14 Mart 1988 mm Alber Prejanla mülâkat Aşk hayatın en büyük zevkidir âşık olmıyan yarım yaşamıştır Fransız artisti : “Âşık olan her işinde muvaffak En büyük boksörler kuvvetlerini Fransız sinema yıldızlarından Ak ber Prejan ile yaptığım mülâkatın birinci kısınını bildirmiştim. Bugün İkinci kısmını yaziyorum. Artist Holi- Yuddan fena bir surette bahsetmişti. Kendisine sordum: — Holiywooda neden düşman görü- müyorsunuz? — Ne için olacak, ecnebi artistlerin Me şeref ve haysiyetlerini ne de kari- Yerlerinin kırılmasını nazarı itibare alıyorlar, Bugün bir Fransız artisti İçin Holiywooda angaje olmak işten dile değti, fakat asıl müşkülüt angaje olduktan sonra başlıyor. Hollywood, Me kadar tanınmış Fransız artisti var- #a bilâistimma hepsini angaje ediyor, fakat bunların içinden kaçı filim çe- Yirmeğe muvaffak oluyor? Danyel Daryaı, Mirey Balen, Jermen Ossey, Jorj Rifo, ilâh... Bunlardan bazıları döndüler, bazıları da dönecekler, Sözlü filim çıktığı tarihtenberi Hol- İywood kafile kafile Fransız artisti an- Bâje etti, hepsini de kırdı geçirdi, geri döndürdü. Filhakika bana da kaç de- fa Hollywood stüdyoları angajman teklif ettiler. Fakat çok düşündüm, kabul etmemeği muvafık buldum. Bu- rada izzeti Ikram içinde, şerefimle ça- Mışıyorum. Ne için gidip orada korku İçinde çalışacağım. Bugün orada mu- Yaflak olmuş Garbo, Dietrich gibi yıl- dızlar bile korku içinde çalışıyorlar, Ben oraya yabancı olarak gideceğim, Para kuvvetile şımarmış bir takım el- lerde oyuncak olacağım, belki de mu- Yaffak olamıyacağım... Ne için diyeceksiniz... Şunun için ki, Amerika kafası ile bizim kafalar uymuyor, biz başka türlü düşünüyo- Yuz, onlar başka türlü düşünüyorlar. Bana öyle bir rol yaptırabilirler ki muvaffak olmak şöyle dursun kari Yerimi kökünden kırabilirler. Eğer Şansınız yardım eder de muvaffak Olursanız ne âlâ, muvaffak olmadınız mi aleyhinizde bir neşriyst başlar kt yeriniz kırılır. Hüget Duflo, gayet dolgun bir pa- T& ile angaje olmuştu. Bir defa ayağı- mi Hollywooda. bastı, muhiti yabancı buldu, fakat sabretti, Filme başlamak Üzere hazırlanması için Metro Goldrin Mayer - stüdyolarma çağrıldığı gün Maruz kaldığı muamele artisti bütün bütün çıldırttı. Nihayet Fransız ka- fasile o şımarık Amerikalıların emri Altında Holiywoodda filim çevirmenin iki de aleyhine netice vereceğin! dü- rek başını aldı, Hollywooddan kaçtı, Hâlü da kaçtığına pişman de- ir, Tehlikeli cazibe Eolivud pek tehlikeli bir cazibedir, #utulmamanın insanın hakkında daha hayırlı olacağına kanaatim var- dir, Danyel Daryonun taliine bakınız. Onun için Raga ot Paris diye bir filim , Danyel kocası Hanri Dekovan ile birlikte senaryoyu oku- Muşlar, baştan aşağı abuk sabuk bir yiye. Ne yapacaklarını şaşırmış- « Danyel Daryö bu hikâyeyi oyna- diye ayak diremiş, şimdi güya a başka bir şekil verilecekmiş, Danyelin burada angajmanı yor. Katyayı çevirecek, nisanda Ya dönmesi lâzım, ne yapa- em. mi ivadda çalışmak istememekliği- İkinci bir sebebi de sözlü filim- Amerikan filimlerinin tekni- nin çok bozulmasıdır... Şimdi Fran. işi imlerinin tekniği onlara çok fa- w Pek zengin filimler müstesna pe Üzere bütün Amerikan flimleri sözlü ve tiyatronun aşağı bir tak- Ger Meselâ Romeo ve Jullet büyük olmâsına rağmen © kadar tilim kırdı kalabalığı vardı ki. aşktan almışlardır ,, diyor olur. Alber Prejan Eolivudun meşhur yıldızlarından Rut Çaterton da böyle düşünüyor. Bir skşam Pariste Grand İllüzyon fi mini beraber seyretmiştik. Filmi sey- rederken ağlamağa başladı. «Fransız filtmlerine hayranım. Bizi çok geçti- niz» diye söyleniyor, hem de filmi ta- kib ediyordu. Bundan sonra Jak Fey- derin (Kermes Herolk) filmini, daha başka filimleri de gördü, hepsine hay- ran kaldı. Rut Çatertonun fikrini uzun uza- dıya söylüyorum, Çünkü bu kadın büyük bir trajedi artistidir. Öyle avantürden gelmemiştir. Artistliğin | kıymetini! bihakkın takdir etmiş ve o yolda derin bir tecrübesi ve büyük şöhreti olan bir yıldızdır. Amerikadan gelenler Cereyana dikkat ederseniz şimdi yalnız Fransızlar Holivuda koşmu- yorlar, Holivuddaki artistler de bura- ya koşuyorlar. Eskiden yalnız bizim- kiler oraya koşarlardı. Şimdi karşı- lıklı koşuşuyorlar. Bu hal gösteriyor ki Pransız filmleri Amerikan filimle- rile müsavi telâkki ediliyor, aradaki fark yalnız onların daha zengin-olma- larıdır. Fransızlar için iftiharı mucib bir nokta varsa o da daha az para sar- federek Holivud stüdyolarile müsavi, bazan da daha iyi filimler yapmaları- dır. Yazın Ramon Novaro Parise gel- di. Bu seyahatin sebebi burada bir angajman bulmaktı, bulamadı. Mar- lene de Fransada filim çevirmek arzu ediyor, Erik Fon Strohayim burada çalışıyor. Daha buna göre bir çok mi- sal var, bunlar gösteriyor ki Fransız filimleri harbden evvelki kıymetini bulduktan sonra dev adımlarile terak- ki ediyor, bunun için memleketimin sinemasını bırakıp ta yabancı stüdyo- larda korku içinde ne için çalışayım? «Paral» diyeceksiniz. Evet filhakika onlar çok bol para veriyorlar ama o nisbette de artistleri üzüyorlar, Ben sanatimi severim, para için sanatime çalışmam. Para az olsun da kendime sahib olarak şeref ve haysiyetim ren- cide olmadan çalışayım. Bence parayı sanate feda etmelidir. Sanati paraya | ; i Aşk hakkında fikri İ — Filimlerde aşk rolleri yapmağı sever misiniz? — Filimlerde her rolü yaparım... Aşk rolünü bilhassa tercih etmem. Çünkü rol kısa bir müddet o hayatı yaşamaktan ibarettir. Biraz gayret ve hüsnü niyetle her türlü rolde muvaf- | fak olunabilir kanaatindeyim. — Hakiki hayattaki aşk hakkında fikriniz nedir? — Bence aşk pek yüksek bir şeydir ve ayni zamanda da pek lüzumlu bir şeydir. Çünkü aşk hayatın en güzel ve en ruhani bir zevklidir, Âşık olmı- yan ve aşk nedir bilmiyen yarım ya- şamış bir insandır. Aşkın diğer iyilikleri de vardır. Âşık | olan hayatı başka gözle görür, her işinde, her teşebbüsünde daha iyi muvaffak olur... En büyük şairler, en | meşhur muharrirler ilhamlarını aşk- tan almışlardır. Hattâ en büyük bok- şörler de kuvvetlerini aşktan almış- lardır. Dell