AKŞAM Ne yapsa yaranamıyor! Bay Ahmed İşsever, heyecanla içeri gir- - Ayşet Ayşeclğim... Canımın içi! - diye bağırmağa başladı. — Gene ne var? — Ah, bilsen ri& mesadumi. — Bebep? Benim Ragıp yok mu, Ragıp”, borsacı... Bir iş tavsiye eti. — m — Zengin olacağız. — Nasıl yani? Hani bankada iki bin elli liramız var ya... Onunla 41 tane Kalay İş şirketi esha- mi alıyorum, — Kırk bir buşuk maşallah gana... Tuuül... Parscıkları batırıyursun... Alle babası oldu- Bunu untuyorsun, değil mi?.. Dişimizden tırnağımızdan arttırıp bir köşeye koyduk şu 2050 lirayı yahu. Ragıp gibi bir ava- Dağın sösüne uy da sen bu işi yap ha. Aklına trup sıkayım senin, trup... Anlıyor musun? — Amma, o bilmez mi, canım?.. Bütün gün bu işlerin içinde yuvarlanıyor.. Son vaziyetler dolayısile. Kalay şirketinin ©s- hamı fırlıyacakmış... Öyle bir firlayış ola- cakinış ki bu, sradan hafta geçmeden bizim iki bin lira dört bin olacakmış. — Ya Kazanamazsan?.. Şu Kalay yüzün- den seni nasıl #alayliyacağımı var hesap et. Hoş biloyorum ya: “Sen birşey yapa- mazsın... Kasanır da sana yüz liralık bir manlo yaptırırsam?... ' Hmh.. Sana kalmış. Oğulları Aygün İşsever, hesap vazifesini yaparken durmuş; kulak kabartmış, dinli- yordu; Peki bana, baba?.. * diye sordu. — Annene ne aliyorsam sâna da onun yüzde otuzu... Ne eder, söyle bakayım? Oğlan hemen cin gibi: — Bisiklet ederi - dedi. — Nasıl bisiklet eder? — Geçen gün vitrinâe gördiük ya, baba... Otuz lira değil miydi bara göre bisiklet... Vay kârata vay... Lep demeden leblebi diyorsun. Ayga: — İkiniz de gölü görmeden paçaları &i- Viyorsunuz... Hayniperestler... - diye koca- #19R ve oğluna çıkıştı. «Ayı da avlamadan postunu satmamalı!» diye bir darbimesel vardır; bilmiyor musunuz? Dimyattaki pi- rince giderken evdeki bulgurdan da ola- Gağız.. Sermayeyi kediye yükleteceğiz.. — O derece bedbin olma, hanım... Ragıp Öğretti... Ondaki akıl şeytanda yoktur... Gö- rürsün... Nasıl kazanabağız... Hani Ertesi akşam, Ahmed eve yeni bir fer- yadla girdi: — s2. —Odanr? — Esham, 50 den 57 ye çıkla, Ve müteakip akşamlar; — S9 a çıktı... — Deme? Derken: — 66 oldu, , — Bağla... — Nasil yani? — 68 ya bağla... — Yok yok... Ragıb devam etmemi söy- iyor... Derken; 90... — Aman 100 olsun sat... Yoksa top atarıs ha. — Vallahi iradem elimde değil... Ve ertesi akşam. Ahmed: — Okuttum, okuttum. - diye içeri girdi Mutfekten elinde kepçe çıkan Ayşe: Kokuttun mu?. Mahvmı ettin işleri? » diye heyecanla sordu.- Ben sana deme- miş miydim bunun sonu felâkettir diye... - Yok, hanım... Kokutmadım, okuttum... Mektebe verdim... — Ne diyorsun kuzum?) — Sattım... — Kaça? — Yüz elliye... Tam dört bin lira kir. — Demek !ki manto parası da benim... Oğlan yerinde duramıyor, zıp zıp zıplı- yordu: Bana hem bisiklet. hem tenis takımı... Tabii, tabil... İkinize de... — E... Nasıl oldu, bey, anlatsan 2. — Kulay bulunmadığı anlaşılınen, bir fır- Jayış başladı efendim bir fırlayış... 100 der- ken 110... Derken 150... 200... 