29 Ekim 1966 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 19

29 Ekim 1966 tarihli Akis Dergisi Sayfa 19
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

keriydi. İnandırıcı bir sesi vardı ve eline veri- len metinleri herkesten mükemmel okurdu. Zi- ra türkçesi sağlamdı. Bu yüzden de Menderes, kendi nutuklarının Can Okan tarafından okun- masını bilhassa isterdi. Okan, nihayet bir spi- kerdir ve işini en başarılı tarzda yapmak iste- mesi normaldir. Buna rağmen en sonda öyle bir durum hasıl oldu ki, Can Okan bir nevi Sahibinin Sesi gözüyle görülmeye başlandı. Bu- nun üzerine çocuk, rahatsız olduğunu hissetti- ğinden, radyonun baş spikeri olmasına rağmen sırf Menderesin nutuklarını okumak mecburi- yetinde kalmamak için istifa etti. İhtilâlden bir kaç gün sonra, şaşırarak öğ- rendim ki bir ekip de Can Okanın evine gitmiş, çocuğu alıp götürmüş. İstifa hikâyesine etraflı şekilde vâkıf olduğum için telefonu açtım, da- ha önce bizim eve yaptığı ziyaretten tanıdığım Cemal Madanoğluna hikâyeyi anlattım. Ma- ARS YE — Olur mu yahu, böyle b..tan şey.. Şimdi bıraktırırım ben onu!" dedi. Bir gün, iki gün.. Can Okan bırakılmadı. Madanoğlunu tekrar aradım. Hiddetli hiddetli söylendi: "—Sorma yahu.. Seninkini tam serbest bı- raktırıyordum, Gürsel Paşa işitti. 'Ne, o herif mi? Ne zaman radyodan Menderesin nutkunu, onun ağızından duysam tüylerim diken diken olurdu. Nasıl da bastıra bastıra okurdu! Yatsın da, aklı başına gelsin' dedi. Salıveremedik, ta- bii.." Zavallı Can Okan ancak aylar sonra, hiç bit muhakemeye tâbi tutulmaksızın, nasıl ya- kalanmışsa öyle, "suçun yokmuş" diye bırakıl- dı. O günün başka bir hadisesini söyleyeyim. 27 Mayıs sabahıydı. Anlattığım gibi, bizim Ayten Sokakta herkes bayram sevinci içindey- di. Eve gelenler oluyor, gidenler oluyor, alkış- lar, kıyametler kopuyordu. Beni bir hanımın istediğini söylediler. Baktım, karşıki komşu- nun genç eşi. İki gözü iki çeşme ağlıyor. "— Ne oldu?" diye sordum. Hıçkırıklar arasında "Kocam! Kocam!" diye kekeledi. "— Ne oldu, kocanıza?" Beni bahçeye çıkararak kocasını gösterdi. Erken saatte İsmet Paşanın evini muhafaza için gelmiş bulunan Harbiyeli grupunun silâh- tan tecrit edip duvar dibine dizdiği polislerin arasında o da vardı. Başlarında nöbetçi bekli- yordu "— Kocanızın orada işi ne?" dedim. Zavallı kadın anlattı. Kim olduğu dahi bi- linmeyen biri subaylara demiş ki: "Bu adam, İsmet Paşayı öldüreceğini, ona suikast yapaca- ğını söylüyor.." Bir subay da, adamın derhal tevkif edilmesini emretmiş. Askerler yakalayıp, Gediğin polis ekibinin yanına koymuşlar. Za- yalı, imdat istercesine melül melül bakınıyor- u. Adam, senelerdir bizim sokaktaydı. Ne sui- kastla, ne cinayetle bir ilgisi vardı. İsmet Pa- şaya karşı olduğunu dahi hissetmemiştik". Şim- di, ihtilâlin gerçekleştiği ve mahallenin o halde bulunduğu bir sırada, tutacak, İsmet Paşayı vuracak!. Allahtan, Yarbay Yakal gene bizimle be- raberdi. Ona durumu söyledim. Bir emir de o verdi, bizim komşuyu serbest bıraktılar. Adam heyecandan ağlıyordu. Onun da, benim de bil- mediğimiz, zavallının pek'âlâ, sırf 27 Mayıs sa- bahı biri böyle söyledi diye aylarla mevkuf kal- ma tehlikesinden, ihtimalinden kurtulmuş oldu- guydu. Zira, Türkiyenin dört bir tarafında böy- İe hadiseler cereyan etti ve İhtilâlin bir çok "kader kurbanı" oldu. Ama, bunların hepsi, en sonda, çektikleri yanlarına kalmakla beraber kendi hayatlarına döndüler. İhtilâlin başka bir havasa bulunsaydı, o duvar diplerinde sayısız insanın kurşuna di- zilmesi, sokaklarda bir takım kimselerin linç e- dilmesi işten bile değildi. Bu yol, 27 Mayıs İhti- lâlinde hiç bir zaman açılmadı. O günden yıl- larca sonra, gerçekler tozlu hal aldığında, her ihtilâlin tabiatında bulunduğu için bizde de gö- rülen, anlattığım tarz haksızlıklar, yanlışlıklar, hatalar hücum konusu yapılacak, bunlar söyle- nerek 27 Mayıs kötülenmek istenecektir. İbtilâl, bu! İhtilâl niçin istenmez? En in- saflısında bile, insafsızlıklar, hiç kimsenin kas- ti bulunmaksızın mutlaka olur ve hele ilk gün- lerin karışık havası içinde cengel kanunu hük- münü yürütür. Eğer Ordu o devrede azıcık gad- dar davransaydı ve biraz müsamaha göster- seydi Türkiyenin her tarafında oluk gibi kan akması gayet kolaydı. Bunu yaptırtmayanlar, devir değiştiğinde, o sabah yataklarının altına saklananlar tarafından türlü tecavüze, ağır ha- karete maruz bırakılırlarsa "Bir ihtilâl daha olsun da, bunun hemoglobinlisi nasıldır anlar- sınız" diye pek âlâ söylenirler ve onları, bu ye- is ifadesinden dolayı haksız bulmak kabil ol- maz. 27 Mayıs günü etrafı tozpembe gören ben 29

Bu sayıdan diğer sayfalar: