29 Ekim 1966 Tarihli Akis Dergisi Sayfa 16

29 Ekim 1966 tarihli Akis Dergisi Sayfa 16
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Harp Okuluna gittiğim zaman, İhtilâlin üzerinden sadece dört gün geçmişti. Astığı astık, e ei tik bir iktidarın bütün iri başları burada mahpustular. " Mahpusluk”, aslında lâf gelişidir ve İhtilâ- lin kullandığı “güvenlik altına alınmışlardır" tâbiri daha doğrudur. Çünkü eğer İhtilâl, başta Bayar ve Menderes, bu adamları sokakta bıraksaydı bunların sonu Kral Faysalın, Abdülillâhın ve Nuri Sa- idin sonu olurdu. Nitekim bunların en azılıları 27 Mayısta Harp Okuluna ya muhafizlarla, ya da arka kapılardan getirilmişlerdir. "— Öteki perişan!" dedi. "Öteki" dediği Adnan Menderesti. "— Menderes nerede?" diye sordum. Salih Yakal Komutanın odasının karşısın- daki, çifte kapısı kapalı, önünde nöbetçi bulu- nan Şeref Salonunu gösterdi. —O da, burada!" Şeref Salonu avluya değil, Okulun arka- sına bakıyordu. Nöbetçi subayı izahat verdi: — Bunlar muvakkat yerleri. Size, onlar için hazırladığımız odaları göstereyim Koridorda biraz yürüdük. Dip taraftaki iki odada hummalı bir faaliyet vardı. Odalardan birinin pm 'I. Şube Müdürü", ötekinde "TT. e Müdürü" yazıyordu. Odaların ikisi de aya bakıyordu ve koridorun sol taraf ni- daydı. Hademeler ortalığı süpürüyor, tanzim ediyor, dolapları bir kenara itip kilitliyor, san- dalyaların bir kısmını dışarıya taşıyorlardı. Biz oradayken iki beyaz karyola getirilip ku- ruldu ve üzerlerine bembeyaz yataklar yapıldı. Daha geniş olan 1. Şube Müdürünün odası Ba- yara, öteki Menderese ayrılmıştı. D.P.'nin iki başı, Harbiyedeki ikametleri süresince o oda- 26 larda kaldılar. Tekrar döndük, Komutan odasına doğru yürüdük. Şeref Salonunun önünde Yarbay Ya- kal "Kapıyı aralayım, bakar mısınız?" diye sordu. Fakat ilâve etti: "— Ama, bir şey yazmayacaksınız.." "— Tabii" dedim. Eğer o gün, Menderesle konuşmama mü- saade etselerdi acaba konuşur muydum diye sonradan, kendi okendime çok sormuşumdur. Bu, elbette ki bulunmaz bir gazetecilik fırsatı teşkil edecekti. Ama insan olarak, belki de ya- pamayacaktım. Sanki "Oh olsun!" demeye gel- mişim gibi bir hissin, nihayet, geçmiş her şe- ye rağmen düşmanlık duymadığım, hattâ oan acıdığım bir adamda uyanması bende mutlaka vicdan huzursuzluğu bırakacaktı. Aralanan kapıdan bir kaç dakika içinde gördüğüm man- Za rim bile, bugün de unutmadığım bir hüznü vardı. Salon, büyük bir odaydı. Duvarlarda bir takım, portreler asılıydı. Söylediler: Harbiye- nin gelmiş geçmiş komutanlarının resimleriy- miş. Okulun yaş kütüğü de oradaydı. Köşede, artık tanıdığım beyaz karyolalardan biri var-

Bu sayıdan diğer sayfalar: