No, 1881 — 176 Neşriyat : Tarihi medeniyette kütüphaneler. İstanbulda bir çok kimseler neşriyat fıktanından bahsetmekte iken Anadolunun sanat ve irfan ufkunda kuvvetli bir güneş yükseliyor. Balıkesir vilâyet matbaasında Balcı Zade Tahir Harimi beyin serlavhada ismini zikrettiğim 555 sahifelik eseri bastırılmış. Bu eserin tab'ı için memleketin idare erkânı da ellerinden geleni esirgememişler. Hatta bu çok büyük bir tetebbü mahsulü olan eserin fiatını da çok ucuz yapmışlar. Bu hareketleri ile muhakkakki hevesli ve ilim aşıkı gençlere çok büyük bir iyilikte bulunmuş oluyorlar. Haylı geniş ve engin bir mevzu istiap etmekte olan bu kitap hakkında söylenecekler pek çoktur. İnsanlığın başlangıcından bugüne kadar olup bitenlerin en canlı makesi hiç şüphesiz kütüphanelerdir. Bu eser onların tozlu raflarında dolaşan kudretli bir adese gibidir. Edebiyat, sanat, felsefe, ruhiyat, müspet ilimler, riya- ziyat, tarih, coğrafya, her şey, her şey bu kitapta mevcut. Muharririn mukaddemesinde söylediği gibi “Bu kitap basit bir mesainin mahsulü değildir.,, Kitabı okuyan kafa insaniyetin bu günkü vaziyetini teşkile medar olan bütün fikir ceryanlarını, ilim hare- ketlerini, felsefe düşüncelerini birer birer görüyor ve onları tahlil, sonra yeniden terkip eden muharritle birlikte bütün bir kıymet ve varlık dünyasının semasına çıkıyor. Böyle bir cilt meydana getirebilmek müşkül, güç ve çok mihnetli bir iştir. Bu mevzuda yazılacak böyle bir kitap lâakal yirmi senede vücut bulabilir. Eserin bilhassa Asya âlemine ait mübahisindeki mehazları adedinin kesreti nisbetinde kuvvetli ve mühimdir, Avrupa'ya ait kısmına gelince, şayanı şükran olmakla beraber, muharrir kitabın bu kısmına şark kütüphane- lerine tahsis ettiği taraf kadar ehemmiyet vermemiş. İşte eser için söylenebilecek yegâne kusur budur. Filvaki her şey nisbidir; ve bu, bir telakki tezahürün- deki farktan dogar. İhtimalki muharrir medeniyet tari- hini yalnız ve sadeçe (Asya) da gördü. Böyle olsa bile esere ( Tarihi medeniyette kütüphaneler ) ismi değil Şark yahut da Asya medeniyetinde kütüphaneler namı âtfedilmek daha doğru olurdu. Balcı Zade Tahir Rahimi beyi hararetle tebrik eder, kendisine bu eseri yaratmak kudret ve azmini gösterdiği için ( Servetifünun ) ve karileri namına teşekkür ederim. İnsana ilim ve tetebbü zevkini aşılayacak olan ve memleketimizde ilk özlü ve müsbet eser addedebilece- gimiz (Tarihi medeniyette kütüphaneler) i bütün genç- liğe ve bilhassa liselilere tavsiye ederiz. i B.N. SERVETİFÜNUN 323 Garp Edebiyatı : Yenidünya sahralarında bir gece Chateaubrian'dan nakili: İLHAN MİTAT Bir akşam, Niyagara şelâlesi civarında bir ormanda yulumu kaybetmiştim. Çok geçmeden etrafımda ünün söndüğünü gördüm ve Yenidünya sahralarında bir gecenin cazip manzarasını bütün ıssızlığı içinde tattım. Güneşin batihasından bir saat Sonra, kakşıki ufukta ağaçların üstünde ay göründü. . Semalar kraliçesinin Şarktan getirdiği çiçek. kokulu bir meltem, ormanlarda sanki ona serin nefesi gibi refakat ediyor. Gecenin eşsiz yıldızı gökte yavaş yavaş yükseliyor: kâh lâcivert yolunda sessiz ilerliyor, kâh kardan taç giymiş dağ tepelerine benziyen, bulut yı- gınlarında dinleniyor. Bu bulut tülleri dalgalanarak, beyaz setenden şeffaf bir saha şeklinde yayılıyor, incecik köpükler halinde değılıyor; göklerde, göze okadar tatlı, parlak kumaş safları teşkil ediyor ki, yumuşaklık ve elastikiyetini insanın hissettiğini zannedeceği geliyordu. rzın manzarası da dahaaz cazip değildi: ay ışıklarile kadifelenen nim mavi gün, ağaç aralarından akıyor ve en karanlık noktalara ziya huzmeleri serpi- yordu. Ayaklarımın dibinde akan ırmak, bazan koruda kayboluyor, bazan yıldızlı gece koynünda aksetmiş, işik tufanına boğulmuş, tekrar görünüyordu. Irmağın öbür sahilindeki yaylada ay ışığı çimenler üstünde hareketsiz uyuyor: meltemlerin canlandırdığı oraya buraya serpiti hoş ağaçları, bu cansız ışik denizi üs- tünde, yüzen gölge adaları yaratıyordu. Düşen birkaç yaprak sesi, ani bir rüzgârın geçişi, alaca baykuşun iniltisi, uzaktan fasılalarla Niyagara şelâlesinin gecenin sükünunda sahradan sahraya uza- yan ve 1ssız ormanlar içinde canveren ağır gürültüleri işitilmeseydi, her yer istirahat ve sükün içinde uyuya- caktı. Bu tablonun azameti, müteheyyiç eden hüznü, 'be- şerin lisanile ifade edilemez, Avrupanın en sihirli ge- celeri onun hakkında bir fikir veremez. Ekili tarlalarımizda hayal nafile yere genişlemeğe çabalar, her tarafta insan ikametgâhlarına raslar; lâkin bu vahşi iklimlerde ruh, bir orman'ummanına dalmaktan, şelâle girdapları üstünde uçmaktan, göl ve nehir sa- hillerinde tahayyülâta dalmaktan ve böylece, Hâliki- nin karşısında yalnız bulunmaktan derin bir haz duyuyor. 1