kuvvetli olur derler, aşk ta bir nevi tatlı cinnettir, İnsan ona tutul- du mu bir aslan kesilir, tuttuğunu koparır, yaradır, icad eder, onun kuvvetile yapılmıyacak işleri yapar, her türlü teşebbüsünde ve hareketin- de aşk ona rehber olur. Aşkın kuvve- tine bakımız ki onun sebebinden düh- ya yüzünde çok iyi işler görüldüğü gibi çok da fena işler, hattâ cinayet- ler işlenmektedir. B.0, (Alber Prejanın hakiki aşk, cinsi cazi- be, sıhhati muhafaza hakkındaki sözle- Bini gelecek yazımızda yazacağız.) Yazan: Sermed Muhtar Alus Bahife 7 'Tefrika No. 3 NANEMOLLA b 1876 yılının mart ayi yağmış dinmiş; dana gevir- gecesi, saat 10 sular... Beyazıd Parmakkapısından Kumkapi- ya inen berbad yokuşlan aşağı Konak ara- balarının ardi uras kesilmiyor. İçlerinde vezirler, paşalar, saray müsahibleri, mâ- mirasyediler... meşhur (Osmanli Tiyatrosu) na doluyorlsr. Yakası ensesine kalkık, ayakları birbi- rine dolaşan, çok içmişi andıran bir adam, tiyatronun önünde duruyor... Fayton kapı eşiğini atlar atlamaz, âz öteden, orta oyunundaki zennele- rin bağırtısına benzer bir feryad kop- tu: — Eergele, yol üstünde ne dikilip duruyorsun?.. Ezileceksin de adam yerine sayacaklar!., Faytondan aşağıya atladı. Avaz avaz veriştiriyor: — Vay Nanemolla, sensin ha?. Sıska tazı. zaten ne zamandır diş bi- liyordum sana... Şimdi, şu dakika bas buradan, yoksa şevketlimin bâ- şına ahdolsun ki yiyeceğim seni, leşini yere sereceğim genini, Delikanlı hiç oralı değil; kımılda- miyor, yerinde taş kesilmiş, Kara gocukluda yere atlıyarak, hiddeti son tetikte arkadaşını önle- miş, kolundan çekiyor, yatıştırmağa uğraşıyor: — Yürü be beycağızım, değmez, sın demek değil Böyle kıtıpiyos maheilebici beylerine değil, değme babayiğitlere bile haddini bildirmek sana vız gelir. Çünküm, padişahı- mızın en gözbebeği bir mabeyincisi- sin. Yani diyeceğim şu ki boş yere keyifciğinin tadını kaçırma. İtoğlu ite bu kadarı yeter de artar bile. Şim- di kuyruğunu altına alıp fertiğ! kır- mazsa sinsileme oku... Padişahın gözbebeği bu alikıran, başkesen de kim mi? Abdülâzizin terütaze, çiçeği bur- nundâ katar katar mukarriplerin- den, kurenayı hazreti şehriyariden ve rütbeli ulâ sınıfı evveli (*) ricalin- den Pembeten Eşref beyefendi. Maslahat âşina ve hüsnü intibabı mücerreb kişilerden mürekkeb bir heyetin her sene semt semt, daire daire, mekteb mekteb dolaşarak, Yu- süflka gençlerden lüzumu kadarını devşirmesi, saraya götürmesi devrin icabalından, Bunların bir kısmı mabeyinciliğe, bir kısmı da hünkâr yaverliğine, bir kısmı da has oda kâhyalığı, teşrifi hümayun müdürlüğü, telhisü evvel, sani veya salisliğe almarak (sarayı hümayun meymenet mekrun) & mihman edilmede, İşte Pembeten Eşref beyefendi de bu makulelerden. İki sene evvel, işgüzarın biri, dev- şirme heyetinden bazılarının kula- gm bükerek Eşrefi çıtlatmış; keres- #e gümrüğüne mülâzemeten devam ettiğini, vüzerayı kadimeden bir zatı Ali kaderin de kaynı bulunduğunu bildirmiş. Heyet, çarçabuk delikanlı- yı bularak her hususta matlubu