a gag ge e pe Sahife 6 Bir hırsızlık vakası İki yaşlı arkadaş vapurla Yaloyadan dö- nüyorlardı. Şevket bir aralık okuduğu ga- zeteden gözlerini ayırdı. Artık tamamilş ihtiyarlıyan arkadaşı Hamdiye döndü: — TE eni Avrupanın bir şehrinde gayet garip bir hırsızlık vakası olmuş Güpeşündüz kalabalık bir bankada kos- kocaman bir kasayı soymuşlar.. Pek ya- rip bir şey/.. Hamdi kızkıs güldü: — O da bir şey mi? dedi. Ben öyle bir hursızlık vakası biliyorum ki bundan çok garip. Şerket cevap verdi: — Amma yaptın ha... Bundan daha ga- rip bir vaka olur mu yahu? Düşün bir kere... Tıklım tıklım dolu bir bankada ko- ca bir kasayı kimseye görünmeden 4oy- maki, © © Hamdi gene ayni alaycı gülümseyişle: — Bırak da anlatayım... Bük sen haya- tında bu derecede garip bir hırsızlık va- kası gördün mü?.. dedi, Şevket, arkadaşının çok tubaf hikâyeleri olduğunu bilirdi. Bunun için ona biraz da- — Bilirsin ki ben ötedenberi romatiz- malarımdan çok şikâyet ederim. Bu kör — Olasıca hastalığım zaman zaman şiddetle- Dir. İşte bundan dokuz, on sene evvel de gene öyle olmuştu. Bizim babadan kalma dağ başında eski köşkte yatıyordum. Hiz- pietime bakan ihtiyar, emekdar bir uşa- Bım vardı. Aksi gibi havalar da çok rütü- betli gidiyordu. Ağrılarımdan yerimden kımıldayamıyacak bir hale gelmiştim, Ye- © Benim Mecdiyi bilirsin... Külhaniyi pek se- verim. Hastalığım şiddetlenince bana bir evham geldi. Hayatta da Mecdiden başka kimsem olmadığı için onu görmeden Ööl- » mekten korktum. Hemen bir telgraf çek- tim. Mecdiyi yanıma çağırdım. Ertesi günü teliş içinde geldi. Bizim köftehör da eğlenceyi, macera peşinde koş- mâyı pek sever, Baktım, o zamanlar Mec- di son derece zayıflamıştı. Gece uykusuz- Tuğu, bin bir maocranın peşinde koşmak Çocuğu harap etmişti. Ona derhat bir ültimatom verdim: j — Bir ay yanımdasın.. Görüyorsun ki hastayım... Senin de İstirahiate son derepe ihtiyacın var. Yatağımın kenarından bir yere kımıldamıyacaksın.. Sana her yün © Dir buçuk saat izin. Geceleri hiç dışarı çıkmak yok.. Zaten buralarda gece sokağa Çıkıp da ne yapacaksın?.. Erkenden yata- Birer, maşıl maşıl uyur, bu suretle de has edersin... © Ç Yeğenim bu sözlerimi kös kös dinledi. İlk günleri hayatından bir şikâyeti yoktu. Tüse yumurta, nefis tereyağ ve salre gibi kuvvetli gıdalarla besleniyor, , erkenden uyuyordu. Yalnız her gün bir buçuk saat otarlalar arasında gezip dolasıyordu. İşte bu kadar.. Fakat yavaş yavâş obün halin» den şikâyetçi olduğunu anlamağa başia- © omuştım. Bazan gündüzleri uzun müddet dıjanda kaldığı da oluyordu. Küçükten- beri elimde büyüdüğü için benden de son derecede korkuyor, çekiniyordu. Fakat bir gere: « Amecasığım, dedi, bu gece bana mü- © samde eder misiniz? Biraz Kırlarda dolaş- o mak istiyorum. Kaşlarımı çattım: — Rahat sana battı galiba... dedim, hem © Durusi dağ başı biraz erken yatıp uyu- .mağa alışsana.. Buralarda