Bahife 6 Gayet meak bir günde, loş, tenha, şık, #2- rin bir pastacı düklkânında iyi yapılmış bir tabak dondurmanın karşısında bulunmak aşağı yukarı bir saadet sayılır deği mi?... İşte Nuri ile ten de geçenlerde bir ak- şam üstü, Beyoğlundaki pastacı dükkünla- rından birinde kendimize bir dondurma 7i- yateli çekiyorduk. Hakikaten bu pastacı ânında dondur! & yi, hir sana ddu il dondurma yememiştim. He- lı dondurması vardı. İnsanın ağzında en nefis cinsinden hakiki kayın yiyorsunuz tesirini uyandırıyordu. rımızın biteceğine yakın pâs- tacı djlirkânına, sanki en son kadın moda larına dair çevrilmiş bir filimden çıkmış da buraya gelmiş hizzini veren bir gönç ka- dın girdi. Kopacakmış gibi incecik beli, gayet mun hareketli, kıvrak bir vücudü vardı. Kirgikleri VTakmas denilecek derecede uzun uçları, kıvraktı. Altları kalın mantarlı kır- inizi ayakkabısını üzerinde çevik adımlar- la yürüyordu. Ensesine kadar dümdüz ge- İp içeriye doğru kıvrılan saçlı boya- Diş tara Aneerikalı sinema artistlerini ha- tırlatıyordu. Biraz İlerimizdeki masaya oturmuştu. Du- vardaki snatle, kendi kolurtdakini kontzol ettikten sonra yalnız kayısılı bir dondurma smarladı. Yaşının elli üçü geşmesine rağmen hâlâ gönül işlerind int alamayan arkada. gım meşhur bir bekârdı. Bana eğilerek ha- — Azizim, dedi, ne güzel kadın değil mi?. Fakat bunun kadrini, Zıymötini hakkı ile bilmek için bir erkek he: halde ollişini “geçmiş olmalı... Yüzüne bakıp Bü — Garib bir nazariya.. dedim. O hemen cevap verâk; — Hiç de garib deği, Âşıklar kuyumcu- bra benze: İhtiyarladıkça, tecrübe 2a- hiti oldukça karşılarındaki pırtantaların imasların kiymetini daha iyi, daha çabuk öderler, Meselh ben sana senöd v9- ki, hiş bir delikanlı, şu güzel kadının kadrini benim kadar bilmez. Nuri birden- bire içi yanmış gibi gatvonu çağırdı: — Bana bir dondurma Gaha,.. dedi, am- ma karşıki masaya götürdüğüm gibi yalnız kayısılı... Bir aşk bahsi hakkında bir köre Nuri- rin çenesi açılınca bir daha owu susturmak #pey güç olurdu. Bu #sfar de söyledi, söys 1eai, söyledi. Karşımızdaki genç Kadın şimdi dondur- matinı bitirmiş, dudakları arasına yerleş- tirdiği bir sigarayı yakmıştı. Bir yandan si- garaşmı içerken bir taraftan da sabırsız gözlerle duvardaki saate bakıyordu. Her- halde birisini beklediği muhakkaktı. Bu beklenen kimse de gallba geç kalmıştı. Nu- ri bana: — Azizim, dedi, dünyada bir âşık için en fena şey randevu verdiği kadını beklet- mektir, Kadın beklemekten nefret eder. Herhalde bu genç kadının beklediği adam pek insafsız bir insan olsa gerek. Yoksa insan kolay kolay bu nefis mahlüku ince kaşları can sıkıntısı ile çatılmış bir halde bekletmeğa kıyabilir mi? «Acaba gelecek mnt?. endişesile dolu şu güzel görlere yâ- zik değil mi?... Dakikalar ilerliyor, fakat kimse gelmi- yordu. Genç kadın ikinci bir sigara daha yakmıştı, Nuri: — Beklenen âşık bu kadar geciktikten sonra gelire kimbilir bu genç kadından ne papara yiyecektir, ne papara,.. Töorübem- le