siyetine mi girmeli? Yoksa kendi şahsiyetine mi sadık kalmalı? 8— Neo, nede ol. N. — Demek aktörün kahrama- , çünkü bu mümkün bile değildi Aktörün — eğer ha- iten san'atkârsa — temsil et- tiği benlik dışarıdan © gelen bir mevzu değil, kendinindir. N. — Peki; siz ötekine de razı olmuyorsunuz: aktörün kendi ben sürçü muhakeme!.. N. — Peki canım hocam; ak- tör neyi temsil etsin? Siz söyleyin bakalım. B. — Bence hakiki aktör için- de türlü kahramanlar taşıyan zen gin, orkestral bir rubun sahibi » landır. Aktör dışarıdaki yi taklit etmez. Kendi kendini tak Hit eder. Yalnız kendi duygularını ir. Aktörün kahrama- in kahramanı değil: kendinindir. N.— İyi bir aktör müellifi tanın- maz hâle getirir, demek istiyorsu- nasıl ki kötü ak- türlü benlikler yoksa ne yapım zaval- 1? N. — Eh.. böyle içinde B. — Buyurduğunuz gibi o za- vallının yapacağı iş, oynamamak- tur N. — O hâlde sizce en iyi ak- tör kimdir? B. — En çok değişen, daha doğ ğinde yeni bir şey bulanıdır. — Doğru söylüyorsunuz a- Fakat yanlış düşünüyo- rum değil mi7, N. — Müsande edini: bir şey kalmıyor. B. — Nasıl kalmıyor; iç âlemi- nin imkânlarını bulmak, bunları piyes denilen uzviyete o sokmak. az mı? Cenabı Hakkın lütfü mah- susu eseri olarak şimdiye “kadar yalnız bir noktada anlaşabildik. Hamlet iyi oynanamaz; çünkü bu zihni bir tiptir; o haklayle şahıslan- dırmak mümkün değildir... İsmail HAKKI Tenkit “İzm,, lere Dair San'ati sevdiğini daha ilk tanı- en bir hanıme- ordak. Bahsimi- küçük ve çok zarif gotik kilisenin fotoğrafını gös- rdim. — A.. kübik değil mi? dedi. Malümatının, görgüsünün kıt- luğnı kadınlığna hürmet ederek ei ram sustum. imdi düşünüyorum. Avrupa- üyü hamleleri, yor. Nerdeyse ağır bir söz söyle- mek için o kelimelerden yardım bile bekliyeceğiz. o Epeyce, oldu, Tan (Temps) Enyetesinin bir mo- da reklâmı la okadar ça- buk yayıldı ki bütün maz mahal. İelerin çocukları, muntazam giyin miş peşinden tango, tango, diye a- vazı çıktığı kadar haykırdı durdu. Beş altı sene evvel geniş paçalı bir elbise modası Çariston o denilen dansla ayni zamanda geldiği içi ismi Çariston pantalon kaldı. Ve sonra bu kelime © taammüm etti: 1908 senesinde ressam Henri Matisse'in ortaya attığı bu kelime topallıya topallıya bizim © Güzel San'atler Akademisinin kapısn- dan içeriye ancak 1926 senesinde girebildi. Halbuki kübizm denen Ni 1918 de bitmişti bile. Beyin on yedi sene gecikerek yaz- dığı ve bugünün ressamları gibi stererek neşrettiği öyle zavallı ressamlar var ki; ken di arkadaşları bile isimlerini çok- tan unutmuş gitmiş!.. Lâkin zarar yok.. Çıktığı mem- leketlerde on iki sene kendinden bahsettiren bu cereyan varsm bir az da bizim ağzımızda dolaşsın. Kübik kol düğmesi, kübik kana- pe, kübik pencereye varıncıya ka- dar zanaatlarımıza, kübik portre, bra peyizaj ie erimi te resim I yam yet eden bir de da. e et e en daretiyenni te aldığım bu ressamı, iktanleri göremiyordum. Ben onu Kuleli Aakeri lisesinin daha ilk smıfında iken tanımıştım. Resim merakı larım mektebin son sınıfında bu- lunan bu Üsküdarlı bana, işte Kulelinin ressamı Ce- vat Efendi Üsküdar bu efendi, di- ye göstermişlerdi. O zamanlar ve sim denilen bu nihayetsiz san'atin beliki ebcethanı bile değildim. Sulu ve yağlı boyanın tarı (ifadesi ne hiç vukufum olmadığı gibi kur şun kaleminin usulü tersimine ait henüz basit bir fikrim bile yok- tu. Yalnız severdim. Güzel bir gi- teskin için resimli kitapları karış- termadan, resim