| | f Şikâyete hiç hakkımız yol mükemmel geçiyor. çeceği falan her şey bol bol. re, börek, tatlı bile pişirdikleri vaki.. eh, artık bundan şikâyete hakkımız var mı?. Bu vaziyet ka ladık. Evet kardeşler, — on dokuz senesinde çektiğimiz açlığı u- D — futmiya başladık. Halbuki kardeşler, bir zamanlar lamak bi ken yapıyor.. Fakat şunu da söylemeliyim k hasız olarak herkes açlık çekmi “yani içimizde açlık çekmiyenler de var- dı. Mojikler, yani köylüler pekâlâ yiye- |O cek bulabi Hyorlardı.. hani doğrusunu is- terseniz onlar mükemmel yaşıyorlardı.. gehrin en kıymetli şeyleri: Mücevheratı, âlet ve edevatları onlara oluk oluk akı- — yordü. Yani sizin anlıyacağınız, şehir köyün | kârşısında elpençe divan duruyordu. Ah — kardeşler, bizim “gözü şeylerdir!. a mojikler ne anasının x pod kadar un alıp getirmekti. Abdal ka- — ı ben bu kadar büyük bir ağırlığı nasıl ç “getireceğim diye de önceden bir de ağ- lama tutturmuştu.. Neyse.. büyük annem epey yol aldık- -— fan sonra köyün birine gelmiş. dediğim — gibi maksadı aynayı verip un almaktı. fakat ne gezer. Her köylü evinin içinde saatler, aynı dölü imiş.. halbuki büyük annemin elin- deki ayna ise şöyle yumruk kadar bir şey- miş!. Büyük annem kapılardan - birini çal- Tüiğ: — Şu elimdeki aynaya ne verirsiniz?. Diye sormuş.. ona altı tavuk yumurtası eklif etmişler.. tabil büyük annem buna Tazı olmamış. Bir ikinci kapıyı çalmış.. — büyada da âyni teklifi yapmıştar.. büyü ahnem: «Vay anasını, fiat maktu!'» diye düşünmüş.. cehren de: — Ben tavuk yumurtasını yım?!, demiş. Hiç olmazsa bana biraz bule Bür veya un falan veriniz!. Köylület bir türlü vermek istememiş- ler: — Hayır, demişler, olmaz. Her mal i- gin bizde resmi bir tarife vardır. Tarife- — Mizde ayna için tavuk yumurtası yazar.. iz!. K ı Sçn Porta'am edebi tefrikasız 30 | BABA $ © Demeğe de dili varmı karanlık çöktükce o da kesik kesik an- *htn*u:ı başlıyor. | lâsa eden hatıraları, acılarını an- e ’îılı)cı. ve gözler birbirini göremez, fa- — kal eller birbirini daha kuvvetli tutar- “ken Necati: — Artık, ayrılmak yok, diyor. Ar- tık birbirimizden ayrılmıyacağız.. artık — bizi birbirimizden ayıracak hiçbir en- gel kalmadı... Sizi beraberime alarak — Anadoluya döneceğim. Artık sizden ay- Orılamam, bir dakika bile... Hayır, artık Necatiden ayrılmak için Feriha da kendisinde kuvvet ve cesaret - bulabileceğini zannetmiyc — — Sizinle biraz konuşmak istiyo- — Fum, dedi, Sizinle biraz yalnız konuş- p mak istiyorum Ve bunu söylediği zaman bir an bi- — le böyle bir şeye hakkı olup olmadığı- — Bi düşünmedi. Bir tek arzusu vardı: unda ve bu şeralt i- çinde açlık senelerini unutmıya bile baş- neselâ dokuz yüz İ biz müdhiş bir açlık çektik.. ekmeği rüyamız- le göremez olmuştuk. Şimdi bu an- üylerimizi diken di- Bir gün büyük annem -Allah rahmet eylesin o da malın gözü idi- köye küçük bir ayna götürmüştü. Ayna şöyle küçük bir ayna idi ama, insan, suratını falan pekâlâ görebilirdi. Neyse, kardeşler, işte — bir gün büyük annem köye böyle bir ay- na götürmüştü. Maksadı bayram için bir , piyanolar tıklım tıklım ne yapa-| 'or, Ve odaya Bütün hayatını hü- Son Posta'nın İııkayesı Kardeşler, şimdi artık yaşayışımızdan hayatımız Doğrusu, yiyecek i- ize diyecek yok. Sebze, et, filân bayram, seyran günlerinde koca karıların, eski âdet üze- Bu suretle büyük annem eli boş dön- meğ mecbur olmuş.. Büyük annemin sonradan anlattığına göre moji, biri