mecburiyetindedir. Bütün japon tarihinde ilk defa olarak İmparator sesini radyo vasıtasıy- la milletine duyuruyor. Diyor ki: "Teslim ol- mak, benim irademdir!" Çok japon ailesinde, bir bayram sevinci. İmparatorun sesini duy- muşlardır. İmparator, sesini tebasına duyur- mak lutfunda, tenezzülünde bulunmuştur. Ne gam, Japonya mağlüp olmuş. Ne gam, Japonya için yeni bir güç devir açılmış. Japon, İmpara- torun sesini duydu ya, artık mesuttur. Mağrur- dur. Sevinçlidir. Bahtiyardır. İmparatorun se- sini duymuş olmak.. Bunun telâfi etmeyeceği talihsizlik var mıdır? Bir düğmeyi çevirmiştir ve karşısında İmparatoru bulmuştur. Kulağına inanamamıştır. Duyduğuna inanamamıştır. Japonyada İmparator, işte bu. Bilir misiniz ki bu imparatorun, hatta bü- tün japon imparatorlarının en meşhuru Meiji'- nin bugünkü İmparatorun büyükbabası kud- reti dajma, hemen hemen sıfırdan ibaret olmuş- tur ve İmparatorun adına Japonyayı daima bir başkası, çok zaman bir askeri lider idare etmiş- tir ve Japon İmparatoru bir meşruti kraldan İngiltere Kralı gibi veya bir demokratik memr- leketin oCumhurbaşkanından daha fazla fili yetkiye hiç bir zaman sahip olmamıştır? Ne var ki Japonyada, kudretin gerçek sahibi her arzusunu "İmparatorun arzusu budur" diye yaptırmıştır ve imparatorlar buna itiraz cesa- retini hemen hiç göstermemişlerdir. Aslına bakılırsa, İmparator kimdir? O da çok defa, bilhassa Dokuzuncu Yüzyıldan Onye- dinci Yüzyıla kadar, gerçek kudret sahibinin torunu olmuştur. Gerçek kudret sahibi, kızını devrin Imparatoruna vermiş, kızın doğurduğu oğlan çocuğunu babasını tahttan feragate mecbur edip; hükümdar yapmış, onun adına hükmetmiştir. Bu, Japon İmparatoru hakkında bilhassa Batıda mevcut efsanelerin iflâsıdır. Zaten Japonyanın son Şogunu amerikalı Gene- ral MacArthur'ün de, çok itiraza rağmen, bü- yük dirayet göstererek İmparatoru ve impara- torluk müessesesini muhafaza etmesindeki se- bep budur. Tabii, gerekli "demokratik rötuş- lar"ı yaparak.. Bu, Şogun ne? Onu anlatayım. Onu anlatırken de, gene tarihi gelişmelerin zincirini takip edelim. Onuncu Yüzyıl civarına gelmiştik. Japon- ya hep, kâğıt üzerinde, T'ang Sülâlesi Çini ti- pinde bir memlekettir. Ama Japonya, devlet şekli bakımından sanki bir maskeli balo haya- tı yaşamaktadır. Mahalli ekratlar merkezi idarenin temsilcileri rolündedirler. İmparator- luğun başkenti Nara'dan Kyoto'ya nakledilmiş- tir. Sebep? Budistler o kadar ağır basmışlardır ki Nara mabetlerle dolmuştur ve orada bir pla- tonik imparatorun bile hükümdarlık yapmak görevi güçleşmiştir. Japonlar Kyoto'yu da çin tarzında bir şehir olarak tanzim etmişler, ona da dört köşe bir şekil vermişler. Kyoto Ondo- kuzuneu Yüzyılın ikinci yarısına kadar japon imparatorluğunun başkenti olarak kalacaktır ve ancak Komodor Perry, bir bakıma, onu Tok- yoya naklettirmek kudretine sahip olacaktır. Japon imparatorları hemen hep kudretsiz kimseler olmuşlardır. Veliaht Prens Şotoku- dan bahsettim. Japon tarihinde Prens Şotoku- nun bir adı da "Ahır kapısı". Zira annesi İmpa- ratoriçe onu, ahırları teftiş ederken bir ahırın kapısında doğurmuş. Tahtta İmparatoriçe Suy- ko varken, Japonyaya gerçekte hükmeden o- dur. Japonyaya hükmetmek için Prens olmak da şart değildir. Tâ Onyedinci asra ve o tarih- te Japonyaya hükmetmeye başlayıp bu hâki- miyeti Ondokuzuncu asra kadar devam ettiren Tokugawa ailesinin fiili saltanatına kadar, önü- ne gelen Japon İmparatoruna kudretini kabul ettirmiş, onun adına memleketi idare etmiş. Hem de, kudreti babadan oğula geçirerek, yani saltanat ailesinin yanında bir de “fiili kudret sahibi aile" yaratarak. Bunların en meşhura, Fujiwara' dır. Tâ son zamanlara kadar, Fuji- wara'lar Başbakan olmak hakkını ellerinde tut- muşlar. Ama, Başbakan olmak her zaman hük- metmek demek değildir. Çok zaman bir Şogun, Fujiwara'ları da, başka aileleri de İmparator çevresinin dar hudutlarına sıkıştırmış ve Ja- ponyaya o hâkim olmuştur. Bütün bunlar, bir basit ve bugünkü Japon- yayı anlatmak isteyen kitabın sayfalarına sığ- mayacak karışıklıkta hadiselerdir. Ama, mese- lenin esasını bilmeden de bugünkü Japonyayı anlamak imkânı yoktur. Kısaca, hadise şu: Tahtta, Üçüncü veya Dördüncü Yüzyılda Ja- ponyadaki kavimlere hâkimiyetini kabul ettirt- miş Yamato kavminin rahip başkanından gel- me bir imparator. Memleket, hâlâ, bir istiklâ- le sahip bu çeşit kavim başlarının fiili idare- sinde. Merkezi hükümet sadece kâğıt üstünde. Kudreti eline geçiren, İmparator adına salta- nat sürüyor. Kyoto'daki Saray çevresinde dar- beler darbeleri takip ediyor. Tahta imparatori- çeler de çıkıyor ve bunlar gözdelere sahip bulu- nuyor. Bunlar da kendi aralarında vuruşuyor- lar. Bazı aileler, İmparatorun gölgesinde devam- lı kudret mevkileri sağlıyorlar. Çin modeli üzerine tanzim edilmiş devlet şekli, bu durumun ancak yardımcısı. Vergiler, hiç, İmparatorluk ailesi bile, gelirini vergiler- den değil, şahsen sahip olduğu toprakların ge- tirdiğinden sağlıyor. Fakat bu, çok zaman yet- miyor. Japonyanın asıl kudretli ve zengin aile- si, Fujiwara'lar. Bazen, imparatorları onlar besliyor. Niçin onlar, imparator olmuyorlar? Japonyanın, bu, bir özelliği. Her kudret sahibi, tâ sonuna kadar, imparator sülâlesini muhafa- za edip onun gölgesinde saltanat sürmeyi tercih' 7