partisinin Genel Başkanı, Başba- kan, İkinci Menderes "Muhteşem Süleyman" nasıl olur da bir savcı tarafından takibata maruz bırakıla- bilirdi? Bu ne haddini bilmezlikti.. "Eski DP'nin bir manada deva- mı" AP'deki, DP'den devralınan meşhur "Piyazlama Üstadı" Orhan Seyfi Orhon haftanın sonunda bu gazabı dile getirdi. Şimdi AP'nin "pi- yazcı"sı görevini deruhte eden man- zumeci soruyordu: "— Başbakan böyle bir söz söy- lerse ne olur? Kıyamet mi kopar?" Sonra, şikâyet edici bir dille bu- nun bir "İsmet Paşa tuzağı" olduğu- nu söylüyor -AP'liler akşamlan çok yiyip kâbus görseler, bunu "İsmet Paşa tuzağı" ilan etmektedirler, "yani ne olacak, Demirci AP'den ih- raç olunacak veya AP kapatılacak mıdır?" diye bir de işi alaya alıyor- du. AP'liler, oy çokluğu sağladı diye partilerinin ve hele Başkanlarının Anayasanın da, öteki kanunların da üstünde olduğuna inandıklarından hareketi pek yadırgadılar. Maazal- lah, bir savcı, hiç DP günlerinde, bunu Menderese yapmak cüretini gösterebilir miydi? Ne günlere ka- lınmıştı yarabbi, ne günlere!. Başka bir hesaplaşma Halbuki gazetecilerin Başbakanlı- ğın karşısındaki oYargıtay bina- sında ifade verdikleri sırada kovuş- ıutmayı açan Cumhuriyet Başsavcı- sı Hikmet Gündüz o kovuşturmayı savcı Bülent Akmanlar değil, Parti- ler Kanunu gereğince bizzat Başsav- Bülent Akmanlar Kanun namına! 18 Haziran 1966 Hazin bir "Yeniden Başlayış" Kırk yıllık bir laik cumhuriyet idaresinden sonra Türkiyede bir Cumhurbaşkanının, yer yer dolaşıp müslümanlığın ne olduğunu ve ne olmadığını anlatmak lüzumuna hissetmesi hazin bir hadisedir. Cumhurbaşkanı Sunay şu anda, dolaştığı yurt köşelerinde islam di- ninin ilerlemeye mani teşkil etmediğini, aksine, islamiyetin ilerleme- yi teşvik ettiğini söylemekte, din mefhumunu karanlık propaganda- lardan kurtarmaya çalışmaktadır. Yeni hayat tarzımızın başında, 1923'lerde, henüz Cumhuriyetimi- zin dahi ilan edilmediği günlerde Mustafa Kemalin de böyle gezile- re çıktığı, batta Balıkesir Caminin minberinde konuştuğu hatırlarda- dır. Devrimlerimizin yaratıcısı, daha sonraları da, milleti din konu- sunda aydınlatmayı lüzumlu bulmuştur. "Dinimiz akla, mantığa, ha- kikate tamamen uyar. Eğer uymamış olsaydı, bununla, diğer tabii ve ilahi kanunlar arasında tezat olması icap ederdi" diye o söylemiştir. Laikliğin de, diğer devrimlerimizin de dinimizi zedelemediğini anlat- maya çalışmıştır. Ama bu, onun da, partisinin de din düşmanlığıyla itham edilmesine mani olamamış, karanlık bir şebeke uzun bir devre kapalı şekilde, çok partili hayat tarzıyla da açıktan böyle bir propa- gandayı yürütmüştür. Bu propagandanın, Mustafa Kemalin de söz- lerinden tesirli bulunduğu, irticaa taviz veren bir İktidarın işbaşında olduğu zehabı gelir gelmez kendini belli etmiştir. Şimdi Cumhurbaşkanı Sunay, işe yeniden başlamış görünmekte- dir. Fakat onun başarısı, ancak iktidardaki partinin ve bilhassa o partinin sorumlu başı Başbakanın açık vaziyet almasıyla okabildir. Laik cumhuriyet devrinde vatandaşların serbestçe Allah diyemedik- leri yalanının propagandasını bizzat yapan bir parti genel başkanı- nın din anlayışı yalnız Cumhurbaşkanının din anlayışıyla değil, dev- rimlerimizin bütün ruhuyla çatışma halindedir. Süleyman Demirelin bu yalanı söylerken buna gerçekten inanmış olup olmaması önemli değildir. Hatta inanmaması ve bunu sadece bir kaç oy fazla topla- mak amacıyla yapması, günahını daha da ağırlaştırmaktadır. Res- men mahkum edilen nurculuk hakkında Demirelin ağızından bir tek açık laf çıkmamış olması karşıda hangi kıratta ve ne hesapta bir ada- mın bulunduğunu göstermektedir. Böyle olunca, Cumhurbaşkanı Sunayın doğru ve iyiniyete daya- nan gayretlerinin yanlış ve maksatlı tefsirlere uğramak tehlikesi or- taya çıkmaktadır. Din ile devrimlerin biç bir zaman çatışmadığını, bunları çatışıyor gösterenlerin asıl melunlar olduğunu, kadınların asla tekrar kapanmayacağını, medreselerin açılmayacağını, dinin dev- let işlerine karışmayacağını, Nurculuk gibi cereyanlara müsamaha edilmeyeceğini söylemek, bunları kudret sahiplerine söyletmek, öyle görülmektedir ki AP Türkiyesinde islamiyetin, üzerinde herkesin mu- tabık bulunduğu faziletlerini terennümden daha önemli ve daha acil bir ihtiyaç halindedir. cı açmıştı. Yargıtay Ceza Daireleri Başkanlarından müteşekkil (Parti Yasaklamaları İnceleme Kuruluna bir başka kovuşturma hakkında bil- gi vermekle meşguldü. Bu kovuştur- ma da bir AP'li hakkındaydı. Baş- savcı, bundan bir süre önce, laik Türk Devletinin Başbakanı Süley- man Demireli, bir bayram gazete- sine yazdığı vaiz edalı obaşyazıdan dolayı telgrafla tebrik eden ve tel- grafta dini siyasete alet edici ifade kullanan Erzurum AP İdare Kurulu üyesi Mahmut Kişioğlu ohakkında kovuşturma açmış ve Siyasi Parti- ler Kanunu hükümlerine dayana- rak, üyenin partiden ihraç edilme- sini istemişti. Bu talep üzerine De- mirci, Başsavcılığa bir yazıyla baş- vurarak, Mahmut Kişioğlunun AP üyesi olmadığım iddia etmişti. Kişi- oğlunun üye olduğu tespit edilince de, Demirci, "memlekette düşünce özgürlüğü bulunduğu" gerekçesiyle, Başsavcının talebine gene yazılı ola- rak itirazda bulunmuştu. Bu yüzdendir ki Yargıtay Parti Yasaklamaları oİnceleme Kurulu toplandı ve Başsavcının talebi ile Demirelin itirazını incelemeğe baş- ladı. Toplantıda, önce, AP adına Sa- bahattin Baybora dinlendi. Baybo- ra, Başbakana çekilen telgrafta sa- dece tebrik maksadı güdüldüğünü, 7