sabittir. Daha evvelki gün burada bir genç kadınla randevum vardi. Topu topa altı buçuk dakika gecikmişim. Yani bunun gibi yarım saatten farla bekletmiş değilim ha. Tam altı buçuk dakika birader. Yakat kıyametler koptu. Benden tam yirmi beş yaş küçük olan sevgilim bana yapmadığını bırakmadı. Halbuki dehşesli mazaretlerim ye yapan adan ma- | Eğer bir daha iki dakika gecikirsem bekle- miyceck ve gidecekmiş, Ne dersin? Kadın- lar günden güne nazlı oluyorlar değil mi?... Bakalım, beklenen âşık gelince karşımızda» ki masada ns pandomima kopacak... Biçare âşık, kimbilir ne azarlar işitecek!... Aradan on onbeş dakika daha geçti, Genç kağın âdeta çıkıp gitmeğe hazırlanıyordu, İşte tam bu sırada İçeriye gayet yakışıklı, fevkalâde şık bir delikanlı girdi, Çok zenç olduğu nden belli idi. Hattâ belki de karşımızda oturan kadından yaşça da kü- çüktü. İlerledi. Üç çeyrek santtenberi bok- leyen kadının masasına yaklaştı. Şimdi genç kadın meninun, hatti mesud bir gülümseme İle ona elini uzatmıştı. Des likani bu eli sıktı. Masaya oturdu. Genç kadın — heyecandan olacak! — Bizim işitebileceğimizi ünmeden deli kanl'ya tatlı bir — Biraz geç kaldın... Nerede idin?. İşle mi vardı?... diye sordu. Acaba demin Nurinin bahsettiği fırtına kopmak üzere miydi?... Delikanlı genç kadına sert sert bakta: — Rica ederim Nedime... Gene mi benden hesap sormağa başladın... Genç kadın âde. ta pısırık, tabin çalzse, kılıbık bir tavırla; — Hayır hesap değil... Merak ettim de... Yakışıklı delikanlı en yukarı perdeden bir tavırla; — Yoo... dedi, istirham ederim, hürriye- me dokunma... Onu bana birak... Genç kadın: — Peki... Peki, Kızma. diyerek küçük be- yaz slile onun elini tuttu, Kalktılar. Kadn masud bir tavırla adamın koluna girdi. Paş- tahaneden çıktılar, Ben; — Gördün mü gençliğin kudretini, des dim, eğer sen bu yaşınla o genç kadın! böy” le dakikalarca bekletmiş olsaydın ne azaf- lar işitir, ne paparılar yerdin, Halbuki genç adamı gördün mü?,. Delikanlının müda- hanesi yok ki... Hey gidi gençlik bey... Nuri: — Arizim, dedi, ben o Aşkın yerinde ole saydım bu güzel kadını bu kadar bekletir miydim ?... Katiyen.. Sonra küâzaen böklet- miş olsam bile böyle mi yapardım?.. Onâ ne diller döker, gönlünü almak için neler yapmazdım! ... Diyorum ya, ellisinden sonra erkekler kadınların daha iyi kıymetini, kağ- rini bilirler... Hikmet Feridun Es İzmirde piyasa çok sağlam Ticaret Vekilinin beyanatı ve vaidleri fevkalâde müsaid tesir yaptı İzmir 13 (Telefonla) — Sürekli yağmur ve hastalıklardan bu sene Manisa, Menemen ve Seferihisar bağ- larında üzüm mahsulünün az olaca- ğı anlaşılmaktadır. Ticaret Vekili B. Nazmi Topçuoğlu- nun buradaki tedkikleri esnasında mahsullerimizin her halde iyi ftatler- le satılacağı ve stokların icabında hü- kümet kararile Ziraat bankası tara fından satın alınacağı hakkındaki be- yanatı ve vaidleri piyasada fevkalâde müşald tesir göstermiştir. Pamuk fi atinde kilo başına 3 buçuk kuruş, zeytinyağ, üzüm ve diğer mahsul fi