aynaya bayılmış, fakat aynanın küçük oluşu canını sıkmış: — Eh, demiş, şu aynanın küçük olu- şu çok canımı sikiyor.. yoksa ben tarife- ye falan metelik vermez, bu aynayı is- tediğin fiata alırdım. Fakat bu ayna çok küçük.. insan aynaya baktığı zaman su- ratından mâda bütün vücudünü, ayakla- rımı falan da görebilmelidir. Kardeşler, bu mojik ayaklarına bak- masa da olurdu. Fakat ne yaparsın!. Bir defasında ben de böyle bir alış ve- riş için köye gitmiştim.. söylenmesi gü- lünç köye bir papağan götürmüştüm. Doğrusumu isterseniz ben gitmiye fa- lan hiç de tarafdar değildim.. fakat gel gelelim, gu bizim büyük anne olacak ko- cakarının ısrarına dayanamadım.. Yukarda da söylediğim gibi benim bü- yük annem malın gözü bir kadındır.. ev- de un bulunmadıkca bir türlü rahat ede- ez!, İlle köye gidip un getireceksin di- ye tutturdu. Komşular da ısrar ettiler: — Semen Semeniç, dediler, sen çeneli bir adamsın, köylüleri kafese korsun!, Müutlaka git!. Bu ısrarlara dayanamadım. Gitmeğe karar verdim. Gitmeden önce de, köye ne götüreyim !di_vu bir sürü münakaşalarda bulunduk. Bazıları: Kordelâ, dantelâ falan götür dediler.. diğer bir kısmı ise - Basma gö- tür, nasihatini verdiler.. üçüncü bir kısmı ise - Boncuk gibi şeyler götür diye ısrar ettiler.. Ben bu meselenin üzerinde bir hayli düşündüm.. nihayet, öyle bir şey götüre- OĞUL UAD DERVİŞ ı Onların birleşmesine mani olmak... Onun babasının karısı olacağını düşün- dükce çıldıracak kadar azab çekiyor- dü. Evvelâ bu akşam babası odaya girip de büyük bir ciddiyetle oğluna bu işi açtığı ve: — Biz Feriha ile evlenmeğe karar verdik... dediği vakit evvelâ gülmek arzusunu hissetmişti. Babası evlenecek... Ellisini aşan, şu saçları seyrek, ve karnı hafifce büyü- meğe meyletmiş adam Feriha ile evle- necek, Kadınların en güzeli, en hariku- lâdesile evlenecekti. Öyle mi?.. Bu ka- dın daha iki ay evvel: — Benim bu gibi şeylerde yok.. Diyen kadın., şimdi birdenbire bu gir bi şeylere karşı derin bir alâka duyu- vermişti. O işte şimdi kendi babasile | evlenmeğe razı oluyordu. liğini, gençliğinin bütün ateşini istih- kar eden bu soğuk kadın elbet de şu el- alâkam | — SON FOSTA |yim ki, dedim, derhal göze batsın.. bu- nun üzerine pazara gittim ve kafesile be- raber mükemmel bir papağan satın al- dim., Bu iş de şöyle oldu: Pazarda ne alayım diye sağıma soluma bakınırken kibar kı- lıklı, yaşlı bir kadının (kadın prensese benziyordu) bir kafesin yanında dur- makta olduğunu gördüm. Kadın paçav- ra gibi bir takım eski kumaşlar satıyor- du., kafesin içinde de bir papağan vardı.. papağan sallanıp duruyor ve fransızca *Şarman» kelimesini söylüyordu.. bu ko- limenin rusçası: «Lâtif, dilber, hoş> gi- bi manalara gelir.. İşte kardeşler, ben de bu cırlak kuşu satın aldım.. kendi kendime düşündüm: «Köylülere duman attıracağım.. onlar böyle konuşan bir kuş görünce kim bi- lir ne kadar hayret edeceklerdir.» Papağanı oldukca ucuz bir fiata s: aldım.. aradan zaman geçtiği için İ| | hatırlamıyorum. Fakat galiba ben bunu sokiz veyahud on font ekmeğe almıştım.. Papağanı alır almaz hiç vakit kaybet- meden trene atladım. Kırk kişilik vagon- ların içinde gidiyordum.. eşle girdiğimi gören yolcular derhal gülüşme- ğe başladılar: —H la, dediler, bu kuşu böyle ne- reye gi orsun?. — Köye rüyorum, dedim, Unl değiştirmek istiyorum, Acaba bu köyl de papağan geçer mi?. Fiatı nedir danmamak için bana biraz izahat