öyle tiyatro, “sinema, bar filân yok ki.. “Gece çıkıp da one yapacaksın ?.. Ben burada senin din- Ienmeni istiyorum... Erkenden yatacaksın!. Puzin bir şev söylemedi. Hakikaten ge- — ce niçin sokağa çıkmak istediği bana ms- orak olmuştu. Buralarda gece eğlencesi di- Ye bir şey yoktu ki.. Her halde bu işin İçinde bir şey vardı. Mecdi odasına geçti. Ben de uyumuşum. Bir bir buçuk saat #onra bir pıtırti ile , uyandım. Mecdi ile yanyana iki odada ya» o tıyorduk. Odaların arasında müşterek bir , kapı vardı. Mecdinin yatüğı Odanın ko- — ridora açılan kapısını, senelerce &vvel her nedense o mıhlamışlar, körleştirmişlerdi. Bunun için Mecdi dışarı çıkmak isterse mutlaka benim odamdan göçmesi lâzımdı. ğa No. 101 Karanlıkta pıtırtayı işitince yatağımda doğruldum. Yastığımın altındaki kibrit kutusunu açtım. Bir kibrit çıkardım, yak- tum. Oda Mecdiyi gaşkın bir vaziyette karşımda gördüm. Sordum; — Nemye böyle?.. Kekeledi: — Hiç. dedi, 100 numaraya gittin do oradan döni üyorum... Halbuki başında şapkası, sırtında par- destisü vardı. İnsan bu vaziyette 100 nu- maraya gider mi? Maamafih yeğenimi bozmadım. — Peki, dedim, yat da uyu arlık.. Her halde sana bir şey dokunmuş olacak ki ge- cehin bu saatinde kalktın. Âdetin değildi. Mecdi tekrar odasına girdi. Anlaplan o bu gece mutlaka sokağa çıkmak istiyor- du. Evin üçüncü katında yattığımız için pencereden kaçmasına imkân yoktu. De- mek beni uyandırmadan, odadan geçerek sokağa çıkmak istemişti. Onun bu hali büsbütün nazarı dikkatimi celbetti. Yeğe- nimi o günden #onra büsbütün sıkı bir gör hapsine aldım. Aradan dört gün geçi. Hiç unutmam yağmurlu bir gece idi. Yatmak için henüz yeni odamıza çekilmiştik, Birdenbire uzak- tan bir kadın sesi: 2 — Hırsız var!., Hırsız var!,. İmdad!.. ye bağırmağa Heyecan içinde kalmıştım. Çünkü civa- rımızda yalnız bir tek köşk vardı. Öleki köşkler pek uzakta idi. Yanımızdaki köğk- te de Ihtiyar sağır bir kadın, hizmetçi genç bir kız oturuyordu. Mecdi de işitmiş telâş içinde odama girmiş: — Amcacığım... Duydun mu? diyordu. — Evet, dedim, duydum. Kirafta başka insan filân yok.. Biz yardıma mecburuz. Fakat ben yerimden kalkamam. İhtiyar uşaktan da bir şey beklenemez. Zaten bu gece o da hasta yatıyor.. Sen koş bari.. Ses yanımızdaki köşkten geliyor. Zaten ci- varda başka bir bina filân yok. Mecdi müthiş bir kahraman tavrile: — Peki amcacığım.. gidiyorum!.. diyerek fırladı. Aradan yarım saat geçti, bizim Mecdi yok, bir saat geçti gene yuk. O ka- dar merak etmiştim ki nihayet ibtiyar uşağımı basta yatağından kaldırmağa ka- rar verdim. Ben ona seslenmek üzere iken Mecdi alı al moru mor eve döndü. Vaka hakkında izahat vermeğe başladı: — Efendim, bir hirsiz eve girmeğe te- şebbüs etmiş. Lâkin ev sahibi bağırınca kaçmış. Her tarafta aradım, bulamadım. Onun için geç kağdım. Aradan bir hafta geçti. Gene bir gece biz yattıktan sonra