atlerinde de muhtelif yükseliş görül vardı. Kendisine da söyledim. Dinleyen kim? Müştür. Piyasa çok sağlamdır. AKŞAM “Almanyada bastırılan | ispanya banknotlar Reuwter, Almanların bu bank- notların kopyelerini kullan- dıklarını beyan, Alman ajansı ise tekzip ediyor Londra 13 (A.A.) — Reutor bildiri- yor: <Timess ve «Daily Telegraph» ga- zetelerinin diplomatik muharrirleri, «Al manyanın gerek düşmanlarına ve gerek dostlarına karşı kullanmağa hazı ğu usullerin» en yeni bir tezahür latmaktadır. «Daily Teleğraph» diyor ki: Almanya, bir mikdar İspanyol bank- notunun basılması hakkında İspanya ile son zamanlarda bir anlaşma imzalamiış- tır, Buna ait mukavele icra edilmiş, fakat bir müddet sonra İspanyol makamları, Almanyanın bin pesetaslık banknotların tam seri halinde kopyelerini basmış ve bunları İspanyadaki casusluk ve propa- panda servislerinde ve normal ücaretin- de kullanmış olduğunu keşfetmişlerdir. Merkür kopyeler, ayni bloklar üzerinde basıldığı için hâkikilerden seçilememek- tedir. Mürakün yezine hal çaresi, Alman- yada bastırılan bütün banknotların teda- vülden kaldınlaras olarak gözükmekte- dir. Berlia 13 (A.A.) — D.N. B. bildi riyor: Reuter ajansı, nasyonal - sosyalist Al manyanın, basılması İspanya tarafından kendisine tevdi edilen banknot serileri- nin çiftelerin! çıkartmakta olduğu » haks kında bir iddiayı: yaymaktadır. Alman- ya, bu bankaotların çiftelerini, güya, İs- panyada casusluk ve propaganda işle- rinde kullanıyormuş. Resmi Alman menbamdan bu hususta bildirildiğine göre, İspanya, banknot ba- sılması için Almanyaya hiçbir sipariş vet- miş değildir, binnetice Rsuter ajansının iddinsi, baştan başa uydurmadır. Reuter, büsnüniyet sahibi olsaydı, hakikata hüç- met için, bu hususta kendisine lüzumlu malümatı kolayon verecek olan İspanya bankasına bir telefon edebilirdi. Kadın yüzünden çifte cinayet Konya (Akşam) — Konyanın Tömek nahiyesine bağlı Kayacık köyünün As kerbaşı yaylâsında çok acıklı bir cinayet olmuştur. Alınan malümata göre hadise şöyle vukubulmuştur: Konyada gazozculuk yapan Mehmed ismindeki şahis yanında on senedir Asi- ye adında bir kadımı nikâhsız olarak bu- lundurmaktadır. Kadın geçenlerde Mah- medi bırakmış ve yaylidaki kardeşi Mehmed Dağlının yanına gitmiştir. Asi- yenin habersiz ayrılışından gazaba gelen Mehmed silâhlanarak oyaylânın yolunu tutmuştur. Mehmed gece pencereden eve gitmiş ve kadını zorla götürmeğe kalkmıştır. Fakat Asiye bağırmağa baş- lamiş, bu sırada kardeşinin sesini duyan Dağlı, Mehmedin hareketine mâni olmak için üzerine yürümeğe başlamış, Meb- med de tabancasını çekerek iki el atmış, Dağlıyı ağır surette yaralamıştır. Fakat güçlü olan Dağlı kamasile katilin üzerine atılmış ve onu öldürmüştür. Ağır surette yaralanan Dağlı hastaneye getirilirken yolda ölmüştür. Tahkikat yapılınaktadır. 14 Temmuz 1940 ÂŞIK GARİP | BÜYÜK HALK MASALI Tefrika No. 16 Yazan: İSKENDER FAHREDDİN Zübeyde emir verdi: «Git, o budalayi zindandan çıkar, evvelâ hamama sokup iyice yıka...» — Bu zavallı çocuğumuz şimdi (Hurmalı köşk) de inliyormuş, kâhyacığım! dedi «onu oradan ancak sen kurtarabilirein! Osman kâhya birdenbire kaşlarını kal- dırarak, hayretle kalıvecinin yüzüne bak- i: — Xe diyorsun, dede? Âşık Garib on gin evvelki kârvanla İstanbula gitmedi mi? — Gitmek üzere yola çıkmıştı. İstanbul kapısından çıkar çıkmaz çevirip zindana a — Fakat, paşa efendimizin bu işten ha- beri olmasa gerek. Eğer haberi olsaydı, ben de şimdiye kadar duyardım. — Bunu Zübeyde yaptırmış, aslanım! Onun adamlari yakalayıp götürmüşler.. Âşık Garib şimdi o meşum köşkte, bacak- larına zincir vurulmuş olarak yatıyormuş. O sâvalliyi bu işkencedeh âncak sen kup- tarabilirsin! Zübeyde sana diş geçiremez... Çünkü onun canı senin elindedir.. Paşa efendimize, onun aleyhinde Iki söz söyler- sen, derhal gözden düşer, matvolur, Osman kâhya düşünüyordu: — Doğru, dedi, dedeciğim! Onun canı ba nim elindedir, Yakat, emin ol ki, benim canım da onun elindedir. O isteris, her za man benim derimi yüzdürebilir. Beni ko- yan postu gibi, yerden yere vurdurabilir, Ondan, ben da çekinirim. — Demek ki, Âşık Garibsik (Maeşum köşk)ün zindanında ölünceye kadar ini cek, öyle mi? — Hayır... Hayır. Ben, Garibi oradan kurtarmanin yolunu bulurum. Herhalde Zübeydeye danışmadan, birşey yapmağa imkân yoktur. Bunu sen de bilirsin, dedel Ben, ateşle oynamak istemem. Bilzassa bu yaştan sonra... Lâkin, sana Sön veriyorum: Garibi, 0 zindandan kurlarmağı çalışaca- gum, Paşanın kâhyası Zübeydeye yalvarıyor.. Osman kâlıya, Zübezdeys yalvardı: — Gözümün nuri, paşamızan gözbebeği, birtelk elmasparem! Bugün duydum ki, Kurmalı köşkte bir zâvalli inler durürmüş, Bü mahkümun suçunu aorabiliz miyim? Paşanın gözdesi birdenbire gaşırdı; — Bunu sata kim haber verdi? — Dir yolcudan duydum, sultanı İâş etme! Benden başka kimse — Orada yatanın kim olduğunu da öğ- rendin mi? — Evet. — Kimmiş?... Söyle bakayım... — Aşık Garib. Zübeyde hafif bir göğüs geçirdi: Evet, Onu zindana attıran benim, Na yapayım, kâhyacığım? Kendisini deline 68- yiyorum, Fakat, budalanın hâlbini Tiflisie bir yosma çalmış. Sanki yeryüzünde ondan başka güzel kadın yokmuş gibi, sade onu düşünüyor.. Onu seviyor. Onun hayalilş konuşuyor. Gözleri hor yerde onu arıyor. Benim yüzüme bile bakmıyor. Üstelik ha- kareli de caba. Ben de kırdım... Budaladan intikam almak için, önu İstanbul yolundan gevirttim... Küşkte hapsettim. — İyi amma, bu işi paşa efendimiz du- yarsa?.. — Duymasına İmkân yok. Çünkü, bunu senden büşka kimse bilmiyor. Duyduğunu görürsem, senin söylediğine hükmeder, ben de, paşanın namına aldığın rüşvetleri birer birer haber veririm... Derini yüzdürünceye kadar uğraşırım. : — Aman sultanım, size fenalık yapmak aklımdan bile geçmez. Siz Halebte benim birleik velinimetimsiniz! Ben sizi gilcen- direçek, rahatsız edecek bir münasbeisizlik mi tehlikeye. koyar miyım? gim sadece şu idi; O, zavallı bir gariptir. Aşk ateşi, yüreğini sarmış. Ne yap- tığını bilmiyor, Şanınıza lâyık olan şey, onu afletmektir. O zaman ayağınıza düşer... SİZ de arzunuza mâl olursunuz! Böyle gariB bir âşık, or günden fazla z'ndanda inleti” İirse, buna hak da razi olmaz, kul da, — Peki, o halde ne yapmamı Lstiyorsun? — Onu serbes bırakın... Gene, kahvesine gitsin... Sazını çalsın. Ben, 1st0* diğiniz zaman onu siz2 getiririm. Böyle di” ha Wi olmaz mi, sultanım? 