yapanların mey- dana m ikleri resimleri seyret- ttiğim bir yerdeki lâv- berk elli | geli bir zevk, bir zevki deruni duyar,ruhumun mest ve mahzuz Bu, bir nevi, meraktı, rubun ciheti temayülünü © kestirememiş bir ya- İ kazâi meçblü Gidi Ben resim aşk ee kicik hağlariş madan bear ne bağlamıştı? Evet resim görmek ve sevmek zevki beni âdeta piş- miş yemeklerin lezzeti © taphını çeşnininden anlıyan bir şikemper- ver haline sokmuştu. Smıfta oka- dar resim yapamadığım halde fa- lann yaptığı resim filânınkinden İyi mi fona mı diye arkadaşlar bar na göstermeğe, falan dükkândaki resim filân yerdeki lâvhadan gü- zel mi, değil mi gibi benim zevk mikyasıma müracaata başlamış- lardı. Gerçi gururum hiç yoktu, far kat nünikere cehlim pek çok- tu. Bunu gayel biliyordum ve elân da bu cel içindeyim. Leyli mektep hayatında ye- meğe sebep olur. Evet, “geçmiş zaman olur ki hayali (o cihan de. İcin 36 sene evvel asker mektebinin havayi intizamı (içinde tatlı bir mefhai i; i içinde demli bir şahsiyettir. Harbiye iyenin yetiştirdiği zabitler © meyanda san'at aşkınm hakiki duygularını İm zevk alanlar, bu Üz- çevik, iği mış olduğunu bilirler. Cevat Bey bütün mektep arkadaşları üzerin- de temiz hatıralar, güzel intiba- lar, samimi duygular bırakarak yetişmiş, ma haysiyet ve yy di barmı hiçbir zaman hiçbir şaibel iştibah ile İekeletmemiş cesur, va- tanperver, nezih, rekik bir kalp sahibi ressamlarımızdandır.312meş'et tarihinden teksütlük © zamanına kadar Edirneden başlıyan zabit- ik hayatında Meriç tabii güzelliklerini, iştirak ettiği eski Yunan o muharebesinin o Tir. bala, Yeniçehrin tarihi parçaları. nu gören tavuk gibi halk ta sa atkârlarımıza korku ve hayretle bakıyor. nihayetlenen eril kadar kelime sokulsun.. neticesi halkın raz da haklı surette yaptığı gibi eğlence ve tariz vesilesi olmaktan çıkamaz. Klâsizm, Ressam Cevat Beyin sergisinden bazı tablolar nı, İzmirde, Selânikte g i manlar oraların nazarfirip köşe- lerini, Yemende devam eden s6- neleri hararetli iklimlerin güneşli renklerini etütten hâli kalmamış- tır. Gezdi i min coşkun aşkını bilen arkadaş- | taşkın bir tarhiçedir. Kro- kiler, desenler, sandıklar dolusu il izler, sulubo- si o nazarları, kir lisanları iskâta davet eden bi- rer şahidi zihayattır. Ressam Ce- vat Bey çok çalışkan ve çok çalış- mış bir san'atkârdır. (Akademi) inkişafın, mek istiyenlere hazaini tabintin lâyüflna (o bedeyii karşısında vecit- ler geçiren bu ressamı gösterebi- Jiriz. Mevzun mukaffa sözlerden, haşivlerden ârt, nadide ve mlistes- na mısralar terennüm eden bir şa- ir gibi Cevat Beyin (eserleri hep (morceau choisi) müntehap par- Beyoğlunda Etual sineması kar #zındaki mobilyacı mağazasında teşhir ettiği 75 adet suluboya, yağ İr boya parçalar, çalışkanlığının en braiz misalleridir. Kendisinin bulunmadığı bir sa- ate tesadüf eden ziyaretimin ben- de bıraktığı intibat san'at namına teşrih etmek lâzemgelirse evve! Cevat Bey sergisi cildi fena muh- teviyatı güzel bir kitaba benzer. Mobilya ticarethanesi eşyaları içine süklüm pöklüm w- ğınan misafirler gibi şuraya bu- raya talik ediliveren bu — eserler ruhu zaire neşe yerine ima is Bü; da, koli, pastel, suluoyu BE er ir görümü. şü, ve o görünüşle hitap edebile- ceği tutkun veya beliğ veya hiç, bir lisanı vardır. Münasebetsiz bir köşeye Rafaelin tablosunu da koy sak ne o bir şey söyler, ve ne de Sergi nilen iki şeyle iktifa eden bir yer. dir. oFik« (fixe) (o birziya,nötr (meutre) bir kuvvet... Bu da bizim (Galeri pöti Jorj) w vücuda gelir- Cevat Beyi e zaman me- dirnede şehit edilen ressam (Ha- san Rıza) Beyin tercümei vaktile Osmanlı Ressamlar Cemi. yeti gazetesinde neşredildiğini bir yazımda söylemiştim. San'at mu- hipleri bazı zevatı muhteremeden aldığım mektuplarda bu mecmua nım formalarını elde etmek mi kün olamadığından © Milli sahifelerinde tekrar edilmesi rik sında bulunduklarını © gördüm. Matbuat âleminin genç zinde küâları ardında allıyan âciz bit İ ressam kalemini iltifat © ve teşçi İ lütfunda bulunan bu vatandaş beylere san'at ve san'atkârl i zal buyurdukları teveccüh ve mu- habbetten, samimi alâkai dolayı teşekkürlerimi tak “dim eder ve muhterem Milliyet'in yı tekrar frapan | da Edebiyat , Mehmet Rauf Senelerce | Tarabya © önünd mavi sularda hayat süren Mehmet Rauf, bir sene evvel Cerrahpafa hastanı in çatısı altmda gözleri- İ ni yumdu. 23 kânunuevvel taril İ ni takvimin inde görmesey- İ dik, onu hatırlıyamıyacaktık.. Rauf sanki yıllar olmuştu. Bu bir mızda hain bir mikroskop adese- sinde, nekadar büyümüş ve uza- mma Edebiyati Cedide san'atkârları içinde, en sağlam eser sahibi olan Rauf, Fikretten niçin daha az ha- tırlanır, bilmem?.. *“ Eylül.” ünde Rebabı oŞikeste'- den daha fazla şair olduğu,Garp tek- siğini bize daha iyi gösterdiği, tam manasile roman: bize ilk 'defa kendi- si verdiği için mi?.. Rebabı Şikesteyi, Aşkı memnu- u, bugün okurken, sahip olmanız lâzımgelen sabır ve tahammüle bugün, Eylâl'ü okurken ihtiyacı- İ nez yoktur. Mehmet Rauf, günün san'atkârı değil, her günün san'- rı idi, Ne acıdır ki biz, günün insanlara, tarihin insanlardan daha çok aldanıyoruz. Eylül muharriri, yazdığı eser- lerden yalnız bu bir tanesi ile tarihin malı olmakta hak kazanır. “Suat” « hiç kimse çabuk çabuk unutamaz. Yahut ta unutmaması lâzimdir. Edebiyatı o Cedide bir dış- san'ati idi. Orada o gözümüze, kula ğımıza güzel gelen şeyler buluyor- duk. Yalnız “Eylâl” dür ki bize bir Bu: romanın iç verebilmi; yet ibraz eden | muvaffakıyeti ne lisanındaki tum- tırakta, ne de mevzuundaki aris- tokrat sırdadır. — Eylâl bir hayat parçasını, insanı anlatan, hakiki ve tam bir san'at eseridir. - Yâni Eyldl, bugün anladığımız mânada romandır. Bu eserin satırları, gö- ze, kulağa hitap eden süsten belki mahrumdur, fakat satırları ara- smda kalbe hitap — eden bir his, kafaya hitap eden bir & düşünüş vardır. Mehmet Rauf öleli bir sene 0- tuyor. Biz onu ne çabuk © süstem, şata! ir. içi sim yapmıyabiliriz, «fakat kiç oi- mazsa onu unutmıyalım. Reşat FEYZİ Tevfik e Fikret | Tevfik Fikret, Servetifünün mektebinin yn arasın- nin aca ipliği ile gere m insan- dır. Ölüsü üstünde | softalarla zındıkların gırtlak gırtlağa gel dikleri adam, her sene bir çok fanileri mezarma getiren ve on- sa oluun resim namma © vücuda | dir. Enbiyadan yaşarım müstağni | £ Bir örümcek götürür hakka be- ni diyen Fikreti dindarlıkla tavsif, Yırtılır ey kitabı köhne yarm. Metfeni fikrolan ashifaların de dimsizlikle itti derken onu mağrur, mısrada da âşık, ldü diyebilir, debilir? Daha dün © Galatasaray mektebinde toplananlar onun yok Tuğunu nasıl husranla — andılar? Nasıl hıçkırdılar, ağladılar? Galiba ölümünün haftasında i- di. Beni Rumeli hisarı na bağdaş kurup oturmuş “Aşiyan” irmüşlerdi. Yazı masasının ki koltukta henüz yı kumamıştı. Kitaplarma, tabloları pa, heykeline bakıp ağlamıştım. O gün içimde titreyen ve ürperen şey ne