ayni feryad: — Hirsiz var!.. Hırsız var! Muhakkak ayni hirsiz gene komşu köş“ ke girmeğe davranmıştı. Mecdi tekrar koştu, Bu sefer de oldukça geç geldi. Gens hursızı ele geçirememişti, Aradan bir hafta daha geçip gene aynl vaka tekerrür edince ben şüphelendim. Mecdinin ağzinı aradım. Yeğenim ulana- rak Ben de sise ondan bahsedetektim amcacığım, ben bitişik komşu İle evlenmek istiyorum!. dedi. Külhaninin çevirdiği dalavereleri sonra anladım. Meğer sevgilisi ile geceleri da buluşmak istiyorlarmış, Ben buna mâni olunca bu yalarıcı hırsızlık vakasını icağ etmişler... Ortada ne hırsız var, ne bir şey... Nihayet evlendiler, Şimdi mesuddurlar. Fakat bugün yanlarında bir evi soysalar, bir kadın sesi. — Hırsız var". diye bağırsa karısı Meç- diyi dünyada dışarıya bırakmaz... Hikmet Feridan Es Yer değiştirecek kiracılara tavsiye | Akşam'ın KÜÇÜK İLÂNLA. RI'nı dikkatle okursanız kendi. nize en elverişli yurdu yorulma. EViLEN KADIN — Öğrenmek istediğim zaman size sorarım. İzahat verirsiniz. — Hımm... Demek ki sizin menfa- — cağı? - — Mesleğiniz değil mi? Vehbi bey, — kendine çapraşık -hizmetlerde bulu- nasınız diye size para vermiş, Ben “de, şayet icap ederse kesenin ağzını tan çekinmiyeceğim. — — Bu teklifinizi reddersem? - — Reddederseniz düşmanınız ke silip mahvınıza yürüyeceğim. Elim- de her türlü silâh var.. © Kadri Ahmed, epeyce zamandan- > beri şansını deniyordu. Cemilin çelik gibi azimkâr yüzü kendisini korkut- m geri kalmıyordu. «Vururum, Ükirarım!z gibi tehditlerinin de palar- olmadığını anlatıyordu, © — Nihayet: — Beyim! - dedi. - Size mukave- met etmenin imkânsızlığını görüyo. “rum. Yelkenleri suya: indirdim. - — Ha bravo! © — Peki amma, siz de beni zarara uğratmayacaksınız. Buna dair temi- Kn tinize, onun aleyhine casusluk yapa- Nakleden (VA Nü) nat veriyor musunuz? Cemil biran düşündü. Fakat sade- ce biran, bir saniye! — Yaptığınız fenalığı tamir edin. Herhalde garanti bü olacaktır. İnsan kullandığı âleti kırar m: hiç? Birçok - seyahatler ettim, doktor Seyahat in- sanı pratik yapıyor. Birdenbire sordu: — Kızlarım? — Sizin bu sualinizin cevabuu vermek isterim. Fakat, Cemil masanın üzerine iğildi. Par- “ makları bir bıçağın sapı üzerinde ta- kallus etli, — Şayet bulmam için bana yar. dım etmezseniz ben kendi işimi ken. dim de görmesini bilirim... Amma şayet yalnız bulursam kendinizi ben- | den koruyunuz! Kadri Ahmed kıpkırmızı kesilmis- ken birdenbire limon gibi sarardı. Görüşmenin başlangıcındanberi ilk defa olarak ev sahibinin «fiili. hare- ketlere geçtiğini görüyordu. “Gözleri şimşekler saçan Cemilin hiddetlendiği hissolunuyordu. e fevkalâde | & ; d> AKŞA Pazartesi 16/10/99 1230: Program ve memleket saat ayarı, 1233: Ajans ve meteoroloji haberleri, 12.50: “Türk müziği (PL), 13,30 - 14: Müzik (Karı- gık program - PL). 