EM YEK e ge O gün hep bersber ; Boğaza, Sulara gitmeğe karar vermiştik. Maksadımız şöY- le Boğazın yüksek, rüzgârlı tepelerinden birine çıkmak, iyi su membalarından bi- sinin civarında güzel bir yemek yemek, ondan sonra birkaç saat bir gölgede sut üstü yatıp dinlenmekti. Daha birkaç gün evvulinden hazırlıkla- rıumızı yapmış, yola çikârken — sanki pek uzuklara gidiyormuşuz gibi — yane mıza epeyce nevale almıştık. Bütün bunlar yetişmiyormuş gibi işi- mizden biri: — Aman çocuklar büyükçe bir karpuz da alsak... dedi, ne güzel keser, şakir şa- kır yetiz... Ban itiraz etlim; — Canım karpuzu da kim taşıyacak? Hele büyük olursa... Zaten araba ile yarı yola kadar gidebileceğiz. Tepeye kadar çıkan £ Ondan sonra güneşin altında w dik yokuşu tırmanacağız. Bu mcakta bari “kümüz hafif olmalı... Lâkin benim sözümü" dinlemediler. İlle karpuz itiyorlardı. Karpuz da karpuz... Bunun üzerine ben de oyun bozanlık et- memek işin sesimi çıkarmadım. Bir ma- nav dükkânının önünde durduk. Arka» daşlarıznız örasında Şakir her şeyden, bile hassa ka/ı.n, karpuzdan son derece iyi anladığını s€yl <1... Bunun için daha ma- nav dür kâpma yaklaşırken Şakir: — Karpuz işini bana bırakın... dedi, | #ize eyle bi: karpuz seçeceğim ki yerken parmaklarınızın ucunu da koparıp yu- tarsanız karışmam. Çünkü benim seçti- ğim karpuzlar > kadar güzel, o kadar lez- zetli çıkar... O karpuz sezmek hususunda kendisini o dezece üstad gösteriyordu ki yanında kimse: sAcaba şu karpuz nasıl?» deme- ğe cesaret edemiyordu. Lâkin bu aralık benim gözüme mana- vın dükkânının önüne ve sapından bir ya- ya astığı karpuz ilişti. Yay oynadıkça bu karpuz da yukurı, aşağı hareket ediyor- du. Bu kabuğu beyaza yakın açık renkte bir karpuzdu. Karpuzdan hiç anlamam. Fakat ku karpuzun görünüşü bende onun iyi, İezzetli, tat ve sulu olduğu tesirini uyandırmıştı. Bif atalık onu elimle de müuayen » ettim, Bu esnada kabuğunun üzerinde çakı ile oyulmuş bir isim dikka- time çarptı, Bu manavın tai, yoksa karpuzu yetiş tiren tatl: sahibinin mi ismiydi? Bilmi- yorum. Yalnız karpuzun üzerinde eHam- di Şekuzsatan» ismi okunuyordu. Her halde büyle kabuğuna çakı ile isim filân yazıldığına ve sapından yaya aml- dığına göre, bu karpuza daha hususi bir ehemmiyet veriliyor demekti. Kendi ken- dime: «Muhakkak ki bu karpuz iyi bir şey olacak» dedim, Karpuz seçme üsta- dı arkadaşıma: — Şakir şuna da bir kere bakar mısın? İyi bir karpuza benziyorl... Şakir karpuzu yayından çıkarıp evvelâ söyle avuçları içinde hoplatarak ağırlığını tarttı, Sonra onu sağ kulağına götürüp parmakları ile sıktı. Sanki karpuzun için- den kulağına gayet ehemmiyetli sesler g2- Tiyormuş gib: bir hali vardı. Nihayet du- dağını bükrü ve demindenbeti #es3izce etrafında bekliyen bizlere kararını bil- dirdi: — Bu karptvz yaramaz!... Bundan soncu bana dönerek büyük bir filozof tavrı ile ilâve etti: — Azizim, kadının