250 ye kadar dayandı — Hani sen 150 de sattığını söyledin ya... — Ragıb öyle tavsiye etti.. Dedi ki: «Bi hadsiz hesapsız yükselmez... Sağlam kazığa bağlamali insan... Okufuruz olur biter...» —BE. — İşte bizde 150 de iken elden çıkardık... Oğlan hesap defterinin kenarında rakam- ları sıralayarak: 25 1 5 e bölersek 5.. Demek ki 8000 lira, kazanacağına 4000 kazandın baba... Ah, keş- ki daha dayansaydın... Ayşe: — Tu! Tu! Tu!.. « diye küplere bindi. - Nasıl?... 150 de iken mi sattın?.. Ah aya- nak... Eline böşle bir fıztat geçti de devan etmedin öyle mi?.. Zaten sen ne ahmaksın, ne ahmaksın... — Canım, o kadar kurnazken Ragıp bile hemen sattı. Ben nasıl dururum.. — Kenarma bak, bezini al.. Zaten oda senin arkadaşın değil mi?... Tencere yuvar- lanmış kapağını bulmuş... Bu İşi de yüzü- Düze, gözünüze bulaştırdınız... Oğlan, annesinin hiddetini görünen, işi ns olur ve olmaz sağlama bağlamak iste- di: — Baha... Benim hediyelerimi unutmıya- caksın, değil mi? ” Ayşe, yüzü kıpkırmızı haykırdı — Aptal... İşitmiyor muzun?.. 4000 lira sararımız var.. Ne mantasu, ne bisikleti, Baban gene yaptı yapacağını... Ayağına ka. dar gelen nimeti tepti... Ben demedim miydi zarar edeceksin diy»... Zaten hangi işin üs- tesinden adam akıllı gelir ki?.. Nakleden: Hatice Süreyya Abone ücretleri Türkiye Ecnebi 1400 Kuruş © 2700 kuruş 750 , M0 » $ AYLIK 400 , 400 » İ AYLIK 150 -» Posta ittihadina dahil olmıyan ecnehi memleketleri Seneliği 3600, altı aylığı 1900, üç aylığı 1090 kuruştur. Telefonlarımız: Başım uharrir: 20565 — Yazı işleri: 20765 SENELİK 8 AYLIK 8. İmsak Güneş Öğle İkindi Akşam Yatsı E. 1000 1140 559 20 1200 13 Va. 422 602 1221 1547 1627 1952 İdarehane: Babıâli cirarı Acimusluk soksk No 13 Boğaziçi Spor klübünden: Klübümüzün senelik köngrosi 24 mart 940 pazar günü sa- at 15 de Amavutköy C. H. P. binasında ya- pılacağından azalarımızın lüfen teşrifleri rica olunur, 1 — Senelik çalışma raporu, — Hesabatın ve yeni bütçenin tasdiki, 3— Ye- »i idare heyetinin seçimi KADIKÖY HALKEYİNDEN Evimiz spor program: mucibince 24 mart « pazar günü mükâfatı bir (Siklet atma - 630 gram) müsabakası yapılacaktır. Müsa- bakaya iştirak etmek isteyenlerin pazar sa- bahı sat 9,30 da Fenerbahçe stadında hazır bulunmaları, Eminönü Halkevinden: 21/3/0409 perşem- be günü saat 1730 da erimizin Çağaloğlun- daki salonunda ressam bay Nurullah Berk tarafından (Modern sanat) mevrulu bir konferans verilecektir. Davetiye yoktur. Her- kes gelebilir. Tuzak içinde Tuzak Tefrika No, 101 — Süha beyi yanınızdan ayırdığım için affınızı rica ederim, küçük ha- nım! - deği, - Lâkin pek mühim bir işimiz var... Tam zamanında yetiş. mek mecburiyetinde bulunuyoruz. Bu sözleri söylerken gülümsüyor. Gu. Fakat, için için şöyle düşünüyor. du: > «— Bu saatte bu piç kurusunun burada ne işi var?... Allahallah..» Gene yüksek sesle; — Süha, bana her şeyi söyledi... Umarım ki kendisile bahtiyar olasi- nız.. Benim bütün temennim bu- du Biranmı bans anlattığı için Sühaya kızmazsınız, sanırım... Onun benden gizlediği hiç bir şey yoktur... Ah bilseniz sizi ne kadar seviyor... Bütün kalbile size bağlıdır. Her nedense bu ufak tefek adam, genç kızın fena halde sinirine doku- nuyordu. Ona karşı müthiş bir anti- pati duymaktaydı. — Mersi efendim... - dedi. — Evinizden memnun musunuz?... Sühanın size, bahçe içinde sempâtik bir ev tuttuğunu da biliyorum... — Evet, Nakleden : (Vd - Nü) — Talebemin aklı, fikri hep sizinle meşgul... Ben onun hocasıyım... Onu da kendim gibi mütemadiyen kitap- larla uğraşmak üzere yetiştirmiştim; halbuki hayatın en güzel romanı olan aşk kitabını okumağı tercih ediyor, , heh heh... Kız, bu sözleri pek soğuk blluyor- du. Fakat erkek devam ettiği için lâfı yarıda bırakıp gidemiyordu. — Sühanın size karşı derin hissi- yatı var... Bu hissiyatın yüksek bir aşk olduğunu ben biliyorum... Kü- çük hanım... Ne zamandanberi bura- dasınız?... Çoktanberi mi bekliyor. sunuz? Şermin, otelde bu saatte bulunu- şunu izah etmek mecburiyetini duydu. Malicubane: — Bir fikir almağa gelmiştim! « de- di, — Sühadan mı?... İlâhi kızım... “Türkçede bir mesel vardır: Kelin mer- hemi olsa kendi başına sürer! - der- Jer... Onun da fikri olsa kendi kulla» nır... Bari bana anlatın... Neymiş derdiniz?,.. Belki faydam dokunur... Yeniden bir heykel ve beş avize bulundu Aydm (Ak şam) — Konya- nın Bozkır kaza- sının Hoca kö- yünden Ali ve Ahmed adındaki ameleler Kemer mahallesi civd- rında evkafa aid zeytinliğin su bendini yapmak- talar iken kaz- dıkları . yerden büyükçe bir taş çıkmıştır. Bu ta- deposuna benzer dan içi mil dolu su İ sonra taşın altın. Bulı kadın İ gı ikiye böldükten heykeli bir yer, bu yerin toprağı dışarı atıldı- ğında zeytin dalına benzeyen bir ge- Jin tacı ile iki bilezik ve küpe bulur. muştur. Ameleler taksim için gelin ta- cıni ikiye ayırmışlardır. Aydındaki define Bu esnada Kemer mahallesinden çarşıya gelmekte olan Feyzullah ve Ahmet çavuş adındaki şahıslar yanla- rına yaklaşmışlar ve meseleyi öğren- dikleri için mezarda bulunan tacın bir dalı ile bir bilezik bunlara verilmiştir. Ameleler hisselerine düşeni sattır- mak üzere akrabalarından Aydında mukim kahveci Mustafa çavuşa ver- mişler, o da İzmire götürmüştür. Ah- met çavuş ile Feyzullah ise hisselerine düşen parçaları Aydında kuyumcu Hü- seyine 'T7 liraya satmışlardır, Mesele hükümete aksedince Aydında salılan müsadere edilmiş, Mustafa çavuş ta İz- mirde yakalanmıştır. 49 gram ve 29 santigram olan İzmirdeki parçaların müzeler müdürlüğü tarafından Mi Jâttan 4 asır evvel Tralles metrepollesi- nin kabristanlığına ait olduğu tesbit edilmiştir. Fakat kıymeti hakkında he- nüz bir malümat yoktur, Yalruz İzmir sarrafı 50 bin iira tahmin etmiştir. Bundan başka dün Ahmet çavuşun evinde yaptığı hafriyatta bir kadın heykeli ve 5 adet avize bulunduğu öğ- renilerek bunlar da müsadere edilmiş- tir. Zabıta işe lâzım gelen ehemmiye. ti verdiğinden daha birçok tarihi kıy- met taşıyan eşyalar bulunacağı umul. maktadır, A Beşiktaş Jimnastik klübü başkanlığın. dan: Klübümüzün senelik kongresi 31 mart, cumartesi günü saat 1430 du Beşiktaşta Spor caddesindeki lokalinde aktedilesektir, Ruzname; 1- Kongre riyaset divanının İn- #ihabı, 2- Mali ve idari raporun okurması, 3- Mürakip raporunun okunması, 4- Gelecek sene bülgesinin müzakeresi, 5—İdare heye- tl ve mürakipler intikabı, Nizamname mü cibinee kongre tarihine kadar geçen bir senelik aylık taahhütlerini ifa etmiyen aza köngreye iştirak hakiını haiz olmadıkların» dan aylık taahhütdatlan borcu olan