18: Program, 18,405 Memleket saat ayarı, ajans ve meteoroloji haberleri, 1825: Mü- zik (Radyo Caz Orkestrası), 19: Konuşma (Tavukçuluk), 19,1$: Türk müziği (Fasıl hoyeti), 20,15: Konuşma, 2030; Türk mü- ziği. Çalanlar: Votihe, Reşad Erer, Ruşen Kam, “Cevdet Kozan. 1 — Okuyan: Mu- zaffer İlkar, | — Şehnazpuselik peşrevi, 2 — Dede - Şehnazpuselik beste: (Bir dev- let için), 3 — Sedad Öztoprak - Şehnazpu- selik şarkı! (Cuş edip çağlamak İster, 4 — Ruşen Kam: Kemençe taksimi, 5 — Dede - Şehnazpuselik şarkı: (Küçüksuda gördüm seni), 6 — Deniz Oğlu - Şehnazpuselik şarkı: (Yolun bulamam), 7 — Dede - Şeh- nazpuselik yürük semai: (Bir düberdir). 8 — Sedad Öztoprak - Şehnazpuselik saz semaisi. 2 — Okuyan: Müzeyyen Senar. 1 — Halk türküsü: (İki karpuz bir koltuğa sığar mı), 2 — Salâhaddin Pınar - Kar- cıar şarkı: (Sana gönül verdim. 3 — Karcığar türkü; (İkide tumam), 4—Kar- cığar türkü: (Kesik saçin kumraldır). 21,15: Müzik (Küçük Orkestra - Şef: Ns- cip Aşkın). 1 — Franz Lehar: Gotterentte opöretinden potpuri, 2 — Wüly Engel - Berger: Aşk hümü, .3 — Lulgini: Misir balesi suiti, 4 — Ernst Fischer: Tatil gün- leri: a - Tatil günleri, b - Beklenilmiyen bir teşadür, e - Suların süküneti, d - Av- det, 22: Memleket saat ayarı, ajans ha- > ziraat, caham — sahvilât, kambi- - nuküd borsası (Gi, 2220: Müzik küçük Orkestra » Yukarıdaki -programın devamı), 2235: Müzik (Cazband « Pİ), BULMACAMIZ 1 — Çift olarak doğanlar - Sarı ipekle İşler pamuklu kumağ. 2 — İltihaz olunan kararlar, 3 — Âmirler - Sopa. 4 — Küçük bir fidan - Tersi hisaptır. $ — Bir renk - Başına «T» gelirse bayan- Marin balo elhisesi odur. 8 — Sırt - Ümid. 7 — Yaslan - Demet. 4 — Tersi bol değil - Kırmız - Başına «M, gelirse yardımcı olur. 9 — Bir peygamber ismi - Çoban - Tersi inmekten emirdir. 10 — Tazyikle suyun fırlaması. Yükarıdan aşağı: 1 — İşaretle anlatma - Kültür İşlerile uğruşanı daire. 2 — İçine kum doldurulan çuval, 3 — İki refik. 4 — Mahfaza - Lâhza, 5 — Tersi Ekler demektir - Bal yapan kanatlı böcek. 6 — İşkodra ve havalisi halkı, 7 -- İkinci harfimizin okunuşu - Mek- tup - Tersi notadır. 8 — Taharri et - Tersi kaide ve nizam demektir. 9 — Türk mizah üstadı bir hocanın İsmi, 19 — İnkıyad - Feryad. Geçen | bulmacamızın halli Soldan sağa Şa Riyi; 2 — ödeval, Leş, 3 — Muharebede, 4 — Aman, Rev. 5 — Rab, Diba, 6 — Anudane. İr, 7 — Melânet, Ya, 8 — İsmim, Enam, Stamat, İta, 10 — Doktor: — Kanun var, Bana fena bir Şey yapmanıza mani olur! - dedi. — Oh efendim... Kanun sizin mi yardımcınız olacak? — Niçin olmasın? — Siz ki hırsız, sahtekâr ve katil siniz? — Söylediğiniz gibi olsam bile, ka- nun beni yine himaye ediyor, Cemil omuz sikti, — Benim gayzıma karşı değil her hâlde... Şimdi siz onu bırakın da ba- na söyleyin bakalım: Bir tarafta ki- nim, öte tarafta cürümlerinizi unut- mam... Hangisini tercih edersiniz?... Kızlarımı söyleyin... Neredeler? — Nerede olduklarını bilmiyorum. — Haydi, iyice düşününüz