AKİS ceğini iddia ettiler. Kongre Başkanı, daha sonra da Hükümet Komiseri bunun aksini ifade De e plânlan- mış olan "tedhiş" Ankara- dan gelenler, korseisli sağcılarla birleştiler. İstanbuldaki TMTF bi- nasının basılmasında baş rolü oy- nayan ve çantasında Hitlerin "Kav- gam" adlı kitabını gezdiren Atillâ Kılıçoğlu, kavgayı başlatanlar ve Sunni ettirenler arasında göze çar- ordu. le süratle b ve okesa aksetti. Ağır ve hafif yaralı çok sayıda İka ia şındı. Polis, gevşek davranmakla be- raber, aleyhine bir hava belirince, mütecavizlerden bazılarını karakola götürmek zorunda kaldı. Fakat mü- tecavizlerin arkadaşları bu defa ka- rakolu bastılar, cam-çerçeve, ne varsa kırıp döktüler. Arkadaşlarını bileklerinin zoruyla kurtaracaklar- dı. Karakola alınan mütecavizler- den Atillâ Akman -AP Gençlik Kolla- rının yeni Genel Başkan adayı-, ka- rakoldan kurtulmak için her türlü kabadayılığı odeniyor, Komiserin masasına ve camlara hücum ediyor ve şöyle bağırıyordu: — Beni ne hakla burada tutu- yorumuz Ben milliyetçi ve AP'li- iy delikanlı, polislerden, Anka- radan Faruk Sükanı telefonla bu- lup kendisine bağlamalarını da is- tedi. Pervasızlığın bu kadarı ancak, Demirel ve anın Türkiyesinde olabilirdi. Daha sonra Emniyet Müdürü Şükrü Balcı, kendisinden saldırgan- ların isimlerini isteyen gazetecilere şu tuhaf cevabı verdi: — Kimse kimseden davacı de- gil ki isim verelim!.. Nezaret altın- da tutulan yok.." Halbuki o sırada hastahanelerde ağır yaralıların ölümden kurtarıl- ması için çalışılmaktaydı. Bu olaylar, AP İktidarının tutu- mu ve Demirelin konuşma tarzına bakılırsa, devam edecek ve hem de daha vahim biçime girecektir. Gö- rünen, odur. Bir yandan rejimi, a- nayasa düzenini ve demokrasiyi tehdit eden tehlikelerden bahseder- en, bir yandan dâ anayasa mües- seseleri için tedbir alınacağından bahseden Başbakanın tutumu hak- kında, bu anayasa müesseselerinden birinin başı, haftanın başında A- KIS çiye şöyle dedi: — Yahu, böyle mi hükümet ida- re edilir? Eğer, ima ettiği gibi, ana- 26 Kasım 1966 yasa düzenini tehdit eden bir tehli- ke sahiden varsa, niçin bu Başba- kan, anayasa müesseselerini yanına almaya çalışmaz da, tam tersini ya- par ve onları tehdit eder? Bu, bilgi- sizliktir, acemiliktir, o basiretsizlik- tir!" C.H.P. Üç ay, üç yıl.. Adamın adı, Ömer Uyardı. Şive- sinden Rumeli muhaciri olduğu anlaşılıyordu. Kısa kesilmiş beyaz saçlı, şişmanca, kırmızı yüzlü, si- yah aba giyinmiş sevimli ve baba- can biriydi. .Mikrofonun başında kokaşin hatibin sözünü keserek: Bey, bey! Bunları şimdi süli- yorsun.. Bunları gelip, seçimlerden ewel bize süliseydin ya.. Anlata tay- dın ya.. Bak, ne güzel anlatıyorsun.." diye atıldı. YURTTA OLUP BİTENLER Salonda gülüşmeler yükseldi. Bazıları alkışladılar. Mikrofondaki hatip: "— Yok, yok.. Hem geldik, hem de anlattık. “Ama, anlamadınız, inan- madınız.." cevabım verdi. Ömer Uyar lâf altında kalacak adam değildi: — Gelip te böyle mi anlattınız? Sülemediniz, sülemesini bilmedi- niz" diye çıkışmakta devam etti. Hatibin, şarkıcı kızlar gibi, yüz- leri halka dönük olarak bir sıra is- kemlede oturan arkadaşları Ömer Uyara içten bir alkış tuttular. Sade- ce samimiyetini değil, söylediği sö- zün doğruluğunu da alkışlıyorlardı. Hadise haftanın başındaki Pa- zartesi günü, öğleden sonra, Berga- madaki bir sinema salonunda cere- yan etti. O gün CHP'nin yeni Genel Sekreteri Bülent Ecevit Bergamaya gideceğinden parti teşkilâtı bir top- C.H.P. Genel Sekreteri Ecevit konuşuyor Anlatabiliyor, anlaşılıyor