31 Ekim 1939 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

31 Ekim 1939 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Ahmed Sidki kadehini masanın üzerine bıraktı, Küçük meze tabaklarından birine çatalını uzatırken: — Size başımdan geçen heyeganlı bir va- kayı anlatayım, dedi, buldan $am dört s0- ne evveldi. Bir aralık bende garip bir ruh hastalığı başlamıştı. Neşomi kaybetmşitim. Hiç bir şeyden zevk almıyordum. Fena hal- de canım sıkılıyordu. Doktora gittim. Beni Muayene ettikten gönra: — Evet, dedi, bu bir nayi ruh hastalığı- dır. Biraz şöyle soyahat etseniz, değişik muhit, değişik hava size iyi geleceklir... Ben de doktorun söylediğini doğru bulu- yordum. Hayatımda hiç bir değişiklik yok- tu. Günlerim hep biribrine benziyerek ge- çip gidiyordu. Halbuki ben heyecanı, maçe- rayı, değişikliği seven bir adamım... O zamanlar Ulviye ile tanışalı dokuz se- ne olmuştu. Onunla biribirimize karşı âdeta eskimiş birer karı koca gibi hareket eği duk. Vakıd ayni evde ol hergün biribirimizi görüyorduk. Ekserya eya öğe Je ve akşam yemeklerini birlikte yiyorduk. Aramizda uşktan ziyade, senelerin vücude getirdiği bir alışkanlık, bir şefkat vardı. Günlerimiz çok muntazam 'bir program içinde, fükat son derecede heyocansız ve yeknesak geçiyordu. Haftada bir gün sine- maya giderdik. On beş günde bir, bir çalgılı lokantada yemek yerdik. Ayda bir de tüut- Jaka tiyatroya gidip bir piyesi seyrederdik. İşte Ulviye ile geçen günlerimizdek! bü- Gin değişiklik, bütün eğlence bundan iba- yetki. Doktorun söylediği gibi seyahate çıka- mazdım. Çünkü buna evvelâ param yetiş- mezdi, Sonra Ulviyeden ayrılmak da pok kolay değildi. Işte bu sıralarda bana bif ka- din musallat oldu. Evde bulunduğun bazı geceler sant tam 12 de telefonu açıyor, be- nimle uzun uzun konuşuyordu. Bu gece sohbeti hoşuma gidiyordu, Henüz yüzünü tanımadığım bir kadınla, tıpkı 10- manlarda, hikâyelerde olduğu gibi gece ya- rısı telefonla konuşmak bana heyecanlı bir zevk veriyordu. Zaten delikanlılık zama- nirmdanberi gece yarısı bana'en esrarengiz, en cazip maceraların geşeeeği bir zaman gibi gelir. Hele 18-20 yaşımda iken gece ya- nal geçen bir macetam olmasını pek ister» dim. Artık gece yarısı teletonlârına © kadar alışmıştım ki. Ulviyenin sinemaya, yahud başka bir yere gitmek istediği zamanlarda; — Geceleri rahatsız olmuyor musun? Böy- le yerlere gündüzleri gidelim, Daha iyi. diyerek onu apartımanina birakiyor, va de hemen evime koşuyordum. Gözlerim sa- atte akreble yelkuvanin tam 12nin üzerinde birleşmelerini bekliyordum. Saat on ikiyi vururken telefon de çalmağa başlıyordu. Ne bir dakika erken, ne bir dakika geç... Telefonda yüzünü görmediğim sevgilimle buluşmak için çox israr ediyordum. Pakat 0 daima bana: — Bu maceranın güzelliği, içinde biraz es- Tar bulunmasındadır. Eğer biribirimizle ta- nışırsak bu esrar kaybolacak... Bırakalım bu böylece devam edip gitsin!... diyordu. Nihayet