tik bir idareyi biz Yirminci Yüzyıldan önce ku- rup işlettik" diye övünmüyorlar. Şekil, parla- menter bir sistemdir. Ama reformlarını ger- çekleştirmekle mükellef Japonyada, idare hâlâ pederşahi bir idaredir. Partiler, oligarşinin kuvvetli şahsiyetlerinin damgasını taşımakta- dır ve Başbakanlar hep aynı küçük bir halkanın içinden seçilmektedir Veya onların himayesin- deki kimselerdir. Buna, partilerinin adedi bir- den fazla olan bir tek parti sistemi demek hata olmaz. O günlerdeki japon seçimlerinin de bi- zim tek parti devrindeki seçimlerimizden daha fazla mana taşıdığını iddia etmek fazla iyim- serlik, hatta hayalperestlik olur. Ama, ben me- selenin Önemini şurada gördüm: Japonyayı çağdaş medeniyet seviyesine çıkarmak için kol- larını sıvayanlar şekillerin hepsini getirmişler ve bu boş kapların dolmasını zamana bırakmış- lar. Bir samuray grupunun samuraylık müesse- sesini okaldırması, iktidarı ellerinde kayıtsız şartsız tutanların kendilerine gönül rızasıyla daha geniş sayıda ortaklar kabul etmeleri tak- dir edilmesi gerekli davranışlardır. Siyaset ha- yatındaki bu reformlar da alt tabakanın talebi, ayaklanması neticesi değil yukarının uygun gördüğü, plânladığı değişiklikler olarak top- luma maledilmiştir. Bizde Atatürkün bir gün "Artık Cumhuri- yet olalım" veya İsmet Paşanın "Çok partili hayatın sırası geldi" demesi gibi.. Japonyada ihtilâl bir defa yapılmış, o da patırdısız şekil- de, zira son Tokugawa Şogunu kudretini ken- disi götürüp İmparatora feslim etmiş, ondan sonra bütün reformları ihtilâlin kudret mevki- ine getirdiği ekip kararlaştırmış. Bu reformların içinde en önemlisi okuyup yazma seferberliğidir. Eğer bugün Japonya- da hemen herkes okuyup yazıyorsa bu, o gün- lerde kampanyanın son derece sıkı ve ciddi tu- tulmasının sonucudur. Meiji devrinin liderleri modern bir devlet için okuyup -yazması olan vatandaşın ne mana ifade ettiğini, nasıl bir kıymet olduğunu he- men görmüşler. Bir ordu ve bir donanma kuru- lacaktır. Bunun askerleri okuyup yazamazlar- sa yeni teknikleri nasıl öğreneceklerdir? Bir endüstri kurulacaktır. Bunun işçileri okuma yazma bilmezlerse o ince işleri nasıl yapacak- lardır? İş hayatı açılacaktır. Bu, sadece iş ada- mı ihtiyacı demek değildir. Kâtibinden satıcı- sına ve komisyoncusuna, okuyan ve yazan bir kadro lâzımdır. Hangi açıdan bakılırsa bakılsın tahsilli vatandaşa olan ihtiyaç kendini hemen belli etmektedir. Başka bazı memleketlerde çok devrimin ve reform hareketinin geniş küt- leler tarafından uzun yıllar sonunda dahi iyi anlaşılamaması, tam benimsenememesi genç ja- pon ihtilâlcilerinin doğru görüşlerinin delili o- 20 larak kolaylıkla gösterilebilir. Japonlar ilk Milli Eğitim Bakanlığını 1871'de kurmuşlar. Bu bakanlık son derece id- dialı bir programla umumi okuyup yazma se- ferberliğine hemen girişmiş. Güçlüklerden yı- lnmamış. Bir yandan sayısız okul binaları ya- pılırken diğer taraftan öğretmen yetiştirme da- vası ele alınmış. Binlerle bina ve onbinlerle öğ- retmen.. Seferberliği ilan edenler arı gibi oça- lışmışlar. Fakat alınan netice başdöndürücü- dür. Bir kaç yıl içinde, okul yaşındaki bütün ço- cuklar başlarını bir yere sokmuşlar. Altı yıllık ilkokul tahsili hemen mecburi olmuş. Oğlanlar için ve kızlar için.. Oradan eğitim ikiye ayrıl- mış. Bunun biri, teknik eğitim. İlkokulu ta- mamlayan erkek çocuklar ya liseye gidiyorlar, ya teknik okullara. Üniversitelere, öğrencileri liseler hazırlıyor. Üniversiteler üç veya dört yıllık. Memleketin muhtaç bulunduğu doktor- lar, avukatlar, mühendisler, ilim adamları, eği- tim sahası mensupları, yüksek idare mevkileri- nin adayları oraların mahsulleri. Yani, bir pi- ramit. Bütün japonlar okuyup yazma öğreni- yorlar. Bu, taban. Oradan bir büyük kısım tek- nik sahaya akıyor. İhtisas sahibi oluyor. Da- ha ufak bir grup ise aydın zümreyi teşkil edi- yor. Ancak, tıpkı japon siyaset hayatı gibi ja- pon eğitiminin de bazı özellikleri var. İkinci Dünya Harbinin sonuna kadar Japonyada eği- tim bir maksadın, bir politikanın âletidir. Bu eğitimle, İkinci Dünya Harbinden sonra nesli tükenen fanatik, aşırı milliyetçi, (otoriteye karşı inanılmaz ölçüde itaatli, bir takım alışıl- mamış inançları bulunan o "japon tipi" yetiş- tirilmiştir. Japon tek kişilik uçağına biniyor, düşman gemisinin cephaneliğine dalıyor. Ja- pon, "İmparatorun Emri" diye bildiğini, gözü- nü hiç kırpmadan yerine getiriyor. Japon eği- timi düşünen, tartan, ölçen ve biçen adam ye- tiştirmiyor. İtaatli adam yetiştiriyor ve bunla- ra, ne öğretmekte fayda varsa o öğretiliyor. Dersleri, kitapları, hatta haritaları buna göre hazırlanıyor. Bir gün, bir japon beni çok şaşırttı. Otuz yaşlarında kadardı. Yani, Japonya MacArthur'e teslim olduğunda on yaşındaymış, o öğrenciy- miş. Fazla bir tarih ye fazla bir coğrafya bil- miyordu. Halbuki bir Dışişleri Bakanlığı men- subuydu. "Biz bir kaç yıl tarih ve coğrafya oku- madık" dedi. MacArthur yasak etmiş."Tarihi anladım ama, coğrafya neden?" diye sordum. Anlaşıldı ki İki Dünya Harbi arasında japon okullarındaki haritalar bile dünyanın manza- rasına göre değil, genç japonlara aşılanmak is- tenilen fikirlere göre çizilmiş. Bugün, üniversi- tede okumuş çok japon mesela bir evvelki im- paratorun, yani şimdiki imparatorun babasının