sayın” azantının en geç 20 mart akşamına kadar pazartesi, çarşamba ve cuma günleri saat 14 ten 20 ye kadar klüp merkezindeki me- muru müracaatla makbuz mukabil tediyede bulunmaları lüzümu ilân olunur, Baha, haddi zatında soğuk adam olmakla beraber, icabında munisleş- mesini, sokulmasını bilirdi, Sesini öy- le yumuşattı, gözlerile öyle dostça baklı ki, saf bir kalbi olan kızın üze- rindeki fena tesir yavaş yavaş kay- boldu. Düşündü ki: Ziyaretinin hakiki se- bebini niçin bu adama anlatmasın?... Bahusus omâdemki hoca adamdı bu... Tecrübeliydi... Belki bir yol gös- terir, akıl öğretirdi... Öyle ya: Ne de olsa Süha genç, bu yaşlı... Yaşlıların tecrübelerinden istifade etmeli!... — Sizi rahatsiz etmez miyim?... Beyhude lâflarımla başınızı ağnt- maz mıyım? - diye sordu. — Niçin?... Bilâkis... Memnun olu» rum çocuğum... Söyleyin bakalım, neymiş? Ne varmış?... Evvelâ kısaca hulâsa edin... Kızcağız, çantasını açtı. Bir gaze- teden kesilmiş küçük bir kâğıd çı- kardı. Bahaya uzattı. Muallim bu matbu satırlara göz gezdirdi. — Balıkçı mi?... Zonguldak mı?... Pervin mi?r.. Bunlar ne?... — Efendim... Bahsi geçen Pervin hanım, beni büyütmüştür... Şimdi de kendisile birlikte oturuyoruz. Baha, düşünüyor hissini vererek? — Ha... Duydum... Biliyorum... TÜRKÂN HATUN Tefrika No. 13 Yazan: İSKENDER FAHREDDİN Vezir Nâsır, intikam almak için, Azra'nın babasını kışkırtmak istemişti. Fakat... — O halde cesedini arıyalım. — Arattım, bulamadılar, — Kuyulara atmış olmasınlar?... — Bu aklıma gelmemişti, Onları da sen arat, Nüâsir! Sarayın bahçelerinde, suyu içilen dört büyük kuyu vardı. Nâsır derhal adamları- nâ Şiddetli emirler verdi, kuyulara çengel- ler atıldı.. İnsan değil, bir kuş cesedi bile bulunamadı. Vezir çok meyustu. Tekrar valide sulta- na koştu: — Bulamadık, sultanım! Bu kız, kuyuya kendini attıracak kadar budala değildir. Herhalde dışarda birine kaçmış olmalıdır. Müsaade buyurunuz da onu şehir içinde aratayım. Valide sultan, kimseye birşey sezdirme- den ve ortalığı velveleye vermeden aratıl- masını emretti, Vezir Nâsır bir hafta mütemadiyen Azrâ- yı arattı, Şehir içinde de İzini bulmak ka- bil olmadı. Nâsırın merakı gittikçe örtiyordu. (Ta- ih bakıcıları;ndan biri, vezire: — Azrâ Bemerkanddan çok uzaklara git miştir. Eğer onu Semerkand ve cirarında bulursanız, ben ellerimi Keserim, Diyordu. Birkaç gün sonra, vezirin sadık cariyelerinden biri, kendisine gizlice şu ma- lümatı verdi. — Dün gece valide sultanın cariyelerin- den birile konuşuyordum. Bana dedi ki: «Vezir Nüsır, Azrâyı boş yere aratıyor. Va- Ude sultana, Azrânın Buharaya salimen vardığına dair bir haber geldi. Azrânın Bu» haraya gittiği muhakkaktır.» Nâsarın güzleri döndü: — Azrânım Buharuya kiminle gittiğini sormadım mi? — Bunu sotrmağa lüzum var mıydı? Bel- Mi ki, Azrâ, şehzade Gıynseddinle gitmiştir. Nüsır bu ihtimali hiç düşünmemişli, Ca- riyenin bu sözleri onu birdenbire uyandır. miş - Hakkın var, dedi, en doğru haberi sen getirdin! Şimdiye kadar bunu düşünmediği- me hata etmişim, (Talih bakıcısı) bana Az- rTânın uzaklara gittiğini söylemişti. De- mek ki, valide sultanın herşeyden habori var, Belki da Azrâyı kendi