MU S Haberler Scherchen öldü Geride bıraktığımız hafta içinde ajanslar, dünyaya küçük bir ha- ber yaydılar. Tanınmış orkestra şe- fi Hermann Scherchen, Malipiero'- nun bir operasını yönetmek üzere gitmiş olduğu Floransada, 12 Hazi- ran 1966 Pazar günü ölmüştü. Ayın yedisindeki ilk temsilden sonra bir kalp krizi geçiren sanatçı, o gün- denberi hastahanede yatıyordu. 20. yüzyılın en önemli şeflerin- den biri olan Hermann Scherchen, ömrü boyunca 20. yüzyılın müziği- ne hizmet etmiş bir öncüydü. Eline ilk defa değneği Schönberg'in Pier-. rot Lunaire'inde almıştı, değnek e- linden düştüğü vakit bir başka çağ- daş bestecinin eserini yönetiyordu. Yetmişbeş yıl, akla hayale gelmez denemelerle, araştırmalarla doluy- du. Hermann Scherchen, hemen daima, ayak basılmamış topraklar- da yürümüştü. Harikulade bir ku- lak, olağanüstü bir vuruş tekniği, İ K İ bilgi ve tecrübeyle yüklü bir beyin- le birleşince en çetin cevizler bile Scherchen'in elinde çocuk oyuncağı haline geliyordu. Ankarada, yaşı otuzun üstündeki müzikseverler, yıllarca önce Her- mann Scherchen'in Cumhurbaşkan- lığı Senfoni OoOrkestrasıyla verdiği konserleri hiçbir zaman unutama- mışlardı. Scherchen bir yıl arayla Ankaraya iki defa gelmişti ve ikin- ci gelişinde Beethoven'in dokuz sen- fonisini birden yönetmişti. O kon- serlerde Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası o zamanki adıyla "Cum- hurbaşkanlığı Filarmoni Orkestra- sı" kendini aşmış, (dinleyicilerin karşısına, müzikseverlerin alışık ol- duğundan başka bir hüviyetle, bir batı orkestrası ohüviyetiyle çıkıver- mişti. Sadece dinleyicileri değil, mü- zikçiler, orkestracılar da büyülen- mişti. Scherchen'i Ankarada alıkoy- mak için o zaman her fedakârlık yapılmıştı. Ama Scherchen'in is- teklerinin sonu gelmiyordu. Binler- ce lira istedi, "olur" dediler; Ev iste- di, "olur" dediler. Otomobil istedi, "olur" dediler. Şoför istedi ve... bar- dak taştı, "güle güle" dediler. Aslında, o sıralarda oScherchen için Ankara çok küçüktü, yahut da Scherchen Ankara için fazla büyük- tü. Scherchen gibi bir insanı bir taş- ra orkestrasını yetiştirmekten çok daha önemli görevler bekliyordu: Çağdaş müziğin damarlarına kan vermek, 20. yüzyılın müzik profili- ni çizmek ve dinleyicilerin çoğun- luğu istemese bile, yeninin elinden tutmak... Zaten Scherchen'i dinleyi- ciler fazla ilgilendirmezdi. Ortaya attığı bir eser beğenilmiş veya beğe- nilmemiş, Scherchen umursamazdı bile. Provalarda besteciyle yaptığı çalışmalar, denemeler. Scherchen i- çin konserden de, konserde el çır- pan veya ayak vuran üç-beş dinleyi- ciden de daha önemliydi. Scher- chen, ömrü boyunca kendi zevki, kendi ilgisi için çalıştı, sadece me- rak ettiği şeylere el attı. Hep yeni birşeyler bulmak, evdeki saati sö- ken meraklı çocuklar gibi, bilmedi- ği şeyleri kurcalamak için didindi ve belki kendi de farkında olma- dan, günün birinde, duvarlar arası- na sıkışmış, nefes oalamıyan koca bir çağa pencere açan sayılı