Akşam 6 Kânunusani 1929 Ders <A: diyip şaşma. Çalış- nın zamanı yoktur. «G. C: gündüz çalış. «N. c kim- seler var ki okumadıkları için sefâletten kurtulamı- yorlar. Okumak *B. y: efendiye, paşaya deyil, insanlara Tâzım . ğ d.m kuvvet vermek istiyorsak - çalışmalıyız . Boş kafalı vucudun kıy- meti olmaz. Güç «d. m.: Hayatta her mihnetin bir mükâ- fatı vardır. Yaşayanlar için okuyup yazmaktan büyük mükâfat olamaz. Çalış #m. (. ke kazan; dilini su gibi öğrenirsin, ve öğrendikten sonra da, “adilini, eski zamanda ol- duğu gibi yanlış okuyup, yanlış söylemezsin. Akan «d. r. d ki taş — yosun tutmaz. Çalış, öğ- xen ki, beynin pastan kurtulsun . «Ş. h.: sen uçarmısın demişler . Ben uçmam, beni müritlerim uçurur ! demiş. Cahalet yüzünden bir takım gözbağcıları — besleyip karınlarını do- ; y..rdı.k. h. b bir okuyu- . nuz, bakalım kimse gözü- nüzü bağlaya bilir mi? *Ö.z.nedüzen lazımdır. ““ deyildir. Muntazam çalış- mak, kafa yormak, <. C.le: etmemek,dersleri dik- katla takip etmek lazım- dır . Durmadan, dinlenme- den çalışınız. Çalışmanın «d.r.C.» si yoktur. Okumak için sarfedilen Sâdeokumayı istemek kâli Millet mektepleri kıraat sütunu Türk masalları İki kardeşin hikâyesi | deşi, «nasıl olduda böyle Evel zaman içinde iki kardeş varmış, biri zen- gin, biri fakirmiş. Zengin olanı, fakiri hiç gözetmez- miş. Fakircik: « başımın çaresine bakayım: » diye yola çıkar. Az gider, üz gider, yolu bir dağ başına varır, bakar ki gök gibi | gürleyerek, şimşekler ça- karak kıyamet koparca- sına gürültü ile uzaktan kırk süvari, tozu dumana katarak geliyor. Fakircik saklanır. At- hlar bir taşın başında du- rurlar. «Çanga » derler taş açılır, içine girerler. « Çunga » derler, kâpanır, Sonra yine çıkarlar, gider- ler. Fakircik, e olursa ol- sun bende gireyim, der «Çanga » der taş açılır. « Çunga » der kapanır. Taşın altı bir mağara imiş. Bir de girer bakar- bir sofranın üstünde kırk anahtar var, bunlar- la odalar açmağa başlar. Her birinde altın, gümüş, mücevherler dolu. Hep- sinden birer. parça “alup ceplerini, koynunu doldu- rür. «Çanga » yı basar. Dı- şarı çıkar. Fakircik, her düzenini düzer. Zengin olur. Kar- dur. Okuduğuna pişman olan kimi gördünüz? *S. s. kulakver. Bu ses Gazinin sesi. Beni , seni, bizi kurtaranın sesi. «He- definiz millet mektepleri:» diyor ği f yürüyü- oldun? » diye sorar. Oda olduğu gibi anlatır. « Ben- de gideceğim » der. ZGitamma çangayı çungayı unutma! Evine gidip büyük bir çuval alır. Taşın başına varır. «Çanga » der, taş | açılır. « Çunga » der kz panır. Sonra anahtarları alıp her odadan birer par- ça çuvalına doldurur. Taşın yanına gelir. Lâ- kin «çanga » yı unudur. Bir türlü aklına gelmez. Dışarıda bir gürültü işitir. — Bari bir saklanacak yer bulayım! Diye arar. Gözüne bir ocak ilişir. Tepesine çıkar. Atlılar içeri girerler. Vaziyetten şüphelenirler ve her tarafı ararlarken bacada duran adamı gö- rürler, aşaya indirirler. Atlıların reisi sorar: - Sen buraya nasıl gir- din? Herif korkusundan tit- reye titreye- i aşağı anlatır. Heriflerin hepsi birden üzerine çullanırlar: — Kardeşin fakir ada- mmış. sen onu hiç gözet- medigin için kısmeti öyle olacak! Diyerek adamı kırk parça yaparlar. JMAYARMNNANAIrmademNmNm aNt Balıkcılar memnun değil Bir kaç gündür gitmesi balı M memnun etmi yor. Balıkcıları söylendiğine göre lodos yüzünden askumru - sürüleri havaların lodos Kara Davut bir gün, Kara davut, | huzuruna çıktı: — Ha ha ha ha haaaaayt! diye-| bir nara attı. Fatih: — bre yakalayın bu küstah herifil Huzurumda ne cesaretle nara atıyor? Şuna haddini bildi- rin!