ağırından ve kar- puzun hafifizden yaşmal... Bu sözü pek beğenmiş olacak ki kendi kendine tekrarlayıp düruyordu: — Evet... Evet, kadının ağın, karpu- zun hafifi... gi Benim güsterdiğim açık renk kabuklu ve üstü yazılı karpuzu manav medhediyordu. Lâkin Şakir bunları din- ler mi?... O başka kocaman bir karpuz seçti. Parasın verdile. Herkesin elinde ta- sıyacak bir şey ardı. Yalnız o zamana kadar benim elim, kolum boştu. Bunun in o koca karpuzu da bana eKadınım ağırı, karpuzun ha kendisine düstur ittihaz eden Şaki de öyle bir karpuz seçmiş d Kan ter işinde tepeyi tızrnanırken elim- deki yuvarlak meyva bana — hani Edir- nekapıda Fatihin kullandığı mermerden havan topu gülleleri vardır ya — onlar kadar ağır geliyordu. Kollarım kopmuş tu. Lâkin Şukir bana cesaret vermek için: — Gayre. kardeşim gayret!... diyordu. Biraz sıkıntı çekecekain atama tepede bu- mun zevkini çıkazacağız... Elindeki kar puz değil, bir hazine, bir şeker kutusu... Bu kadar yorulmağa, kan ter içinde kalmağa mukabil bu karpuzun berbad bir şey çıkacağına hiç şüphe etmiyordum. Hattâ arkadaşlarımda da ayni hiz uyanmış olmalıydı ki artık işi alaya dükmüşlerdi. Şakire soruyorlardı: — Şakir... Bizim karpuzum çekirdek- leri beyaz mı, siyah mı? — Simsiyah azizim, simsiya' tâ küçük siyah çekirdekler... den yemek odalarına asılan taş basması meyva resimleri vardı... Şeftaliler, kara ve bayaz üzüm salkımları arasında bir dilim kıpkırmızı karpuz... Üzerinde kap- kara çekirdekler.. İşte bizimki o cinsten bir kapuz... Nihayet tepeye çıktık. Amma ban bit- miştim. Sıcak da şiddetini arttırdıkça art- tırmıştı, Hararetten ağzımızdaki diller damaklarımıza o yapışmıştı, o Hakikaten burada sulu sulu karpuz yemek, tadına doyulmaz bir zevk olacaktı, Fakat iş karpuz iyi çıksın... Tepedeki gazinocuya: — Şunu su içine koy da soğutl.., diye karpuzu verdik. Sofra kuruldu. Artık karpuz da soğu- muş olacaktı. Onu getirtik. Şakir bir kahraman tavrile bıçağı eline aldı. Kar- puzu kesti... Bir de ne görelim? Karpu- zun içi bomboştu ve küflenmişti. Ba sıraad tm karşımızda sofralarım ku- ran bir grup karpuz kösiyorlardı. Dik- katle baktık. Bu, bizim manavda gördü- &ümüz ve Şakirin beğenmediği açık renk kabuklu v. üstü yazılı karpuza pek ban- ziyordu. Lâkin karpuz kan gibi kırmızı çıkmıştı. Çekirdekleri birer siyah inci gi bi göz alıyordu. Onu kesen adam bir di- lim yedikten sonra: — Bal mi? Şeker mi? Karpuz mu?.. Ne nefis şey1... Yani bir dilimi bir lire- ya değer yahu... Karpuzun dilimlerini bütün bütün kes- &. hiç bozmadan göbeğini orta yerde bi- rakı. Ondan sonra da arkadaşlarına: — Şu hale bakın yahut... dedi, Lezzeti de manzarasındar. güzel... Tevekkeli ma- nav bunu gükkânındaki yaya asmamış... Tevekkeli üzerine «Hamdi Şekermtan? diye ismini yazmamış! Bu söz üzerine hepimizin neşesi kaç- muşta, Sa'irin beğenmeyip hor gördüğü açık renk kabuklu karpuz ondan müthiş bir intikam almıştı, Fakat Şakir bize; — Nafile, diyordu, o karpuzun uzak- tan manzarasına aldanmayın... Rengi iyidir amma lezzeti beşpara etmez. Malüm ya, âcizane karpuzdan ve kadın- dan anlarız... Biris: murıldandı: — Eğer kadından da böyle anlıyor. sanl... Hikmet Feridun Es Esrarlı Yüzük AŞK ve MACERA ROMANI 'Tefrika No. 38 Nakloden: (VA - NO) —— Ne diyor? — İşlerinden bahsediyor; muamelele- rin takin olunmasını emrediyor. Hamiş olarak: da: «Hamili varakayı görünce şaşıracaksınız... Hattâ belki onu ben sa- macaksin:z... Çünkü ikiz kardeş gibi bana benzer!» diyor. «Kendisine fevkalâde ittmad edebilirsiniz.» ocimza€ Sarıvasıf paşazade Raif. C mil; — A... İşte bu, pek kıymetli bir ve- sika! — dedi. — Aslı sizde mi? — Aptal değilim... Bu vesikanın aslı sarraf Abdürrezzak müessesesinin dos yalarında duruyor. Bende de bir fotog- rah va. — Abdürezmk dediğiniz adamla müesesesinde çalışanlar Raif beyin ben- zerini kuturlıyorlar mı? — İhtiyar bir muhasebeci fevkalâde benzeyiş karşısında pek hayrete düştü. Zünü söyledi. — İsmi? — Muhassbecinin mi? — Payır efendim... Benzediği ada- ün... —: — İmza atmamış md... Bir iz bırak. “0k vak vah... — Evet, izinin bulunmasına yardım | edecek hiç bir işaret bırakmamış... ! Ka ee ei a al eee Cemil, mektup muhteviyaunı düşüne bir biraderi olmasın?... Belki onun pe- şinden o da seyahate çıkmıştır. Irak'ta bukigeseylard er. — Düşünülecek şer.. Fakat kardeş olmıyan insanlar arasmda da benzerlik» lere raslenır... Bir an düşündükten şonra, Cemil; — İkincisini de anladık! - dedi. - Şim- di şa üçüncü delile gelelim. O neymiş?, Hacı Esad: e ben eek e beder; lam değil! - dedi. - Zira yaşı epeyce iler- lemiş bazı Arapların şehadetina istinad ediyor. Bunlar, bir ayağı çukurda kim- seler... Hem esasen dava burada açılaca- ğma göre, Türk adliyesinin huzuruna ka» iie gelelim... Doğrusu müthiş bir ma: dar o İraklıları celbetmek hayli müşkül olacak... Dil bilmezler. Sonra, nasl top- lanıp getirilecekler? Bu adamlar ne anlatıyor? — Anlatıyorlar ki, fi tarihinde köyle- rinde ayni boyda, ayni biçimde va biri- birlerine tıpatıp benziyen iki Türk on- ların arasında bir müddet yaşamış... Hep beraber gezerlermiş... Kendilerini ayırd. Sıtma mücadelesi — ; Trakyadaki mücadele çok iyi melieelss veriyor Edirne (Akşam) — Dört sene evvel Trakyada ilk defa olarak sıtma mücade- le teşkilâtı (aaliyete geçtiği zaman hemen her köy ve kasabada sıtmalıların adedi büyük bir yeküna baliğ oluyordu. Köylere 'de sıtma yüzünden birçok üşlerin geri kal dığı, harman ve hasadın zamanında yapı ğı en çok görülen hüdiseler- Dört sene zarfında sıtma mücadele teş» kilân bilhassa köylerde faaliyetini arttır- mış ve bütün sıtmalılar devamlı ve esaslı bir şekilde tedavi edilmişlerdir. Bu vazi- yete göre 936 yılında 37.425; 937 de 53,489; 938 senesinde 59,085 ve 939 senesinde de 34.954 ki cemun iki yüz altı bin dokur yüz elli üç kişi tedavi edil- miştir. 1940 senesinde temizlenen derelerin uzunluğu doksan bin yüz beş metredir. Ayni zamanda muhtelif gö) ve bataklık- lar için birçok kanal açılmış ve temizlet- trilmiştir. Bu sayede 31,040 metre mu- rabba bataklık kurutulmuştur. 1940 ser nesi zarfinda, haziran nihüyetine kadar BÜYÜK HALK MASALI Yazan: İSKENDER FAHREDDİ Tefrikn No. 17 Senin geldiğin gündenberi rahat uyku uyuyamaz oldum, meğer sen ne belâlı, ne uğursuz bir adammışsın de rincir vuramazlar ya, Diyerek teselli buluyordu. Garibin sâğt ve tohammill kudreti o kadar çoktu # onun çektiği Iztırana, ondan başka © kimse duyunamazdı, Garip o gün, kendisine su veren bekçi kapı deliğinden seslendi: — Ne olur, ey güzünü sevdiğim aği Şua aslan Dedeye bir habereik sal dâ felâiketten kurtulayım, Emin ol ki, buradan kurtulmak için yalyarmuyorur güneş» müiehassirim. Eğer, onunda P# desti su gibi getirilmesi mümkün ol yi sana: — Şu destiya buyün de su yerli güneş doldur! diya yalvaracıklım, H ki, bu mürakün, değil O Maide sen b i >; gözlerim ışığa hasret çeki isi ser bir sesle buğırdı; ydi, çeneni $uf,, yat, uyu, god orada. Köşkümüze geldiğin gündenieii rahatım kaçtı. Her gün atımını biri giğ Papanın kâkyası yaman bir adamdı. Rir Xu3 vurmak istediyse da, buna mu- olamadı. O. Ayık Garibi Âşık Garip zincirlerle konuşuyor.. Âşık Garib, Allahlar ümidin! kesmemişti. Bulunduğu zindanın Laşlı dim umuyor? — Siz, irsanlar kadar merhametsiz de- ğilahiz.. Buraya, aramıza geldiğim gün- denberi, bana: — Niçin geldin? bile deme- diniz. Gerçek, benim de kabahatim var. Size derdimi açmadım. Itıraplarınım se bebini medim, Başımdaki ateşi kim gı, gözlerimin #çini bu görmez kıvılcım- larla kim doldürdu? Bunları wize bildirme- dim, Derdini şsöylemiyen, derman bulmaz; derler. rından bile yar. | cektir. 13,447 kisi muayene ve 6806 kişi tedari edilmişlerdir. Dört senelik bir mücadele ve tedaviden sonra köylü tekrar sıhhatini ve neşesini Diya aöyleniyordu. Bir aralık başını du- vara daytdı... Gene taşlara hitap elti: Ben, deri urlağı aramıyor? taşlar, kara taşlar! Ben, kendi ka! a ei içinde dolaşan bir kaplumbağa gibi, bu ve eski kudretini elde eti yükü ölünceye kadar çekeceğim. Eğer ken- derd ortağı ni > iğ Adana kazalarında tedkikler Adana (Akşam) — Kadirli ve Kozan kazalarında tedkik seyahatinde bulunan Adana valisi Faik Üstün, Zirast müdü- sü Nuri Aycı, Su işleri müdürü Hikmet Turat şehrimize dönmüşlerdir. Bu kazalarımız için iyi salar bulunmuş” tur. Bu ihtiyacın temini cihetine gidile- dre gelip, başınızdan geç ri Eğor buraya güneşin ışığı girmiş olsaydı, sizin çehrelerinizi daha iyi seçebilirdim. Şimdi yüzünüzdeki çizgileri göremiyorum... Burada tıpkı bir Kör gibi, hattâ kendimi göremiyorum. Gülüyormusunuz?.. Ağ- usunuz?. Neşellmisiniz?. Kederli. misiniy?,. bilmiyorum. Ah, güneşi görerek yaşamak, ne büyük bir saadeimiş.. Ben onun kiymetini bilmez, sirtimi güneş iste tığı zaman, gölgelik bir yer arardım, Âşık Gari birdenbire titredi. zindanın İçinde bir ses duymuş gibi, başını duvar. dan çekti: — Ne 0? Bana cevap mı veriyorsunuz? Bu #es, kimin, hanginizin sesiğir? Garibin bacağındaki zincirler, korkunç bir şakırta İle Âşık Garlba cevsp veriyor gibiydi. Garib, duyarlardan sonra, #incirlerls ko- nuşmağı başladı! — Sizden Kiş korkmuyorum! Siz de In- Kadirli ve Kozanım zirai vaziyetleri memnuniyete şayan görülmüştür. Zeti- yat geçen senöye nazaran yüzde otuz beş | fazla ve kalite de fevkalâdedir. | Çukurovada meyva ıslah ediliyor Adana (Akşam) — Çukurovada yaş ve kuru meyvaların ıslahı için ziraat teş kilât çalışmalarına devam ediyor. Bah- çe sahiplerine yeni usuller tavsiye edil- mektedir. ie Sanların yaptığı, insan gurur ve usamefi- n nin yarattığı mahlüklar değil misiniz? Trakyada eski eserler Bacak'arını oynattı. zindanın içinden araştırması yükselen zincir şakırtıları kalm duvarlara Aâkâederek, parde perda dağılıyordu. Âşık Garib birdenbire haykırdı: — Anamdan, kardeşimden, yuvamdan ve nihayat sesgilimden aynlip gurbet İline geldiğim rl yüzüm gülmedi. yü- zümün gül istemiyorum da. Çünkü ben, Şahsanem! gördüğüm gün güleceğim. Ona kavuşmadan yüzüm gülerse, önu unut- tum demektir, Bütün bu üyriliklara kat- Janıyorum amma, şu bacağıma vurulan zincire tahammül edemiyorum. Meğer ben Bünavarmışım da fâtkında değilmişim. He- İs şu sağ Bacağımdaki zincirlere da bar... Bal.| dırımı, kerpotene sıkişmiş bir parmak gi- | bi, öyla tazyik ediyoz ki... Fakat bon, baca- ğını aslan ağzına kaptirsam bile, sesimi çıkmam. Şu zincirlerin kulağı olsa da, be- nl işitse, Teprandi.. kollarını idirip kaldırdı. ye- rinden fırlamak isladi. biç birini yâpa- madı. Bacağındaki zincirler ona: — Sen, bir yere gidemezsin! — diyordu. Garibin bacaklarında kuvvet kalmamıştı. O artık iradasine de bükim değildi. Bacaklarını kıpırdatamıyor, kollarını oynatamıyor e yerinden kalkıp, kendini duvardan duvara, taştan taşa vuramıyordu. Garip: — Sorbes kalan bir ağzım var. dilime Edirme (Akşam) — Trakya umumi mülettişliğinin Maarif Vekâleti nezdinde- ki teşebbüsü üzerine gönderilen o müte- “ hassıs Rüstem Duyuran İpsalanının İbrik- tepe nahiyesindeki tarihi (Harala) kale- sine gelmiş ve incelemelerini bitirmiştir. Bu tarihi kale üzerinde yapılan araştır- malar neticesinde çanak, çömlek parça- lan ele geçirilmiştir. Ele geçen arasında astarlı, sarı ve beyaz, yeşil sırlı malzeme de vardır. i bu kale ile | Trakya Umumü müfet elde edilen eşyalar üzerinde küçük bir ilim heyetinin incelemelerde bulunmasını faydalı ve lüzümlu gördüğünü alâikadar- lara bildirmiştir. Apartıman sahipleri Boş duirelerinize hemen iyi Kiracı bulmak için sAkşamaın KÜÇÜK İLÂNLARIndan isti. fade ediniz. lke Eler Be ek kaleyi pri bunu bir nevi silire atfeden de olmuş. 