” SRr y YU S R S NÇ Be__l_ki Nasreddin hocanın iki arkadaşı varm FÜ kıraat sütunu başka kapısı var! | .Her gün, ama her ğün çat kapı hocanın evine damlarlarmış... Misafirlerin bu her günkü ziyaretleri Hocanın canına tak etmiş Ve bir gün bu il almamağa karar vermi; Biraz sonra misafirler mışlar. Hocanın karısı içeri ki ahbap çavuşları içeriye gelmişler, ve kapıyı çal- iden seslenmiş: — Hoca evde yok.. Şimdi dışarıya çıktı... Lâkin bu esnada da Hoca pencerede oturuyormuş, misafirler bunu görünce: — Aman Hanım efendi demişler hocayı şimdi içe- riye girerken gördük.. Nasıl dışarıya çıkabilir. Misafirlerin bu ısrarı üzerine hoca pencereyi açmış ve seslenmiş: -Yahu,demiş, belki evin Hoca oradan çıkıp gitmi başka bir kapısı var, belki . Böyle eşek aranır mı ? Bir gün su başının eşeği kaybolmuş. Su başının adamları bir sabah Ho- cayı bağına giderken görmüşler: — Efendi biz eşegi aramak için, hepimiz bir tarafa gideceğiz. Sen de hazır gidiyorsun, bağlar arasına bakıver! Demişler. Hoca, su başının adam-, larına: — Peki.. merak etme Demiş ve bağların ara- sına girmiş. Hoça, bağlarda türkü çağırıp geziyormuş. Adamlar, Hocaya sor- mu; -#İYahul Bu ne biçim eşek aramak..? Hoca gülerek demiş ki: - Neden bu kadar hay- ret ediyorsunuz? - İnsan başkasının eşeğini byöle türkü çağıra çağıra arar! | Yazısız mektup! hoca, komşusunun dü- gün evinde yemek yenil- mekte olduğunu hisset- miştir. hoca, buğazına'çok düş- gün olduğundan, yemek meselesine hiç dayana- mazdı. Yazısız bir kâat parça- sını bükerek bir zarfın içine koydu ve dügün evinin kapusunu çaldı. — Ne istiyorsun? Diye sordular. —hane sahibine mühim bir mektup getirdim! Dedi. hocayı içeriye aldılar. firler yemek yiyor- lardı. hoca: — Çok aceledir... Diyerek, mektubu hane sahibinin eline tutuştur- du ve derhal yemek sof- rasının önüne oturdu. hoca etrafına bakma- dan! lokmaları atışdırı- yordu. hane sahibi zarfı tetkik ederek: — Bu zarfın zeri yazı- İt değildir... Deyince, Hoca kaşlarını çatarak şu cevabı verdi : — Efendim, kusura bak- Mayınız... aceleye geldi- ğinden, onun içi de yazılı değildir! Hoca, bu cevzh: verin- ceye kadı zaten karnını doyurmuş bulunuyordu .. | Ayni cinsten imiş. Bir. çifci arasında: Çifci — Hey... Elendi.. Baksana! Sürülmüş tar- ladan hayvan ile geçilmez. — Suvari — Affedersin ata bilmiyordum.. Öküz lerin geçtiğini gördum de ben de geçebilirim zan- nettim ! Şaşılacak şey! ile suvari İki ahbap sokakta buluşurlar. Biri ötekine dedi ki: — Bu sabah bir çocuğum dünyaya ğeldi. — Kız mı? — Hayır.. — Öyleyse erkek, — Evet amma... ne biliyorsun, azizim? Ben, çocuğumun — doğfluğunu henüz senden başka kim- İzmir belediye: ekıııekc eı hakkında hakaret davası açtı Ekmekçiler e hakaret davası açımış Belediye tarafindan verilen ka- yara ekmekçiler itiraz etmişlerdi, İdare hey'eti de tetkikata başlamıştı, Belediyeye —gönderilimiş, islenilmiştir. Bu evrak arasında bulunan cemiyetin istidası çarpmiş ve mühte- liyenin manevi şeref ümat yetini ke$redecek bazı ki- sımlar görülmüş, cemiyet aleyhine dava açılmıştır. Dağıstanda seyahat ediyordum. korkunç dağların dönemeçlerini döne sapa ilerliyor; her an baş döndürücü uçurumlardan birine yuvarlanmak - tehlikesine — maruz bulunuyordum. birden bire, dağlardan dağlara bu at nalı sesine, bir de kadın