404 SERVETİFÜNUN HIKAYE: No. 1918—233 BIR GÖLGE nlar bir kayanın üstündeydiler, Arkalarından doğru ay durgun sulara iki gölge düşürüyordu. Çakıllı gahilin kenarlarında neşfeg alır gibi inik kalkın deniz, yarısı yosun tutmuş taşın #ra- lıklarına kadar sokuluyor, küçük dalgalar oyuklarında birbiriyle çarpışıyordu. Uzaktan, çok evvel geçen bir vapurun gayıflıyan izleri daha yeni taşlara geldi. Şimdi sularda biraz daha fazla çırpınma var.. Fakat © da çok sürmiyecek.. İşte yorulmuş gibi gene kum- lara uzandılar, Onlar bir kayanın üstündeydiler. Arkalarında do- gan ay durgun suya iki gölge düşürüyordu. Sahile dik inen yamaçtaki ağaçlardan birinin üstünde kanat ırpıntısına benzer bir ses duyulurken suda birbirle- rine okadar yaklaştılar ki! Ve Nihayet... Sora bir çeşmeden kana kane içmiş, dudaklariyle beraber çat- lıyan göğüslerini kana kana serinletmişler gibi ay- rıldılar.. Ozaman arkalarında dik bayır, önlerinde deniz... üstte sarı svdan başka kimse yoktu. Yalnız onların çok yakınında, gözlerinin rengini gece seçe dudaklarının ateğini yüz sürmeden anlıyacak bir göl ge dolaşıyordu. Onu göremediler,.. göremezlerdi de... , Dışarda kar mı vardı 9.. Camlara buzdan geni bir perde geren soğuk, sıcak bir odanın içindeki neşeye başk çesni katan o, paslanmış demir bir künk içinde ayakları moraran çocuklara neden ayni şeyi Wermi- yordu 1. Rüzgârın bir uçtan bir uca dolaştığı; soğu- ğuu demiri çatlatacak kadar çok olduğu, gecenin en çok karanlık buluuduğu bu zamanda; paslanmış de- mir bir künkün içinde sabahı bekliyen çocukları kim görecek ? dersiniz. Onun yoluna kuruyan gözyaştarını paslı demire gömdüğünü kim anlıyacak *.. birbirine çarpan çeneleri arasında hıçkırırkenh — Anne anne- ciğim f.. dediğini kim duyacak f.. dersiniz. i” İşte ıssız sahilin taşlarınca kırılan deniz sesini dinliyerek paslanmış künküu içine giren bir gölge var, O, demir mezar içinde başbaşa vermiş çotukları görüyor. Onlar ağlıyorlar.. Deniz dişarda paçalanıyor. Rüzgür kar atıyor, ve o gölge tekrar kayboluyordu. # Orası küçük bir odaydı. Duvarda genelerdenberi çakılan çivilerden kalmış yaralar, alçak tavanın ü#- tünde büyük kamburlar vardı. Pencere kenarında te- nekeden bir askı lâmbası yanıyor, oyuklarda işıklar daha çok karârnyordu. Bütün odada sarı Sbir toprak manzarası görülüyordu. Ortada, külünde tektük k- vılçım kalmış saç mangalın üstüne eğilen beyaz bir baş, köşedeki minderde, başını elleri arasına almış'bir genç kız vardı. Daha çocuk dersiniz. Fakat gözlerinin altı okadar kararmış, yüzü öyle solmuşki, insana ilk görüşte uzun zaman toprakta kuru bir yaprak hissi veriyor. Başını kaldırdığı zaman gözlerinde baş- ka bir parlaklık gözüktü. Sonra bu damla yavaş ya- vaş yolundan kayarak kucağına düştü. Ona ağladı denmez, herhalde, güldü. Çünkü uçuk dudaklarında hafif bir gerinme de vardı. Şimdi siz, bu odaya kim girecek? dersiniz. Cehen- nem kuyuları kadar simsiyah gözlerinin altındaki çemberin, iki gündür midelerini kemiren açlıktan olduğunu kim anlıyacak?.. onun, annesinin dizlerine yatarak — Ölelim!. Dediğini kim duyacak 9.. dessiniz, İştd bu odaya giren gölge onları her şeyden da- ha yakın görüyor ve biraz sonra tekrar kayboluyor.. # Bir sokak ortasındaydılar. Rüzgârın yerde savur- duğu yapraklar, karşı duvarlara çarpıyor, köşe başla- rındaki fenerler kısılıp açıldıkça, taşlarda korık, küf- lü aynalar halinde parlıyan kirli su çukurlarında iki kişinin hayalleri beliriyor, kayboluyordu. Bir köşe ba» şına geldiler, Fenerin altında durmuşlardı. Kadının ayaklarında yırtık bir çorap, sırtında siyab, kirli bir manto vardı. Gözlerinin oyuğu, karanlık sokaktaki çukur gibiydi. Ve onların içinde gözleri, üstüne &arı fener ışığı düşen kirli su birikintileriydi. Ayakta bir iki sallandı. Kadının karşısında bir erkek vardı O- nun pe eme gözlerindeki kan, ete atılan bir köpek hırsından mış. Ayakta Pakiş Bir eli yanındakinin belindey- di. Duramıyor, mefluç bir köpek gibi dayanacak yer, ısıracak birşey arıyordu. Konuşuyorlar. Parmaklarda adetler dönüyor. Biri 1 diyor. öteki parmağının ya- rısını ortadan keser gibi gösteriyordu... Sonra bilmem e oldu?.. Yanyana, kolkola eski birer dost gibi birleştiler ve a uç m ik see fenerin sokakta çok az uzayan dınlığının arasından rüzgâr ve karan- lık içine lliğ. gittiler... İşte ozaman onların tam yanında, birinden diğe- rine daha yakın yerde dolaşan bir gölge vardı. # Bir yasemin çardağının küçük pencereyi çearçive- liyen yeşilliği arasında ayın parçalanmış işıkleriyle yıldızlanmış saçları, sarı titrek çizdemler gibi ömür- süz gecenin içinde esen rüzgârla örülüp çözüldükçe o, neler düşünüyordu 1. Gecenin ta uzaklarında bilinmiyen bir taraftan çok hafif gelen bir yay sesi onun gözlerinde niye yaş toplamıştı 1. Bu saatte dalların kıpırdamasından başka bahçede hiç ses yoktu. İlerdeki çamlığın ara- sında, başka âlemden gelen sarı hayaller dolaşıyor ve uzakta bir dalın üstünde kuş ötüyordu. Elinde tuttuğu zarfı aydınlığa doğru belki onuncu defa okudu. Sonra etrafta ışıklı geceden başiıs birsey olmadığı, daha öten kuşun yorularak sustuğu bir 28 manda, onu dudaklarına doğru götürüp öperken, kal- bine saçlarının dalgası çarpan bir erkek başına göğ- sünü, üstünde yer verir gibi uzatmış; gecenin en çok aydınlık bulunduğu bu zamanda onunla be- raber uyumuştu. Etrafta hiç kimse yoktu. Yalnız bir gölge, sanki aydan gelen ışıkmış gibi onun gözlerinden kalbine girdi ve sonra o uyurken bulunduğu yerden çekildi. Koğuşta herkesin uyuduğu bir zamanda, taşlarda dolaşan ses, duvardaki saatin gece yarısını vuran çanı oldu. O bitince soluyan vefesler, inliyen göğüs- lerin ıstırabı dakikaların peşinden akıp gittiler. Kar-