4Ruhlannın suya aksi va yüzüne çıktıl» gibi efsaneler uydurmuşlar, — Garip geye i İli » Haydi siz. geldiğimiz yolları ta- kip ederek konağa dönünüz. Ben de şu köye doğra ilerler, oradan bir şehre dönerim... Biz. bizibirimizle fazla konu- şurken künse görmemelidir... Diğer mü- lâkatımız böyle tehlikeli yerlerde olma- rnalı.., Büsbütün münzevi bir tarafta gö- rüşmeliyiz... Pek kayalı, pek kuyta köşe- lerde... — Derken efendim bu genç Türkler- den birinin hastalığını söylüyorlar. Çöl- lerde yapılar bir seyahat esnasında, hasta gencin iyileşmesi için bir müddet durmuş- İer. Arkadaşı onu, yüksek havalide hava ... Fennoz oğullarının malikânesi de pek büyük bahçeli, pek güzel olmakla bera- ber, Sarıvasıflarınki derecesinde mükemi- mel değildi. Ondaki modernleştirme ter- tibatı bunda pek yapılamamıştı. Maama- | fih, gene tam mânasilç malikâneydi bu- — Hem de nasıl?.. Memliha denen bir yerdir... Tuz istihsal ederler... Ki müddet, düşünce öteki geliyar,. — Ne istiyor bu adamlar senden?. — Benden bir şey İstedikleri yök. soruyorlar. senin için gelip gidiyorlar. Bi kidön ne kadar rahattım. köşke ayd yılda bir ker» Zübeyde sultanımız uğeğ gene çıkıp giderdi, Senin geldiğin günde beri rahat uyku uyuyamez oldum. ğ” ne belâl, uğursuz bir adarımrışsın sexi O halde ber' serbes birak da, ben kurtulayım, hem de sen kurtul belâdan! 4 — Elimde olen. vallahi, her şeyi göze Alİ birakırdım. Fakat, zindamın anahtarı be” de di, — Bugün de mu? beni atayın soran oldif Hayır, Henüz kimseler gelmi amma. Zübeyde sultanın atlısı neredey# gelir, : — Yalan söylüyorsun, bekçi babal sabahlanberi, odamda birçok kimslerii konuştum. Seşimi duymadın mi? ğ — Besin! ber zaman duyuyorum, Gari Bu, yeni bir gey deği. — Bu sabah konuştuğum kimsaleri gi römemiişsin! k Bekçi birdenbire çekindi. ve tereddüd! etralına bakindı. Acaba Kendisi bahçede uyuklarken, GU konuşmağa gelenler mi vardı? Aşık Garib, bekçinin Otelâşım sezi güldü; — hersek etmo, böke! baba! Benimle K# nuşanlar da, benim gibi, hürriyeti elleri ded alınmış zavtlı mahzümlardır. "Ti we zineirler.. Onlar, benim gibi da değili mücbbeden hapse, esaçete, karanlıkta K3İ5 zavallılar, Ve son, bana 8 göçirebilizsin, beni susturabil'zsin ami onlar seni dinlercezler; çünkü benim her zamsn senin hakarefine tahamı edecek ktlakları, serin Nemrudene bakığ larinı görecek gözleri yoktur. Sen onlar bir şey yapamazaın.. Onlara senin si yetmez, bekçi baba! Zindan bekçisi başını sallıyarak bahçey” doğru yürüdü. 