1 Zübeşdenin öfkesi zaten geçmişti. Kâh” yanın, böyle: «Onu, istediğiniz zaman s/5€ getiririm!» demesi, Zübeydenin daha çok hoşuna gitmişti. Kâhyanin Israrla rica üzerine, sürgün gözlerini kâhyaya çevirdiz — Peki, Sana söz veriyorum. Onu, 50“ nuncu defa olarak affettim. Fakat, kendi sine söyle; Eğer, bir daha bana dü uzatıf ve bana, can sıkacak terbiyesizce sözler söylerse, vallah ve billâh, sen de şahid ol. Onun derisini yüzdürür, 'stini köpeklerid ağzına atarım. — Böyle hir zavallının, bu kadar ağır c#- salara müstahak olacağını zannetmiyorum, Sultanım! Siz isterseniz, başa of: bila derisini yüzersiniz! Hepimizin canı, #i- zin, elinizdedir. Âşık Garibi affettiniğiz içi Allah sizderi Tazı olsum.. Sirin de muradı" mizi versin. — Benim muradını, şimdilik, oadan baş“ &a birşey değil, Koynundan zindanın anahtarını çıkarıp, | kâhyayfa uzattı. — Haydi, al şunu, Bir ata bin.. Kimseye sezdirmeden köşk: git... O Budalayı zindan“ Tk önec vir kanama götürüp iyi lot, Ve kendisini bir şartla #imi söyle; Yarın akşam paşanın kar” nina keten tohumu lâpası konacak. Sırt atl aaa Zadar yatacak, Sen de o sira- da konağın arka bahçesindeki snri kameri yenin altında Âşık Carible beni beklersin Ben paşayı yatırır yatırmaz bahçeye çıkarını. Gözzülerini şimdiden seç Kİ, geçe bizi gö © ten olmasın. ? meriyenin altında bekliyeceğiz, Zübeyde, kâhyanın arkasından seslendi: — Küşkün anahtarını tekrar getirmeyi unutma, kâhyacığım! - Başüstüne... Merak etmeyin dedini | ye Osmanın' el koyduğu işten şüphe edilir mi? Zübeyde uzaklaşıyordu. Paşanın kâhyas, İ Zübeydeden yüz bulunca tekar yana 20- kuldu: — Hanım sultanım. dedi, sizden Küçük bi ricam daha var: Haniya şu Hama kadı vardı Ya... — Ey, ne olmuş?.. Ölmüş mü”. — Hay tendim, Azledilmiş.. Bir aydır Haleb sokaklarında sürünüyor. Şu adamcs- ğu, münasip bir zamanda, paşa elendimiz8 Söyleseniz de, göne Hemayn gitse, vaziie" sine başlasa, , kabit değil , sultanım? Vallahi çokiyi bir hs Canım, onun iyiliğinden, fenalığından bana ns! Onu azletliren benim, Mel'un hö- riften beş yüz altir istemiştim. «Daha ara“ dan dir yü geçmedi. demiş. Ben de kızdım. Paşaya söyledim. — Aman sultanım. şimdi bin altın vere meğe razıdır, Yarısını kulunüz alır, yartsınl da alze getiririm. Yazıktır... Bu adam İstan" bula giderse, bu paranın yarısını şeyhizlâe ma vererek, İitediği yere kendini tayin ef tirebilir, — Boşuna yalyarma, Osman! Şimdi bid lirayı bana verse gene yapmam, Istanbul“ da artık para ile Iş gördürmek kabil değii- miş... Kanuni Süleyrian bu işleri menetmiğ | Paşamız da rüşvetten fena halde karkuyor.