Tkinciteşrin 1935 CUMHURİYET 20 inci asrın en büyük rezaleti! bize Harmonie Pariste Staviski işinin muhakemesi başladı Madam Staviski «Hâdisenin büyüklüğünü biliyorum, fakat benim kocasını seven bir kadın olmaktan başka ne kabahatim var?» diyor Solda Madam Stavitki mahkemede, iki vekili arastnda, sağda davamn yüzlerce tahife tutan hulâsan okunuyor îki seneye yakın bir zaman evvel FranMadam Staviski ne diyor? sayı altüst eden ve o vakittenberi tahki Madam Staviski bir îngiliz ajansına katına bakılan Staviski hâdisesi, r.ihayet muhakeme safhasına geçmiş bu'unuyor. şu sözleri söylemiştir: « Bugün muhakeme edileceğim. Bırınci celsesi, bu ayın beşınci gi'mü açıBu dava, Fransız adliye tarihinin en elan bu davanın Fransız gazetelerini dolduran tafsilâtını aşağıya nakledryeruz: hemmiyetli hâdisesidir. Bütün gözler yaptığı finansal işlerle Fransayı temslin* kaAdliye sarayı bir kışla manzarası al dar sarsan bir adamm dul karısı olan hamıştı. Bina, şimdiye kadar görülmemiş na teveccüh etmiştir. Kocamın kahahat bir değişikliğe uğramış, her tarafa nöbetlerinden ne sebeble mes'ul tutuldu^umu çiler dikilmişti. Koridorların her köşe anlamıyorum. sinde, memurlar, gelip geçenlerden ve Fransa kanunlan, bir kadının koca sika soruyorlardı. Binanın bir kısmında sına itaat etmesini ve her gittiği yere odolaşmak kat'iyycn yasak edilmişti. Mahkeme salonunun hali görülecek bir nunla birlikte gitmesini âmir değil midr? Işte bana isnad edilen, bu sarih notta{eydi. Sıralann çoğunu şahidler işgal ediyordu. Avukatlar ve Paris ba'osunun dır. Kocamın beni, içinde yaşattığı liiksen önemli azalan, rasgele yer bulup yer ten dolayı beni kabahatli buluyorlar. Kocam beni seviyordu, ben de onu seviyorleşiyorlar. • Hâkimler heyetinin arkasında, dava dum. Şimdi vanm yoğum, çocukUnmdan ' evrakının saklı bulunduğu muazzam bir ibarettir ve Allahtan her gün dilediğim fcasa, yanmda da bir nöbetçi duruyor. de onlarla beraber yaşamaktır. Maznunlardan Camille Aymard, Datius, Guibaud Ribaud ve Paul Lrvy birer birer salona girdilcr. Onların arkasından, avukatı Mora Giafferi ile birlikte Madam Staviski göründü. ' Saat tam 13,15 te başta reis Barnaud olJuğu halde heyeti hâkime salona girdi. Fakat, bazı avukatlann oturacak yer bulamaması yüzünden, Moro Giafferi ile reis arasında kısa bir münakaşa baş gösterdi. Nihayet saat 13,50 de, heyeti hâkime tekrar yerine geçti ve jüri heyeti seçilerek maznunlara alelusul hüviyetleri torulmağa başlandı. Müdafaa vekilleri namına söz alan Charles Legrand itham evrakının tamainıle okunmasına lüzum olmadığını söylemesi üzerine, zabıt kâtibi, maznunlara isnad edilen cürümlerin bir huiâsasını okudu. Bu hulâsa nekadar meharetle yapıl tnış olursa olsun Staviskinin ismi öyle akislerle çınlıyor ve öyle sık sık geciyor du ki, bu büyük serserinin ruhn salona hâkimdi; o yirmi maznunu ağırlığı altmda eziyor, dinleyicileri rezaletin meyda na çıktığı günü takib eden facialı anların acı hatırası içine gömüyordu. Bu hulâsa edilmiş dolandıncı hayatı nekadar şayanı hayret! Suiistimalin ya nında yanş atlan, sahtekârlığın yanında pperet ve sonunda facia! Yüzünü heyeti hâkimeye dönmüş olarak Camille Aymardın yanında oturan