Lü TATLI SES | Macid çatalını önündeki masanın Üzerinde duran küçük meze tebakların- dan birine uzatırken anlatmağa başladi: — Bir odada üç kişi çalışıyorduk. Üçü- müz de birbirimizle canciğer arkadaş tuk. İçtiğimiz su ayrı gitmiyordu. Yalnız gündüzleri çalıştığımız şirkette değil, geceleri eğlence yerlerinde de vaktimizi hep beraber geçiriyorduk. Yatmadan yatmaya evlerimize giderken birbirimiz- den aynılıyorduk. Şirketteki şefimiz ken- di halinde bir adamcağızdı. Bizimkinin bitişiğindeki odada çalışırdı. İki oda ara» sındaki kapı ekseriya açık dururdu. Te- yürekli bir a olan şefimizle çok iyi geçiniyorduk. Fakat o pek ihtiyarla- dığı için bir müddet sonra istifa etti. Çalıştığımız şirket pek küçüktü. Bütçesi miitevazıdı. Yerine uzun müddet kim- seyi tayin etmediler. Artık biz üç arka- daş şirkette de başıboş kalmıştık. Otada da kendimizi eğlendirecek bir takım şey- ler bulmuştuk. Çalıştığımız odada bir telefon makine- si vardı, Ayni hata bağlı olmak üzere bir telefon makinesi de öteki odada, is- tifa eden şefimizin masasının üzerindey- di. Telefon çalındığı” zaman, ayni hat olduğu için iki odadan da cevap vermek ve konuşulanları dinlemek mümkündü, Gayet ncak bir yaz günü, dışardan getirttiğimiz dondurmaları yiyip bitir- dikten sonra gömleklerimizin yakaları- ni açmış, iskemlelerimizde yan gelerek tatlı tatlı muhabbete dalmıştık. Üç genç bekâr ne konuşur?... Biz de işin en tatlı, en sürükleyici t dan açmıştık. Hi küyelerin biri bitip ötekei başlıyor, #i garaların biri söndürülmeden öteki yi kılıyordu, Üçümüz de âşıkane muvaftm- kıyetlerimizi sayıp döküyorduk. Konuş- mamızın en tath yerinde telefon çaldı. Necati: -—— Bu da kim?.. Amma münasebet- siz zamanda insanı rahatsız ediyor hal... Diye söylene söylene yerinden kalktı. Telefonu açtı, adetâ küfreder gibi ak- siliği tonundan belli bir sesle: — Allo... diye bağırdı, Fakat birden- bire yüzünün sert hatları yumuşayıverdi. Çehresine başka bir ifade geldi. Sesini tatlılaştırdı. Telefonda: — Hayır efendim, diyordu, burada © isimde kimse yok... Ben mi efendim? Necati kölenir... Evet... Necati, o Şirke- tin memurlarındanım... Ya yanlış mı aç- #muşsınız ?.. Öyle mi efendim?.. Rica ede- zim, estagfurullah hanımefendi, estagfu- rullah efendim... Necati telefonu kapattıktan sonra: — Yahu, dedi, musiki gibi ses... Ha- yatımda bu derece tetli, bu derece gü- zel ses dinlememiştim... Telefonu yan- Jışlıkla açmış.. o Bazı kadınların se- sinde hakikaten dehşetli bir cazibe var... Tabir caiz olsa miknatıslı ses diyeceğim geliyor. ç Necatinin bu sözlerine biz güldük: — Haydi canım, mübalâğa ediyor- sün... dedik. O biraz evvel telefonda dinlediği sesin güzelliğini bize anlatmak için yırtınıyordu: — Ne diyorsun yahu?.. Sesinden bu kadına âşık olacağım geldi. Ben bile bu sesi merak etmiştim. Biraz sonra tekrar telefon çaldı. Bu se- fer Necatı sinirlenmeden telefona uzan- dı Adetâ heyecandan sesi titreyerek konuşuyordu: İ efendim? Yine mi yanlış çe- virmişsiniz... Bizi rahatsiz mı Ne münasebet efendim?.. Rahatsız ol- mak da söz mü? Bilâkis efendim... Se- sinizi bir daha işitmekle bahtiyar ol- duk... Böyle yanlışlıklar bizi âdetâ me- sud ediyor... Necatinin