bir gece o kudar israr ettim ki, telefondaki kadın: Peki... dedi, yarın gece saat tam İ2de Taksim meydanında bulununuz... Şimdilik Allahaısmarladık! Ten yiye telefonu kapattı. Ne es- rarengiz kadındı. İlk defg yüğünü göreceği bir erkeğe tam gece yarısı Taksim meyda- hında randevu veriyordu. semi bu in gece yarısı, bir meydanda, kadınla buluşmak bana derin bir zevk ili yordu. O gece hemen hiç uyumadım. Ertesi gü- nü hep gece yarısını düşünüyordum. Niha- yet akşam oldu. Evime geldim. Elbisemi de- giştim Traş oldum. Lâkin aksilik işte birden bire bardaklardan boşanırcatını yağmur yağmağa başiadı Hem öylesine yağıyordu kl, dineceğe de hiç benzemiyordu. Şimdi ne Yapacaktım? Sevgilimle başka bir yerde buluşmak için ona telefon edemezdim. Çün» kü onun telefon numarasını bilmiyordum, Dalma 0 beni telefonda arıyordu. «Belki yağmuru görünce bana telefon eder...» diye , boş yere bekledim. Saat on bir buçuğa ge- liyordu. Evden çıktım. O gese sanki gök de- Tefrika 'efrika No. 114 114 ! i i linmişti, Taksim meydanına gelinceye ka- dar sucuk gibi oldum. Orada da adam akl- h ıslandımı. Gözlerim meydandaki saatte idi On ikiye üç dakika vardı Fakat ortalıkta dikkatimi çekecek kimse göremiyordum. Akreple yelkuvan tam 12 nin üstünde bir- leştiği zaman önümde bir otomboli durdu. Heyecandan bunun bir taksi mi, yoksa bir hususi otomobil mi olduğunu farkedememiş. tim. Önümde duran otomobilin Kapısı açıl- dı. Dışarıya kara bir el, bir Arap eli uzan- dı, Beni çağırıyordu. İçimden: «Byrah, de- dim, bana her gece telefon eden sakın bu olmasın?» Otomobilin önüne yaklaştım. İçeride elek- Yutkundum: — Evet... Benim! Cevabını verdim. Ara) Söyle ie ise otomobile bininiz... dedi, sizi bir yere götüreceğim. O zaman Arap karısının sevgilim tara- fından gönderildiğini kavradım ve derin bit nefes aldım. Şimdi bu macera beni büsbütün sarukıştı. Geçe yarıs.. Yağmurlu bir meye dan. Tam 12 de önümde duran esrarengiz otomobil. Bana doğru uzanan kara bir el, Bütün burlar bende derin heyecanlar uyan- — Fakat, dedi. gittiğimiz yari, yolları sizin bilmemeniz lâzım... Müsaade ederseniz göz- lerinizi bağlıyacağım!. Bizim gece macerası büsbütün esraren- leşiyordu. Arap karısına: — Pekil... dedim. O büyük bir mendili çı- kardı. Sıkı sıkı gözlerimi bağladı. Otomo- bilie epeyce giltik Nerelerden geçtiğimizi tabii tahmin bile edemiyordum. Nihayet durduk. Yanımdaki kadın elimden tutarak beni otomobilden indirdi. Yağmurdan kay- paklaşmış, çamurlu bir toprak üzerinden yürüyorduk. Bir merdivenlerden çıktık, Bir yere girdik, Birdenbire sicak bir odaya, ya- hud bir salona sokulduğumu hissettim. Bir aa: — Artık gözlerinizi açabilirsiniz. Ocağın kenarına oturunuz. ve biraz bekleyiniz... de- di. Hemen gözlerimdeki bağa asıldım. Lâ- kin o kadar sıkı bağlanmıştı ki onu çözün- Dağı kadar akla karayı seçtim. Yüzümdeki bağı çıkardığım zaman etrafıma bakındım. Büyük bir odada idim. Yanımdaki kocaman