feryadı karışıyordu, At nalı ile feryat, ikisi benim bulunduğum tarafa doğru yaklaşmakta idiler. Fakat, henüz, meselenin ne olduğunu göremediğim için, merak ve alâkayla ileri bakıyordum. Nihayet, dehşetle gördüm: Tam karşımdaki — dönemeçten bir — saptı; ve bana doğru dört | mala gelmeye başladı. Atın bana (doğru dört nala gelmesinde bir fev- kelâdelik yok! Asıl fevkalâdelik, atın üstündekilerde: Sırtına Daj stanlılara mahsus göğsu fişeklikli çerkeska isimli setre giyen beli kincallı () ayağı çizmeli suvarinin omuzları üzerinde başı yoktu. Evet, yanlış okumadınız. - Hikâ- yemde tertip hatası yok : suvari, başsızdı. buna rağmen, kucağında beyazlar giyinmiş bir güzel kızı sımsıkı tutüyor; ve, atın yele- sine sarılmış; hayvanı, dört nala koşturuyordu. Acaba gördüklerim doğru mu diye dikkatli dikkatli baktım. Şüpheye mabal yoktu : işte, su- yarinin kesik- boynundan - oluk oluk fışkıran kanların, genç kızın beyaz elbiselerini — kızıla boyan- dığını görüyorum. Işte, bana, daha ziyade yaklaştılar. İşte, suvarinin kesik boğazından fışkıran kan üstüme başıma sıçradı. işte, kafa- sız adamın mütekallis kollarında dehşet içinde çırpınan genç kızın yüzünü gördüm: bu yüz, hatları muntazam, nazenin bir yüz; bir kafkas diberinin yüzü!.. Lâkin, korktuğu için, gözleri çeşimhane- lerinden dışarı uğramı Aaaaaaaa At, dört nala koşarak ilerilerken beni görünce, ansızın ürktü. Şaha kalktı. O ane kadar, hayvanın yelelerine - sarılarak, onu idare eden suvari, lere sarılarak istikameti değiştiremedi. ,Genç kıu — Yandım anam - diye bir çığlık kopardı.! Dizginlere sarılmağa çabaladı amma nafile! Vücuduna mengene gibi sarılan kolların zincirinden kollarını kurtarıp dizginlere uza- namadı. At, sıçradı. Sırtındaki / iki (1) Kafkas hançet Başı kopuk suvari | | uçurumun karanlıklarında kayb- oldu. Eyer elbisemde kan lekesi ol- masaydı, bir an hayali hisse ka- pildiğimi zannedecektim. Fakat, kesik kafalı suvarinin gırtlağından akan kanm lekesi elbisemi baştan başa kaplamıştı. Meseleyi izâh edemiyordum. Gördüğüm manzara ne olabi- lirdi? Şayet, hayalperestlikle m: döl bulunsaydım, faraza, mezarın- dan kalkan bir hortlağın bir k: dını, yatağından kaçırıp mezara gütürdüğünü sanabilirdim. Fakat, bu maddiyetçi kafayla böyle basit bir zehaba kapılmama imkân var mıydı? © halde, mesele nedir? nedir? ae diye düşünerek ilerler- ken, ansızın uzaktan doğru, yeni baştan, nal sesleri, bağırışmalar , çağırışmalar duydum. büyük bir kalabalık bana geliyordu. beni görünce: —Kızımızı gördün mü? Kızımızı gördün mü? - dediler. Gördüklerimi, kendilerine tama- miyle anlattım. — Eyvahl! -diyerek ağlayıp yır- tınmağa başladılar.- Eyvahl Kızı- mizın olümüne kendimiz sebep olduk... Eyvah... keşke Ömer beye kızı vereydik ... keşke keşke... —Ömer bey de kim? — O kafası kesik adam. — Nasıl oldu da kafası kesik olarak ata binmiş, hayvanı sür yordu? Ata bindiği zaman Ömer beyin kafası kesik değildi!... kı- zımız Tatu hanımı kaçırmağa gel- . Onu kaptı. Onu alarak kaç- mağa başladı. Arkadan yetiştik; kızımızı kurtarmak - için Ömer beyin boynuna bir kincal çaldık. Lâkin, hayvan ürktü, daha fazla koşmağa başladı. Ömer beyin de adaleleri takallüs etti. Attan şecek yerde, esasen sımsıkı sa- rıldığı Tatu hanıma ve ata daha sımsıkı sarıldı...demek ki, uçuruma yuvarlandılar ha?... Vah zavallı kızımız!.., vah! vah!... keşke onu Ömer beye veriydik. (Hükâyeci ) Hastaları rahatsız etmemek için yeni bir usul Tondrada agır hastaların sokak gürültülerinden, bilhassa otomobü borularından Tahatsiz olmamaları için, hasta evlerine en yakin olan direklerine Tambalarının asılmasına karar verile sakak birer lavha miştir. Lavhalarda |Lutfen gürültü yapmayınız. Burada ağır kasta var| cümlesi yazılıdır. Tefrikanümerosu: 35 SAHTE PRENSES Nökli: 1 yalmız, —şimdiden Söylemek isterim: eğer böyle bir münasebi görecek olur- Sam, gerek yüzünüze ve gerek arkanızdan «Şerefsiz adam!» diye bağıracağım. — Kabul ediyorum. — Hiç kizmazsinız degil mi? — Hayır.. Bu'esnada pilot seslendi: — Misterl Motör hazırdır Kalkalım mı? Vilson emir verdi: — Haydi çeviriniz! ve yükselmeğe başladılar. İKİNCİ KISIM Polis hafiyesi vahşiler arasında FY Mir. Cak, tayyare ankazi altında parçalanacak ölen eyerek sahile çıkardı. bir mahitte tek hafiyesi, b Tenli; kalan digi zaman, ilk işi, y mak olmuştlur. Vilsonun son attığı kurşun, Cakın göksüne isabet etmekle beraber, kalbine —dokunmadan — arkasından çıkmışti. Cak, bu taarruza - valışi Meksikalılar tarafından maruz kal- diğini sannediyor. — Alçaklarl kaçırmak için iki 'beni de yaraladılar... Diye söyleniyordu. M. Cak, Yaralanıp ölen polis memüru ile tayyarecinin cesedini sahile çektikten sonra, sazlığın kenarına oturdu ve etrafına bakarak | düşünmeye başladı. çok defalar ) ellerinden ve lanarak kuyulara, ndanlara ve denizlere atılmıştı. Fakat kiç bir zeman böyle havaf a maraz. kalmantiş.. bi r felâket başına gelm k, üstü, başı perişan bir he gölün — kenarında, — bir müddet kendi kendine bu issiz yerden nasıl kür dü. Uzaktan dar ve uzün bir yol görüniyordu. Cak bu yolu ta Tar vermişli. Son bir | e ayağa kalktı ve yürümeğe elli metro kadar bile | gitmemişti dar ve vzun yolun başladığı noktada, birden, kaya- ların aralarından, koyon sürüsüne benzeyen - bir insan - kalabalığına Tast geldi. Bunlar, — kayalık arasında yaşayan ve Sseyyer bit halde köyden köye, dağdan dağa dolaşan — Meksika vahışileri idi. Ürerlerinde deriden — elbiseleri , yiyecek çantaları bene zeyen silâhlariyla çok ıç ve iğrenç kıyaletleri va Vahşiler, birer ikişer, polis hafiyesinin — yanına — sokuldular. Zavallı Cak... hayatında bu kadar müşkül ve müdalsadan acix bir mevkie düşmemişti. Bu insaf ve merhametten malram vahşi insau şöyle dursun, a bile mecali sürüsü ile ugraşmı kolunu - kıpırdatma yoktu. Vahşilerden uzün saçlı ve uzün boylu biri, Cakin kolundan çeke- ) ona hiç anlamadığı garip bir şive ile bir şeyler sordu. Belliydi ka kim oldeğunu İve nerden gittigini sormuştu. n bir ifade ile -İn- — Nevyorklayım, Tayyare ile buradanı geçerken göle düştük... Cakın söylediklerini tama- anlayan vahşi ayni Jisanla çevap verdi: Yalan söyliyorsun! Sen bir çan... Galiba içimize girmek istiyordun, degil mi? Cak başını sallayarakt n casus değilim! Dedi. Vahşi güldü. — Beni mi aldatacaksın? — seni nasıl inandırayım ki ben fena bir adam değilim. Be- imle beraber geliniz, size kaza- olduğumu ispat edeyim- Birlikte yörüdüler ve gölün kenarına geldiler. Vahışiler sahil- de yatan iki adam cesedini görünce sevinerek, bir leş üstüne konan kargalar gibi ölüleri didiklemeğe başladılar. (mabadi vaz)