ER TT HER AKŞAM BİR HİKÂYE İki arkadaş lokantadan çıktılar. Tünele doğru ileriiyorlardı. Soğuk bir kânunusani günü idi. Paltolarının yakalarını kaldırmış- lardı. Mecdi sordu — Akşama kadar yapılacak hiç bir işi- miz yok... Nasıl vakit geçirsek dersin?.. Rahmi — Bilmem ki!... diye omuzlarını kaldırdı. İkisi de ellisini çoktan geçmişlerdi. Hâlâ bekârdılar, Üstleri başlatı temiz, hattâ şık-” ti. Hâlâ bir takım macetaldtdan üzüntülü gönül meselelerinden ellerini, eteklerini çe- kememişlerdi. Maamafih yağlarını pek göğe Mecdi çok korkarım... Hem bu pastahaneye utaktan, yakından tAmdığımız birçok genç; güzel, şık kadın- lar da geliyor. Rahmi uysal bir adam'tavrı ile: — Peki, dedi, girelim Pastahaheye doğru ilerlerken önlerine bir seyyar satıcı çıktı, adam avaz avaz — Haydi kış için, soğuk için... Ayakkabı- lar için lâstikli mantarlar... Ayakkabı 80- baları bunlar. Al bir çift, doktor parası, üç parası verme... Lâstikli mantarlar... di- ye bağırıyordu. İki arkadaş durdular. Adagın sattığı şe7- lere baktılar, Bunlar ayakkabıların o konmağa mahsus manlâr Şeklinde kesil- miş bir takım abalardı Rahmi, Mecdiye sordu: Şunlardan birer çift alsak mı acaba?... Benim ayaklarım çok üşüyor. Mecdi mırıldandı Ya benimkiler?... Donuyor birader. Adeta ayaklarımın üşülnesinden karnım ağrıyor... Nihayet karar verdiler; Birr çitt lardı. Satıcıya yaklaşıpisordular: Kaça bunların çifti?.. Satırı gayet çenebez bir adamdı; — Ohar kuruş efendim..'Sudan ucuz. Bir şişe su on kuruş... Hem de bunlar çok #yi şeydir.. Hele yuşlılar, ihtiyarlar içini, Satıcının şu son «Yaşlılar, ihtiyarlar içine çümlesi. üzerine iki arkadaş onun yüzüne ters ters baktılar. Rahmi — Bar bakalim birer çifti;, dedi. Satıcı mântar şeklindeki abaları birer küçük kâğıda şöyle gelişi güzel sardı, İki arkadaş adam a neye doğru ilerlemeğe başladılar. Lâkin satıcı, mantar geklinde abaları 9 kadar küçük. ve biçimsiz bir kâğıda sar- muştı ki, İki arkadaş gülmekten kendile- rini alamadılar. Çünkü nbaların uçları kâ- Bıttan dışarıya fırlamıştı. Pastahaneye gir- diler. Ellerindeki abaları bir iskemlenin Üzerine bıraktılar, Mecdi yan gözle aldıkları abalara bakar» ken fısıldadı: — Kör olasi yaşlılık. «dedi, gençken aya- a lâstik bile giymezdimsiLâf aramızda amma ihtiyarlıyoruz Tahminiğim.,. Rahmi canı sıkılmış bir ağam halile: rak Allah aşkına yah... Konuşacak başka birşey bulamadın: mı?.. diye cevap acak- dedi, hizbize kottuğu- Yörüz. Aramızda başkası, bilhnsen genç, güzel kadınlar Yok ki... Onlafın karşısında böyle bir halt ettiğimi görüyor musun”. Lâkin artık kendi aramızda da hakikatten, Yaşlandığımızdan o bahsetmiyocek değiliz ya. Fakat sen onu bunu birak amma Şu iş aldığımız çok İyi oldu... Eve gider gitmez iskarpinimin içine bur tireyim. Sıcak sicak giyerim. Rahmi: Evet amma. dedi, güzel, genç bir kadı- nın yanında iskarpinlerini çıkarmak lâzım gelirse»... Mecdi cevap verdi: — Birader öyle mühim günlerde de bir fedakârlık yaparım ve abaları iskarpinimin. Açiğb koymam... O da düşünülecek şey mi?... İki arkadaş birdenbire heyecanla durum- #adılar, Rahmi: — Aman karşıki köşedeki masayı götü- 7or musun? Bak kimler oturuyor... dedi. Mecdi başını çevirdi; | Bu soğukta dolaşmadanka sana birşey — Evet, dedi, Leylâ ile Şadan. İki