verse- nize!, Yolcular gene gülüştüler: — Bilmiyoruz. dediler, bu mal, bizce meçhul bir maldır, Maamafih hemen oracıkta, yolculardan biri bana on altı kilo (yarım pod) bulgur ka içeri Altı yumurtaya bir kafes Çeviren : Gitmeden evvel de, köye ne götüreyim diye bir sürü mü nakaşalarda bulunduk toklif otti., fakat ben kabul etmedim. Neyse, lâfı uzatmıyalım. Köyün biri- ne geldim. Köylüler etrafımı aldılar.. kahkahalar gırla gidiyordu. Kuşun ko- nuşmasını taklid ediyorlar, tüyleri ara- sına öflüyorlardı. — Eh, diye düşündüm, kuşu beğendi- ler, Papağana en çok alâka gösteren bir kocakarı oldu. Kadınla pazarlığa giriş- tik.. fiat hususunda uyuşmak üzere idik.. tam bu sırada yanımıza bir topâl he- rif geldi. a malülmüş. ordudan ge- yormuş.. yanımıza yaklaşarak: — Durun kardeşler, diye bağırdı. Bu matrabaz sizi aldatıyor.. bu papağan sa- ci bir papağan değildir. Takliddir. Çün- kü sahici papağanlar «Abdal» kelimesini talâffuz ederler.. halbuki baksanıza, bu papağan frenkce anlaşılmaz bir şeyler söylüyor. Kör olasıca topal, bütün işlerimi allak bullak etti. kocakarı kendini naza çek- meğe başladı.. ilk önceleri birkaç pod un verirken şimdi derhal bir poda indi. Ben papağanı burada satmaktan vaz- geçerek yoluma devam ettim. l | | ide - kimse metelik verme- | üyleri arasına üflüyor- lar, fakat yorlardı. Almak iste- yenler de: — Neye «Abdal» demiyor? Diye darılıyor ve almaktan vazgeçi- di.. gülüy elimde papağan, iki dolaştım.. metelik veren ol- madı.. köylüler yarım pod un bile vermez oldular.. kuşun pek kötü bir manzarası var deyip durüyorlardı. Bur'doğru idi. Yol yorgunluğu kuşu ber- bad etmişti. sonra önüne gelen “kuşun K yaşlık adamın saçları dökülen- alnı- na ve hafifce belirmeğe başlıyan kar- nina hayran olup da bu kararı Vetmiik- mişti yal, — Biz evlenmek istiyoruz. Ne zaman da aralarında büyük bir samimiyet teessüs etmişti. Ne zaman da hemen evlenmeğe karar vermişlerdi?. Tuhaf şey! Bu karar aralarında ötedenberi uza” |7 yıp giden bir maceranın tabil bir bağ- lanışı da olamazdı. Çünkü ona baha- sından ilk bahsettiği gün Feriha onun hayatta olup olmadığından bile malü- mattar değildi. Fakat işte evlenmiye karar vermiş- lerdi. On beş gün evvel o babasına yaz- dığı mektubda ona eski bir arkadaşın- dan selâm yollamış, dün babası İstan: bula gelmiş, bugün Ferihayı ziyaret et- mişti ve akşam oğlunun pansiyonuna | gelenek ona selâm verir vermez: — Sana bir havadisim var; bilmem İseni memnun mu, yoksa müteessir in edecek?... ' Diye söze başlamış ve iki üç kelime- den sonra Feriha ile evlenmeğe karar verdiklerini söylemişti. O babasının ilâve ettiği diğer cümle- | sı: — Pek yalnızım hayatta oğlum! An- bu kadar|k nen beni pek yalnız bıraktı. Fakat bu- a rağmen eğer Feriha olmasaydı haya- ın sonuna kadar onun yerine bir başka kadının gelmesine razı ©! caktim. Fakat Feriha öyle değil, Feri- çok eski iş arkadaşım. dan çok tanırım, Ona i- ardır... Diye de bir şeyler daha ilâve etmiş- ti. «Böyle şeylerde alâkası olmiyan» a- li acaba zavallı mühendis Necatinin dökük saçlı kafası karşısında birdenbire mi bütün bu prensiplerini unutuvermişti? Yoksâ, mühendis Necatinin kazancı mı onun böyle âni surette izdivac ka- rarı vermesine sebeb olmuştu? ' timadım |pacaktı bu kadın? Daha babasının eli İne hfıkan bir çocuğun izdivaç teklifi r mi? Bir erkeğin aşkı dinlenilmek - için muhakkek ki kesesinin de dolu olduğu evvelden bilinsin; yoksa