Madam Staviski, bu yeknasak hulâsanm okunduğu müddetçe, acı bir hayal içinde iaybolmuş gibi idi. Muhakeme devam edecektîr. Benden başka yirmi maznun daha mahkeme huzuruna çıkacak. Yetmiş hukukçu müdafaamızı deruhde edecek, fakat ben bu işin «yıldızı» olacağım. Ar.cak bir Şkespirin kaleminden çıkabilecek bir dramın yıldızı! Muhakemenin devam ettiği müddetçe» herkeşin dudaklarında yalnız bir isim kocamın ismi dolaşacak ve onun hayali mahkemede hazır bulunacaktır. Bugün, Aleksandr Staviskinin asıl benliğini bilen yoktur. Ben çocuklarımın selâmeti için bütün cesaretimi muhafaza etmek mecburiyetindeyim. Oğlum, babasının öldüğünü bijecek yaştadır. Fakat Staviskinin oğlu oldu ğunu bilmez, çünkü, kocam öldükten sonra kendi soy adımı aldım. Yeisli muhakem» pünlerimin acısına tahammül edebilmeme çocuklarım yar dım edeceklerdir. Adaletin tecelli edeceğine eminim. Ben sadece kocasım seven bir kadındım, şimdi de evlâdlarına tapan ve yalnız onlar için yaşıyan bir anayım Fransada, bunu cinayet sayacak hiçbir jüri heyeti bulunmadığını umanm. Muhakemenin sonundan eminim. Fa kat geçireceğim imtihanlan düşündükçe acı duymaktan kendimi alamıyorum. Ko camın adı mütemadiyen rezalet çamuru içinde sürüklenecek, ölümü bile onu ha karete maruz kalmaktan kurtaramıyacak tır. Ben bütün bunlan, s^üdafaa etmeğe muktetlir olamadan dinlemek zorundc kalacağım. En büyük kederim, birkaç sene sonra çocuklanmın, ana ve babalan hakkmda yazılmış olan bu yazılan okumalan ih timalidir.» Fransanın cenub sahillerinden birinde idi. Tatlı bir mart güneşi, ortalığı bol bir ışık yağmurile okşuyordu. Tenis oynamağa giden beyaz panta azı makamlar rvtan da ma onlu delikanlılar, nhnm boyunda do kamlara kaim olanlar gazeteleaşan ipek pijamalı genc kızlara sataşıri, gazetecileri hor görÜ3, hıryorlardı. palıyadursunlar, gümrük idaremizin tam Binbir milletin toplandığı bu yerde bir cumhuriyetçi zihniyetile ve bir devlet erkes bir dille konuşuyordu: Kahkaha.. kurumuna yakışır ciddiyet ve titızlikle gaTaşlarda bile gülmek istiyen bir panlzetelerdeki neşriyata verdiği önemi taktı seziliyordu. dırle, iftiharla, sevincle kayid ve yadetmek isterim. Deniz kenanndaki kazinolarda aperitif alan çiftler, baygın bakışlarla birbirleGeçenlerde, gene bu sütunda: «Ona rini süzüyorlar, arada bir fısıldaşıyorda sen inanma» başlığile bir yazım çıklardı. mışn. Bu yazıda, Atinadan aldığım bir Yalnız insanlar değil, renkler de sevimektuba istinaden, burada seyyah sıfatişiyorlardı. le bulur^duktan sonra memleketine dönen Yunanlı bir bayanın îstanbul gümrüğünGök yüzünün Mavi'si dağlann Yeşd'i de başından geçen çirkin bir hâdiseden, ile evlenmişti. Ve koydaki zümrüd su, kapalı bir rurette, bahsetmiştim. bu sevgiden doğan çocuk, tatlı cmltılarla yatağında oynuyordu. Aradan iki, üç gün geçti, geçmedi.. Genc ihtiyar, hasta sağlam herkes Gümrük ve İnhisarlar Vekâleti, îstanbul neş'eli idi. Gümrük Başmüdürlüğü birden faaliyete Köşe başmda keman çalarak dilenen geçtiler. Bakan, meseleyi incelemeğe Rus mültecisi gökten inmiş bir melek hassaten memur ettiği müfettişin benimle kadar mes'ud görünüyordu. temasını, benden izahat almasmı emretti. Güneşten, eşyaya bile ruh katan bir 3u çok terbiyeli, çok nazik ve vazifebilir enerji fışkırıyordu. memur canla başla çalışn. înceden inceye yaptıgı tahkikatm safahatını ve neticesini Çiçek satan bir çocuk gördüm. On TCöylerde yapılan toplantılarda ktztarımız diyev veriyorlar,' bana bildirmek lutfunda bulundu. Bu on bir yaşlannda vardı. Güzel cümlelertalebeler köy yollarında neticenin gümrük memurlanmızın tamale çiçeklere reklâm yapıyor, yanında kaEdirne (özel) Geçen sene olduğı mile lehine çıktığını söylemeğe bile lü dın bulunan erkeklere yaşından umulmıgibi bu yıl da orta okul talebeleri bay yan, kendisine ezberletilmiş olduğu anlazum görmüyorum. Evrakı görüp, verilen ramdan bir gün,önce şehirden 25 30 şılan sözlerle bir demet satıncıya kadar izahatı da dinledikten sonra, içimdeki kilometro uzaklardaki köylere gıttiler. uğraşıyordu. şüphe, gönlümdeki pas büsbütün silindj. Yanlannda hava fişeği, çeşidli maytap Hâdise asılsız değilmiş.. Fakat gümrüğe Ve kimse onu boş çevirmiyordu. Çün lar, renkli fenerler, meşaleler vardı. teveccüh eder ciheti yok olduğu meydana kü herkes neş'eli idi. Kız öğretmen okulunun gittiği (Iğneli, çıktı. Yalnız o, avucuna sıkıştınlan frankHatib, Değirmen) köylerinde bulundum. Buna karşılık: «Filân tarihteki yazımlara bakmıyordu bile.. Yapma bebeğinÇocuklar çok güzel hazırlanmışlar, köy kini andıran ince sesile zı tashih edin.. Tekzib edin!» diyen de kızlanna mendil ve saire gibi hediyeler olmadı. Işte ben bunu kendiliğimden ve Merci m'sieu götürmüşler. Kendi işlerinden, yerli ür'unseve seve yapıyorum!. Çünkü gümrük Diyor, başkalarının peşinden koşu lerimizin örneklerile halkı uyandırm.ıya idaresinin bir eazetenin neşriyatına önem yordu. Gülümsemiyordu. Sanki kendisi yanyan resim ve afişlerden bir de strgi vermesinden, bir gazeteciyi tatmine ve de içi saman dolu bir bebekti. açmışlar. Bir kıza: « Ne diye şehri iknaa lüzum görmüş olmasından memnun Hiç değişmiyen bir tonla ikide bir bıraktınız da bu ıssız köylere geldin'z?» oldum, Hemen, diyebilirim ki hakikî bir Merci m'sieu diye soracak oldum. Onuru incinmiş bir demokrasi havasını ilk defa teneffüs ediDiyerek, ezberlediği cümlelerle çiçek kahraman gibi: « Niye mi geldik?!.. yormuşum gibi içimde bir ferahhk duyIerini metederek uzaklaşıyordu. Atatürkün emanet ettiği ödevi ödemeye!. dum. Az sonra kayboldu. Köyü bakımsız bir yurdun uyuyan şehirHükumetle matbuatın münasebatı işte Gülmiyen gözler içime işlemişti. Or lerinden ne beklersin?» diye sert bir ceKöylü kadınlar Atatürk anıdına daima böyle olmalıdır. Bizlerin de, tomtalığı biran onlarla seyrettim. vab verdi. çîçekler koyuyorlar, talebe kızlar hraklı unvanlar taşıyan, kuvvetinin yüzGüneşin ışığında pek bir fevkalâdelik Bayram sabahı yüzlerce köylü top arabalarla köylere giderlerken de mühim bir kısmmı oturduğu sandalyeyoktu. Gök yüzünün Mavi'si dağlann landı. Köylü, Cumhuriyet alanına tak « Biz köylüyü uyandırmaya gitlik. den alan kimseler kadar bu yurda bağlı, Yeşil'i ile evlenmemişti. Ve koydaki su kurmuş. Bayram heyecanlı bir törenle lar kımsenın çocuğu değildi. kutlulandı. Söylev veren kızların gür ses fakat asıl uyanan biz olduk. Sevinecek bu yurdun ve bu ulusun haynna çalışır, Etrafta, insanı esya yapan bir baya Ieri halkı büsbütün coşturuyordu. Yağ yerde yerindik... Çünkü o: «Cumhuriyeti onlann herşeyini iyi ve yolunda görmek ğılık vardı mura karşı ellerini kaldırarak «iki bayra kuran da, koruyan da benim» diye öğü •ster insanlar olduğumuz anlaşılır da, onN. mı bir arada yapıyoruz» diye bağıranlar nüyor. Köycülük bir iniş değil bir çıkış 'arla elele verirsek, bu ahenkten doğacak da vardı. Bu, öyle bir hayat, öyle bir ve bir anlayıştır. Gecikmişiz... Yolumuz ^av^alar hadsiz, hesabsız olur. köye doğru arkadaşlar!..» diye bağın Bu hak'kati idrak eden ve bu yola GÜMRÜKLERDE galeyandı ki onun tadını yalnız içinde bu yordu. sapmakta önavak olan Gümrük idaresine lunan ve onu yaşıyan bilir. Erkek ve kız öğretmen okul talebeleri saygı ve teşe1'V''irlerimi sunanm. Büyük kaçakçılık tahkikah Geçid resminden sonra sergi açıldı. bu yıl içinde daha birçok köy gezileri Ercümend Ekrem TALV Gümrük muhafaza teşkilâtınm üç ay Uzak, yakın köyler halkı akm akın sergi yapacaklardır. danberi takib etmekte olduğu bütün ye koşuyorlardı. Bu vesile ile kızlar, her memlekete yayılmış olan büyük ipekli köylü ile ayn ayrı konuşmak onlara cumIngilterenin yeni silâhkumaş kaçakçılığına aid ilk ipuclan el huriyet devrimleri hakkmda fikir vermek de edilmiş ve birkaç kollu olan bu ka ve onlann düşüncelerini öğrenmek kclaylanma programı çakçılığa aid birinci kısım tahkikat bi lığını bulmuş oldular. Londra 7 (A.A.) Daily Herald gatirilmiştir. Muhafaza teşkilâb bir yandan Fener alayı bitince köy meydanlığında zetesine göre, ulusal hükumetin yeni hergün bu iş üzerinde birçok kimselerin müsamere verildi; eğlence geceyarısına den silâhlanma programmın finansal isticvabını yapmakta ve bu işlerden anh kadar sürdü. Herkes sevinc içinde idi; tarafı 200 milyon îngiliz lirahk bir is yan bazı zevatın da ifadelerine müra köyde bir başkalık ruhlarda bir değijk tikrazla temin edilecektir. Tarabyada Hayatçeşmesinde 1 sayılı caat etmektedir. Öğrendiğimize göre is lik vardı. Ben hiçbir şehirde bu kadar Maamafih. bu gazete, kamoyun endi evde oturan Karasunun salon köpeği birticvab edilenler arasında şehrimizde bu candan şenlik yapıldığını görmedim. şeye düsürülmemesi için meselâ, 70 mil denbire kudurmuş ve ilk olarak sahibi yonluk bir korunma istikrazı yapılması lunan birkaç Suriyeli de vardır. Köylü, çoluğu, çocuğile kızlan uğur tasarlanmakta olduğunu yazıyor. Mü Karasuyu, sonra da kardeşleri Katina, Para kaçınrken yakalandı larken iki köy kadını ileriye atıldı: «Biz tebaki para. hazine bonolarmm arttınl Olga, Yankoyu ısırmış ve sokağa fırlı yarak komşulan Sofya, Fiya, Katina, Gümrük muhafaza teşkilân evvelki hakkımızı hürriyetimizi Atatürke borç ması suretile elde edilecektir. Anna, Kaçeyi de ısırdıktan sonra kaç akşam bir para kaçakçısı kadını yakala luyuz. Ona ne adasak az... Çam dalınYeni harb gemileri mıştır. Köpek bin zorlukla yakalanmış mıştır. Bu kadın Emine ismini taşı dan, mısır, pirinc, tütün, buğday gibi üLondra 7 (A.A.) Deniz Bakanlığı, maktadır. Limanımızdan kalkarak Kös rünlerimizden yaptığımız şu çelengi kö 1935 yılı programmda mevcud Sout ve ısırdığı dokuz kişile beraber Kuduz tenceye gidecek olan Daçya vapuru yol yümüz adına Atatürkün anıtına koyma hampton sistemindeki zırhlılardan bir hastanesine yollanmıştır. Şimdi bu dokuz culanndan olan Eminenin üzerinde tam mzı istiyoruz» dediler. Bu ahş ve veriş tanesinin makinelerini Iskoçyalı inşa kisi tedavi edilmektedir. vapur kalkacağı esnada muhafaza me sevincli gösterilere yol açtı. Kızlann ar at firmasma yaptırmağa karar verdiğini ilân etmiştir. Almanya 1914 tevellüdlüleri murlan araştırma yapmışlar ve kadının kasından ağlıyanlar vardı. Bu zırhlılar, dokuzar bin tonluk olaüzerinde 100 tane kaçak Türk lirası bulaskere aldı Gezginler Edirneye döndükten sonra muşlardır. Bunun üzerine bu kadın va Halk Parti Kuruluna uğradılar. Oradan cak, diğer iki zırhlıyı başka tezgâhlar Berlin 7 (A.A.) 1914 kur'ası inşa edecektir. Bu inşaat, iki buçuk yıl purdan çıkanlark hakkmda zabıt tutul Atatürkün anıtı önünde tören yaptılar. sürecek ve her bir gemi 1,750,000 îngi efradı silâh altına ahnmış ve muhtelif garmuş ve Adliyeye verilmiştir. Soylev veren kızlardan biri: liz lirasına mal olacaktır. nizonlara yerleştirilmiştir. ((Biz köylüyü uyandırmağa gittik, IBUGUN fakat, uyanan biz olduk)) DEBUJ Edirne Ortaokul talebelerinin köylerde yaptıgı tetkik gezileri çok önemli oldu Gümrüğe teşekkür Bir salon köpeği Kudurdu ve sah^bile beraber 9 kişiyi ısırdı HIÇ Edebî Roman: 41 Ölmiyecek, ben istemiyorum. ö l Iniyecek. Böyle içine kapanmak, içine kapanarak kalmak nekadar zaman devam ediyor. Kendisi tîpkı beyaz bir ışıgın içine dalJnış gibi... Bu ışığın içinde yalnız: O ölmiyecek. Isteği var. Hepsi bu.. Etrafında neler geçiyor? Fs.endîsi netede? Bunlan bilmiyor. Yalnız istiyor: O ölmiyecek. Ben istemiyorum. ı# ölmiyecek . . • « • • « . . . . . . . ^ • . .Yumuşak bir el omzuna dokuJıuyor ve hafif bir ses kulağına: ı. Madam, Madam... diye fısıldıyor. Bütün vücudile irkilen Seza birdenbire bu parlak âlemden, kasvetli ve kapranlık dünyaya düşüyor. ' Ne oldu?Yoksa?.., Yazan: Suad Derviş Elleri, avuclanndaki elleri sıkıyor... Bu eller daha sıcak... Gözlerini açıyor. Beynine hücum eden bütün hakikatlerin şuurile titriyen gözbebekleri yanıyor. Yatağa dikilmiş bakışlarında ne elim bir korku var... Bakışlan aralık gözlerle kendisine bakan, gölümsiyerek kendisine bakan Mehmedin yorgun bakışlarile karşılaşıyor... Sonra kulağının dibinde hafif bir ses duyuyor: Çok şükür, buhranı geçirdi. Kulaklarma inanamıyor... Bu bir rüya mı?.. Yavrusu hâlâ yaşıyor. Baş hastabakıcının sesi: Bu bir mucizedir, diyor, biz haleti nez'i beklerken Allah çocuğunuzu size iade etti. Evet bu bir mucizedir... Seza yerinden kalkmak için bir hareket yapmak istiyor. Fakat kımıldanamıyor. Bütün azası azamî kuvvetini sarfe den bir vücudün azası gibi külçeleşmi;, dizleri döşemelerin üstüne mıhlanmış, bütün vücudü kurşunlaşmış, yerinden kalkamıyor. Seza bütün kuvvefîni bu istekle sarfetmiş. Seza, ölümle yaptıgı esra rengiz cenkte muzaffer çıkan Seza, zaferini elde etmek için kendini tüketmiş... Ne oluyorsunuz madam?... Birşey değil, başım dönüyor. Biraz kordiyal getiriniz. Sezanın başı hastabakıcmın omuzunda. Ona güzel kokulu bir su içiriyorlar. Dizlerini oğuyorlar. Mehmed ölecek hastalann alâkasız bakışlarile bu man