de öyle | Cevap veriniz. — Of... İnsanı öyle sık boğaz edi- yorsunuz ki söyliyeyim beri... Biri Bursanın köylerinden birinde... — Alın şu kalemi de yazın baka | lum adresini, | Doktor, adresi yazmakla beraber: İ. — Fayda yok... - dedi. - Bizim ilk verdiğimiz adamdan kız başka birine geçmiş. Onun da başından bir şeyler geçmiş galiba başka bir yere taşın- mışlar. İzi belli değil, — Ben mahallinde tahkikatta bu- lunurum... Bu adresi doğru verdi. nizse bulunur inşallah... Öteki?... Tefrika No, 91 LEYLÂ ie MECNUN 16 Teşrinievvel 1939 Yazan: İskender Fahreddin Ne olurdu, Can? Biziki çoban çocuğu olarak dağlarin koy- nunda doğmuş ve dağların kucağında büyümüş olsaydık | Dağların koynuna sığınr sığınmaz, İlk işim seni bu hâdiseden haberdar etmek ol- du. Çöl kerranınin oraya varınca, benim ölümümden bahsedeceklerini tahmin ede- Tek seni meraktan kurtarmak istedim. Dağların koynunda kollarımı sallıyarak serbesce dolaşırken, senin de benim gibi, böyle bir hürriyete kavuşmak istediğini dü- şünüyor ve müteessir oluyorum. İnsan, ken- di başına buyrukluk çağına girdikten &on- ra, elinden hürriyeti alınırsa, kafasının içinden beyni çalınmış gibi; öyle tahammül edilmez bir boşluk içinde kalıyor ki... Şizndi sen de tapkı böyle bir boşluk içinde yaşıyor- sun, değil mi Leylâ? Fakat. beni her zaman teselli eden bir hayal var: Senin hayalin! Seni her dakika karşımda, yanımda hallâ içimde hissediyo - rum; yalnız senin hayalinle konuşuyorum. Araya birisi girerek, sükün ve husurumu ihlâl estiği zaman. o adamı boğmak istiyo- rum, Zaten dağlara kaçışımın sebebi de bu değil mi? Seninle, senin hayalinle başbaşa kalmak. Sen de beni düşünüyor musun Leylâ? Sen de benim gibi düşüntüyor muzun?» Bu sirada kapının önünde bir tıkırtı işi- bilmişti, Leylâ mektubun sonunu okuya- madı. koynuna sokarken, babası hiddetle odadan içeri girdi. — Pencerenin dışında bir erkek gölgesi görmüşler. Kimdi! 6 gelen?... Hatiçe câli bir şaşkınlık gösterdi: — Hangi gölgeden bahsediyorsunuz, amcacığım? Bugünlerde bu olvarda bir harsızın dolaştığını söylüyorlardı. Lerlâ şaşkın şaşkın Haticenin ve baba- sinin yüzüne bakıyordu. Şeyh Mehdi kızının yanıma sokuldu: — Biraz önce ne okuyordun —-Haticeye bir masal anlatıyordum, baba! Leylânın babası boğuk bir sesle bağırdı: — Yalan söylüyorsun! Okuduğun şey bir mektuba berikiyordu. Kapıdan kulak ver- dim. dağlardan, hüriyyetten bahsediyor- dun” Hatice ayağa kalkarak: Vallahi bir heyacanlı masal anlatıyor- du, dedi, Hind padişahının kızını bir ds- gm tepesine bırakmışlar. kızcağız: «B*n babamı, anamı İsterim!. diye ağiamağa başlamış, “Kim anlattı bu masali size? Leyli: — Küçükken ölen dadımdan duymuş- tum, baba! dedi. Şimdi aklıma Şeyh Mehdi odada bir şey bula; kızımı fazla sıkmadı. — Haydi, yalınız, artık. Bu saate ka- dur oturular mu? Diye söylenerek çıktı. Şeyh Mehdiye, bahçede dolaşan nöbet- gilerden biri, Leplânın penceresinde bir gölge gördüğünü söylemişti. Mansur biraz daha gecikmiş olsaydı, yakayı ele vere- cekti. Mehdi, nöbetçiye: — Sen hayalet, görmüşsün! dedi. Kır- min odasında yabancı bir kimse yoktur. Leylinın babası ortada bir şey göreme- mekle beraber, içine garip bir şüphe dü müş ve nöbetçilere daha dikkatli ve uya- nık bulunmalarını emretmişti. Leylâ, babasının arkasından yatağına gı- rip yattı. Hatice, Leylânın yanındaki kü- çük odasına çekilmişti. e İka, Ark, Yukarıdan aşağı: 1 — Semiramis, 2 -- Adu, Anesti, 3 — .Rehabulmak, 4 — Avam, Daima, 5 — Ya- ralanma, 6 — İten, Ne, Ta, 7 — Dete,8 — İleri, Nik, 9 — Edebiyat, 10 — İşeyaramaz. — Öteki de Ayvalık civarda idi Onun da adresini yazayım... İzmirin işgalinden sonra Rum Olan analığı bir Yunanlı ile bilmem nerelere git- miş, — Aşkolsun size... Paralarını çal- dinız, bari biraz göz kulak olsaydı. niz; sefaletin gayyasına kadar yuvar. lanmaması için tedbir alsaydınız... bu felâketler yavrucakların başına geldiği sırada zengindiniz de... İste- seydiniz yapardınız... — Halbuki siz bütün esrarı yak- tığınıza kaildiniz, değil mi? Bakınız? Kadri Ahmedin gözleri önüne, Mihrinur hanımefendinin vasiyetna- mesini açtı, — Okuyunuz! - emrini verdi. -Bu satırları hanımefendi, o yangından dört saat evvel yazmış. Tarihinden öyle anlaşılıyor. Fakat yazı tamam- lanmamış. Doktor pek öyle kolay kolay afal. layacak insanlardan olmamakla be- raber, ilk satırları okuduktan sonra Gece yarısı Leylâ kiminle konuşuyor? Hatice henüz gözlerini kapamışıtı, Leylânın odasında iki kişinin konuşma” sını andıran sesler duydu: — Leylâ biraz evvel uyumuştu. Bu konu- şan kimdir?! Diyerek yataktan fırladı, kulağını kapi- ya verdi. Ve birdenbire geniş bir nefes &i- dı, güldü: — Leylâ her zamanki gibi kendi kendine konuşuyor. Hatice tekrar yatağına girmek istedi, Leylânın sözleri onu çekiyordu. Hatice ka» pıdan ayrılamadı. Dinledi, Leylâ yavaş ya- vâş - karşısında biri varmış gibi - konu- şuyordu: — Mektubunu babama kaptırmamak için kendimi öyle tuttum, öyle yalanlar söyledim ki... Meğor aşk, insanı yalancı ve düzenbaz da yapıyormuş. Babam geldiği zaman, mektubunu koynumu sokmakta, gö- eikseydim, her şey meydana çıkacaklı. Babam senin hayatta olduğunu öğrene- cek, bu haber Ömerin kulağına da gide- bek. ve onlar seni, emniyetle sığındığın dağların koynunda da rahalsız edecekler di! Senin sevgine ve hürriyetine el uzat- mamaları için, yalan söylemeğe mocbur oldum. Babama bir Hind masalından bah- settim, Fakat, bana bu fikri veren Hatice- dir. O olmasaydı, ben içimi çabuk döke- Göktim. Yalan söylemek bana ölümden daha acı geliyor, Can. Tnan ki, seni sev- diğimi ve ölünceye kadar da seveceğini ne babamdan, he de kocamdan saklamıyo- rum, Bu hakikati her gün, her saat tek- rarlıyorum, Artık onlar da alıştılar bu sözlere, Laylâ öksürdü, inledi ve hıçkırarak de- vam etti: — Mektubunu kokladıkça seni koklamış gibi seviniyorum, Can! Sen de her zaman benim yanımda, hattâ içimde yaşıyorsun. Damarlarımın her zerresinde senin ato- şini hissediyorum. Bu ateş vücudümü sar- masa, ben yaşayabilir miyim? Mektubunu elime aldığım zaman. avucumun İçinde bie tutam ateş varmış gibi, birdenbire sarsıl- dım; kollarımı sana uzatmak, başımı $0- pia omuzlarına dayamak ve böylece ken- dimden geçmek isledim. Eğer babam yel- meseydi, başımı yaslığa dayayıp gene ken- dimden geçecektim, Şimdi, mektubun olim- de. damarlarım tutuşmuş. seninle ko- nuşmak, derdleşmek istiyorum. Büzlerime inan, Can'ım! Ben de tıpkı senin gibi dü- şünüyor ve senin gibi hürriyete susamış bir halde, her gün kendimi yerden yere vuruyorum. Etrafımda dolaşan bu kargılı nöbetçilerin sert yürüyüşleri, bahçede do- Jaşan aslanların korkunç kükreyişleri tüy- lerimi ürpertiyor. Bu müthiş cenderelen ve sonsuz İşkenceler içinde, küçük bir kuş kadar hürriyete sahip olmadan yaşıyorum, Ne olurdu, Can? Biz ikimiz, iki çoban ç0- cuğu olarak dağların koynunda doğmuş ve dağların kucağında büyümüş olsaydık.. Tanrı bizden niçin bu saadeti esirgedi? Ne den bizi biribirimizden ayırdı? Mektubunu kokladıkça eiğerlerimin ömrü artıyor, da- marlarımdaki kan yeniden tutuşuyor ve vücudümün bir cehennem kuyusu içinde yandığını hissediyorum. Sakın bana darıl- ma, Can! Ben bu cehennemde yanmaktan müşteki değilim. Vücudümü saran bu ateş kültendiği zaman, ben öldüm demektir. Şimdilik senin hayalinle ve bu ateşin ha- na hayat veren alevleri içinde yaşamak istiyorum. Sen de tapkı benirn gibi, böyle, alerler içinde yanıyorsun, değil mi Can? Mecnun'u öldürmeğe karar verdiler.. Leylâ, (Cani beyden mektup aldıktan #onra sükünet bulmuştu. Kendisine: — Ba- şın sağ olsün' (Arkası var) l sendeledi. Sanki öldürdüğü kadının heyulâsını karşısında dirilmiş görü- yor gibiydi. Ve bu heyulâ sanki onu itham ediyordu, Cemil; — Şimdi her şeyi nasıl bildiğimi öğrendiniz mi? - dedi. - Sizden gerçi nefret ediyorum; fakat daha da nef- ret ettiğim biri var. O da Necile gibi sevdiğim bir kadını elimden almış- ken onun kadrini bilmiyerek zavak ıyı bedbaht eden insandır. Tekrar- lıyorum: Size karşı ne derece hiddet- Mi olsam, şayet bana yardım ederse- niz kinimi unuturum. Fakat şu da- kikadan itibaren hizmetime girme- lisiniz. Cürmün cezasını verebilmem için. şerikim olmalısınız. Sadakatle bana yardım edeceğinize yemin edin. Gerçi sizin yemininize de inanıl- maz amma, İntikamımdan korkma- nız lâzım geldiği için ona göre dav- ranmalısınız. Bu sefer de benim ada- mım olunuz. Sizi doyuracak kadar para vermek iktidarındayım, Aksi takdirde köpek gibi gebereceğinizi de iyi bilin... İki şıktan birini seçmek elindedr. Seç bakalım. Bahusus para meselesini duyduk- tan sonra, Kadri Ahmed artık kor. kulacak adam olmaktan çıkıyordu, Artık kararını verdi: (Arkası var),