AKİS İnönünün "Solcuyum" sözüne iki yönden tepki geldi. Sağdakiler Banguoğlu, AP'liler, vesaire- "Ta- mam, İsmet Paşa rengini belli etti" diye göbek atarlarken, Çetin Altan, dehşetengiz bir yetki ve vukufla İ- nönüye itiraz etti: "Solcu olmak İs- met Paşa olmaktan zordur. İsmet Paşa İsmet Paşa olmuş ama, solcu olamamıştır." Bununla, son yıllarda bir Allahlığını ilân etmemiş bulunan -peygamberliğini ilân etmiştir- Alk- tan kendisinin ne yaman bir kimse olduğunu da tekrar açıklıyordu. Ve Çetin Altan, bu arada, İnönü- nün 40 yıldır nerede olduğunu soru- yordu. Bu sorunun Altan tarafın- dan sorulmasına bir TİP mensubu dahi dayanamadı ve — Hızlı giden çok bağırır. Peki, Çetin Altan — öncesinde ne yapı- yormuş?" ded Sağdan ve pa ucundan gelen bu tepkiler, CHP'nin hangi noktada bulunduğunu gösterecek bur başka ölçüdür. CHP soldadır. TİP de sol- dadır. Fakat aralarında fark vardır: CHP karma ekonomiyi devamlı ve esas sistem olarak görmekte, TİP ise karma ekonomiyi geçici saymak- tadır. CHP, TİP'in arzuladığı ölçüde bir devletçiliğin demokratik özgür- lüklerle bağdaşamıyacağı tenkidini yapmakta; TİP ise, CHP'nin bahset- tiği sosyal hedeflere karma ekonomi ve sulandırılmış doktrinle varılamı- yacağını söylemektedir. TİP mark- sizmi programında ve tutumunda e- sas kabul eden,bir partidir; CHP ise, İnönünün son Parti Meclisi ko- YURTTA OLUP BİTENLER nuşmasında bir defa daha ifade edil- diği gibi, "memleket gerçeklerine ve ihtiyaçlarına göre bir parti"dir. Ya- ni CHP doktriner değil, faydacı -pragmatik- hüviyette bir siyasi ku- ruluştur CHP'ye sağdan hücum eden si- yasi partiler ve siyasetçiler ( ise, "sosyal ve ekonomik sorunlara s0s- yal adalet açısından" bakmayanlar- dır. Onlar hem iktisaden ve hem de dünya görüşü olarak "sağ"dadırlar. İktisatta liberal görüşe, dünyaya bakışta ise ahrete yakın olan bu parti ve politikacılar elbette ki, memleketin gerçek ihtiyaçlarını de- ğerlendiren ve bunlara cevap vere- bilmek için, iptidai sermaye çevrele- rine pek sevimsiz de gelse, reform, sol, hattâ sosyalizm gibi kelimeler- Şahidin var mı? Geri kalmış memleketlerin kurtuluş yolunun döviz getirmek, başka bir deyimle, döviz getirecek işler tutmak olduğu, ekonomistlerin üzerinde birleştikleri tek fikirdir. İktisadi doktrinler, her iktisadi bünye- de çeşitli sonuçlar veren görüş ve buluşlardır. İkti- sadi hastalıkların açıkça teşhis edildiği toplumlar- da bile, bu hastalığın ilâcı olması gereken iktisadi tedbirler, beklenen ve umulan sonucu çoğu zaman veremezler. İkinci Dünya Savaşından önce, fiyatları düşürmek amacıyla, İngilterede sekiz defa (o uygula- nan varlık vergisi, beklenen sonuçta bir fiyaskodan ileri gidememiştir. Buna karşılık, Almanyada, doy- çemarkın önünden bir sıfır kaldırmak suretiyle ya- ii devalüasyon tutmuştur Gelelim İri hastaya.. Asprin kadar klâsik ilâ- cımız : İhracat! Malımızı