elile Gıyasa ver- miştir. Eğer böyle ise, alacağı olsun o töyü yolunmuş atmacanın... Nüâsır, Buharaya adamlar göndermiş, ve Azrünın Giyaseddinle beraber yaşadığını, hattâ çok yakında onunla evleneceğini öğ- renmişti, Şehzade Gi Türk beylerinden bi- rinin kizile yeni evlenmişti. Karısı çok gü- zel ve akıllı bir kadındı. Gıyaseddin, Azrâ ile kolay kolay evlenemezdi. Belki de onu böyle avutmuştu. Fakat, ne olursa olsun, haklkat olan bir- şey vardı: Türkün hatun, veziri aldatmış- tL 'Nâsir, valide sultanın oynadığı bu oyuna mukabele etmeden durabilir miydi? Kurnaz vezirin ilk yapacağı iş, Giyased- dinle karısının arasını bozmak olacaktı, O, bu işi yapmakta da güçlük çekmedi. Giya- seddinin kayın babası «Aslan bey» o sırada | Bemerkanda gelmişti beyi buldu: — Kızınız görmek için mi Semerkanda geldiniz? Diye sordu. Aslan bey — Hayır, dedi, Semerkanda bağka bir iş için gelmiştim. Fakat, kızımı da görmek iş- terdim, Şehzade Giyascddinin Buhuraya gittiğini öğrendim, Buhara yolumun üze. rinde olmadığı için, bundan vaz geçtim. — Buradan giderken Buharaya uğrama» nızı tavsiye ederim. Zira kızınız orada çok muztariptir. Onun derdlerini dinlerseniz, Giyaseddinin kızınıza lâyık bir koca olma- dığını anlarsınız! Aslan bey, vezirin ne demek anlıyamadı: Vezir Nâsır, Aslan istediğini Deli bir kadın... Öyle değil mi? — Evet, — Anlıyorum... Siz de bizim Süba bey gibi anası babası olmıyan bir ye- timsiniz... — Öyle efendim. -— Demek bu kalıkçı büyüttü Bahanın kurnaz dimağında şim. şekler çakıyordu. Zihni mütemadiyen işliyor, bir şeyler keşfetmeğe çabalı- yordu. Zaten bu gibi dalâyereleri mey- dana çıkarmak hususunda mütehas- sıs olmamış mıydı? Sordu: — Küçük hanım! Demekki bu aranılan hanımın. siz olduğunuza ka- işiniz? Kız, mahcubane: — İhtimal... - dedi, « İsim müşa- beheti varsa bile, zihnimde bir şüphe hasıl oldu. — Belki siz aileniz tarafından terk edilmiş bir çocuksunuz... Annenizle babanız evvelâ sizi başka ellerde bi- rakmakta mahzur görmediler. Genç- lik deliliğile bunu yaplilar. Fakat sonra sizi özlediler... İzinizi de kay. kadını sizi betmişlerdi. Şimdi aramağa çıktılar... | Böyle mi tahmin ediyorsunuz? — İvi buldunuz. böyle bir vaziyette — Ben, Giyam çök severim ve onu kü” güktenberi tanırım. Eğer o da kızıma lâyık bir koca değilse, kızım dünyada ondan daha iyi bir koca bulamaz. Diye cevap verdi. Nâsır fikrini açıkça söyledi: — Öyle amma, sizin kızınız hem çok gü- 261, bem de çok akıllı, uyanık bir kadındır. Halbuki, Gıyas çapkın, ayyaş bir gençtir, Buradan Buharaya giderken, Türkün sul- tanın cariyelerinden birini kaçırmış. Bus harada onunla eğlenip duruyormuş, Aslan bey soğukkanıı ve ilerisini düşünen bir adâtıdı: — Ben ötesine katışmam, hasret! dedi - Şehzade, kızımdan büşka bir kadın daha sevmişse, onu da alabilir. Bu işin dörde ka- dar yolü yar. Bu kadar güzel, yakışıklı bir şehzadenin bütün ömrünü bir kadınla ge- çirmesine imkân var midir? Ağabeysi sul- tan Mehmedi görmüyor muyiz? Dört kari, sekiz gözdesi ve bunlardan başka yüze ya- kın ve biribirinden güzei cariyeleri var. Vezir Nâsır, Aslan beye ne dediyse mües- sir olamadı. Aslan bey vezirin yanından ay- rlnca bu