yüzü gülüyordu, Hemen biz de bos olan eski şefimizin odasına koştuk, Oradaki telefon makinesi açıktı, Necati ile onun karşısındaki kadının ko- nuşmalarını dinlemeğe başladık, Neca- tinin hakkı vardı. Telefondaki kadının sesi hakikaten güzeldi. Yüzünü görme- diğimiz kadın Necatinin sözleri üzerine tatlı bir kahkaha savurdu: — Sesimi © kadar beğendiniz mi?.. Halbuki ben de sesimin o derece güzel olduğunu hiç zannetmiyorum... dedi. Bu suretle tanımadığımız kadın Neca- i Onla- raklı bir safhaya giriyordu. telefondaki kadın da yalnız değildi. Ya- nında bir iki arkadaşı daha olacak ki te- lefondaki konuşmaya sık sık onlar da ka- rişyorlar, hep birden tath tatlı gülüşü- yorlardı. Artık e günden sonra en mühim eğ- lencemiz bu olmuştu. Belki günde yirmi defa bize telefon ediyorlardı. Hepimiz hakkında izahat istiyorlar, kaç yaşında, evli mi, bekâr mi olduğumuzu, boyumu- zu bosumuzu, hattâ gözlerimizin rengini bile soruyorlardı. Bazan bize telefonla gramofon dinletiyorlardı. Yalnız biz on- ların telefonlarının numarasını bilmiyor- duk. Fakat seslerinden üç kişi oldukla- rını anlıyorduk. Bu eğlencemiz böylece devam edip giderken bize yeni bir şef tayin edildi- ğini haber aldık, Bu Ahmed adında ak. siliği ile meşhur bir adamdı. Tabil © İ geldikten sonra keyfimiz kaçacaktı, Ni- tekim de öyle oldu. Her şeyde bağırmak, şağırmak fırsatını arıyan yeni şefimiz, işe başladı. Daha masasına oturalı beş dakika ya olmuştu, ya olmamıştı. Tele- fon çaldı. Hepimiz birbirimize baktık, Eğer telefona o cevap vermeğe kalkarsa iş meydana çıkacaktı, unun için ben he- men fırlayıp telefonu açtım. Onlar her günkü gibi üçü birden civil cıvıl konu yorlardı. Fakat onlara istediğim gibi ce- vap veremiyordum ki... Şefin gözleri bendeydi. Bunun için sanki şirket işlerine dair birşey konuşuyormuşum gibi: — Evet efendim... Dosyalarımıza ba“ karız efendim, her halde buna dair bir kayıd vardır. Şirketimizin abları ga- yet muntazamdır. Emrettiğiniz patates- ler de derhal gönderilecektir... diyor- dum, Karşımdaki genç kadın: — Saçmalıyorsunuz... Allah aşkına... diyordu. MUSUNUZ? Ben bunları işitmemezliğe gelerek: — Peki efendim... Şimdi hesabınıza bakacağım. Güle güle efendim. Diyerek telefonu kapattım. Lâkin beş dakika sonra telefon yine çalmaz mı?... Yeni şef uzanırken yine ben fırladım, ondan evvel telefonu açtım. Bu sefer de telefonun önünde gürültülü bir plâk ça- liyorlardı. Arasıra, böyle bize yeni aldık- ları plâkları dinletirlerdi. Bizim (aksi gef bunu işitecek diye ödüm patlıyordu. O günü yine 15 - 20 kere telefon çaldı. Hep ben koştum. o Âmirimiz telefonun bu kadar fazla işlemesine hayret edi- yordu, On gün böyle geçti. Telefonların ar- kün kesilmiyordu. Yeni âmirimiz bir gün bizden evvel davranıp telefonu açmaz mı? Ne yapacağımızı şaşirmiştık. miz telefonla konuştuktan sonra kalktı, İki oda arasındaki kapıyı kapad, O günden sonra bu kapı hep kapalı durdu. Ayni zamanda bize kati talimat vermiş- ti. Bundan sonra telefonlara hep kendisi Ne patatesi Yoksa sarhoş Tuzak içinde Tuzak 'Tefrika No. 90 — Buyursun, Genç erkek bunun üzerine içeri girdi. Şimdi, baba ile oğul - birbirlerinin Kim olduklarından bihaber - karşı karşıya