ockta harıl harıl odunlar yanıyordu. Oda- da kimse yoktu. Ben gözümdeki bağı çıka- rıncaya kadar Arpa kadını çekilip gitmişti, Islak elbiselerimle ocağın yanındaki tah- ta iskemleye oturdum. Kürünmağa çalışı- yordum. Burası bir eski zaman odası idi. Ro- malarda anlatılan şötolardaki esrarengiz odaların ayni idi, Heyecandan boğulacaklım. Bu ne macera idi!.. Acaba ne zaman gelecekti, Ju bir kadın süzüldü. © derece loştu ki, evelâ onun kedememiştim. Birdenbire hâyretle yerimden fırladım. Bu wzün boylu kadın Ulviyenin tâ kendisi idi. O benim aptal aptal baktığımı görün- ce: — Maşallah... dedi, bana ne kadar sadık- mışsın meğerse. Tevekkeli ikide bir heye- can ihtiyacından, hayatında değişiklik ol- madığından bahsedip durmuyordun... İşte insanı böyle faka bastırırlar, Sonradan öğrendim, Ruhumu, tabiatımı gayet iyi bilen Ulviye bana böyle bir oyun vizenin teyze- sinden kendisine miras kalan bir köşkü ol- duğunu işitirdim. Bski zaman şatolarını an- diren bu köşk ne zemandanberi dayalı dö- şeli duruyorinuş... İçinde de bir bekçi ile e bu- SEVİLEN KADIN — Bu ne acele iki gözüm!... - di- yordu, - Nereye? Bu saatte ne iş olur 7... Hangi meftunun seni cezbedi- yor?... Oturun Allahınızı severseniz... Cambaz kız: — «İmkânı yok!s dedim ya... . di- ye tekrarladı. - Beni dışarda bekli- yorlar.... Seni de bekliyorlar; Süzil — Allah Allah... Kimmiş? — Eski bir dostumuz... Görmek- ten ne kadar memnun kalacaksın... Kız hatıralarını yoklıyarak; — Eski bir dost mu? — Evet... Rosso... Klârinetçi Bu ismi işitir işitmez, dansöz, sân- dalyesinden fırladı. Bir sevinç ferya- dı koparttı. Lâkin Vehbi, metresinin, ileri atıl. masına mâni oldu. — Kimmiş bu Rosso böyle? — Fakir, bedbaht bir artist... Vak- tile bizi himaye ederdi. — Girsin içeriye... Gelsin masa» | : mıza! Renza; — Cesaret edemez... - diye bu tek- life katiyetle karşı durdu. Nakleden : ( Wâ Nü) — Niçin? — Çünkü üstü başı pek fena... İzzetinetiş sahibidir. Bilâl: — Haydi, hep birlikte gidip geti- relim! - fikrini ileri sürdü. Süzi dışarı çıkmıştı bile... Öbürleri de, intizamsız bir şekilde peşi sıra yürüdüler. İşte bu aralık muhtelif sahneler cereyan etti: Evvelâ, yoldan geçenler ve came kândan dışarı bakanlar, iki şık hem. şire artistin gayet acaip kılıklı bir herifle yani Rosso ile sarmaş dolaş ku- caklaştığını; bu zayıf, verem benizli ve uzun saçlı adamla şapır şupur mobilin içine atladılar. Onlar içeri giredursun, musikişinas, şoförün ya- nına bindi. Vehbi, bu manasız hareketten hid- | detlendi: Metresini aimak için, elini otomobilin kapısına götürdü. Haki. katte olduğundan pek daha iri yarı görünen biri, otomobilin . kapısında sevgilim i Birdenbire odanın kapı yavaşça aralan- dı. İpek hışırtıları içinde odaya uzun boy- Dal Türkiye Radyosu 1048 m. Ankara Radyosu T.A.P.3L7 m. 465 Ke/5 0 K.O. TÜRKİYE SAATİLE SALI 31/10/9399 12,30 Program ve memleket sat ayarı, 1235 Ajans ve mefeoroloji habrleri, 1250 Türk müziği: Çalanlar; Vecihe, Ruşen Kam, Cevdet Kozan, Reşat Prer, Okuyan: Muzaf- fer İlkar, 1- Tatyoşun suzinnk peşrevi, 3- Udi Cemil - Suz'nak şarkı: (Göz ağlar es- ki eyyamı sefaya), 3 Osman Nihal - Süzi- nak şarkı: (Ne müşkilmiş geni sevmek), 4- Sedat Öztoprak - Suzinak şarkı: (Ne çok çektim hasretini), 5- Vecihe: Kanun tak- simi, 6- Rahmi bey - Suzinak şarkı: (Bir esiri hasret ettim, 7- Faiz Kapancı - Suzinak şarkı: (Yalağını gülden yapsam), 8- Paiz Kapancı - Suzinak şarkı: (Unutma 4 canım ilkbahar olunca), 8- Suzinak saz semaisi, 1345 - 14 Müzik (Karışık hafif mü- zik - PL) 18 Program, 1805 Memleket saat ayari, ajans ve meteoroloji haberleri, 18,26 Müzik (Cazband - Pİ), 1853 Konuşma (Ulusal artırma ve ekonomi kurumu tarafından), 10,10 Türk müziği: Çalanlar: Cevdet Çağ- la, Beri? İçli, Hasun Gür, 1 — Okuyan: Ra- dife Neydik, i- Hüzzam Peşrevi, 2- Yesari Asım - Hüzzam şarkı: (Serdal: eli gözle- rinin), 3- Sel. Pınar - Hüzzam şarki: (Ü| dini kirpiklerine), 4 Sadettin Kaynak - Kürdilihicazkâir şarkı: (Bir gün yaşadık), 5- Selâhattin Pınar - Kürdilihicazkâr şarkı: (Bir gizli yalan söylede) 8- Kürdi hicazkir saz semaisi, 2 - Okuyan: Mustafa Çağlar, 1- Hikmet bey - Şerkefzn şarkı: (Ben esiri hândenlm) , 2- Nikogos - Şevkeza şarkı: (Ge- çipte karşıma), 3- Hazan Gür; Kanun tak- simi, 4- Eviç şarkı: (Bir sebeble gücenmiş- #im), 3- Briç türkü: (Atladım bahçene gir- dim), 19,50 Konuşma (Aile zirnati - tavuk- çuluk), 2005 Türk müzigi: Halk musikizine alt Örnekler - Sadi Yaver Ataman, 20,15 Türk müziği: Saz eserleri ve Yeni garkılar, Ankara radyosu küme ses Ve sız heyeti, İdsre eden: Mesut Cemil, 21 Konser takdi- mt: Halil Bedi Yönetker, 21,15 Müzlz (Rad- yo orkestrası - Şef; Dr, Praetorivs), 1- Giuck - Mottl: Balet Sulti, 2- Weber: Prezlasa uvertürü, 3- Rimsky - Korsakew: Altın ho- roz operasından sult, 4- Malilart: Les Dra- gons de Viilars uvertürü, 22 Memleket sa- at ayarı, Ajans haberleri, ziraat, esham - tahvilâb kambiyo - nukut borsası (fint), 22,20 Serbes saat, 2230 Müzik (Opera Ar- yaları - P1), 2255 Müzik (Cszband - PL), 23,25-23 30 Yarınki program ve kapanış. 182 Ke /s. 120 Kw. Adres tebdili için yirmi beş kuruşluk pul göndermek lâzımdır. 119 Va, 480 6,28 1155 1448 TM 1839 İdarehane: BabıAl civarı Aımusluk sokak No. 13 almasi için Ulviye bu kadını Benim hoşlandi göndermiş. ığımı bildiği için de gözlerimi bağlatmış... Se heyecanı gece macerasının Hikmet Feridan Es belirerek Vehbiyi szun kolundan ya- kaladı; hızla geriye İİİ. Bu esnada, göz göze geldiler, Vehbi, geriye doğ- rü sendeleyip Bilâle çarptı ikisi bir. den arkada duran bir ışportaya çarptılar, Necilenin kocası hayretinden sıy- rıimak imkânını bulmâmıştı ki eMec- hul adam», otomobilin kapısını ka- ra Araba, bütün huzile hareket Ve ne yapacağın: bilemiyordu. Yumruğunu sıktı, dudaklarını ısırdı, bir küfür savurdu. Bu hareketin ma- nasını bir türlü izah edememişti, Kadri Ahmed