Ferihaya ba- 1 |basını kendisine tercih ettiren başka hangi âmil vardır? Bu kadin en uî'anm;ır_,cı bir hareket yapmıştı. Kendisini tamamile bir sıfıra yazmıştı. Öyle ya!.. Yoksa nasıl olurdu Kendi aşkını kabul etmiyen, genç-|lere pek ehemmiyet vermemişti. Baba- | da kendi xşklm bildiği halde, kendisi- nin onu ne kadar sevdiğini bildiği hal- de babasile avlenmeğe karar verirdi? Bir tıbbiye talebesinin aşkını ne ya-| H. Alaz tüyleri arasına üflüyordu.. bundan başki ben de elimdeki kafesi iki üç defa yere düşürmüştüm.. İhtiyar köylülerden biri, şimendifer- den uzak köylere gitmemi tavsiye etti: Bura köylüleri, dedi, şimendifer ci- d i şımarıktır. Sen de- rinlere git.. orada dahâ müsaid bir fiatla kuşunu satarsın!. Ben bu gözleri dinledim. Yoala düzül- düm. Köyler uzaktı. Ör! cak vardı. Toz dizka, yordu. Fena kuşumun da dum, Kafesin içinı miş, kafesin dibi şünüyordu.. önüne at tılarını bile yemiyordu. Kuşün bu halini görünce beni bir dü- şüncedir aldı: — Allah vere de gebermese, diye dü- şündüm. Kuşun Manzarası pek ki berecekse, sattıktan sonra gebersin!. Kuş gebermeden köyün birine varayım diye bütün hızimla yol yürüyordum.. ni hayet akşamta doğru köylerden birine geldim. Köye girmeden önce kuşu yuka- rı doğru kaldırarak: — Aman gözünü sevdiğiminin papağa- nı, biraz canlan, dedim. Neyse.. evlerden birinin kapısından « çeri girdim: — Merhaba ağalar, izter misiniz?. Köylülerden biri: — İsteriz, dedi. Malı kaça veriyorsun?, Göster bakayım malını! Kafesi yukarı kaldırdım. Bir de ne ba- kayım; Papağan ayaklarını havaya kal dırmiş, sırtüstü yatıp düruyor.. Köylü bu hale içerledi: Ne o, dedi, beni kalese mi koymak istiyorsun?. Ölü kuşu diri diye yuttur. mmak-mı istiyorsun?. Hırsımdan az daha ağlıyacaktım. Ka fesin kapağını açtım., Ölü kuşu fırlattım. Knîeıı de bir yana M'ım_ lıkta müdhiş bir sı- larına kadar çiki- halde yorulmuştum.. zavallı farkediyor- değnekten yere in- de öturuyor, pis pis dü- m ekmek kırın- nü dedim. Papağar — Budalalığı bxrık. dedl. Kafesi at ma!, Kafes için ben sana altı tavuk yu- müurtası veririm.. Dediğini yaptı. Sonra da: — Kuşa yazık olmuş, diye ilâve etti. Ölmemiş olsaydı ben sana onun için dörl | pod un verirdim. Benim son zamanlarda pâpağanlara pek ihtiyacım var.. şayed, eline gene papağan falan geçecek olursa muhakkak buraya getir! Fona halde canım sıkılmıştı. Eve dön- düm, tabil bir daha da o köye hiç uğra - madım, <—— Â ——— YARINKİ NÜSHAMIZDA: N Dokuzuncu köle... Yazan: Kadircan Kaflı | | Bütün bunlar hakkında babasına bir söylememişti; yalnız biraz tutuk ve iraz müstehzi mki karar verdiniz.. mübarek etsin... demiş ve son! — Pardon baba... Bu akşam sizi yal- nız bırakacağım.. mühim bir işim var. Yarın sizi otelinizden gelir alırım! di- yerek daha babasından evvel pansiyon- dan fırlamıştı. Ancak son vapura yetişebilmiş ve son trenle Maltepeye gelmişti. Ona kapıyı açan hizmetci kız, biraz şaşırmıştı. Hanımefendiyle beyefendi- nin yattıklarını söylemişti. O vakit genç adam: — Ben Feriha hanımla konuşmıya Allah a, 6 henüz yatmadı. Salom dadır, buyurunuz. Demişti. Onu salona aldıktan sonra da odasına çekilmiş ve soyunmuş olan Gülere Halidin geldiğini haber vermiş- ti. Herkes aodalarına çekilmişlerdi ama.. Dem Feriha henüz yatmamişlardı. Bütün evin içinde Ferihaya ilk soku” lan, onu ilk seven, onunla ilk kaynaşant Demir olmuştu. Demir ablasile tavla oynamaktaydı. (Arkası var) F