Sahife 6 | Hü Akşam aat ibi 20 Şubat 1929 | çük bir alet vardır. alet, gözle göremedi; — Mektebinizde belki ÖrME Bizim biliyorı keşfedi birer ateş böceği gibi. iğun vöğrendik. bir alettir. zim görmedi; mil- ük gösterdi onlarca küçük canlı | #nlamamışlardı. — Fa Mahluk vardır. Hayatın | Samı da böyle yuvarlak esası olan mikroplar bu Ş büyük canlı mahlukların en mü- ni — anlamış- himleridir.. Fakat biz bu B mikropları görebilmek | Haluki bunun sebebi için mikroskop denilen | su idi: Her taraftan gelen ( bi « Çocuk ansiklepedisinden » fenni bilgiler: H a— — Mikroskop Mikroskop denilen kı şeyleri-ğörmemize yarar. i bu “aletten bir tane vardır. Varsa hocanızdanı isteyiniz. Size bu aletle, iğiniz şeyleri nasıl “görebileceğinizi göstersin. görebileceğimiz , göremediğimiz ylere nispetle daha az- dir. Dünyanın akıllara “hayret veren o kadar mu- / cizeleri vardır ki, bunla- — rain ancak pek azını göre- Meselâ teleskop nciye kadar gök- teki yıldızları insanları (göremediler, gördü- der amma gökte parlayan n ük ışıkların y ayrı birer Dünya ol- 'eleskop ne kadar şaşı- ak bir şeyse, mikros- p da bize gözle görül- adar hayret edilecek — Gene bu sahilelerde ha- n sırrını araştırırken rdük ki, dünyada bi- — aletin yardımına muhta- İşte mikroskop , böyle m gözle göremediği- Millet mektepleri kıraat sütunu miz en ufak şeyleri gös- teren tuhaf ve küçük bir alettir. Bu alet bize, dür- bünde olduğu gibi, eşyayı yakınlaştırmaz , bilakis mikroskopla bakacağınız şeyi ta camın altına ge- tirir, yakından bakarız. Fakat mikroskop bu şeyi o kadar büyültür ki, on- da evelce görmediğimiz bir çok yeni şeyler görü- Z. insanlar bu mikroskopu | buluncaya kadar binlerce sene geçti. (Hanri Labar) isminde biri İtalyada eski padişahlardan «Nemrudn un sarayını ararken kaz- dığı topraklar içinde bir kristal taşı buldu. Bu taşı «Nemrud» binlerce sene evel eşyayı büyülten bir ayna gibi kullanmıştı. O kadar eski bir zamanda bu taşın eşyayı büyülttü- günü nasıl anlamışlardı. Bilirsiniz ki, bir şeyin üzerine bir damla su damlatır ve sonra o dam- la üzerinden altta kalan şeye bakarsanız o şeyi bir sünü: ş arlak olan şeffaf bir in içinden geçen ziyayı rdığı için eş işık yalnız bir noktada toplanıyor ve eşyayı göze büyük gösteriyordu. TYarihin — muhtelif za- | verilebilecektir. Her pazar ertesi Geçen gün, (Vâ-Nü) beyin Monto Karlodaki hayatına dair yazdığı — macerayı — okuyunca , benim de aklıma, gene Monto Karloda geçmiş garip bir sergü- zeşt geldi. manlarında başka adam- | “Bandan dört sene evel, ze lar da buna benzer bir | birlikte, Dünya Kumarhanı takım keşiflerde bulun- | gitmiştim. O zaman, böyle mu> dular. Muhtelif camları T Emledki;. . Papbolinadan karıştırarak onlardan yu-| varlaklar yaptılar ve bu yuvarlak cam vasıtasile eşyayı büyük çalıştıla Bazıları pırlantaları dü- zeltip onları kullandılar. © vakit yapılan bu cam- dan bir kısmı da gözlük gibi kullanılırdı. Bu keşiflerde bulunduk- ları zamanlar tahminen altı yüz sene kadar eveldi. İdevamı yarın) Bir fransızın bı- raktığı garip bir vasiyetname Geçenlerde Fransada M. Pro- kalma hanlarım, apartımanlarım, hanımanlarım, hamamlarım, kül: hanlarım; ve, annemden kalma incilerim, — elmaslarım, — pırlan- talarım, zümrütlerim, yakutlarım, zebercetlerim, akiklerim vardı. » Hasılı, kelli felli hanım efendi dim. Fakir olmasına rağmen ken- disiyle evlendiğim zevcimi sevi dum, Ona sadakat borçlu de; dim; anıma, sadık kalıyordum. Uzatmıyalım, efendim, Monto Karlonun Büyük Gazinosundaydım; ve, bakara masasının başında du-| rarak oyunu seyrediyordum: Kırmızllı, yeşilli, sarılı, penbeli, mavili fişler, medd ü cezre tntul- muş dalgalar gibi, sağdan sola, soldan sağa' göçediyordu. Gözlerim dalmıştı; kirpiklerimi bile kırpmadan, bir çift erkek e- Tine bakıyordum. «Kumarbazların elleri güzel o- Türmuş,, derler. Bu eller, güzelin d fevkindeydiler. — Beyazdılar; ince mevzun parmaklı ve parlak penbe, uzun tırnaklıydılar. Sanki, mensup bulundukları bedenle al kadar değillermiş, müstakil bir ömür — sürüyorlarmışçasına, yeşil çuhalı ısa — üzerinde, cevval, servetini karısına terkettiği fakat | faal, pürneşe dolaşıp, kuşnçur bir çok şartları olduğu anlaşılmış- | duruyorlardı. Evet, cevval, - faal, 'tor. M. Provansın vasiyetnamesinde pürneşe... Zira, talih, kendilerine şunlar vardır. yarolmuştu. Kâatları büyük bir “ Otuz senedenberi karım maharetle yerden kaldırıyor, akşam eve geldiğim zaman bütün | Açıyor. sonra, efsanevi ' beyaz mahallenin dedikodularını durma- dan, dinlenmeden anlatmaktan zevk alırdı. Karıma her ay 17500 frank verilmesini vasiyet ediyorum. Yalnız bu para kendisine bir şartla verilecektir: Karım ahnesiyle be- raber oturacaktır, Kayın valdem, karımdan çok fazla dedikoduyu sevdiği için, eminim ki her akşam o karıma mahallede olanı biteni anlatacak, karım da otuz sene bana neler çektirdiğini hissede- cektir. Her ay verilecek olan 17500 frank karıma haftalık - hesabile gönü öğle vakti, bankadan haf- falığını alacaktır. Bunun da sebebi şudur: Harım her cuma ertesi gecesi benimle mükemmel - bir kavga eder, pazar tatilimi bana zehir ederdi. Karım çok müsriftir. gün içinde aldığı parayı bitirecek; ve pazar günü geldiği zaman, benim sıkıldığım gibi oda- sıkı tıdan ne yapacağını bilemiyecektir. Karım evlenirse bu servetten lı(naahnım lâzlzcal(1 ve evleninceye adar, aldığı aylıkları ödemeğe Heebir olcalır, ” bir. kaç T kaybetmiş gibi, aç kalmış gil örümcekler gibi fişlere doğru narak, — kırmızıli, — sarıl, — yeşilli, penbeli, mavili — yuvarlakları, 'fadeta şehvet derecesine varan bir tehalükle, oracığa, küme ba- lindeki kardeşlerinin yanına yığı yarlardı. Ve, bundan memnun, yeşil| çayır üstünde sıçraşan uzun beyaz kulaklı tavşan yavruları gibi, yan yana oynaşıyorlardı. Fakat... Fakat... kör talih!.. dönüverdi.. Ellerin de neşesi kaçtı.. Kara bulutlu, gök gürültülü, şimşekli vefırtınalı bir havada, yeşil çayır üstündeki tavşan yavruları, nasıl titrerler, kulaklarını nasıl kısarlarsa, eller de, öylece titremeye ve par- maklarını takallüs ettirmeye baş- ladı... Her açılan kart, artık, bir eri getiren mektaj iyordul. Gidiyordu.. K mizili, sarıl:, yeşilli, penbel vili toparlaklar, baş döndü bir süratle, geldiklerinden daha pek seri olarak, akıyor, kayıyor, eriyor, Çok geçmeden, uzun ve beyaz kulaklı iki tavşan yavrusu, analar sansar hücumuna uğramış gil çırpınmağa / başladılar. N!h.yı içlerinden biri, bir cebe Bir cüzdan çıkardı. Bu cüzdanıl deki son paraları aldı. Fakat, onları da tüketti. İşte, o zaman, kumarbaz euî yeşil çuhalı masadan yukarı di Tu kalktılar; - mensup bulundi ları bedenin, saçları diken dikeh kabarmış ve biri birine karışmış başına © manasında vure Aman yarabi Bu güzel ellerle bu avurtlar irine göçmüş, traşı uzamış, gözleri çı kura kaçmış ve kan çanaj dönmüş yüz arasında ne bi tezal Kumarbazın, büyük bir bulırı içinde olduğu belliydi. Canlı ceı gibi ayağa kalktı. Kollarını il ya dıırğıı;: hlıılluıııı n yürüdü. rini hâlâ görüyordum, Hümdi, bayisi | vi wi DA İariyle bu eller, bir avcı tar: dan vurulan ve kulakları. sarl bir halde heybeye konulan tavş yavrularıydı. Ah bu eller, ah bu eller.. Onların sahibine yaklaştım. Ne yapdığımı bilmeden onun koluna girdim. Ne yapdığımı bilmedeg ikledim; odama, yatak . Hep bu ellere, evzun — parmaklı, ve penbe tırnaklı ellere bakıyar. bu uzun ve | düm. Ne yaptığımı bilmeden, vücu: dümü bu ellere teslim ettim, O kan çanağı gözlü, sarı yüzlü adama değil ... O ellere... O ellere... Ve, sırf, onlarn bed- bahtlığını teskin için... 'nunla ozun uzadıya konuştum, Bütün servetini kumara vermişe miği ” İntihardan başka çaresi alma- miş imiş. Beni, karşısında dişi bir hızır gibi görüyordu... “Sen kimsin? Bu dünya yüzüm de, artık hiç kimsenin yüzüme mmıyacağı bir sırada, masıl oldu dt bana kendini ver: yordu. l edemi- yordum; ona ne diyeyimi 'na, Hi n ea a e nemden - kalma | mücevherattan en kiymetlisini “İhediye — ettir Bi llti Ka geçindirebilirdi. | — Bir daha klmar oynamal - dedim. | — Oynamam! -'dedi. — Buradan gitl Kumarbazlar inda, bulunma, - dedim. dedi. — Peki Ve, ertes ona bir bilet aldım, trene bindirip selâmetledim. O akşam, Büyük Gazinoya gittle ğim zaman, iki mini mini tavşan, gene, yeşil çayırdaydılar. Gene, annelerini kaybetmiş, kalmış, sansar hücumuna uğrar gibi titriyorlardı. Çok geçmeden, havaya kalke tılar. Mensup bulundukları vücur dün başını “eyvahi, manasında şamarladılar. Nükili (Hatik Süreyya) CASUS — Genç kadin ken, yazifenin henüz gildi. len Fransaya ” geçmek nasebetini ünüyordu. “Mis NORA DAVİS in sergüzeştleri inden nefret O yeni ve mühim bir n anci basamağın- a bulunuyordu; gönlünü her hangi kimseye kaptiracak ve heve- ina alet edecek mevkide de- “Luzitanya Londraya takarrüp tmek üzre bulunuyordu; - İngil- şin — Mis Davis, bakınız çok Amerikahların Luzitan- HT DrE L Davis Fransız zabitile mü gevşetmek — çaresini Mülâzım Korbey, bir az azamet- işluktan boşlanır ve her müba- MEKTEBİ hasenin başında izzeti nefsinden bahsederdi. Nora bunu halır- lıyarak zabiti kendisinden uzak- laştırmak. istedi. Bu kesnada, vapurda — intişar 'eden Luzitanya gazetesinin sabah nüshasını gözden geçirmekte olan Fransız zabiti, gazeteyi Noraya uzatarak dedi miz akşamki yangın hakkinda tafsilât verirken sizin için neler yazmış?! Zabitin her sözünde fazla riya bulmaya - başlayan Nora, cevap vermek için tam zamanını bul- muştü. — Gazeteyi sathi / olarak gözden geçirdikten sonı — Fakat, dedi, bu mühim taf- silât arasında, gazete muharririnin sizin hatıra defterinizden bahset- memesi ne kadar garip..! Mülazım Korbey bu sözden bir şey anlamadı: — Benim — hatıra * defterimin yangın tafsilâtiyle ne alâkası var? Nora manalı bir. tebessümle gülerek: —Ne alâkası mı var ? Amma yaptınız hal Luzitanya muharriri gazetede bu kadar fazla ve lü- zumsuz izahat vereceğine, sizin irümlere ait vesika taşırlar.. Bu gaflet , cürümlerinin cezasını çabuk görmeleri / için intikamından başka bir şey olmasa gerek li Kahvaltı sofrası çok kalabalıktı; bu esrarengiz muhaverenin kimse farkında değildir. Mülâzim Korbeyin hicap ve yangını mütcakip "kamaranızda | korkudan dili tutulmuş gibiydi. hatıra defterinize — yazdığınız | Söyliyecek bir tek kelime bula- “itiraf, ları da kaydetmiş olsaydı, | myor... cn mahrem ef'alinin bir çok gemicilerin haksız olarak | böyle ümit etmediği bir ceza görmelerine mani - olurdu! hakiki müsebbibin kim olduğu meydana çıkardı.. Fransız zabiti şaşalamıştı; der- zamanda hem de en sevdiği bir kimse tarafından yüzüne vuruldu- ğgundan dolayı oturduğu yerde eziliyor, büzülüyor, gözlerile muha- iyerek - üzerlerinde - işledikleri | tabiatın | | beyi tabından merhamet dileniyordu. Bu esnada Nora, nöbetci bulu- nan ikinci kaptanın yanına çıkmalı re ayağa kalktı ve zabitin kulas şu kelimeleri fısıldadı: — kundakcılığınızın cezasız kak masını istiyorsanız bir daha yanıe ma sokulmayınız! ğa Taymis medhalinde.. İki günden beri Mülâzım Kor- rmiyordu. Fransız zabiti mahcubiyetinden Mis Nora ile karşılaşmamak için salona daima herkesten geç geliyor ve bir kö- | şede fazla oturmadan, güverteye çıkıp yatıncaya kadar orada vakit geçiriyordu. Amerikalı kadın bu- nun farkına varmıştı. O sabah Londraya gelmişlerdi. Taymıs — medhalinde — yanmakta olan, içi cephane ile dolu çüyük (mabadi var) A RRRERRE S e aei