ise bugün o matemden bir zerrenin eksilmemiş olduğunu, bi lâkis senelerin yığdığı hasret v e id “duyuyorum. sene, hafif ve nankör hâfızaları- | Şsrktfa resim san'atı: 8 m m kinini Minyatür ve Minyatürcüler İrandan gelen Acem ressamları eserlerile Türkiyede çalışan res- | samlar üzerinde şüphesiz ki tesir- İ siz kalmıyacaklardı. Bunun için: | Hünernameden dir ki Osmanlılık devrinde gelmiş olan Türk ressamların elinden çıkrmış minyatürlerde Acem tesiri- ni görmek mümkündür. İstanbula gelen en maruf Acem ressamların İ dan biri Tebrizli Veli Can'dur. Ve- i Can on altıncı asrın sonlarma doğru İstanbula gelmiş ve saray İ ressamlığına dahil olmuştur. Üçün | cü Muradın koleksiyı ba- | #e minyatürleri Viyanada Mi tüphanededir. Kanuni Süleyman zamanında Mirinakkaş İsfehani de yüz akçe ile serressamlığa tayin (o edilmiş. Sonra ez Siyavuş ta payıtahtın f ressamları sırasına da- i kü Süleymanın oğlu Selim zama- nında Tersane Riyasetine tayin 0- lanan Reis Haydar (1) var ki Şeh zadeliği zamanmda Sultan Seli- min portresini yapmıştır. Bunların elyeym mevcat olup ; olmadığını veya mevcut ise hangi müzede bu- lunduğunu bilmiyorum. Yalnız Osmandan bahsetmek | isterim. Seyyit Lokmanm hüner- namesini tezyin ederek lâyemut bir eser meydana getiren Osman, devrin en kuvvetli bir ressamı i- di. Üstat Osman diye tanınan bu Türk minyatürcüsünün şehnameci Hi Lokmanın türkçe olarak 983 te Muradı salis devrin- | ki El İ yüz büyük sayfadan barettir. yi | çindeki minyatürler, Kanuni Sü- leyman devrine ait tarihi vekayii muharebeleri, Sultan Ahmet mey- 'danmı, o Damat İbrahim Paşanın saray o şenliklerini musavvirdi Bunlardan Viyananın Türkler rafından ilk muhasarasını ve Zi getuvar seferine giderken Kamı- ni'yi tasvir eden minyatürler bil- bassa en güzellerindendir. Bugün Topkapı sarayında U- çümcü Ahmet kütüphanesinde bu- İ lunan “Hünermame” adlı bu eser evvelce Enderun kütüphanesinde iken 1912 de Münih'te tertip edi- İ len Asârı İslâmiye sergisine diğen İİ mmm Lİ dan “Köhne Bizansa” bir vaki ler onun yumruklarını O sıkarak haykırdığı gibi haylrrmıştım. “O ne şu; ne bu idi, o her şeydi” yine ayni taşkımlık ve çoş- orum: başka eşya ile birlikte gönderil- miş ve orada bu minyatürler üzer- lerine büyük bir dikkat ve ehem— miyet celbetmişti. Münihten avde- tinde tekrar Enderun kütüphane- sine iade edilmişti. Bir gün Vahi- deddin bu eseri görmek istemiş ve onu Yıldıza aldırmış o sıralarda | Yıldız sarayında vukua gelen bir yangında bu eserin de yandığı zan . Zira 338 senesine ka- hiç bir ize tesadüf tarafmdan Dolmabahçe sara- yında bir dolap içinde | bulunup serileri derisi üzerine | yazılmış Hazreti Peygamberin bir mektu- bu bulunmuştur ki bu vak'a tarihi | kıymetlerin padişah saraylarında | nasıl dolaşmakta olduğuna büyük bir delil teşkil eder. Bu kabil bir çok zayiatımızın mubakkak oldu- ğunu söylerken Hünernamenin de son sayfasının hâlâ eksik olduğu- nu ilâve etmek isterim. Bunlardan başka müzelerimiz- de kütüphanelerimizde renkli bazı minyatürlerle — süslenmiş ki- İ taplarımız mevcutsa da bu resim- İ lerin bir çoklarının kimler ta rafından gildir. o Meselâ (o Üçüncü met zamanımda yazılmış yapıldığı malüm de A türleri (xvn vedendir. Bu kitap ta Topküpı sa- rayı müzesindedir. Bir köçek o- yununu tasvir eden minyatür em- salsizdir. Sonra, Âşık Çelebi tez- keresindeki minyatürler, şair Ba- ki, Nevi ve Füzulinin portreleri de enfes birer ler. Fatih Mehmedin meşhur por- #resini yapanGentile Bellini'nin ta ebesi Bursalı Şipli Zade Ahmedir wninden başka eserine tesadüf el zek kabil olmamıştır. Bu Şipli Zade Ahmedin eserle Bir ayna arkası rinin İlcinci Beyazıt zamanının ta- assubuna kurban olduğu söylen mektedir. Yani Bellini'nin resim- il İtalyan a ihtimalinden bahsedilmek- tedir. Şipli Zade Ahmedin Sinan Be- yin talebesi olduğunu yazan Âlit bu Belli- Sonru Baba nakkaş (2) ki Be. yazıt Eski saray ve Top- kapı sarayında bazı tezyinat re- simleri yapmıştır. ag Nakşi, Sâi ve Şeyh Bedr Köprülü Za- tarafdan takdim olunan ““ atname” de Osman Paşanın zafer leri renkli #minyatürlerle canlan- dırılmaktadır. o Şecaatnamenin #nevcut iki nüshasından biri Yıldız kütüphanesinde bir diğeri de Re- van köşleündedir. (994). Nihayet n Garbe tevecüh etmiş, bugün ise (1) Şiirde mahlası “ . iii müzesinde iki minyatürü (2) vi Mustafa Etendidir. 980 de vefat etmiştir. ( Hilesi 27 teşrinicvvel ve | heyeti büyük muvaffakıyetler ka- | mak üzere oturacak yer İngilizlerin musikiyi diğer letlerden daha az sevdiklerini din ederler. Bunu hep böyle bili riz. Ve bu zannımızda haksız de- ğiliz, Çünkü Rusyada, İlalyada, Almanyada çıkan bestekârlar İn- gilterede henüz yetişmemiştir. Sekiz milyon nüfusu olan İkos- koca Londra şehrinde de | daimi bir opera yoktur. Bunları bildik- ten sonra artık İngiliz milletinin musiki sevgisinden pek haklı ola- rak şüphe edilebilü Covent » Garden'in üç ay süren senelik mevsiminin amatörleri tat- mine kâfi geldiğini ve bu mücsse- senin orkestra şeflerinin, artistle- rinin ve koristlerinin hemen mun- hasıran ecnebi olduklarını vaktile bir yerde okumuştum. o Halbuki musiki o İngiliz halkını zannetti. #imizden fazla alâkadar ediyor. muş. Bunu bana geçenlerde eli me geçen bir Avrupa mecmuası öğretti. Bu mecmuadaki yazıdan şu ns- tice çıkarılabilir: İngilizler senfo- niyi seviyorlar fakat her nedense opera mefhumundan pek hoşlan- mayorlar. Londarada ağustostan teşrini- evvele kadar her sene takriben 60 kadar konser veren (o Concerts - Promenades isminde otuz senelik bir müessese vardır. Bu mücasese- de çalan orkestra Avrupanın bü- yük şehirlerinde bile tanınmıştır. Münhasıran İngiliz san'atkârla- rından mürekkep olan bu orkestra zanmaktadır. Heyet Londranın en büyük sa» lonu olan Çusens Halls'te konser verdiği zaman mümkün — olduğu kadar çok müşteri alabilmek parkedeki koltuk ve sandalyeler . kaldırılır ve balkon müstesa ok maz. Müşteriler masilkiyi ayakta dinlemek mecburiyetinde kalırlar. Balkonda oturacak yer bulmak is- tiyenler biletlerini birkaç gün ev- velden tedarik etmek zaruretinde- dirler. Bu konserlere mahsus biletle- rin Fiati iki Sbillinge'dir. Yani şık sinema salonlarına girmek için ve rilen paradan biraz daha fazla. Fakat musikiyi seven halk Çucens Halls'te konser dinliye- - bilmek için üç saat ayakta durma- ğa razıdır. Ve bilir ki kendisi için üç adım ileride, sokağın başındaki sinemada daha az bir o paraile çirkin mak kabil değil. Nasıl teessüf et- miyeyim ki bu münakaşa sana, 38- nin ağzından bir dostun işitmeğe ” | tahammül edemiyeceği şeyler söy eni metheden Elf Naciye iltifat, | ksurlarnı söliyen 5. N. ye karilerin in i il da dinlemeğe kendini alıştrmalı. dır. Sen nasıl 5. N, imzasile yazdan i yazıların bana ait olduğuna inan. madınsa ben de son zamanlarda de yazıldıkları anlaşılan o ya rınm bir vakitler hakkında sita- işler yağdırdığım Peyami Safa i- le alâkası yoktur. İ