ise, cürüm şerikini ko- lundan tutarak bir köşeye çekti, — Ah azizim ah! — Ne var? — Söyledim size: Şu kıza el sür. meyin diye, — Cemil İstanbula mu geldi? — Korkarım ki evet. — Bu adam o muydu? — İhtimal, Necilenin kocası, hiddetinden çıl- dırma derecelerine gelerek: — Görüşürüz! - dedi, Doktor: — Öyle sanırım ki çabuk görüşeceğiz! ... İki kız kardeşim kaçırılması öyle süratli olmuştu ki, maalesef çok Tefrika No. 104 Diye söyleniyor ve mânalı bakışlarile Ab- dullahı süzerek: — Ben, Loylidan daha güzel bir kizim, diyordu. Bana göz atmak için bir mâni mi var? — Hayır, dedim ya. Denim sevgilim var. Ur dağında Tanrıya yalvarırken, onunla evlenmek istedim. (Can) bey bana «Kğer buraya iyi maksadla geldinse, Tanrı duanı kabul eder!, dedi. Ben (Can) beyi sevin- dirmiştim. Tanri da beni sevindirdi, Bir tas su içerek, bu hale geldim. Hatice bu sözleri dinlerken, katılırcasna gülüyordu, Abdullah hiddetlendi. Bu sırada geçen iki atlı muhafız, bu konuşmanın kesilme- sine sebep olmuştu. Hatice muhafızları gö- rünce sokağa saparak gözden kayboldu. Abdullah gene derdini anlatamamış ve elleri böğründe ortuda kalmıştı. Leylânın ayla konuşması.. Hatice telişia saraya döndü. Sokakta rasladığı delikanli Haticonin götlerini Xa- mayştırmıştı. Hatice, Leyliya bu yakışıklı gençten bahsetmek istemedi, — Abdullahı. aradın, bulamadım. Dağ- da ölmüş diyorlar. Dedi. Leylâ, bir haftadır gözleri yollarda, (Can) dan hater bekliyordu. Haticenin sözleri Leylâyı tatmin etme- miti. O gün akşam olunca, Laylâ pencereden bahçaye bakarak içini çekti (Birdenbire gözleri ıslandı: — (Can) a gönderdiğim mektup acaba eline vardı mı? İçimde ufak bir şüple bile yok. (Can) mektubumu aldı, Abdullah yur- düna döndü sunıyorum. Fakat, Abdullah hediyesini nimak için neden meydana çık- madı? Neden Haticeyi aramadı. Leylâ başını kaldırdı. gözlerini yıldızlara çeviri : Bu nkşam gökte ışıldayan ay, nurundan bir parça kaybetmiş gibi, he kadar sönük. yıldızlar sanki dile gelmiş; «Dünyaya nur dan bir adam doğdu. Ay bunun için eskisi gibi ışıldamıyor.» diye haykırıyorlar. Nurdan halkedilen ba kimdir? İşte, onun göl- gesi, Ah, sen misin, Can? Haydi, bana ha- kiksti söyle, mektubumu aldın mı? Sana gönderdiğim adam sağ olarak geri döndü mü? Leylinın kulağına şöyle bir ses irişti: «— Beni yeniden ataşe yakan, damarları- imi da kalbim gibi tutuşturan mektubunu aldım. Dünyaya yeniden doğan adam, Ab- dullahtan başka biri değildir. Tanrı onu (Tilsumli sw) ile gençleştirdi, güzelleştirdi.. Yirmi yaşınde bir delikanlı yaptı ve sağ olarak yurduna döndün Leylâ sevinçle sordu: — O halde neden gelmiyor buraya?... Bu sırada ayın üstünden karabulutlar ge- çiyordu. Leylânın gözünden Mecnunun ha- yali birdenbire silindi, Cevap alamadı. — Demek ki, Abdullah gençleşmiş... Ger- çek onu artık ben de görsem tanıyamam. Haticeye meseleyi anlatmalıyım. O hâlâ &0- kaklarda eski Abdulahı arıyor. Böyle yirmi yaşında bir