aG 18 Teşrinisani 1929 B İDRİS EFENDİnin tetkikatı: ? AHRE var mı? yok mu? Ruh, bedensiz yaşar mı? Ülemai islâmiyeden biri ile kızıl bir dinsiz münakaşaya tutuşuyorla Eski kısımların hüli Türis Efendi, medresede Saı dalkavağu Hilmi Bey tarafın #öllişor; Beyağluma / gidecekler. Fakat, Büleymaniye avlusunda mektebi sultani felsefi İslmiye muallimi Apti Kf könüllerini | Hklemekte — bi üyrenince, ldris Bfendi sor — Affedersiniz velinimetzadem! Apti Efendi, zatı âlinizin eğlence aleminize ne münesebetle, ne #ıfatla iştirak ediyor? — Ne sıfatla mı? Bizzat lence sifatı ile. Fakat bittabi, bilmiyerek... Bu akşam öyle bir yere gidiyoruz ki, oaraya Sadri NetiŞ'Bey gelecek. Sadri Neciple Apti Hendinin ködi ile köpek 'i — geçinemediklerini — bilirsin. ! B eli ekdallür. Biz eğleneceği leneceğiz. Meseleyi derhal anladım : | Mirasyodi beyimiz, gönül oyala- mak üzere yeni lî" horoz ü koç ğgüşü tertip eylemişti. lemai b e lerinden biri sayılan Apti Efer ile kızıl bir zındık olduğunu işi tiğim Sadri Macit Beyi aralarında münakaşaya tutturacaktı. Cidden ve seyretmeğe değer D Medreseden üç kişi çıkarak | cami avlusuma doğru ilerledi; mrada bunu düşündüğüm yüreğimde acımsı — tatlımsı bir ürperme vardı. Hem korkuyor , bem merak hem de gü: nahtan çekiniyordum. Sadi Ma Beyi hiç görmemiş Cenabı Hakkın mevcu- diyetini inkâr eyliyen bir adaml Şayet beraberimizde Apti Efen- dinin mevcut bulunmadığını bil- seydim, onun meclisine katiyen ayak basmaz idim. Bunu kebair- den bir günah addeder idim. Beyefendi, altınlarile, belki Tüfekamı ikna eyliyerek, soytarı Hilmini, onları, imametinde ülndi ise, vaziyet tamamile berâkis oluyor. idir: Madamı ülemni islâmiyeden Apti Efendi hazır bilmecis idi; — cibette , Sadri Macit zındığına, payım Jüyık — olduğu — sürette verecekti. Böylelikle-imanım tak- viyet bulacak ik Görülüyor ki, Savni ve Hilmi Beylerin bu rmünakaşadan Selâmi — Yalaır başka bir şey daba | yar; malümya, Macitle dövüş- Müş O günden sonra kızın | peşiri bıraktı... ! | — Merak etme, için için kav. rulduğuna — eminim... ondan mükemmel koca bulamayız. Biraz tereddütten sonra ilâve ettir — Günün birinde de, başka | bir yere kaldınırlar , karısını alıp gider. En hayırlısı da budur. Kendi aklından geçenleri, ima- | n ağrından işitmek, Murat efen- | dinin pek bhoşuna gitti. İçinden: | “Âlât, dedi. Sonra, oradaki sessizliği uzat- BAĞ BOZUMU tutuşuyorlar. ummalarına mukıhıl daileri, işi ciddiyetle telâkki eylemiş idim. Cami avlasuna vardığımız sırada, Savni Beyefendinin lâstik teker- lekli fIJkırmızı zirhlı lândo arabası, orada bekliyordu. - Arabacıbaşı, kır kadanaların üzerine bir örtü çekmi; İmişti. Apti Efendi, inde, tesbih çekiyordu. Bizi görünce: — Ah çocuklar, ahl - dedi. Başını salladı. Sonra, yeleğinin cebinden altın saatini aheste bir hareketle çıkardı. — Saat onbiri bulmuş! - dedi.- Ondanberi beni burada bekletiyor- sun. A çocuklar! Madesi” medre- sede bir saatlik işiniz vardı; niçin beni evden dönüşte almadınız da böyle sokakta beklettiniz? Ah, ah, ah, ah! Hilmi derhal yalamı uydurdu: — İdris Efendi telmiziniz me rzesede yokmuş, azıcık dışarı çık- mıs da onü aratlık. Efendi, haz- retleri! — Lebbeyk? Apti Efendi, ağır kulağı üzerinde huni gibi yaptı ve aynı şeyleri tekrarlattı. Nihayet mesleyi anladı: — Eh, eh, ehl Pekil Dua edin ki, bu akşam ispiritizma tecrübe- leri var! Bu tecrübelere Sar Nadir Beyin ne diyeceğini merak ediyorum da © yüzden sizi burada bir saat ” bekledim. Yoksa durmaz gider idim. Lândoya girdik. Apti Efendinin , molla - bana iltifat etti. Dailerini pek severdi. O, arkada Savni Bey, sola oturdu. Ben Apti Efendinin karşına, Hilmi Bey de Savni Beyin — karşısna. Araba hareket etti. Apti - Efendinin diyerek söyledil 'ne demektir, Efendi Hayretleri? - diye sordum . — Lehbeyk? Savni Bey, bana usulla; — Bir nevi hokkabazlık gibi bir şeyl - dedikten sonra , yük- sek sesle Apti Efendiye: - İdris Efendi. ispiritizmanın ne olduğunu soruyor! - dedi Tl) Devri Hamidi de lâstik te- kerlek evelce muvcut idi. Hünkâra bunba atıldıktan sonra yasak edil- miş idi. izzet mamak için: — Sen bu meseleyi - Kenana açar mısın diye sordu? Zihni efendi duraladı : — Bu bana düşmez. — Malüm; fakat benim söyle- mem de biraz tuhaf olur. Hem dedim ya, Macitle “dövüştükten sonra, bağın önünden geçmez oldu.. Halbuki Sen konuşurken, | göyle söz arasında çıtlatabilirsin... İmamı gene düşünce aldı; alnı kınıştı. Bu, hem nazik, hem de tehlikeli bir mesele idi. Fakat, buna rağmen, bu işe karışmak , bu izdivaçta rol oynamak arzusu- ma kapıldı ve sırf, kendini naza — Garsonl.. Bana / bakl.. Bir viski daha.. Şu sıgaramı da yak.. Hem saat kaç kuzum? Tam on ikâ mi? Amma da erkenmiş.. De sene ki daha sabaha yıl var.. Genç kadın çok boyalı dudak- larının arasındaki sıgarayı garso- V nun kibritinin ateşine uzattı ve | yaktı.. Havada dumandan dört beş halka yaptıktan sonra ayağa kalktı, yanındaki kadımı elinden tutarak cazbandın önüne sürükledi ve bir erkek tavru ile kolunu arkadaşı- nın beline doladı.. Dansa başla- dılar. Bir taraftan da cazbantçılar- la alây ediyorlardı. Etrafıma baktım.. Hiç bir de- ğişiklik yok... Bar, tamamile ge- çen seneki bar... Aynı simalr... Yalnız numara yapan artistler değişmi; Bizim masanın karşısındaki lo- cada saçları mümkün olduğu ka- dar kısa kesilmiş tek gözlüklü bir kadınla, uzun boylu bir genç kız. oturuyordu.. Tek - gözlüklü kadın zaman zaman genç kizi ensesinden öpüyor .. - Locadaki kadınların birbirine tuhaf bir so- kuluşları tuhaf bir samimiyetleri var.. Bir aralık elindeki kastanyet- leri şakırdata şakırdata sahneye ispanyollar fırladı.. Kadının elbise- sinin arkası belden aşağıya kadar açıktı.. İspanyolların sahneye çık- ması ile beraber arkada bir feryat koptu: — Vay anam vayl. Dönüp baktım.. Maşallah da maşallah... Çenber sakallı, başı ustura ile kazınmış, mavi mintanlı, şişman, şaşı göz bir adam, yanın- da gene mavi mintanlı zaif bir genç, onun yanında da gene ma- vi mintanlı çam yarması gibi bir adam... Ağızlarını ikişer karış aç- mışlar — sahnedeki — İspanyolları seyrediyorlar.. Önlerinde rakı ka- dehleri ve sucuk, pastırma gibi dişarıdan — getirtilmiş bir sürü meze var.. Şişmau mavi mintanlı adam bol bol ağzını şapırdatıyor... İspanyol dansından sonra apaş dansı başladı.. Kasketle bir deli- kanlı ile afili bir kız masalar arasında — dans — diye — iti kakışıyorlardı .— Erkek — durup dürüp kadının saçlarına asılıyor ve onu havaya kaldırdıktan sonra yere çarpıyordu.. Arkamda çenber| sakallı şişmanla iri yarı adamın arasında bir münakaşa ; — Ben gidip kızı kurtaracağım.. — Otur öi çekmiş olmak ben kimsenin istemem ... Murat efendi, kurnazlığına rağ- işine — karışmak mızda kalsın... Bu kız evin içinde bir felâket oldu... Macit, karmı burnunda karısına bakmıyor, az- gin bir hayvan gibi onun peşinde | dolaşıyor... İrfan ses çıkarmıyor, amma, tutkun olduğu halinden belli oluyor. Kızın karşısmda renkten renge giriyor. Gelinin, ense kökündi eşek arısı uçuşuyormuş / gibi. bir hal aldı. Kıskançlıktan geberecek... Köy delikanlılarını bilmen, amma men, imamın bu işe karışmak istmediğine zahip oldu, adeta korktu, dedi ki — Sana her şeyi anlatayım Zihni efendi, bütü olup - biten | | geyleri nakledeyim; amma ara- 'Bana İıd)&îBir Viski daha!,, Genç kadın boyalı dudaklarının arasın- daki sıgarayı kıbrıte uzattı ve yaktı.. kanlının yanına yaklaştı bir şeyler söyledi, lâkin danseden genç hiç | © taraflı olmayınca, göğsünden | tutup onu yere çaldı.. Ve kızı kahraman bir tavur; ile yerden kaldırdı... Barda evvelâ umumi bir şaş- kınlık oldu.. Sonra mesele anla- şılınca herkes bu meçhul kahrü- mani alkışlağa başladı.. Mavi mintanlı adam artık kaplarına sığmıyordu. Geldi, bir baba hindi güru ile yerine oturdu.. Koridora çıktım.. Köşede bir kadınla bir erkek.. Ellerinde kah- ve renği mini mini bir şişe.. Fısı- daşıyorlar. — Bir parça daha koy... — Dikkat et yere dökeceksin. Beni görünce irkildiler, yanlar rından geçerken şöyle bir baktım | şavereler başlar: runlarının uçlarında beyaz kristâl tozlar var... İstanbulun en yüksek addedilen barları sabaha karşı bir mahalle kahvesi haline gelir. Saat dörde geldimi garsonlar arasında mü- — Vakıt geldi.. — Gidelim mi? — Şef ne der... Mesele şeftedir. sonlara cezbantcılara (z bilir. Saat tam dörttü.. Ben kalkar- ken garson sağımdaki masada oturan gencin önüne bir hesap pusulası sürdü.. Gencin yamacın- da oturan şişman yaşlıca - kadın masanın altından genç kavalyesi- nin eline renkli bir kâğıt sıkış- tırdı ve delikanlı paraları verdi. Hikmet Feridun Fransanın bir şehrinde iki ermeni arasında geçen bir vaka Fransada - Monpelye - şehrinde garip bir vaka olmuştur: Monpelyede - terzilik eden otuz ir yaşında Rupen Mavilyan minde bir ermeni, bakkallık €den Hugas Hugasyanımn 28 yaşıı daki karısı ile münasebette bu- lunmakta imiş. Bunu haber alan Hugas, Ru- im almanın çarelerini Hugas — karı yemeğe davet etmesi Rupeni söylemiştir. Davet akşamı Rupen, Hugasın kasının arasında da olabilir.. Bu- nun için, kızı bir an evel başım- dan atmalıyım. Tabii sokağa ata- mam. Hem onun suçu, günahı da yok. Hattâ o işin tamamiyle far- kında da değil. İyi kız... Bunun için evlendirmek lâzım...Kenandan daha münasip koca da bulama) ihni efendi dikkatle dinlemişti. Başını havaya kaldırdı, bir det, tavandaki çivileri sayıyormuş gibi, dudaklarını oynattı, sonra: — Bir bakayım, dedi, ben bu akşam ona kahvede biraz açılırım, yarın seninle görüşürüz. — Olur Zihni efendi. senden razı olsun. eli — Merhaba kenan efendi. — Merhaba Murat efendil Bağ sahibinin selâmını alınca, Allah | evine gelmiş, yemek — yendikten sonra, birdenbire Hugas yerinden kalkarak oda kapısını - kilitlemiş ve Rupeni bir güzel patakladık- tan sonra, cebinde bulunan 1800 frankını almış ve sahte bir senede 15,000 / #rank borcu — olduğunu yazdırarak cebren imzalatmıştır. Ropen oradan çıkar, çıkmaz polise gitmiş, geçen vakayı anlat- mıştır. Kendisinin yediği dayaktan vücudunda yaralar, berele olduğu için Rupen hastaneye nakledilmiş, Hugas ile karısı da tevkif. olun- Kahve- de oturanlar da hayret et Bir kaç kişi , birbirlerine fıs — Maruf yaltaklanıyor! — Bu barış görüş neden icap etti? Murat efendi oturdu. Kenanın tam karşısınt? oturdu; — kahveci çırağına: — İki okkalı gell dedi.? — Ben şimdi içtim Murat efen: di — Bir daha iç ne olur. On dakika sonra, Zihni efendi de geldi. Üçleştiler. Bu saç ayağı öyle gayri tabü idi ki, tavla oynayanlar, bir an, alacakları kapıyı şaşırdılar; hele üçü birden kahveden çıkıp, imamın evine doğru giderlerken, damacılar bile, başlarım kaldırıp baktılar. (Arkası yarın )