genç ve güzel Kadın da onları görmüş” Verdi, İltifatlı bir şekilde iki arkadaşa #8- lâm verdiler. Hattâ Leylâ onları masaları- na çağırır gibi bir hareket yaptı, Rahmi Ve Mecdi ne zamandanberi bu iki genç ka- dınla ahbaplığı ilerletmek için çalışiyor- lardı. Araları da pek iyi âdi Rabmi — İstersen onları masalarında ziyaret edelim, — Haydi. İki arkadaş yerlerinden kalktılar. Genç | kadmların masasına doğru yaklaşırlarken Rahmi yavaşça fısıldadı: — Sakın onların yanında da ihtiyarlığa, yaşlıa filân dair bir halt karıştırayım deme... Mecdi yavaşça cevap verdi: Beni onayi mü zannediyorsun yahu... İki arkadaş Leylâ ile Şadanın masasına oturdular. Biraz sonra tatlı tatlı konuşus | yorlar. sigaralarını tüttürüyorlardı. Mecdi- nin çenesi açılmıştı. İki genç kadini neşe- lendirmek İçin artık ne nükteler aavurmu- yordu ki. 'Tamı bu esnada pastahanedeki garsonlaf- dân birl onlara yaklaştı. Adamin etinde kâ- &ıdlarından dişarı fırlamış iki çift tar şeklinde aba vardı. Garson bunları Mecdi ile Rahmiye tarak: Bu abalar sizin de da unutmuşsunuz da... ye getirdim Mecdi kendisine küfredilmiş gibi ayağı kalktı: Ne münasebet? dedi, onlar bizim de- mi? Öteki masa- i kaybolur di- gat Rahmi ilâve etti: — Onlarla a Garson şaşırmıştı — Rakat efendim.. dedi, bunlar öteki masada, yani sizin ilk oturduğunuz masa- da duruyordu da.. Mecdi aksi aksi cevap verdi. Banki onları orada başkası unutamaz mı canım? Neden bunlar bizim oluyormu — Peki peki efendim... Belki başkasnın- dir. Leylâ da tattı bir gülümseme ile mıcldan- dı: — Onlar pek ihti ne alâkası olabi Rahmi — Tabil. . Tabii... Böyle ihtiyarlara mah sus şeylerle bizim ne alâkamız olabilir? Hep birlikte pestabaneden çıktılar. Ka- tan sonra Rahmi ile Mes» ne bakışlılar. Rahmi: Fakat şu garsonun münasebotsizliği- N ğına ne dersin?.. — Onu bunu birak amma abalar da çok güzeldi... Aksi gibi onları salan adam da gitmiş... Yoksa ben kendi hesabıma bir çift daha alırdım. Hakikaten seyyar satıcı gitmişti. Rahmi: — O abalar bana da pek âzundı. Aca- pa tekrar pastaneye girip istesek mi diye amız yok... ar işi değil mi?.. Sizinle m püklüm pastahaneye diler, o abalar bizim- İş! Garsonun hayretli bakışları karşısında abaları alıp dışarı çıktılar. İstanbul mektepleri spor bölgesi tara- fından talebeler arasında tertip edilen kır koşularının ikinelsi bu pazar Şişlide yapı- Jacaklır. Iki hafta evvel icra edilen birin- ek müsabaka hiç bir atletizm müsabaka- sında şimdiye küdar raslamadığımız bir alâka görerek koşuya tam 115 atlet iştirik etmiş ve yağmura rağmen müsabaka pek zevkli olmuştu. Bu hafta yapılacak ikinci müsabaka için yapılan yeni tamime nazaran on yedi lise. nin asgari 10, âzami 20 utletle Yarışlara iştirâkleri bildirilmiştir. Fenâ havalara tesadüfü çok muhtemel olan bu müsabakaların bütün muhalefete rağmen kati surette yapılması düşünüld Tuzak içinde Tuzak Tefrika No, 13 Aradan saatler geçti. Kaptan, 50 murtkan, düşünceliydi. e Mangalın başına oturmuş, mütemadiyen külle- ri eşeliyor ve düşünüyordu. Dakika- Jar, bitmez, tükenmez görünüyordu. Pervin, eski küçük beyine bakıyor- du. Ne olmuştu da gönlünün sevgilisi olan bu adam bu hallera gelmişti. Hem feleğe kızıyor, hem de sual s0r- mağa utanıyordu. Kaptan arada sırada bu meyus halini dağıtarak gülümsemeğe çaba- Uyordu. Herifin gecikmesi de bir ba- kıma, onun için iyiydi, Zira balıkçı sarhoş gelecekti, Sarhoşluğundan İs- tifade edecekti. Saat allı buçuğa doğru Kara Yusuf göründü. Tek direkli küçük yel kenlideydi. Kısa bir selâm sabahtan sonra, kaplan derhal kolları sivadı; dümene oturdu. Yelkene iste giyeti verdi, Balıkçıya; — Zıbar da, De siz!... - dedi. Yusuf, dili damağına dolaşarak; — Baş... Başüstüne, paşşam... - ce vabını verdi. Şimdi Pervin, evinin yanındaki bir zikkımlandığın rakı 'Nakleden : (Vâ - Nü) tepenin üstüne çıkmış, yelkenlinin gidişinin seyrediyordu. En son söz olarak küçük beyinin söylediği şu sö- #ü düşünyor; mâna çıkarmağa uğrür şıyordu: — Beni bekle... Bu gece gelece- öim... Fakat saatini söyliyemem... Balıkçının karısı; — Beklerim efendim... ryam... demişti, Rüzgür belki pek müsald değildi; fıkat kaptan iyi yelken ve dümen Kullandığı, sahilleri de bildiği için muvaffakiyetle ilerliyorlardı, Gökyü, zünde bulutlar koşuşuyordu. Sandal sahibi, Burhanın tavsiyesi- ni yerine getirmişti, Burun tarafta bir çula adamakılı sarılmış, horul! horul uyuyordu. Bu usta gemicinin Lir kaza çıkarmıyacağından emindi. Tava tehlikeli olmakla beraber, kap. tan, çok iyi idare ettiğinden süratle Tlerliyorlardı. Gayesine yaklaştıkça, Korsanoğ'u, kalbinin daha hızlı çarptığını hisğr- ciyordu. Kalenin karşısına geldiği zaman, gecenin epey İlerlemiş bir sa- atiydi. Fakat göğün bir yanında ka- lan yıldızların ışığı sayesİnde her tâ Hiç uyu- Lig maçları bu hafta başlıyor İ © Dört haftalık bir tatilden sonra ir maç larına bu hafta Taksim, Şeref ve Fenetba çe stadlarda başlanacaktır. Lig maçlarının ikinci devresi addedilen bu karşılaşmalar kliplerin kanat ktimeldi #indeki derecalerini tayin edeceğinden kar- şılaşmalar birinci devreye £ dıkı ve 0 nisbette 3 olarak girecekleri haber verilmekte olduğu cihetle müsabakaların ehemmiyeti bu ba- Kımdah da fazlalaşmıştır. Bazı klüplerimizin umum müdürlükte bulunan İlsans işleri tamamlandığından bu devre-müsabakalarında yeni bazı oyun- cularla karşılaşmak ihtimali mevcuttur. İlk devreyi rakiplerin hepsini mağlüp etmek suretile birinellikle bitiren Beşiktaşlıların ayni vaziyeti muhafaza edearek İstanbul şampiyonluğunu elde etmesi ancak oyun- cularindün Hümü ile Hakkının sakatlıkla- rının geçmesine bağlıdır. Bu oyuncular son maçlarda sakatlanmış- lardır. Sakatlık henüz geçmedi ise şampi- yonluk ümidinin sarantı geçireceği şüphe- #izdir. Çünkü siyah beyaz takımın ihtiyat oyuncular ile bu iki güzide sporcusunun a5- tığı gediği doldurmasına imkân yoktur, Beşiktaş takımını başlı başıma sürükliyen Hakkı ile Hüsnünün kendilerine mahsus enerji hisbetini ihtiyat oyunenlar da bul- mak kabili değildir. Bu yüzden Beşiktaşlı ların lig maçları ikinci devresinde zorluk göreceklerini tahınin etmekteğiz, Diğer taraftan bu iki oyuncunur. todâvi- leri nihayet bulduğu takdirde birinci dev- rede diğer ktüplerie aralarındaki puvan farkını muhafaza ederek şampiyonluğu el- de tutmaları (Fener ve Galalasaraya İki dela mağlüp olmamak şartile) tabiidir, Mektep maçları programı 23/12/1939 cumartesi günü yapılacak fı bol maçları, Şeref stadı: Saha komiseri: Sabih Özlü. Yüce Ülkü 1. - Haydarpaşa 1. Baat 1338 Hakem a rik Özerengin. Pertevni 1. Saat 1440. Hakem: & Aç Taksim stadı? Saha komiseri: İhsan Varas, Taksim L, - Şişlı Tetakki L. Saat 1130. Hakem: A Adem. Galatasaray L. - Işık L. Sant 1440. Hakem; A: Akın VOLEYBOL MAÇLARI Beyoğlu Halkevi salonunda; Süha komiseri; Ziya Koplu. Erkek Mual- lim M. - Hayriye L. Saat 14. Hakem: Bs- İlm Duru İstiklâl 1. - Darüşşafaka L, Saat Hakem: Selim Duru. Boğaziçi zet L Saat 15. Hakem , B. Sanat M. - Vefa 1. Saat 1530. Hakem: elim Du ey, 1939 pazar günü yapılacak mu arası kır koşulafı ılara aşağıda isimleri yazıl la iştirik edecek ve koşulara £ be koşu günü tam saat 9 da Şişli Tram- vay deposu yanındaki 42 nci Hkietebe gelmiş olacaklardır. #k Muallim M. - Bo 1, - Darüşşafaka . Erkek lise- Galatasaray L. - Haydarpaşa L. - İs- klâl L, - Tak L, - Vefa 1, - Kabataşl. - Pertevniysl L. - Şişli Terakki 1. - Taksim L. - Ticaret L. - Yüce Ülkü L, - B Sa- Dat M Anadolu klübü hükmen mağlüp sayıldı Geçen hafta Şeref stadında yapılan Fes neryilmâaz - Anadolu lig maçında Anado- Iu klübünün lizansı olmiyan bir oyuncuyu müsabakaya iştirâk ottirdiği anlaşıldığın- dan galip geldiği Feneryümaz klübüne hükmen mağlüp sayılmasına karar veril- miştir. aa mm an ğünden asgari 170 atletin iştirik etmesi mecburi olan bu yarışların pek enteresan olacağı tabiidir. Atletler pazar sabahı 9 da Mecidikö- yündeki 42 nci ilkmektepis toplanacaklar ve müsabaka saat 10 da başlıyacaktır. İkinci kır koşusu için mesafe 2500 metre olarak tesbit edilmiştir. £ ordu. Yukarıki pence- relerde bir lambanın yandığını da görmüştü. Hiddetle sölumağa başladı. Gözle- rinden kıyılcımlar saçıyordu. İçinde ufak bir ebelki değildir!» ümidi var. dı. Fakat şimdi bu ümid de sönüver- di! Aradığı, buradaydı. Şayet karısı kalede olmasaydı, binanın cephesi baştanbaşa simsiyah karanlık olmak icap ederdi. Ayılmak alâmetleri gösteren Kara Yusufun omuzuna dokundu. — Hişt! « diye hafifçe seslendi. - Be- vi burada bekle... Şimdi geliyorum. — Başüstüne, efendim. Orada duran rakı şişesini, kaplan, İ balıkçıya uzattı. İ Alay ederek: — İç şunu... Hoşça vakit geçir... Fakat yerinden kımıldama,.. « ear ni verdi. — Başüstüne, beyefendi. Saat dokuzda, Bürhan, toprağa bas- muş bulunuyordu. Kayaların üstünden sışrıyayak kaleye doğrusyürüdü, Son. ra, bahçeye girdi. Ayaklarının ucuna | basa basa binaya yaklaştı. Bir köpek homurdandı, Lâkin yak. laşınca sahibini tanıdı ve ayaklarının cana yatarak yaltaklanmağa başla di, Uşak dairesinin kapı aralarından hiç bir aşık sısmıyordu. İhtiyar bek- İSLÂM TARİHİNDE Türk kahramanları Tefrika No. 6 Yazan: İskender Fahreddin İhtiyar bir muharip, sahile tırmanıp çıkan Fatmanın sırtına kalın bir örtü vermişti Diye bağırarak yalvarıyordu. Diğer esir- ler korkudan titriyorlardı. Şimdi kamçı at- mak sırası öteki cellâdlara gelmişti. Dört cellâd birden bu zavallı adamı o kadar dövdüler ve sırtından, bacaklarından, kol- larından o kadar kan akıttılar ki. Cansız olarak arkadaşlarının üzerine dı man, bu korkünç ve tüyler ürpe i pençereden seyretmekte olan Patma bile teessü Jiyemiyerek, başını geri- ye gekmiş: — Selman! Tahammilüm kalmadı. Ar- tık. Bunlar adamları işkence ile öldürüyor. lar. Demişti. Selman merak ve heyecanından titriyor- du. Fatmanın zindanda neler gördüğünü bilmiyordu, Fatmaya yavaşça sordu: — Orada olup bitenleri ben de göremez miyim? — Görebilirsin, Selman! Ve görmelisin... Dedi, Selmanın omuzundan atladı. — Haydi, şimdi, mezbahada boğazlanan masumları seyretmek sırası senindir. Fatma, taşın üstünde titriyor ve dişle- rini gıcırdatarak ağlıyordu. Selman: — Metin ol, Fatma! deği - Günün birin- de bu zalimlerden öç almak fırsatını bu- lacağımızdan eminim. Görülüyor ki, pa- pasın maiyetinde, sellâdlardan başka bir kuvveti yoktur. Fotma vakit geçirme topladı. Selmana omuz Haydi, çık üstüme Seiman, Fatmanın omuzuna &iladı ve taşlara tutunarak, küçük pencereye şöy'e attı m pencereden bakar bakmaz irkil- miş ve titremeğe başlatmıştı. Bu zavallılara sen acı, Allahım! ıldandı. Ve dişlerini sıkarak ken- ek için, itidalini edi n dehşet ve şid- detile devan ediyo Kamçı darbele: muharibinin da cân Veren Afap tan bü- İşkence görüyor ve rdu, Bütün esirle- caklarından bl râk ayaklarına kızgın Gesi er vurulup , Fatmanın omuzunda dururken bağı çözllmlştü. Bu korkunç n sahnesini hangi vicd sahibi a a boğuk, muztarip bir Haydi, artık dönelim, Selman! dedi, ni öğrenemedi! — Bunu burada öğrenmeğe imkân yok- tur. Şatonun öle yanına geçmeliyiz. Vaktimiz yok. Bu gece ortalık ağarma- dan, güneş doğmadan dönmeğe mecburuz, Arkadaki kale civarına kadar gidemeyiz. Yol uzur'dur, Ve hiç şüphe yok ki, papasın askerleri bizi görüp yakalarlar. — O halde tekrar suya atlıyalım. Selman bir aralık şatoya girmeyi ve ra- hibin yatak odasın aramayı düşündü. Pa- kat, bu tehlikeli bir iş olacaktı, Esasen bü- tün odaların pencerelerinde demir ve ka- hı parmaklıklar vardı. İki kişi bu esraren- giz şatoda bundan başka ne yapabilir, ne keştedebilirdi? Selman yavaşça Fatmanın omuzundan indi. Esirlerin sesleri gittikçe artıyor, işkence çiler uyuyorlardı zahir... Korsanoğlu, bu cihetlerden emin olduktan sonra iç avluya girdi. Her taraftaki süküt onu hayrete düşürü- yordu. Taksimatı bildiği için, bir tah- ta perdeden atladı. Bir kapıyı sırtla- dı, ve açtı. Artık bina dahilindeydi. Vakanın mabaadini biliyoruz. Tesadüf onu iki mücrimin kar na çikarmış bulunuyordu. Tokmağı- nı çevirmek üzere bulunduğu bir ka- pının önünde, içerden sesler işiterek durdu. Konuşulandan bir kısmını din- ledi. İlk aklına gelen şey, kanadı tek- meliyerek kırmak, ikisini öldürmek olmuştu. Fakat asabına hâkim oldu. Hayır! Yolda gelirken verdiği ka- rar daha muvafıktı. «— Benim gibi bir adam, müdafaa- &ız bir rakibi öldürmez!» diye dü- şündü, Fakat şimdi de rakibine müsavi silâh vererek kendi nefsine karşı bir müsaratsızlık işlemiş olmıyor mıydı? Celâlin kabahati vardı; kendinin yök- tu. Öyleyse?... Bu, haksızlığı şahsına niçin reva görmüştü? "Felâfi için çok kurnaz ve Soğukkanlı davranmağa karar verdi, Çetecinin: «— Haydi!» diye bağırmasi üzerine bir el silâh patladı, İkincisi bunu takib etti, Henüz Bürhan tetiğe dokunma. | altında kıvranan müslümanların iniltisi ge» ©s karanlığından süzülerek göle kadar ak- sediyordu. Fatma: Düşmandan bu facianın İntikamını al“ mayı unutmuyalım. Diye söylenerek, yavaşe ça suya atladı. Konuşmadan yüzdüler. İyi ki, suya vaktinde atlamışlardı. Vakiğ © kadar geçmişti ki. gölün ortasına gel- dikleri zaman şefak söküyordu. Ortalık aydınlanmağa başlamıştı. İstilâ ordusu «İşbiliye» önlerinde Selmanla Fatma gölün kıyımna yaklaş- tığı zaman, kenarda dolaşan Arap nöbetçi- leri birdenbire şaşırdılar ve oklarına saril- dalar: — Bu gelenler casus olmasın sakın?... Bereket versin ki, Tarık - bu değerli fe- dailer dönünceye kadar- uyumamıştı. On- ların döndüğünü nöbetçilerden önce gör- müştü. Selman sahile yaklaşırken, kuman» dan da nöbetçilerin yanına sokularak: — Gelenler yabancı değil, Bizim adam- larimizdır. Diye haykırmıştı Nöbetçiler Selmanı ve onun arkasından gelen Fatmayı sahilde görünce şaşırmış- lardı, — Bunlar ne zaman gitti? Biz neden gör- medik onların gun ve çok muztaripti. İhtiyar bir muha- rip, nıp çikan Fatmanın gir. tına kalın bir örtü vermiğii, Fatmanın çeh- e süzgündü. Onların (Kiri şatoda) ne- ördü dünü kimse bilmiyordu. Selman Benim yerimde Tarık olsaydı, yalnış bin şatosunu değil, bütün İspanyayı baştan başa ateşe verir, yakardı. Fatma ıslak çamaşırlarını Soyunurken, Selman, Tarıkın sabırsızlandığını gördü. — Şatonun esrarını keşfettik, seyyid! de- di. Fernandonun sığındığı o kızıl bina, bid müslüman mezarlığından bâşka bir yef değildir. Bizden aldıkları esirler oradadır. Ve zavallılara her gece İşkene yapıyorlar- Jarı gidip kurtarmalıyız. Ve şatoda gördüklerini birer birer anlat- sâanın görlerine inaz 1 dinleyince tüyleri ürperdi. İşbilişe önüne kadar zapt etmeden, burada du- ni bir mânası yoktur. 'arık, ordusu içinde essaret ve atılgan- liğile tanınmış kahramanları seçti, onlarla uzun uzadıya konuştu. Bu arada Afrikadan usa bin Nasirin sözlerini ha- uğ Bu nizdan herhasigi biri, di yakalanıp işkence görürse, bumu bütün bir ordu işkence görüyormuş Bibi telâkki ederek, o dindaşımızın feryadı- ni duyacak ve imdadına koşacaksın;» Türtk bu süsü hatırlayi esrarengiz şatonun iç yüzünü bildirdiniz! Ve ordusuna dönerek, yüksek sesle hay- kırdı — Rahip Fernandoyu mutlaka sağ olarak yakalamalıyız. Tank, onu diri olarak yakalayıp, bir de- mir kafes içinde Şama göndermeğe azmet- mit, Turıkın malyetindeki kahramanlar hep birdi — Genge hazırız, burada kâfi derecede dinlendik. Hemen yola çıkalım. Diye bağrışmağa başladılar, Fatman: icdanı kaynıyordu: (Arkası var) Içeriki odada Hidayet bayıldığı için artık hiç bir ses işitilmiyordu. . “ Rakiplerin bulundukları yer, gâyet büyük ve içinde eşyalar olân bir odaydı. Ancak iki mum yanıyor; onun da alevi sağa sola sallandığı için, hakikt hedeflerle gülgeleri biribirine karıştı. riyordu. Şüphesiz ki şu anda, iki erkek ay- nı hisle mütehâssistiler. e Korsanoğ- lunun istihfaf edici gülüşü çeteciyi pek kızdırmıştı, Diğer taraftan Celâl, pek esaslı sebepler yüzünden hayata dört eile sarılıyordu. Hissediyordu ki, ölecek olursa, aşkının semeresi olan kızı, Bürhanın kinine hedef olacak- tır; bu adam ona etmediğini koymi. yacaklır, Hem sonra, delicesine sev- diği sevgilisini günün birinde ele ge- çirmek ümidi yok muydı? Hayatta serbes kalınca bu kadın niçin ona varmasın? Bu düşüncelerle ateş etmişti. Usta- lığından, nişancılığından' emindi, İlk endaht edenin kârlı çıkacağını düşü- herek tetiğe o dokunmuştu. Odanın, bir başından öbür başıma âncak on beş yirmi adım mesafe vardı. Nişan alırken, rakibinin şeklini, balkonun arasındaki iki pencerenin ortasında silik olarak görüyordu. (Arkası var)