genç Haticenin karşısına çıkar da: —Ben Abdullahım!e derse, buna kiri Süsi ile Perma, inanır? f O güne kadar Âmiriler arasındaki kannat şu idi: Ur dağındaki (Tılsımlı suldan İçen- | der çirkinleşip İğrenç bir hale girerler. Bu sudan içerek güzeleşen ve gençleşen bir kimse yoktur. Hatiften gelen sesler Leylâyı uyandır. yiişta. Mocnun yalan söylemiyordu ya, Ma- dem ki Abdulah yurduna sağ olarak dön- müştü, Leyli bu adamı ne yapıp yapacak, bulmağa çalışacaktı, Leylâ, ayla bir zaman konuşur, derdini dökerdi. Fakat, o gece gökten duyduğu des, Mecnunun sesiydi. Sanki ayın içinden ağ- ını açmış da Leylânın kulağını Bibiydi. Leylâ gece yarisına kadar düşünmek imkünm bile bulamadı. lar, Vehbi ile arkadaşlarının ayrıldığı, sırada, dansöz, hemşiresinin arzusu. na inkiyad etmişti, Musikişinası gör“ mek onun İçin fevkalâde bir sevinç vesilesi teşkil etmişti, Rosso, onun nazarında ne halıraları, ne acı hati- raları temsil ediyordu! Fena günler- de bu adam kendisine ne kadar mü- zahir olmuştu, Beraber aç kalmışlar. dı. Rosso, eline geçen ekmek dilimi. ni kendilerine vermişti. Bir kore de aldığı bahşişleri biriktirmiş, iki kız kardeşe elbise hediye etmişti. Bütün bu hatıralar, şimdi Süzinin Pi yaşartıyordu. Bu eyi onü yerinden sıçratmıştı, Dansöz, ruhunun bütün samimiyeti- * le musikişinasın boynuna sarılmıştı. Bunun Üzerine, çalgıcı, kendisine: — Benimle beraber gel... Mutlaka gel... Fevkalâde mühim! - demişti, Genç kız, bu çağrışa insiyakı şe- kilde inkıyad etti. Fakat otomobil bir kaç yüz metre ilerledikten sonra genç kız: «— Ne tarafa gidiyoruz?» diye ba- kındı, Taksimi geçiyorlardı. Onu nereye götürüyorlardı? Şaşi- lacak Şey... Önündeki strapontende — oturan Yazan: İskender Fahreldin Yarışa girenler arasında öyle güzel delikanlılar var ki Can onların ayağının pabucu bile olamaz, kızım! de bekledi. Ay bulutla örtülmüştü. «Baban seni Ömerden ayırmak istiyor!» Lerlânın annesi gelmeseydi, şeyhin kısı sabaha kadar ayı bekliyecekti. Kapı açıldı. Leyli başını çevirdi: Anne, sen misin? -— Benim, yavrum! Bahçöje çıkmıştım. seni pençerede görünce (Leylâ hâlâ yatma- mış. acaba rahatsız mı?) diyerek odana koştum. — Rahatsız değilim. anne! Uykum kaçta da.. göklere bakıyordum. — Haydi soyun. yatağına gir. Yarın za- bah kabilemizin gençleri at yarışı yapacak- lar. Babun bu yarışı senin de seyretmeni ls- tiyor. — Ben erkek değilim anne, At yarışların- dan bana ne?... — Baban: «Yurışa birçok biniciler iştirak edecek, Leylâ belki bunlardan birini beğe- nir.» dedi. Leylâ birdenbire şaşırdı: — Ne demek istiyorsun, anne? Biniciler- den birini beğenirsem ne olacak? Şeyhin karısı gülümsedi: — Baban, Ömerden hoşlanmadığını ve ona isınamıyacağını anladı da. Beni ondan bo- satıp başka bir yiğitle evlendirmek isti- yor. Laylâ gözlerini açtı: — Ben hiç kimse ile evlenmek istemem, anne! Ömerden ayrlsam da yalnız yaşa» mak isterim. Ömer şimdi beni rahatsız et miyor. — Demek