- dedi. Hassa efradından ikisi Kara Davudu kollarından — yakaladılar. bileğini burarak adamcağızı rüküa vardırdılar; ve, kıçina kıçına kırk sopa vurdular. Kara Davut: — Tövbeler olsun ! Tövbeler olsun! bir daha nara atmam ! - dedi . Fatihin Kargayla - tilki Bir gün, karga, ağzına kocaman bir peynir parçası almış; bir ağaç dalı üzerinde duruyordu. Kurnaz tilki, onu, karşıdan gö dü. Ağacın altına geldi; dedi ki —Ey güzeller güzelil, ey parlak, pıril pıril tüylü karga! Sen, şüphe- siz ki, dünya yüzündeki kuşların en güzelisin! Seni uzaktan görür görmez âşık oldum. Fakat, bir kere de sesini dinlemek istiyorum. Kuzum, ne olur, karga? ağzını aç da bana iki söz söylel bir kaç şarkı oku. Karga, bu iltifatkârane sözler üzerine pek memnun oldu. Ağzında ki peynir — parcasını pençesiyle ve yere düşmemesini temin ettik- ten sonra: — Komplimanlarınıza teşekkür ederim efendim! —cevabını verdi. Kurtla Kuzu Bir gün, bir kuzu, bir ırmak ba- şında su içiyordu. Derenin üst tarafında su içmekte olan kurt, kuzuyu gördü ve ona yaklaştı. büştak . B e temamagamn| ya bulandırırsın ha? — Aman efendim, insafl Ben | sizin alt tarafınızda sa Su benden size doğru değil, bana doğru akıyor. içtiğiniz suyu geçerken, sen, dilini çıkarıp be- nimle alay etmiştin... Dur helel... Seni şimdi kıtır. kıtır yiyeyim de gününü gör. — kerem “buyurun! ben bu senenin kuzusuyum, Geçen sene doğmamıştırı ki geçen sene bizim sırısıkı - yakaladıktan | b Bi, aei ben de gidip benimle alay eden kimse onu buliyim ve parçalıyayım.. Haydı sen ağıla dön! burada soğuk alır, nezle olursun | - dedi. Hayvanların şahı bir gün, hayvanlar, bir av av- ladılar; ve bu avı padişahları olan aslana götürerek : — Sen kendine aslan payını ayır da ötesini bizim aramızda taksim eti - dediler. Aslan, âvı, hayvanların adedince müsavi parçalara ayırı — Ben sabahliyin midemi boz- muüşum! benim de payımı siz yi- yin - cevabını verdi . Meşeyle saz bir gün, koskocaman bir meşe, dibinde biten, cılız, solgun benizli bir sazla alay ediyordu: — Hmmmh! Miskin!- diyordu - sen de nebat mısın sanki? Sıska müsübet, sen de... Senin nedir' O esnada bir rüzgâr cıktı. Mütbiş bir rüzgâr. Ortalığı alt üst etti. Meşenin yaprakları uğul uğul uğuldıyordu. Saz, incecik beli rüzgârın — önün ranslar, tekâpular ediyordu. Mağ- meşe ise, dimdik, aslan gibi okuyordu. Tam o aralık, rüzgârın uçurt- tuğu kiremitlerden biri, meşenin kütüğüne çarptı; fakat, meşe sağ- . lam olduğundan ona bir ziyan getiremedi. Amma, kiremit, sazın üzerine düşerek onun amudu fika- çıttadak kırdı. Meşe dedi ki: — Hmmmh! Miskinl.. Nebât değilsin diye demedim m— bem sana demin? Meşhedi ile kedi — bir gün Meşhediye sordular: — Sizin iranda kediler ne ce- / samette olur? — es tebii cesâmette olar, — haaaa... - cevabinı verdi . İstanbul şehri bir gün, Istanbul kalkı, gazete- lerde şu haberleri okudu : Artık şehremanetinden şikâyete imkân kalmamıştır; zira köprü bedava geçiliyor; sokaklar asfalt kaplandı; su, süt meseleleri halle- dildi, — tranvaylardan — kalabalık kalktı. Mübadele meselesi de hâlledilmiş, in muhacır vatandaşlarımız mükemmel apartımanlara yerleş- miştir. bir senedenberi cinayetde işlen- Y Sünmaz Dün nt Ğ:L;mm denisine akın etmeğe | ağılımızı teşrif buyurduğunuz sıra- | — binaenaleyh. garetelerimizde N aşlamıştır. Bu günlerde kavak: | da sizinle- hâşâ- alay edeyim. yâzacak haber kalmadı. yada en tatlı külfet bu- Selami Iııel İarda barİaiyi talakaşor Kurt: (Vâ-Nü) Tefrikanümerosu: 33 Vahşiler reisi, Cakın parmağımı, | hale gelmişti. Arlık yol yü mez bir avı _—S—AHTE PRENSES göl kenarindaki kumun içine sok- | yeceklerdi. zalık ve yüksek bir — Ben bir kuş degilim! tararak bir müddet bekledikten | dağ yamacına gelmişlerdi. — BSenin bir kuş olmadığını Nâkilir T .F. sonra çikarttı. Parmağı kanamıyor- Akşam olmuştu. biliyoruz... ayni #amanda senin Beş dakika içinde iki cesedin | sarıldılar ve soymağa başladılar. | du.. bu suretle kesilen yerin kani Valışilerin bir çogu, Cak gibi | büyük bir adam olduğunuda tahmltt #stünde bir şey bırakmamışlar ve | — Cakı da, ölüler gibi —derhal | garumüştu. çırçıplak geriyorlardı. Dağı tir- | ettik. hepsini soyarak ölüleri çırçıplak, | anadan doğma bir hale getirmiş. fakât M. Cak can acısına taham- | Mandılar ve geniş bir. kayanın | — — Nereden., ve nasıl? suyun kenarına atmışlardı. Cak, Vahşilerin reisinden rica diyordu: — Şa savallıların — cesetlerini sahilde bir yere gömsek... balık gibi onları merasimsiz suyun içine atıyermek. günah degil, Vabışi dudagını bükerek şritti 've cevap vermedi. Meksika vahşilerinin fikirleri fena idi. M. Cak onların maksat- larıni bakişlarından tahmin ede- biliyordu. Cak yanılmamiştı. Reisin ver- bütün Ülgi bir işeret üzerine, lerdi. Üzerinden çıkan elbise ve çamaşırları — aralarında taksim etmişlerdi. Cakın sol elinin par- magında bir elmas yuzük vardı. Vah istedi, Fakat Cakın parmagına gömülmüş akmıyurda. Bunun için uzun boylu reisi bunü ünmege lüzum görmemişlerdi. Valışinin birisi bemen kanç çeköp Cakın sol elinin küçi parmağını kesmiş ve elmas yüzüğü zeise uzatınıştı. Cak, can acısından, avazi çıktıgı kadar bağrıyor, tepiniyor.. fakat vahşilerin kuvvetli kolları arasıne dan kurtulamıyordu. mül edemiyordu, gözlerinden çocuk gibi .yaş akıyor, vücudınin muka- vemeti gittikçe azalıyordu. Cakı koluündan tutarakı — Yörüt Diye, itip kakmaga başladılar. Cak vahışiler arasında titreyerek görüyordu. Cak, dağlarda vahşilerle beraber yaşarken.. Uzaktan görünen üzün yolu İki aaatta katetmişlerdi. Mister Cak yürüyemiyecek bir üstünde durdular Cak burada gördüğü manzaraya hayret etmekten kendini alama- Bir Çok vahşi tipli kadın- lar hep bir ağızdan — Tülülülülüti Diye garip seslerle haykırmağa başladılar Vahşilerin reisl muştr Cakan yanına gelerek omuntundan çekti Gürüyormisin? -dedi. karıla- b gün böş gelmedigi; için bizi tebrik ve tes'it ediyorlar. Cak hayrelle rçisipi yuzüne baktır — Ben bir avmiyim...? — Hem de her zamân ele geç- — Bu ıssız arazi üstünden taye yare ile geçmeğe mecbur olan bir adam, elbette buyuk, zengin ve meşhur bir kimsedir... - Doğru tahımin ettiniz! bet Amerikanın en meşbur. zenginle. rindenim, Fakat şimdi, bir. kaza neticesi olarak göle ve gölden de sizin elinize düştüm. Valışilerin reisi, vaktile Neve yorkta hirsizlik yapmiş, adam öldürmüş ve nihayet Meksikanm centp havalisine kaçarak, burada otuz. beş kişiden ibaret olan ba vahşiler kabilesine (mabadi var)