âli İ nin fevkinde olduğuna ekseriyetiâra ile karar verdiği için, Eşref te he- men kurenayı cenabı cihanbani züm- resine katılmış, Ve talih ona yürü kulum demişti. Karinliğe ilk nasbında, daha 22,23 yaşında iken, Trütbel saniye sınıfı mütemayizi payesine ermiş, bir sene geçmeden wlâ sınıfı sanlliğine, bir sene sonra da ulâ sınıfı evvelliğine terfi ettirilmiş. İstanbul içinde onun içyüzünü bilmiyen var mıydı acaba? Adlı san- hlardan, Pembeten denilen mostra- Düşük bıyık, melâmi kıhk ar mançolar içinde onunla merhabalaş- (.) Silsilet meri muadildi, miyan nâdirdi. Koltuk yosmaların- dan, Beyoğlu teyzelerinden, erkek, kadın vasıtalardan önü tanımıyan enderâi. İçki âlemlerinde, kina gecelerinde zilleri takıp Şıkır şıkır" oynadığını, en namlı köçekleri solda sıfır bıraktı. Kını görmüşler çoktu. Onun yüzün. den ne çıngarlar, gırtlaklaşmalar, bıçak bıçağa gelmeler vukua geldiği- ni bilenler sağda. Karini şehriyari beyin portresini buyurun: Başında Aziziye kalıbı, ciğer alı fes; şakâklarında kıvrım kıvrım zü- üfler; yüzünde sinekkaydı tıraş üs- tüne pomatalar, pudralar; kozma- tikli mini mini bıyıklar, Sırtında dar belli, kloş etekli Salis- bori bir palio. Devrin modası, dekol- te yakalı bembeyaz boynunda iron bir kravat, üstünde koca bir iğne. Setresinde ikinci rütbeli mani, ikinci rütbe mecidi ve müte- addid ecnebi nişanlarının minystür- leri takılmış bir zincir. Krem eldi- venli sağ elinde" altın başlı bir bas ton; sol elinin parmaklarında pırlan- ta, zümrüd, yakut yüzükler. Ayakla- nnâa maskaretaları çiçekli, uzun ökçeli lostrin iskarpinler. Pembeten Eşref bey, öfkeden pem- be teni kıpkızıllaşmış, puf, puf ede- rek soluyordu... Tıpkı Karayözdeki Kanlı Nigâr gibi gevrek gevrek bir daha haykırdı! — Ulan hâlâ orada mısın?. Yağız- cığım bırak beni, şunu yiyeyim! İleriye saldırırken, Yağız kucakla- dı. Kâra gocuklunun lâğabı, fazla esmerliğinden ötürü Yağızdı. Onâ meşhur Yağız Hamza derlerdi. Pembetenin ancabetaber kancabe- raberi, dalkavuğu, dara geldiği 7a- manlarda muhafızı, bu kebli taşkın. ıklarında da koruyucusu ve akıl ho- casıydı. Kırk beşlik, kalıtırun adamı bir eski kurttu. İcabında biraz da siyaset lâzım- dır a, O taraftan tutturdu ve mâ- beyinci beyin kulağına eğildi: — Racona yakışmaz be beycığazım, diyordu, 'aslan köpekle dalaşır mı?.. Söz temsili, böyleleri karşıma çıkıp bıçak çekse, tabanca çekse, namer- dim kah kah gülerim; yerimden kı- pırdamağa tenezzül etmem... Peki, haydi kalırı hakla; sonra bunu du- yan er oğlu erler ne demez?... Piya- Kana yazık değil mi beyciğim? Patırdıyı işilen sokaktaki araba- lar, sürücüler, mahalle bekçileri ne var, ne oluyor diye koşmuşlarsa da şamalayı koparanın kim olduğunu anlar anlamaz hemen sırr& kadem basmışlardı. Eşref bey, öfkesi hâlâ topukta, gü- ya Yağız Hamzayı kırmak istemedi- Bi için ileri atılmıyor, fakat gene karşıya veriştiriyordu: —« Solucan oğlan, bir kere bıyık- ları ele al, erkeğe benze de ondan sonra Güllü Agobun aktrislerine zamparalığa kalk, (Arknsı var)