ki Ömerden memnunsun, öyle mi? Başka bir yabancı ile evlenmeklense, Örnerin nikâhı altında kalmak benim için daha hayırlıdır. Çünkü o benim (Can) bö- yi sevdiğimi biliyor. Yeni bir erkek buna tahammül edemez. Ve aramızda kan çıkar, Ya o, ya ben ölürüm, Babamın böyle bir fik- ri varsa, sen onu tenvir eğ, Vaz geçsin bu fikrinden. »- Ben artık babana! «Leylâ hâlâ o bu- dalyı seviyor. diyemem, yavrum! Baban çok muztariptir. Senden bir erkek çocuk bekliyordu. Ona bu saadeti tattırmadın. Bunun için seni bir başka erkekle evlendir- meğe karar verdi. Ben onu bu kararından çeviremem., — Yarın sabah yapılacak at yarışına kim- ler gelecek? — Kabilemizin en maruf binicileri... Ve Laylânın ihtirasını uyandırmak mak 5947'e yanına sokuldu: «— Onların arasında öyle yakışıklı, öyle güzel delikanlılar var kl. (Can) onların ayağının pabucu bile olamaz, kızım! Sen öyle dağlarda yaşıyan bir serseriye değil böyle cesur, yakışıklı ve kendi soyundan doğmuş delikanlılara Jâyıksın! — Beni Ömere verirken de ayni sözleri söylemiştin, anne! Fakat ben, onu da s0- vemedim, — Örer, biraz yaşı İlerilemiş, çirkin bie erkektir. Onu baban, günün birinde yeri- ne geçer diye seçmişti. Mademki ona isina- madın,. ısınabileceğin, seveceğin bir deli- kanlı ile evlenmende bir mahzur görmü- yor, Yarın, seçeceğin herhangi bir koşucu le evlenebileceksin! Leylâ yatağına girerek başını ellerinin arasına aldı. ağlamağa başladı: — Bana yarına kadar müsaade et, annol Düşüneyim. Yarın #on kararımı sana, söyler rim, Yakat, şimdiden söyüyeyim ki, ben sm cak, başkasına varmamak gartile Ömerden ayrılabilirm. Eğer bubum beni bir başka erkeğe verecekse, Ömerden katiyen ayrıl- mak istemem. Çünkü benim nazımı Ömer- den başka bir erkek çekemez. Ve babam emin olsun ki, kendi yerine -kabilemiz ara- sında- en çok lâyık olan da odur, Onu da- rıltırsanız, adam kimdi?... Acayipl,.. Zihnini heyecanlı düşünceler al Jak bullak etmiş gibi gözlerini kapı- yordu... Bu erkek sanki Süziye bak- mak cesaretini kendinde hissetmiyor gibiydi. Söyliyecek bir lâf da bulamı- yordu, Genç kiz bu halden korkuyor muy- du?... Hayır... Zira hemşiresi yanın- daydı?... Sonra, Rossodan bir fena- lık gelemezdi. Onu bütün samimiye. tile çağırmıştı. Elbette bir bildiği vardı. Süzi kendini kapmış, koyuver- mişti, Mukadderatın kendisini sü lar, Şoförün yanında oturan Rosso ya bakıyordu. Muhakkak ki kendini sevenler, koruyanlar (o zrasındaydı. Bakalım ne olacaklı. Fakaf kalbi he- yecanla' çarpıyordu. Acaba Vehbiyi kaybettiği için mi üzülüyordu? Kaliyen'... Bu adam ona, Bİlâ! kadar, Rifki ve Kadri Ah- med kadar uzaktı, Süzi, yaşının küçük olmasına rağ- men dünyayı dolaşmış, âyam görmüş, çok insan tanımıştı. Avrupadeki ve şarktaki hovardalarla kıyas ediyordu. Ga Vehbiyi çok eli açık efendi bulu- yordu. Fakat kendine hâkim olan, mukadderatını etinde tutan bu ada- mu hiç sevmiyor, benimsemiyordu. (Arkası var)

Bu sayıdan diğer sayfalar: