KBA U ç Sahife 6 n Tetrika numarası: 82 ABDÜLHAMİT Melâhat merakından çatlıyordu..« VE AFRODİT Yazan: İskender Fahreddin Tahaf şey- Nuri akıllı adamlar gibi konuşıyor.. birdenbire nasıl da degişmiş?!» diye söyleniyordu Nuri, başka bir zaman tekrar gı odasına - bir kâğı Üzere ayrılırken Melâhatin düşürmüştüm Melâhat, Nı in teessüründen istifade etmek istedi: — Fikret B. Konyada uslu dur- maz mi dediniz? Nuri gözlerinin yaşını sil “ — Tabii durmaz.. Burada za- vallı çocuk az işkence mi'gördü. — Fakat onun için fena olmaz mı, Nuri bey? Madam ki burada işkence gördüğünden bahsediyor- sunuz! Biraz kendisini — unuttur- ması lâzım gelmez mi? — Sizin düşüncenize ve sizin anlayışınıza “göre — öyle. Fakat Fikret —orada —rahat dürmaz dedim ya, Melâhat gülerek ısrar etti : — Kuzum Nuri bey, niçin ra- hat durmaz?. Bana bunun sebe- bini izah eder misin? Ben doktor Fikret beyi çok akıllı bir genç zannediyorum .. — İşte; akıllı bir genç olduğu için uslu durmaz ya ... — Tuhaf şey . siz, hakikaten “değişmişsiniz Nuri beyl Öyle ga- rip sözler söyliyorsunuz ki, bir manta çıkarmak kabil olmiyor ! Nuri manalı bir tavurla/ baktı. —Benim sözlerimden muamma çıkarmak mı istiyorsunuz?” Melâhat kekeledi. — Hayır.. Canım... Siz de.. Nuri alay eder gibi, gözlerini kırparak güldü. — Sözlerim çok tuhaf, mi Melâhat hanım? — Vallahi ben sizi çok daha samimi zannediyordum.. Siz ise... Nuri cümleyi itmam etti: — Ben ise hiç te © eski aptal, delişmen Nuri değilim.. Bunu mu demek istiyorsunuz? — Yoooki: Melâhatin canı sıkılmıştı. Şir diye kadar Nurinin bu cephesini masıl görmemiş olduğuna teessi değil ediyordu. Köşede —duran kenarına oturdu ve arkasını Nu- riye dönerek süküt etti. Nuri, Fikret beyin Konyada yeni bir hadiseye sebebiyet ver- diğini İkbal vasıtasiyle haber al- mış ve hattâ kendisine uzun bir mektup ta yazmıştı. Nuri, Fikret beye yazdığı bu mektupta demişti ki Sizi temin ederim ki bütün felâketimize Melâhat sebep olmuştar... Bunu geç anladığıma müteessifim. Padişah, bir baykuş gibi, elrafına şaamet saçmaktan hâli kalmıyor. Orada hocalardan dayak yediginize çok teessüf Mamafih hiç müteessir vzün — sedirin ettim... olmayınız... almağa karar verdim. Bir kaç güne kadar yıldızda olacak mü- him bir hadisenin akislerini da- yarsan, derhal hükmet ki, bu hadisenin kahramanı Nuridir! « Ogün Melâhat, Nurinin ağzından fazla lâf alamamıştı. Nuri giderken: ünlük bu kadar yeter. Vakit geçtir. Başka bir gün, Melâhat, Nuriden samimi bir dost gibi ayrıldı. Fakat merakın- dan çatlıyordu. Bir adam bir kaç gün içinde bu kadar değişebilir miydi? Bahusus Nuri gibi dayak ve tehdittden muvazenesi kaybol- muş zannedilen aptal, karaktersiz bir genç.. Melâhat odasında kendi kendine konuşur ve düşünürken, birden, gözü, yerde ezilmiş olan ufak puslaya ilişti.. (Mabadi var) Evrakı matbua tab'ı Tütün inhisarı umum müdürlüğünden: Idare: için müstacelen tab'ı lâzım gelen 3330 adet defter ile 54,500 yaprak 10/8/929 cumartesi günü pazarlık suretile hale edilecektir. Talip olanların yevmi mezkürda */, 7,5 teminatı muvakkatelerile Ga- latada mübaya: üzere her gün müracaatları komisyonunda bulunmaları ve nümuneleri görmek Günrükler mhafza nidirliğinden: 29/7/929 da münakasasının icrası lmediğinden 7/8/929 çarşanba günü saat 14 de talik eli son peyi haddı itidalde gö ilân edilen 250 çeki hatabın tarihine müsadif Ben sizin intikamınızı | Akşam Afgan Kralı Kral ve kralıca yakında şehrimize geliyorlarmış Ankaradan gelen bir telgraf- namede sabık afgan krali ile kra- hıçanın ağustosun on beşinde İs- tanbula muvasalat edeceklerinden ve kışı Ankarada geçirmeleri ih- timalinden bahsedilmektedir. Diğer taraftan İtalyadan şeh- rimize gelen kralın hususi dok- toru kral ve kralıçanın Roma ve ya Napolide bir villa satın alarak yerleşmek niyetinde oldu- iştir. Bu haberlerden hangisinin doğru olduğu henüz malüm değildir. Mamafih Kral Türkiyeye gelmeleri muhtemel addediliyor. Halepte bir katil Senegalli bir nefer bir fransız kumandanını süngü ile öldürdü Geçenlerde Suriyede gayet ehem- Sebea FD Fransız askeri kıtalar kumandan- larından biri öldürülmüştür. Halep askeri kıtalar laboratuvar müdürü ve sıhhiye müfettişi umumisi kumandan Gore Halep hastanelerini teftiş ederken Sene- galli bir neferin taarruzuna uğ mıştır. Hastahane kapısında nöbet bekliyen bu nefer elindeki güyü kumandan Gorenin muhtelif yerlerine saplamıştır. Kumandan Gore aldığı derin yaranın tesiri ile derhal kendini kayl:elmişuı Sunegalli nefer ore. yerde kanlar alde - süngü- ..pım.ın. devam et Bunun üzerine etraftan kurtarmak miştir. yetişenler kumandanı istemişlerdir. Lâkin Senegalli, kumandan Goreyi bir türlü elinden bırakmadığı için imdada gelen askerler silâh isti- maline mecbur olmuşlardır. Neti- cede atılan kurşunlarla Senegalli nefer öldürülmüştür. Göre tedavisi için hastaneye kaldırılmışsa da biraz sonra vefat etmiştir. Kumandan Göre umumi harp esenasında çok defa ismi geçen bir kumandandır. Siyonist kongresı Zürihte ınplandı. musevi lajanlığının tesisine karar verdi Siyonistlerin kongresi 31 tem- muzda Zürihte küşat edilmiştir. Kongre - şehrin belediye tiyatro- sunda toplanmış ve küşat resmi gayet kalabalık olmuştur. Kongreyi ötedenberi — siyonist hareketinin reisi |Neizman açmış- tır. Mumaileyh irat eylediği nutuk- | ta Siyonist hareketinin son zaman- larda büyük muvaffakıyetler iş olduğundan taliplerin yevmi mezkürda pey akçelerini hamilen müdiriyetimizde müteşekkil komis- yona müracaat Devlet demiryolları ve Limanları umumi idaresinden: 30 ağustos 1929 tarihinde Diyarıbekirde açılacak olan milli serğiye | iştirük etmek üzere azimet ve avdette Devlet demiryollarında seyyhat edecek yolçu ücrellerinden yüzde 30 ve sergiye teşhir edilmek üzere sevkedilecek yerli mamulât ve mahsulât ücretl lerinden de esas tarifeler üzerinden yüzde elli tenzilât yapılacak ve bu tenzilât 15 ağustos 1929 tarihinden 30 eylül 1929 tarihine kadar devam edecektir. Fazla tafsilât için istasyonlarda ve Diyarıbekir sergi heyetinde bulunan mufassal ilânlara müracaat edilmelidir. terdiğini ve musevi - ajanliğının yakında — tesisine — muvaffakıyet hasıl olac k Musevi ajanlığı Felestin mandası | mucibince — musevilerin — mezkür memleket idaresine karışmaları verilen hir hak bu unsur siyonist ve gayri siyonist olarak ikiye ayrılmış olduklarından bu ajanlığın tesisine ile esaiye — muvafakat eylemeleri üzerine - ihtilâf kalma- mıştır. Bunun neticesi olark musevi ajanlığı teşkilâtı tevsi olunacaktır. Kongrede söz alanların çoğu ajanlığın tevsüi Tehinde beyanı ve Kralıçanın bir müddet sonra | fikreylemiştir. | Hlzeylemiş Avcılar, bir mujik kulübesindi taze samanların üstünde ge yorlardı. Pencereden ay göri yordu. Sokakta armonik inliyerek haykırıyor; samandan, tatlı, biraz gıdıklayıcı bir koku yükseliyordu. Avcılar, köpeğe, kadma ve ilk aşklarına dair hikâyeler anlat- maktaydılar. Bütün bildikler hak- kında dedikodu yapıldıktan ve fıkralar anlatıldıktan sonra, avcı- ların en şişmanı samanın üstünde doğrulup gerinerek dedi ki : — Sevilmiş olmak o kadar da mühim bir iş değildir. Kadınlar zaten bizleri sevmek içiğ yara- tılmış. İçimizde hiç nefret edilmiş, delice, âdeta ihtirasla nefret edil- miş olan var mı ? Siz hiç nefre- tin, kinin coştuğuna şahlandığına şahit oldunuz mu ? Böyle bir şey başınızdan geçti mi? Hiç kimse cevap vermedi. * Demek — başınızdan / böyle bir iş geçmedi. öyle mi? Halbu- ki bak ben nefret edildim. Güzel bir kızcağız benden delice nef- ret etti. Ben ilk nefretin bütün tezahürlerini — şahsımda — tecrübe ettim efendiler. Ilk nefretin diyo- rüm, Çünki bu ilk aşkın zıddı gibi bir şeydi. Lâkin şunu da söyliyeyim ki size anlatacağım iş başımdan geçtiği zaman sekiz yaşındaydım. Hikâyeyi anlatıyo- dikkkatle dinleyin bakalım." Mükemmel bir yaz akşamı , gu- Tuba yakın, ben ve benim mü; rebbiyem olan Zifoçka, odamın penceresi önünde oturmuş derse çalışıyorduk. - Zinoçka, — dalgın , pencereden dışarıya bakıyor. ve mırıldanıyordu: — İşte böyle. Biz teneffüs ederken müvellidülhumuza alırız. Söyleyin bakalım Petya biz tenef- füs ederken ne alırız? Pencereden dışarı bakarak: — Hamızı karbon! -diye cevap verdim. —Evet öyle, -diyerek Zinoçka tastik etti.- Nebatat ise bilâkis teneffüs ederken hamızı karbon alırlar ve müvelidülma verirler. Napoli civarında köpek mağarası denilen bir yer vardır ki, içerisi hamızı karbon doludur. Buraya sokulan köpekler boğularak ölürler. Napoli civarındaki bu zavallı köpek mağarası her mürebbiyenin kimya ilmindeki vukufunun son | haddı idi. Zinaçka ilmi kimyada yedi tulâ sahibi olduğunu — iddia ederdi? Fakat bu mağaradan daha başka bir şey bildiğini zannetmi- yorum. Neyse lâfı uzatmıyalım.. Mü- rebbiyem sözlerini tekrarlamamı istiyordu. Ben de tekrarlıyordum. “Ufuk meye derler, diye sordu. Cevap verdim. Biz. ufkun ne demek olduğunu tayin ederken, avlıda babam ava gitmeğe ha- zırlanıyordu. Köpekler - havlıyor, sabırsızlanıyor, uşakların”üstüne sıçrıyorlardı. Kapıya yakın bir araba duruyor. Arabada annemle kız kardeşim kurulmuş oturuyor- lardı. Evde yalmız ben, Zinoçka, bir de dişi ağrıyan ağabeyim kalmıştık. Siz artık benim sıkın- 'tımı ve hiddetimi tasavvur edin. Zinoçka tekrar pencereye ba- karak sordu: — Eh.. Söyleyin bakalım biz teneffüs ederken ne alırız? — Evet doğru. Bundan başka ufuk )prağın birleş- gi yere 'derler. İasRel AA Üİ vasklık. la, annemle, kızkardeşimle arabaya, binip hareket etti. Zinoçka cebi den bir kâat parçası çıkardı avu- Dersin - bitmesi saat vardı. — Şimdi biraz da hesap yapa- lim, Zinaçka titriyen elleriyle bana hesap kitabını uzattı. — 325 numerolu meseleyi hal- ledin bakalım. Ben .. Ben şimdi gelirim .. Diyerek, odadan çıktı. Merdi- venlerden ayak seslerini duydum. Pencereden, avlıyı geçip bahçe — dıvarı arkasında kay- bolan mavi entarisini gördüm. Hareketindeki istical, acayip he- yecanı beni meraka düşürdü. Böyle nereye gidiyordu? Niçin gidiyordu? Fakat yaşıma göre çok zeki ol- duğüm için derhal anladım. Çok aksi ve sert olan ebeveynimin yokluğundan istifade ederek viş- ne yahut agaççileği toplamağa gidiyordu. Mademki bu böyledir , ben de gidip vişne yiyebilirim .. Hesap kitabını fırlattım dışarıya fırladım. Vişneliğe gittim. Orada yoktu, Etrafıma bakındım. Birde 'ne göreyim ? Zinoçka karşıda, çekinerek, iki adımda bir arkasına bakınarak göle doğru ilerliyor. Gölün ke- narındaki kocaman meşe ağacının yanında “ağabeyim Saşa duruyor, kendine doğru ilerliyen Zinoçka'ya bakıyor. Yüzü görünmiyor amma batan güneşin yaldızlarıyla hale- lenen vücudu. saadetin ifadesi gibi. Zinoçka ise sanki onu ma- hut köpek mağarasına zorla gö- türüyorlarmış, oradaki hamızı kar- bonla boğulacakmışçasına adım- darını güçlükle atarak, sallanarak yürüyor. Velhasıl hayatında ilk defa randevuya gittiği belli.. Fakat işte birbirine yaklaştılar. Yarım da- kika kadar gözlerine inanmıyor- larmış gibi bakıştılar. Derken efen- dime söyleyim;sanki birisi Zinoçka'yı omuzlarından itiyor, ellerinini boy- nuna alıyor, ve - başını onun ye- leği üstüne dayayor. Saşa gülü- 'yor, bir şeyler mırıldanıyor. Çok seven bir adamın sersem kabalı- ğhla “ pençelerini Zinoçkanı vücü- | du “üstünde — dolaştırıyor. — Ya, | hava , — öyle mükemmel , —öy- | harikalâde ki.. Sorma gitsin.. Ba- kalın meşe - ağacı, yeşil. Sahil, bütün | bunlar, Zinoçka ve Saşa ile birlikte gölde aksediyor. Etraf sessiz mi sessiz. Uzakta davar çayırdan dönüyor.. Yani efendim al eline fırçayı yap bu manzaranın resmini, Bütün bu gördüklerimden, ben yalnız Saşa'nın Zinoçka ile öpüş- ü anladım. Her halde doğru bir hareket değil, eğer annem bunu duyacak olursa her ikisinin de çekecekleri var. İçimden utan- ma geldi. - Randevunun — sonunu beklemeden — odama döndüm... Hesap kitabının başma geçtim , düşünmeğe başladım. Bir taraftan, başkalarının — sırrını bilmek hoş bir şey, diger taraftan, Zinoçka ve Saşa gibi mühim şahsiyetlerin her zaman benim tarafımdan On paralık edileceklerini anlamak ta Şimdi onlar rahatlarını bozabilirim. Beni, safıma, merhametime kalmışlar , gösteririm onlara bon odama girdi. Her zamanki gibi elbiseyle yatıp yamadığımı muaye- neye hazırlandı. Onun şirin, mes'ut yüzüne baktım, suratımı buruştur- düm: Bonu ygrın)