kişiler- den biri haline geliverdi. Usmanbaştan Mektup Geçen hafta bu sayfalarda yayınlanan "Ah şu kültürlü başlıklı yazısı dolayısıyla, müfettişler" Usmanbaştan, Ankara Radyosu Batı Mü- ziği Yayınlan Şefi ve dergimiz Musiki sayfası yazarı Faruk Güvençe hi- taben yazılmış aşağıdaki Geçen AKİS'te okudum, teftiş Beyo nz Radyoda. İyi. Ama, diskoteğinizde "Kwai Köprü- sü" plâğı var diye bir orkestramıza bu cali çal- dırtmak istememişi sayın müfettiş. Öyle ya, madem plâğı var "mükerrer" para ödenir mi? Tabii, arkası gelir bunun: Beethoven'in falan sonatının plâğı var, bir daha çaldırtamazsınız bunu bir türk sanatçısına, "mükerrer ödeme" olur. Kimbilir daha ne eğlenceli durumlarla karşılaşıyorsunuz şu sıralarda!.. Diyorum ki, şöyle bir ihbar yapsanız: "Stüdyo l'de piyano ça- lındı." Artık, açılsın tahkikat: "kim çaldı, nasıl çal- dı?.", "Kaç paradır bir piyano, kim sorumludur bun- dan, nasıl ödiyecektir?", falan filân. Yıllarca tahkikat süredursun, siz, istediğiniz eserleri koyarak prog- ramlara, istediğiniz suistimali yaparsınız ötede!.. Şaka bir yana, böyle ince eleyip sık dokumak is- teyen müfettişlere ufak bir tavsiyede bulunmadan geçemiyeceğim: Görevleri obakımından zorunlu bile olsalar, bilmedikleri konularda teftiş yapmaktan ka- çınmalıdırlar. Yalnız bilmek mi? İşin bütün püf nok- talarını da sindirmiş olmaları gerek. Sormalı sayın müfettişe: "Bravo! Güzel bir suistimal yakalamışsı- nız, kendinize göre. Ama, işin püf noktası var: Plâk- taki 'Kwai Köprüsü' ile Stüdyo I'de çatanan köprü aynı köprü mü bakalım? Bunu hiç düşündünüz mü? 18 Haziran 1966 mektubu aldık. Aynen yayınlıyoruz. Gerçekten, bir Konservatuvar öğrencisinin çaldığı hırsızlık anlamında değil, Chopin'le bir Rubinstein'in çaldığı Chopin aynı mı? Bir Rubinstein'la bir Cortot'- nun çaldığı Chopin aynı mı? Değil tabii!.. Aynı olma- dığı için, herkes bir daha, bir daha çalmıyor mu aynı eserleri? Müzik, kâğıt üzerinde notalarla parçaların adları değildir ki, çalmadır müzik. Bunları hiç düşün- memişseniz, yani Radyoda bir teftiş görevi alırken 'Radyo nedir, müzik nedir, program nedir, yayın ne- dir?', hiç düşünmemişseniz, nasıl yapabilirsiniz tefti- şi? Yıkılır gider işte, bütün teftişiniz. Hangi Bakan- lık bu işten bir hayır bekliyorsa, hayrını görsün artık! Bir de 'yapıcı teftiş' falan gibi lâflar dolaşır ortalıkta, bilirsiniz değil mi? Yani teftişte hatalar belirtilmekle kalınmıyacak, aksaklıkların giderilmesi, daha verim- li çalışılabilmesi için bir takım yollar da gösterile- cek. Bakanlıklar bunu anlarlar 'yapıcı teftiş'ten. Bel- ki sizinki de böyledir!" Ah, Faruk, ah! , Bu mektubu sana yazdım ya, bir kopyasını da A- KİS'e gönderiyorum, basılması ricasiyle. Ne olursa olsun, böyle önemli bir konuda gerçekten önemli- susmaya gönlüm razı olmadı. Bürokratlanmızın da düzeltilmesi gerek, elden geldiğince, müfettişlerin de teftişe ve tabii, yardıma ihtiyaçtan var özellikle rad- yo konusunda, hak veriyorum, öyle değil mi? 31