mesele ile meşgul olmağa baş- lamış ve yaptığı tahkikat neticesinde, vezi- rin Azriyı sevdiğini öğrenince: Vay melün kurt.. Az kaldı kandıracaktı. Diyerek, kendi kendine gülmüştü. Maamafik, bu hâdise Aslan beyi büsbü- tün lâkayıd bırakmadı . Semerkanddan beş on gün sonra ayrılarak Buharaya gitti. kı- zani ve damadını ziyâret etti, Ve ortada en- dişe edilecek bir vaziyet olmadığımı gördük- ten sonra Buharadan ayrıldı. faza beni de Vezir, Buhara'ya casus mu gönderiyor? Vezir Nâsır aşkını ve kinini yenemiyordu. Her ne bahasına olursa olsun, Azrâyı elde etmeğe karar vermişli. Nâsırın, Eram ismin- de bir kölesi vardı. Wram o yıl sonunda azad edilecekti. Vezir bir gün kölesini çağırdı — Eram, dedi, sana son defa olarak bir vazife vereceğim, Kimseye sendirmeden Bu- haraya gidip, Gıyaseddin sarayından Az- rTâyı kaçıracaksın! Eğer bu İşi muvaffakı- yetie bitirmezsen, seni azad etmiyeceğim. Eram çok cesur olduğu kadar, ayni za- manda da çok kuvvetli ve heybetli bir adam» dı. O yil sonunda azad cdileceğini, memle- ketine gideceğini düşünerek seviniyor ve her fodakârlığı göze aliyordu. — Siya her zaman canımı fedaya hazirım, velinimetim! dedi. Fakat kulunusu orada tanırlaraa, Giyaseddinin elire düşersem, bo- ni kim kurtaracak? — Arkanda daima sultanın baş veziri bu- lunduğunu unutuyor musun? Buharada yar kayı ele verirsen, derhal kurtarmak da be- nim elimdedir. Eğer Azrâyı kaçırmak im- kânlarını bulamazsan, hiç olmazsa şehzade Gıyaseddinm vücudünü ortadan kaldırma- ga çalış! O zaman Azrâ nasıl olsa Buha- rada kalamaz ve tekrar Semerkanda ge- hir. im, efendisine söz yerdi ve bir gece alana binerek, kimseye görünmeden Semer- kanddan ayrıldı, * Nâsır, Etamın müsbet bir iş göreceğin- den emindi; kendi kendine: — Ya Azrâyn kavuşacağım... Yahud Gi yasın başını koparacağım. Diyordu, Nâsır heden Azrânın üzerine bu derece düşmüştü? Gerçekten onu candan seviyor muydu? Nâsır elli beş yaşını bulmuş bir adamdı. Herhangi bir kadını delice sevecek çağda değildi. Veziri, Azrânın peşinde koşturan bir sebep vardı; İhtiras. Bu ihtiras, vezir- lik postunu kaybetmek kaygusundan döğu- yordu. Azrâ, valide sultanın r nüfuz eden, ona her dediğin! yaptıran bir kzdu (Arkası var) yapmanız icap ettiğine dalr nasihat soruyorsunuz? — Eğer bana yol gösterirseniz, size pek müteşekkir kalırım, bey- efendi! — Sana bir iyilik yapayım öyleyse evlâdım... Sen hiç yorulma... Ben za» ten ilânda ismi geçen zatla ahba- bım... Onunla bugünlerde yörüşecek- “tim, Vakit kaybelmeksizin gider, se- nin de İşinden bahsederim. — Ne büyük bir zahmete katlanı- yorsunuz. .: — Estağfurullah... Fakat şayet al- dığım haber fena olursa, yahut bu işten münasebetsiz bir netice çıka- cağıma kannat gelirirsem sana malü- mat bile vermem ki üzülmiyesin... O takdirde sükütumdan dolayı hay- rTete düşme... Şayet mlâacağım haber iyi olursa vakit geçirmeksizin seni haberdar ederim. — Ne ince ruhlusunuz. — Kızım... Benim tecrübeli bir in- san olduğuma şüphe etmezsin değil mi? — Nasıl ederim ki siz bana bunca iyilikleri yapan Sühanın hocasısınız... Onu yetiştirmişsiniz... — Öyleyse bu meseleden kimseye bahsetme... — Kimseye mi?... Nasıl yani?...