duruyorlardı. Ayni boyda idiler, İkiside uzun. İkisi de yakışıklı, fakat her biri kendi tarzında yakışıklı. Adiiyeci, mütekeb- bir, mağrur bir erkek. Delikanlı ise, bir prens tevazuunda, kedi ve kaplan cinsi (ohayvanların o çevikliğinde... Gençliği, bütün ihtişamile nazan ok- Şuyor. İnsanlar bu gibi mubaverelere baş- lamazdan evvel, daima bir tereddüd ©uhranı geçirirler, Tereddüdü bühas- sa Süha geçiriyordu. Çünkü muha- tabının çok ciddi ve ağır bir adam olduğunu - biliyordu. Maazallah bir pot kıracak olursa bütün işler altüst bir hale gelebilirdi. Fakat dersini iyi almıştı. Baha, şa- kirdinin kulağını doldurmuştu. Onu her eihetçe teslih etmişti. Demin Bel- kisin kendisine bakışı da, delikanlı. Dın yüreğine ayrı bir kuvvet vermiş bulunuyordu. Nakleden : (Vâ - Nü) — Beyefendi... - diye söze başladı, - 'Bu ziyareti benim yapmam biraz uy- gunsuzdur belki... Fakat biliyorsu- nuz ki dünyada yapyalnız bir insa- nım, Adiiyeci, sesini tatlılaştırarak: — Yalnız mı? - diye sordu. — Annem, babam yok... Onu söy- lemek istiyordum. Kendilerini hemen hatırlamıyorum bile. Öldükleri za- mân o derece küçüktüm... Hocam ve işlerimin kâhyası olan bir zat beni büyüttü. İşte bu sebeple pek mühim olan ve hayatımın istikametini hazır- nyan müracaatımı bizzat yapmak mecburiyetinde bulunuyorum... Karşı taraftan cesaret verici bir cümle, bir hareket beklemek için azi- cık durdu. Beikisin babası, hareketsizdi ve sü- suyordu. Fakat halinde cesaret kırı- cı bir ifade yoktu. — Biliyorum ki bu teşebbüsüm cüretkâranedir. Bununla beraber hakkımda öyle lütufkâr davrandımız ki bundan dolayı cesaret buldum. Fazla uzatmadan Söyliyeyim, beye- fendi. Kerimeniz hanımefendiyi sevi- Soldan sağa: 1— Hükümran olma, Aşikâr, 4 — Ters hüsnü idaredir. 3 — Lehçe - Karadenizde bir Sovyet Wi- manı, 6 — Beyaslanan. 7 — Bir irk - Tersi ansızın hasıl olan de- mektir. 8 — Boşanmaya - Tersi kamaradır. 9 — Tersi eski mektepierin dayak âleti - ten evvel Arapların bir putu, 10 — Nazik - Kehle, Yukarıdan aşağı; 1 — Afrikada İtalyanın aldığı bir impa- ratorluk. 2 — Üstü - Başına «As gelirse ilgi de mektir. 3 — Cesedler. 4 — Umguya « İlbay. 5 — Sonuna «B» gelirse heybetli olur - Dem. ö — Mürekkepli kalem. 7 — Başına «G> gelirse bir çiçek olur » Başıma «F» gelirse hayatını feda eder, 8 — Nota - Bir meyva, 9 — Müsaadeler. 10 — Benzer - Küçük harp gemisi, Geçen bulmacamızın halli Soldan sağa: 1 — Mevcudolan, 2 — Avaazimet, 8 — Süvrukadam, 4 — Amedei, 5 — Liy, Alyans, 6 — Arlanmamak, 7 — Arbedeci, 8 — LI, Gamelin, 9 — Gazete, 10 — Trazık, Rle. Yukarıdan aşağı; 1 — Masalanlat, 2 — Evamir, 3 — Va- veyla, Ga, 4 — Card, Argaz, 5 — Uyücan- bazı, 6 — Dikilmemek, 7 — Oma, Yadet, $ — Led, Ameler, 9 — Ata, Naci, 10 — Miskin- ce. Boks şubesi canlandırılacak Beden Terbiyesi Istanbul Bölgesi boks ajanlığından : Bimdiye kadar alâka göstrilmiyerek terkedilmiş bir vaziyette olan boks şube- lerinin bu kerre yeniden ve canlı bir su- ge. faaliyete geğirilmesi için böleemince alınmıştar, a esaslı tedbirler Klüplerimizin bu şubesinde çalışan ve çalışmağa istidadı görülen elemanların 4sim ve sikletlerini gösterir bir listenin bir an evvel 20/3/1940 tarihine kadar ajanlı- ğa gönderilmesi tebliğ olunur. cevap verecekti. Eyvahlar olsun, foyamız meydana çıkmıştı, i sonra idi. Bir gün yine telefon di. Amirimiz içeride konuşuyordu. Kapı kapalı olduğu için sözlerini işite- miyorduk, Bir aralık yavaşça bizim odadaki te- lefonu açtık. Âmirimizin kiminle konuş- tuğunu dinlemeğe başladık. Onlarla ko- nuşuyordu, Kadınlardan biri cilveli cilveli; — Demek her istediğimi yapacakmı- nız ha... Öyleyse kuzu gibi bağırın ba- kayım... diyordu. iraz sonra o ciddi, o ağırbaşlı âmiri telefonda «Meece» diye kuzu gibi bağırdığını seri ir mi2... v Tefrika No. 2 TN Yazan: İSKENDER FAHREDDİN Bu yıl halifeyi rahat bırakacağım, Bağdad halkı her gece korkulu rüyalar görmekten usanmış Sultan Mehmed, Harzem tahtına otur- gık gündenberi (1200 M.) birçok milletler- yorulmuştu. Son günlerde kendini tehdid den Bağdaddaki halifeye İyi birders vermek, hattâ bu vesile ile Bağ- dadı zaptetmek niyetinde idi, Hükümdar bu fikrini büyük oğlu Rükneddine de aç- miş: — Nişanburdan döner dönmez bir ordu ile seni Bağdada göndereceğim. Demişti, Rükneddin, Azrâ'ya muvaffak olmak için, Bağdad seferine çıkmamağa karar vermişti. Babası Nişaburdan dönün- ce: — Haydi, hazırlan! dediği zaman, ba- basına hastalığından bahsederek gidemi- yeceğini söyliyecekti. Hattâ Rükneddin, bu şerefli işi kardeşi Gıyasa havale etmek fe- ragatını bile gösterecekti. Öyle ya,. Giya- seddin Bağdad seferine giderse, Azrâ İle beraber bütün Semerkand ona kalacak de- mekti, Rükneddin, baş vezire söz vermişti amma, biraz sonra, Azridan aynlamıyaca- ğını anlayınca, Gıyası Bağdada göndert- mek plânını kurarak meydanı kendine bi- rakmayı da ihmal etmemişti, Rükneddin, Gıyas kadar güzel, yakışıklı bir erkek değildi. Zayıftı, benzi soluktu. Giyns geniş göğüslü, sevimli, heybetli bir gençti, Semerkand o tarihlerde aşk ve şiir bel- desiydi. Dünyanın en güzel kadınları Se- merkandda toplanmıştı. Şehzade Gıyased- din atla sokaktan geçerken, bütün kadın- lar evlerin avlularına çıkarak bu yaki- şıklı ve sevimli şehzadeyi seyrederlerdi. Rükneddin kardeşini çok kiskanırdı. O, kendi karısından başka hiç bir kadını ken- dine bağlıyamamıştı. Oysa ki, Gıyasın dal- resinde kendisine severek hizmet eden bir- çok cariyeler vardı. Türkin hatunun cari- yeleri bile Gıyaseddine göz atmaktan, onu görünce kırılıp dökülmekten kendilerini alamazlardı. Bir gün Gıyas, bir iş için Taşkende gide- rek, bir ay kadar Semerkanddan uzaklaş- | muştı, Bu güzel şehzadeyi bir ay kadar gö- remiyen Semerkand kadınları, Gıyasın Taş- kend dön «Seni kaybedeli bir asır geçti sanıyoruz!» Gibi cümlelerle türküler düzmüşlerdi. Gi- yas, Rikistan (1) den geçerken, etrafını sa- Fan binlerce kadın ve erkek tarafından kar- Şılanmıştı. Rükneddin, kardeşi hakkında halkın ve bilhassa kadınların gösterdiği bu tezahüratı gördükçe hiddetinden ateğ püs- kürüyordu. Sultan Mehmedin Nişabur. Semerkand sokaklarına yüzl diklimişti, Sultan Mehmed Nişabur sayfi- Şehmmde Babası kendini bahsederek i rica edecekti. O, Azrâyı bu suretle elde ede- eeğinden emindi. Baş vezir de Azrâya biran evvel kavüş- mak hülyasile seviniyordu. Hükümdar sa- raya girer girmez Safürâyı öldürtmek için tedbirler alacak ve bü işl birkaç gün içinde bitirmeğe çalışacaktı. Türkün hatun, halifenin casusu olduğu- na İnandığı bu Arap dilberini ortadan kal- dırırsa, oğlunun hiçbir ölüm tehlikesile kar- sılaşmayacağını sanıyordu. Halbuki Semer- kand sarayında Arap cariyeleri doluydu. Ve diğer kadınlardan fazla sevilen ve fazla nü- fuzu olanlar da Arap cariyeleriydi. Sultan Mehmed o gün sarayına döndüğü zaman, gözcüler Safürüyı göremeyince hay- rete düştüler. baş vezire koşarak: — Bultanın gözdesi meydanda yok. Dediler. Vezir Nâsır biraz sonra İşi an- ladı. Sultan Mehmed, vezirine: Safürâ Nişaburdan çok hoşlanmıştı. Ken- disini bir mkitar muhafızla beraber sayfi- yemde bıraktım. Bu ayın sonuna kadar orada kalacaktır, dedi, Bu haber baş veziri sevindirmişti. NAsıf O gün valide sultanı görmek fırsatını bular madı, Ertesi sabah erkenden Türkân hatu“ na koştu: — Bfendimiz Safürüyı Nişabur sayfiye- sinde bırakmışlar. Bu ayın sonuna kadar orada kalacakmış. — Nerden duydun bu haberi? — Sultan Mehmedin bizzat kendi ağzın- dan... — O halde işin kolaylaştı demektir. Ba- fürünın Nişaburda kaldığına bakılırsa, oğ- Yumun bir iki gün sonra tekrar oraya dön- meğe niyeti var. buradaki misafirleri sav- duktan sunra Nişabura gitmesi kuvvetis ümid edilir. — Kulunuz da böyle düşünüyorum. AZ- rüya biran evvel kavuşmak için, Safürinın başını çabuk koparmalıyım, * Sultan Mehmed Nişaburdan döner dön- mez, Bağdad seferi hakkındaki düşüncele- rini tamamlle değiştirmişti. Baş vezirine: — Bu yıl halifeyi rahat bırakacağım. Bağ» dad halkı her gece korkulu rüyalar görmek“ ten usanmış, Gelen elçiler böyle söylüyor. Dedi. Şehzade Rükneddin, hükümdarın bu son kararından haberdar değildi. O hâ- ri: «— Gıyas, Bağdada gidince Azrâ benim olacak» diye sayıklıyordu. Bir gün Rükneddin, kendisine çok sadık bir Türkmen muhafizile yolda giderken, ba” şi ve yüzü örtülü bir kadin gördü. Kıldan örülmüş kalın peçesinin altından bu ka- dını teşhis etmeğe imkân yoktu. Fakat, Rükneddin onun pabuçlarına bakınca: — Bu, saraya mensup bir kadındır. Dedi ve yanına sokuldu: — Böyle yapyalnız nerden gelip nereye gidiyorsun, hatun? Kadın, yere kadar uzanan peçezinin kö- narını araladı ve âncak bir gözünü göste- rebildi: — Saraya gidiyorum.. yolumu kesmeyi» niz! Rükneddin birdenbire” titredi: — Azri... Sen misin? Nerden geliyorsua böyle?... Bir caminin duvarı dibinde durdular. Azrâ cevap verdi: Hazreti Kasımın türbesine gitmiştim. Oradan dönüyorum. — Oraya yalnız nasi gidebildin? Bugün kadınların ziyaret günüdür Yollar #iyaretçilerie dolu. — Ne dileğin var da gittin oraya? — Benim dileğim, bana aittir, İnsan her sırrını başkalarına söyliyebilir mi, şehza- dem? Rükneddin biraz daha yaklaştı. Ona sev- giâinden bahsedecekli. Fakat, lâfa nereden başlıyacağını bümiyordu. — Onu sevmiyorsun, değil mi? Diye sordu. Azrâ şaşırdı — O da kim? — Kardeşim. — Hangi kardeşiniz?... — Giyasedin.. O çapkın melün.. — Kardeşiniz melün demeyiniz. yazık» tır, Onu Semerkandda sevmiyen yoktur. — Yalan söylüyorsun... Sevmiyen bir kle — Ölünerye kadar. — Kardeş dargınlığı mezara kadar sür- mez. Yarın barışırsınız. — Hayır, Pıratla Volga biribirine karu- şur, fakat ben, onunla barışamam. Azrâ yürümek istedi; —O halde bana yol veriniz. gideyim. Va» ilde sultan beni gözler. Gecikirsem yolu- mu kestiniğinizi anlatmağa mecbur olaca» dım! Rükneddinin Semerkandda çekindiği bir insan varsa, o da Türkân hatundu. (Arkası var) 4) Semerkand şehrinin ortasında büyük bir meydanın adı, ve ——ğ—— — —— ————— —————- yorum. Şayet izdivacımıza rıza gös“ terirseniz dünyanın en bahtiyar in- sanı ben olacağım. İkisi de bir müddet sustu. Adiiyeci, çenesini avcuna daya mıştı. Delikanlı, onu, istikbalin ava- kibini düşünüyor sandı. Fakat aldan- mış meğer... Kudret Kolonbey kendi kendine iki şey düşünüyordu. Bunların ikisi de onu fevkalâde alâkadar ediyordu. «— Bu sesee, bu gözlere neden bu kadar âşinayım?; diyordu. Fakat hâfızası pek zayıftı. Bu sualin cevabını veremediği için zihnini yoruyordu. Odada bir sükü- net hüküm sürüyordu. Bir sinek uç- sa, vızıltısı işitilecekti. Uzun devam eden bu sükülu boz- mak için, delikanlı dedi ki: — Ailem hakkında zatı âlinize ma- lümat vermek mecburiyetinde oldu- ğZumu hissediyorum. Biz pek muteber bir soyuz. Aslımız Türkmüş, Evlâdı fatihandanız... Mısırde yerleşip ora- nın derebeylerinden olmuşuz. Kudret, mihaniki bir surette: — Biliyorum... - dedi. — Servetim bahsine gelince, pâ- ramız o kadar muazzam değil, beyefendi. Para meseleleri konuşulunca, ku- lak kabartmağa daima alışmış, tanın- mış avukat; — Ha? - diye sordu. Lâkin gene derhal düşüncelerinin gayyasına daldı: «— Çok evvelden bir yerde mi gör- müştüm bu çocuğu?... Yoksa, sesini ve gözlerini birine mi benzetiyorum?» Sonra birdenbire dimağında bir şimşek çaktı: — Ha... Şu... Metresim... Metresi- min sesine ve gözlerine benziyor...» Lâkayd bir şekilde omuz silkti, Du- daklarında bir işmizaz hasıl oldu. «— Çıldırıyor muyum?... Ne mü- nasebet?... Biri Mısırlı, biri bilmem nereli? Misafirine hitapla: — Nerede doğdunuz? — Mısırda, — Kaç yaşındasınız? — Yirmi yedi. — Annenizin ismi? — Mahire. — Pederiniz? Delikanlı, hisim akrabasına dair uydurma malümat verdi. — Demek hepsini kaybettiniz? — Arzetmiştim: Pek gençken... Zannederim, validem, pederimi kay- bettikten sonra teessüründen öldü — Servet vaziyetiniz?... Onuda öğrenmek istiyorum. Vâkıa sormama» ğı tercih ederdim, oğlum. Fakat ma- demki hem kızımın hem sizin ser- vet vaziyetiniz mövzuu bahsoluyor... j Delikanlı, elddi ciddi: — Hakkınız var efendim... - dedi, — Servetiniz vakıf halinde midir? Çünkü Mısırda ekseriyetle öyle. — Kısmen vakif, kısmen mülk... Erazimiz var... Pamuk üzerine çalış lıyor. — Ne kıymette?... Senevi varidakı- nız? — Mütevazı bir şey efendim, — Meselâ? — Beş allı bin lira. — Türk lirası mı? — Mısır... — Hınm.. Bir müddet daha süküt odu. — Mısırdaki emlâkinizi muhafaza edecek misiniz? — Satmağı düşünüyorum. — Niçin? — Türkiyede yerleşmek niyetinde yim. Zaten 'Türk olduğum için vata- nım burası olacaktır. Hele evlenmek idealim tahakkuk ederse kendimi bü- raya büsbülün bağlı hissedeceğim, Avukat gene esas meseleye döndü: — İraddan bahsediyörduk. — İstanbulda da komşunuz olan | bina bendenizindir. — Biliyorum... Vakıflar, gelirinizin büyük bir kısmını mı teşkil eder? — Takriben yarısı. — Demek bir ayağınız gene Mışır. da kalacak. O da âlâ, (Arkası var)