zaraya bakıyor. Gidip geldiği yolculuktan o kadar bitab ki belki de önünde geçen şeyi anlamıyor. Çocuğun gözleri örtülüyor ve göğsü gitgide muntazamlaşan bir nefesle inip kalkıyor. *** Bu buhran geçtikten birkaç gün sonra Seza doktora soruyor: Çocuğumu memleketime götürmek istiyorum. Çocuğum memleketini istiyor. Çocuğum memleketinin hasretile musta ribdir. Gidebilir. Hangi sanatoryom idaresî, hastalan nın sanatoryomda öldüğünü ister. Sana toryomlardan hastalann tabutta değil, ayakla çıkması lâzımdır. Aksi takdirde işler bozulur. Seza Mehmede îstanbula gidecekle rini söylediği gün çocuğun ateşi evvelâ yükseliyor. Fakat sonra her zamankinden yanm derece aşağı düşüyor. Göz lerine sanki yeni bir kuvvet geliyor. îstanbula gideceğiz değil mi?.. Küçücük kalbinde memleketine karşı duyduğu bu derin iştiyak nedir. Doktor: Onda bir parça da memleket hastalığı var. Diyor. Memleket neden sevilir, memleket hasreti neden çekilir, oraya hatı ralarımızla bağlı olduğumuz için, orada iyi veya fena günler geçirdiğimiz için değil mi? Küçük Mehmedi îstanbula hangi hatırası bağlıyor. Ömrü nedir ki bu ömrün bir hatırası olsun. Çocuğu doğduğu toprağa bağlıyan bu «srarengiz kuvvet nedir?.. îstanbula gideceğiz değil mi?.. Evet çocuğum. Kendi evinüze, kendi yatağımıza, kendi odamıza. ğaclan, hayvan sürülerile oynamıştı. Şimdi zayıftı ve ateşile o çam ağaclannın büyüdüğünü, o binaların devleşti ğini zannediyor. Annesinin kucağında yatan çocuk pencereden baktıkça büyüyen oyuncak ku tusuna baktığını zannediyor.. Bu çam ağacları, bu tahta villâlar nekadar çok oyuncaklara benziyor. İki dağın ortasındaki donmuş göle vurup onu altınla kaplıyan güneş pek parlak. Seza, Mehmedin kulağına fısıldıyor: îstanbula gidiyoruz Mehmed. îstanbula. Sevinmiyor musun? Çocuk cevab vermiyor. Büyümüş o yuncaklarına gülümsiyerek bakıyor. Yavrum beni duymuyor musun? Mehmed ellerini uzatıp çamlann yerini değiştirmek istiyor: Ne yapıyorsun? Kendisinden başka kim bu oyuncak kutusunu birdenbire devirdi. Çamlar, binalara, binalar, çamlara çarparak ve hep beraber bir anafora düşmüş gibi kıvnlarak kayboldular. Mehmedin bu yıkılış başım o kadar döndürdü ki gözlerini Ve tren onlan dik dağlardan aşağı in kapadı: diriyor. Mehmed aylardanberi yatağmın Mehmed... Mehmed... Ne olu içinde kutu, kutu çiftlik binaları, çam a yorsun ? Çocuğun başı biraz yana kayıyor. Mehmed... Hastabakıcı yerinden kalkıyor. Çocuğun nabzını telâşla yakalıyor. Seza çocuğunu hep göğsünde sıkarak hastabakıcmın gözlerine bakıyor. Birşey değil... Birşey değil. hafif bir zâf. Biz bu yolculuğu yapmıyacaktık. Yanlannda lâzım gelen bütün tertibat var. Çocuğa gene kalbe kuvvet verici 51rmgaiar yapılıyor ve Mehmed baygmlıktan ayılıyor. Baygınlıktan ayılan çocuğun her an biraz daha çöktüğü, biraz daha söndüğü gözönünde. Seza gözlerini kırpmadan bu manzarayı seyrediyor. «Hayat bir kurtuluşun değil, bir yıkılışın ifadesidir.» Seza içinden hiç düşünmeden bu sözü tekrarlıyor.. Trenin tekerlekleri durmadan rayların üstünde: Yıkılıştır, yıkılıştır, yıkılıştır, yıkı lıştır. Diye tempo turuyorlar... ' Tren acı acı ötüyor... Yollar bitmiyecek mi?... îstanbula erişemiyecekler mi ?... Anne... (Arkan oar)