaşan bir söhret temin etti. Buna rağmen Villy geçen gün Viyana gazetelerinden birinin muharririne: Bitmemiş senfoninin ancak bir basIangıç olduğunu, diğer eserlerinin onu takip eyliyeceğini söylüyordu. Evet, «Kannavah ve d'ğer bir filmi daha var.. Allah verede inkisatrı hayale uğramasak! *** Villy, gerek anası, gerekse ba • bası cihetinden saf b'V Viyanalıdır. O sehrin her sakini gibi onun da ruhunda Viyanalılık he<~ seye hâkimdir. Sahne ve filim aktörlüğile re • jisörlük hayatında simdiye kacar hep bu zihniyetle çalışmış, Viyanalılığa temas etmiyen eseıleri ancak zoraki oynamıs ve yapmıştır. Villy çocukluğundanberi aktör • lüğe heves ediyordu. Fakat vakit ve hali yerinde bir fabrikatör olan babasile, sefkat ve muhabbetile üzecinde büyük bir nüfuzu bulunan annesi razı olmadıkları için bu mesleğe pek küçükken giremedi. An cak harp sonu hasıl olan buhran, herkesi kendi basının çaresine bakmaya mecbur ettiğinden Villy de Viyanadaki Sasa Film stüdyola rına figüıran sıfatile girdi.. Ayni vazife ile sehir tiyatcosu ve «Viyana tiyatrosu» sahnelerine çıktı. Bazan bir Romalı asker, bazan bir revü delikanlısı oîuyof, her aksam yeni bir sahsiyet takınıyordu. Kazandığı para, ancak karnını doyurmasına, orta halli bir pansiyonda yatabil • m^«»ne kâfi geliyordu. Villy bu isin sade maddî değil, manevî vaziyetini de beğenmiyor, o dahil olduğu meslekte daha yükseklere çıkmak istiyordu. Viyana • dan 12 saatlik bir mesafede bir başka san'at merkezi, Berlin vardı. Hem orada Maks Reinhart, V. Barono vski, Friçbang, LuDa Pik, Dupont, Pabst gibi dâhi sahne vazıları en güzel eserlerini meydana getiri yorlardı. Villy de bunlarla beraber çalısmak arzusunda idi. Kim bilir belki de bir gün ocıların mertebe • sine çıkmak ülküsünü de besliyordu. Villy Först bir taraftan «Bitmemiş Senfoni» gibi güzel filimler çevirirken öbür taraftan da san'atkârhk hayatma devam ediyor Aktor Villy Fbrst hacümleri bize onlann zevkinin yüksekliği hakkında çok nikbinane bir fikir verdi. Bu filmin istisnaî bir tarafı da, şimdiye kadar sahne vaziliğile değil, yalnız aktörlükle söhret bul mus «Villy Först» ün rejisörlüğü altında vücude getirilmesidir. Vakıâ Villynin parlak gözleri, ölçülü hareketlerile ötedenberi kuvvetli bir iradeye sahip olduğu hissediliyor du. Memleketi Vıyana ona çok kıy Berlinde ilk vazife olarak kendisire R'chard Oswaldm füminde küçük bir rol verildi. O andan iti • baren Villv Först bütün çalışmasını sinemaya hasretmeği kararlastırdı. Aradan seneler geçti.. Delikanlı san'at merdivenini basamak basamak çıktı. Alman sine ma âleminin en meshur jönprömiyelerinden biri oldu. Sesli, sessiz birçok filitnlericıi biz de zevkle seyrettik. Lâkin, Villy hâlâ memnun değildi. O, rejisördükte de ayni muvaffakiyete kismek istiyordu. O iste Rejisör Villy Först daha büyük bir istidada sahip ol • duğuna kanidi. Onun bu kanaatine sandr Korda, Holivut ve Romadaki Berlin mehafili istirak etmediği için birçok müesseseler, kendisine tek Villy de Viyanaya müracaat etmek liflerde bulundular. Fakat o hiç bimecburiyetinde kaldı. Vaktile figürisini kabul etmedi. Çünkü ona il • ran olarak çalıstığı Sasa • Film, ham ancak Viyanada geliyor, o, en Şubertin hayatına ait «Bitmemis güzel esererini ancak bu doğduğu senfoni» kordelâsını çeviırmeği ka • , sehirde yaratabiiiyordu. Şimdi ge •