4 Aşık Carib sesini kesmişti, İnmtla yulmuyor.. ve zincir şakırtıları aksei yordu arık, iMeşum köşk) korkunç bir seasizlik içi de uyuyor gibiydi. Arasıra, bu sessiniiiği Âşık Gertbin inililerinden başka bir #ö ihlâl etmiyordu. Gariptir ki, köşkün ba çesinde yüzirer hurma ağacı olduğu hale bu ağaşların meyvalarını bile alıp yiyeni8i yoktu, Züdeydenin köşkünün civarın geçriasini bile uğursuzluk sayan Halep” ler, bu uğursuz köşkün bahçesindeki bU£ maları nam yiyebilrlerdi ki, köşke yab cılardan ayak basanlar hakikaten Telâketle kırşılaşarak, bir daha bu er semtin elvarından bile geçmemeğe yedi Gâiyorlardı, (Arkası vari laştirır... Fakat çok ilim onları yaklaştırır.» Bu vecizenin tesirinden kurulan ilim yolile Allaha yaklaşınağa çab yordu. Düşlincelerinden annesine de bahred Yardu. Onu imikroskopun başına çi mek, kalın kitapların cildlerine daldi” mak İstiyardu, Galibe, oğlunun bu gaycetinden mi nun oluyor, iftihar duyuyor. güli yordu. 3 — Bon matekid bir kadınım Din ile zaten inanıyorum... n tersinden güsterir gibi delambaçl | i tarzda hakikati ler. İki ballar Me laa İyice kaynaşmışlardı. line gelmişlerdi. rası... Emelleri birleşmişti. Hayri, ava değil, ilme meraklı oldu. Geçtikleri ağaçk saha i Şimdi | Zundan, bilhassa evdeki kütüphaneye ve düzlük uzanıyordu. Uzakta bir köy görür ir ahbap bir müddet durdular, Etrafa bakhlar, Cemil: — Sizin kannatiniz aynile bana da in- tikal etti! - dedi - Haydi bakalım gay- ret, cesaret, azira ve sebatl,. Bu işin üs- ceraya atılacağa benzeriz... Amma, sonu muvaffakıyetle netirelenirs ihya olaca” gız... Gerçi bu işte hayli tehlikeler de var.. Fakat meşrebim tehlikeye atılma” İçine End e Esad, ellerini arak: — Oh neâlâ, efendina... - dedi.» Zatı âlinizi tebrik ederim... Ansamimül- İ kalb... Mücadeleye girmek için plânları» İ mızı iyice hazırlamak, olgunlaştırmak | icab eder. Şimdilik 1 ayn © çalışayım?... « diyordu. — AR, arne... İlim de ne güzel... ” yerek, delikanlının gözleri parlış Galibe içini çekiyordu. Oğlunun şe biraz metrük bırakılmıştı. Bir taraf: | süne başını dayıyarak: < tan ilme, diğer taraftan derin ve samimi — Senia yanında ne kadar cahili bir aşka kendini vermiş olan bu delikanlı | Ve böyle olduğum için pek bahty için bu münzevi dekor, bulunmaz bir yerdi. Aşkı, Masumeydi, Dünyada ondan baş- ka hiçbir kadını gözü görmüyordu. Fikri de ilim ve dini biribirile telif için uğraşı- yordu. Sofu değildi amma mutekiddi. Tecrübi ilimlerle mabadettabii felsefeyi biribirile izdivaç ettirmeğe çabalıyor; lâ- boratuarının pi len bu sonsuz Benim kocüman evlâdım... — Nazarımda büyük bir meleksin * nt. Bu sözlerle annesini ne kadar dl kadar temiz gördüğünü ifade etmiş * yordu. i Ve bu sözlerle, Galibeyi sarartış Onun bütüm vücudunu Htretiyordu. 5 Ah... Hayri onu ne sanıyor.., Hal kendisi... a Bilse ki bizzat Hayrinin şud gelişine sebep clan hâdise büyük b nahtır... Bilese ki... Bilse ki... Kendi lâ, kalbindeki hizlerle muazzam bir # mahtır... mavi denizi, bu geniş semaları, bu biri- birini takip eden geceleri, gündüzleri ve mevsimleri huşü içinde seyrediyordu. Bu yayrulamıyar. kuşları... Bahardan bahara doğup uçuşan böcekleri, kelebekleri... ii Pascal'ın bir sözüne dimağı ta- Aman yatabbi... Bu düşüncelerin . sile titriyordu, (Arkası