satacak pazar bulmak, hat- tâ iç za mz sıkıntıya düşmek pahasına da olsa, satılabilir mallarımızı dışarıya satmak... Bu memleketin, sokağa düşen dâvalarım bir kenara bı- rakırsak, iktisadi kurtuluşunun en gerçek yolu, bu. O halde, akıllı bir idarenin, kafasını ve sermayesini bu işe yatırmak cesaretini gösteren iş adamına ve, en geniş anlamıyla, bu iş sahasına elden gelen her kolaylığı ve yardımı sağlaması gerekir. Gerekir ama, bizde bir ilim haline gelen bürokrasi bütün heybeti ve sapıklığıyla konunun karşısındadır : İhracatçı tüc- car, Ticaret Bakanlığı Standardizasyon Dairesinin eliyle bir ihracat ruhsatnamesi almak zorundadır. Standardizasyon, ihraç edilecek malın evsafında aranması gerekirken, her ne sebepten ise, tüccarda aranır. Ticaret Odasına, "Falan malı ihraç etmek is- teyen falanca şahıs bu maldan anlar mı, bu işin ehli midir?" gibilerden acaip sorular kr Ticaret Odasının eline böyle bir iş düşmeyegörsün yı işle meşgul üç ticcardan. İ ihracat belgesi bekleyen durumu S0) yni işi yapan bu üç kişi, görev duygusu, elik duygusu, rekabet duy- 7 Ocak 1967 gusu, hatta bazen de kıskançlık duygusu İçinde, dü- şünür -taşınır, ayrı ayrı cevaplar verirler. Bu işler sonuçlanmadan, verilecek ruhsatnamenin, önce, 500 küsur lira olan harcı tahsil edilmekte kusur edil- mez. Cevaplar, Standardizasyon Müdürlüğüne gelir. Beğenilmez. "Bu adam mademki ihracat yapmaya ehil değilmiş, ruhsat vermiyoruz" denilir. (Parasını ve kafasını bu işe koyan tüccar itiraz eder, "Beni, sorduğunuz o adamlar tanımazlar, falana ve filâna sorun" diye yalvarır. Bu kez-, "Seni imtihan edece- &iz" derler. Meselâ, SBF'den biri veya Ticari İlimler Akademisi görmüş bir memur, tüccarı, sadece ye- mesini becerebildiği fasulyeden, domatesten imtihan eder ve "Bildi. Fasulye ve domates ihracına ehildir" gibi bir belge düzenler. Ticaret Odası, durumu, bel- geyle Standardizasyon Müdürlüğüne gönderir. Tüc- car, böylece, ihracat ruhsatnamesini ya alır, ya ala- maz. Bir hikâye vardır: Devrin padişahı,saray mensup- larından bir odacıya iltifat ederek, "Seni Bağdata kadı eyledim" der. rn ea şaşırır, "Efendimiz, ben ca- hilim, bu işi yap iye yalvarır. Fakat fayda et- mez. "Padişah ' "Kadılıktan kolay ne var? Karşına bir adam gelir. 'Şahidin var mı?' diye sorarsın. Varsa hak- lı, yoksa haksızdır" diye kesip atar. Yeni kadı, böylece, Bağdatta makamına oturur. İlk ziyaretçisi kapıdan girince, "Kimsin, ne istiyorsun?" diye bağırır. Adam, "Bendeniz, Kadılık Başkâtibi Hasan kulunuz" de- yince, kadı, "Şahidin var m1?" der ve el çırpıp, zap- tiyeleri çağırır, adamcağızı hemen hapsettirir. On- beş gün sonra etrafında kimse kalmadığını görünce, padişaha haber iletir : "Bağdat bitti, başka emriniz var mı?" İşlerimizde Bağdat Kadısının kafasını kullan- makta ısrar ederken, "geri kalmış memleketler" de- yimine de kızıyoruz. Olur mu? H. NihadERER