* Osman kâhya daha fazla israr edemedi. Köşkün anahtarını alarak atına bindi, yo” la çıktı. iArkasi vaf) Esrarlı Yüzük AŞK ve MACERA ROMANI Tetrika No. 37 — Evet efendim... Döğme... Zira de- riler üzerine yazı yazmak, resim yapmak, yalnız bizim bahriyelilerde ve külhan- beylerde falan değil, Araplarda, kabile- lerde, bedevilerde de âdettir... Amma, şürası muhakkak ki, yüksek sınıfa men- sup bir Türk çocuğu, iyi bir aile çocuğü, derisine döğme yaptırmaz... Ne dersiniz? — Yaptırmaz tabii... Fal . — Fakat?., — Şuran var ki, bizim Raif, diğer paşazadelere benzemiyor... Onlar gibi yaşamamış... Bin türlü maceralara atıl mış... Hem de genç yaşında... Kimbilir, aklından böyle bir orijinallik de ihtimal geçmiştir. Arap: — Öyleyse niçin bu döğmeyi gizle- sindi?... Niçin bağlasın; göstermemek için büyük bir gayret sarfetsin?... Döğ- meyi görenin ölümünü neden istesin?... Halbuki o kadın kendisini seviyordu. kendisi ds o kadını sevmese bila, be- ğeniyordu. Cemil Veli: — Bahsettiğiniz bedevi kızını Raif öl- dürmeğe mi kalkmış? - diye sordu. — Kadın ç kadar korkuyormuş ki, Raif gözlerini açmadan. e mağa kalkmış. Fakat rağmet , bizirakişi di karı Nakleden: (Vâ - NO) kail olmuş... Zira Raif hemen bir tabam- ca alarak, Vahamire'nin beynini patlat. mağa kalkmış. Maamafih kendini tut- muş. Belki sevdiği kadının kanını dök: memek için, belki ona methamet duydu- Zundan.. Yerliler tarafından kullandan bir zehirli iğneyi vücudüne batırmakla iktifa etmiş... Kadın baygınlık geçirmiş. Bir daha kendine gelemiyeceğine, yavaş yavaş öleceğine kail olarak, Raif onu kabilesine göndermiş. Fakat zehir tesiri- ni göstermemiş imiş. İhtimal bozukmuş. Onun için yolda, Vahamire gözlerini aç- mış. Kendisini götürenlerin ellerinden kurtulmuş. Efendiden korktuğunu, öl mediğini ona haber vermemelerini be- devilerden rica etmiş. Raiften onlar da korktukları için bu sırrı gizli tutmuşlar. Cemil dedi ki: — Ben de sizin gibi düşünmeğe baş adım, Her halde vücuddeki döğmenin İ bir sararı olacak... Allahallah... Ba tak- dirde, demek... Hacıya baktı, Aişe — Nedir? » diye sordu. — Ortada imkârse bir Ne ii — Diyelim ki koldaki o bağ, vahşi mübelerda makul görünün. ; Fakat gli i yar.. Hizm tçileri var, Gene şey var, Hacı Esad — Affedersiniz amma, «hizmetçiler» diye işi büyütmeyin... Raif beyin husü- si hizmetlerine bakan yalnız bir kişi va dir. O da yirmi senedir maiyetindedir... Saçlarım ağarmış, sadık biredam. — Ferid mi? — Evet. — Buna rağmen omuzunun daimi gizli kalmam garip görünüyor bana... Bunu gören, bundar şüphelenen olurdu. — Kim? Karsımı?... Gözü bağlı olarak kocasın. seviyor. İnsan ne yapar yapar, genç kız olarak aldığı hayat ar- kadaşını ebediyen susmağa sevkedebi- lir... Ferid'e gelince... Kimbilir, ve pa- hasna onun sükütunu satın almıştır... Buna rağmen Ferid'i konuşturmanın yo- lunu buluruz. Cemil: n — Arap kızı size bu döğmenin ne şekil olduğuna dair malümat verdi mi? — Evet.. Aşağı yukarı malümatır var... Sunller sora sora Vahamire'den “bazı şeyler öğrenebildim. Evvelâ bir kuş resmi... Kanatları açık... Vücudü dar... Kızın aklında, bu, çok vazıh olarak kal- Cemil: — Öyleyse faraza bir kırlangıç olar cak... — B. kuşun iki tarafında daha küçük iki resin varmış... Vahamire'ye nazaran bunlardan biri kayığa benziyormuş. Öbüsü de Dicle üzerinde gezen dümenli mavnalara... Delikanlı: — Bizim buradaki döğmeler ekseriya ven Raif, kendini, maceracı bir seyyaha, kırlangıça benzetmiş... Dicle civarına gittiği içte d: oranır kayıklarından birini vücudüne resmettirmiş.... lit peşin- de koşan gençler ekseriya böyle aykırı lıklar yi parlar... Arap: * —- ... — dedi, — Ben size Vahumice'nin aklında kalanları anlatı yorum... O, gördüklerini muhitinde ta- nıdı'n şeylere benzetmiş olabilir.. Belki hakikatte © resimler başka resimlerdir... Hem unütmamalı ki aradan bunca sene geçi... Aklından bir takım tafsilât si linmiştir... Üstelik zavallı kır, iyi baka bildi mi acaba?... Ne kadar korkmuştar. Icaklı bir an durdu... İki ahbap, böy- le konuşa konuşa ve yürüyerek evden çok uzaklaşmışlardı... Sahildeydiler. Bir kumluğa gelmişlerdi. Esad, elindeki değ- nekle yere bir şeyler çizdi. İşte şöyle olacağın sanıyo- tum... — dedi. — Kırlangıç diyor nuz... Fakat Vahamire'nin yaşadığı mu- hitte kırlıngıç raslanan bir kuş değil dir... Bu resmi Arap kadının yanında yaptığım arada: «— Trm böyleydi işte... Nasıl anla- dın?... - diye haykırdı... Fakat şurasında şöyle bir şey vardı. « Ve altına bir nokta koydu. Cemil eğilip baktı: — Bu çizdiğiniz şekil, Arap harflerin- de «B> harfine benziyor. A... Sahi... Bunu hiç düşünmemiş- tim, Belki öbür şekil de diğer bir harf- tir... Efendina, ne düşünüyorum, biliyor musunuz?... Bizim Vahamire'den öğrem- diklerimiz ne kadar müphem bile olan, | zerek Raif beyin karşına çıkarsak, ns” sil şaşırır, kimbilir. Cemil: — Cidden merak edilecek bir şeye İ Şunu bir tecrübe etsek... - dedi. — Yok yok... Vahamire'nin âkıbetin# uğramaktan korkütim... Bu Raif bey in sanın başıma ber türlü felâketi getirebi” tir. Delikanlı, kurclar üzerine yazılan 9” killeri <yağile bozarak: -—— Döğme meselasini anladık. Şimdi diğer delilleriniz. geçelim... Onlar ney“ miş? Esad: — Bu döğmeden da geyler amma, mabiyetleri n derecede mühim şeyler... Elimde bit mektup var, azizim... Yirmi üç sene evv#l kaleme alınmış... Hakiki Raif bey tar” bağlan Yeis bir mektup, — Ye? — Evet... Hakiki Raif bey yazıyot.“ Şimdiki Raiften bahsediyor. — Allah allah.. Kabil mi? — Vahamire'den öğrendiklerim üz#* rine tedkikata girişince bu mektub bana ozalı bir sarraf verdi... Sarraf, yeni para bozan değü.. ribarile ayni Bilirsiniz ki şer memleketlerinde hususi bankerlere imi verirler... Vahamire'nin bikâyefi bende maziye sid bir takım hatırals” uyandırmıştı... Şiiphelerim artmıştı. hiş bir hakikatle karşılaşmıştım. manlar hakiki Raif beyin dolaştığı kö?” lede, şehirlerde gezerek izler aradım” Sarraf Ahdürrezzakla bu suretle laştım... Hakiki Raif, bu mektubu yizmi ü sene evvel yollarıs.